TÜMÜ 1965 SEÇİMLERİ 1965 YILI KOŞULLARI 1971 KAPATMA DAVASI 1977 SEÇİMLERİ AYDINLAR BAHÇELİEVLER KATLİAMI BEHİCE BORAN BÜYÜK EKİM DEVRİMİ ÇALIŞMA EKİPLERİ DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 MART DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME/ DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK ENTERNASYONALİZM GENÇ ÖNCÜ HER HAL VE ŞARTTA MÜCADELE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE KAYIPLARIMIZ/SALDIRILAR KIBRIS SORUNU KONGRELER KURULUŞ/1961 KURULUŞ/1975 KÜRT SORUNU LAİKLİK, DİN, DİYANET MECLİS KONUŞMALARI PARTİ HAKKINDA PROGRAM/TÜZÜK SADUN AREN 100 YAŞINDA SENDİKALAR SOSYALİZM TARİHSEL BİRİKİM, CUMHURİYET TARİHTE VİDEO YEREL YÖNETİMLER YÖNETİM |
(belirtilmedikçe belge ve görüntüler TÜSTAV Arşivi'ndendir.) |
13 ŞUBAT 1961 TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ KURULDU Türkiye İşçi Partisi, 60 yıl önce 13 Şubat 1961’de, sosyalist hareketteki geniş çaplı “Türkiye Komünist Partisi (TKP) Tevkifatı’ndan” on yıl sonra, işçi sınıfı hareketinin en militan kesimi İstanbul İşçi Sendikaları Birliği üyesi işçi/sendikacılarca kuruldu. Tüzükteki sıralamasıyla 12 kurucu, maden işçisi Kemal Türkler, tekstil işçisi Avni Erakalın, tekstil işçisi Şaban Yıldız, basın işçisi İbrahim Güzelce, çikolata sanayii işçisi Ahmet Muşlu, lâstik işçisi Rıza Kuas, garson Kemal Nebioğlu, tütün işçisi Hüseyin Uslubaş, ilaç sanayii işçisi Saffet Göksüzoğlu, basın işçisi Salih Özkarabay, nakliyat işçisi İbrahim Denizcier ve İstanbul İşçi Sendikaları Birliği İcra Heyeti Üyesi Adnan Arkın'dır. Kuruluş günü yapılan ilk basın toplantısında Türkiye İşçi Partisi’nin “Türkiye’de ezilen işçi sınıfının haklarını korumak için kurulduğunu” ifade ederek “TİP mensupları aydınlarla birlikte sosyal güvenliğin tesisi için çalışacaklar ve grev hakkını tümü ile tanıyıp tanıtacaklardır” diyorlardı. [1] |
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ TÜZÜK 1961, MADDE 2 “Parti’nin maksadı: Programda yazılı esasları gerçekleştirmek ve ezcümle Türk Vatandaşlarını tam refaha kavuşturacak, sosyal güvenliğini sağlayacak, dünya çapında tarihi vazifesini tam bir serbesti içinde ifâya imkân verecek, halkın kendi iradesiyle kendi kendini hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın idare eylemesini temin edecek ve bilhassa hiç bir şahıs, sınıf, zümre, hizip ve teşekkülün kanun üstüne çıkabilmesine izin vermeyecek; her türlü mevzuatı tesis ve tatbik için kanunun verdiği haklar ve Tüzüğün hükümleri dairesinde çalışmaktır.” Türkiye İşçi Partisi Program 1961, Giriş “Biz hayatını, istiklalini korumak için çalışan erbab-ı sayız (emekçiyiz), zavallı bir halkız... kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız ... arka üstü yatmak ve hayatını sayden muarra (çalışmadan) geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzun içinde yeri yoktur... ” “Partimizin yolunu, Türk Ulusunun, Türk Yurdunun köklü ve şerefli tarihi, uluslararası devamlı barış, yaratıcı çalışma, bilim ve derin insan sevgisi çizmektedir.” [2] |
Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar kuruluş hakkında diyor ki: “13 Şubat 1961 gününe kadar emekçi halkımızın kendi elleri ile kurdukları, kendisinin yönettiği, dertlerine kesin çözümler getiren, yurt ve dünya sorunlarına emekçi halkın çıkarları açısından bakan ve sorunları, meseleleri bu açıdan çözen bir öz partisi yoktu. O güne kadar partiler hep yukardan aşağı beyler paşalar tarafından kurulmuş, beyler paşalar tarafından yönetilmiş, toprak ağalarının, kapkaççı sermayecilerin çıkarlarına öncelik vermişlerdir. 12 işçinin, 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurmaları, emekçi halkımızın aktif olarak politika yaşayışına girişinin ilk ve kesin adımı olmuştur. Gerçekten de XIX. yüzyılın ilk yarısında Türk İşçi Sınıfının doğuşu ile başlayan emekçi halkımızın uyanma ve örgütlenme, teşkilatlanma akımı böylece politik bir örgüt haline gelmiştir.” [3] |
Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Başkanı Behice Boran kuruluş hakkında diyor ki: “Geniş, tarihsel ve sosyal açıdan bakıldığı zaman TİP’in kuruluşunun memleketin genel politik gelişme seyrinde ve özellikle işçi sınıfı hareketinin tarihsel çizgisinde aldığı yer açıkça belli olur. Bu kuruluş yine tekrarlayalım, -kurucuların kişisel amaçları ne olursa olsun- işçi sınıfının politik bir bilinçlenmeye varmakta olduğunun ifadesidir. Sendikaların işçi meselelerini çözmeye yetmediğini, mevcut partilerden işçilere hayır gelmediğinin, ayrı bir parti halinde örgütlenme ihtiyacının belirtisidir. Bu ise başlangıçta açık seçik bir politik bilinçlenme değildir, ama hiç şüphesiz politik bir bilinçlenmedir. Bir avuç sendikacının -ki bunlardan bir ikisinin polis ajanı oldukları da sonradan ortaya çıkmıştır- partiyi kurmuş olması, büyük işçi kitlesinin bu kuruluşu desteklememiş bulunması, ya da ona ilgi göstermemesi, bu yaptığımız değerlendirmeyi çürütmez. ” [4] |
Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Sekreteri Nihat Sargın kuruluş hakkında diyor ki: "Evet, biliyorum; içlerinden biri ajandı. Gene biliyorum; çoğunluk, Partiyi kurmak isterken, Kuas’ın defalarca söylediği gibi, en iyi niyetle, Meclis’tekilerin işçi sorunlarını bilmediği, bir işçi milletvekili olarak aralarına girip dertlerini onlara doğrudan ve doğrusuyla anlatabilmek düşüncesindedir. Her ne kadar “işçi sınıfı”ndan söz açılıyor olsa da, Şaban Yıldız’ın deyimiyle, “işçi sınıfının değil, -bir iki kişi sayılmazsa, gündemlerine girmemiştir henüz bu- işçilerin partisini” kurmak üzere yola çıkmışlardır. Şunu da biliyorum; bizzat kendilerinden dinledim; başlangıçta kimileri aydınlardan, hele sol aydınlardan adamakıllı çekiniyorlardı; yılların antikomünizm edebiyatı onları “sol, sosyalist, komünist” ne demek, bunların sözcüklerinden bile ürker duruma getirmişti. Ayrıca geçmişteki politik işçi hareketleri içinde -en geniş anlamıyla ele alınsa dahi- yukarda saydığım üzere, içlerinden pek azı yer alabilmişti. Bütün bunları bilerek söylüyorum; Türkiye İşçi Partisi kurucuları büyük iş görmüşlerdir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde ilk kez aşağıdan yukarı bir gelişme olmuş, işçiler doğrudan kendileri, kendi partilerini kurmuşlardır. Yalnızca bu olgu dahi onların büyük iş gördükleri hükmüne yeterli haklılık kazandırır. Ama onlar bununla kalmamışlar, bir yıl sonra, Sıkıyönetim Mahkemesinde komünizm propagandasından mahkûm olmuş, davası Temyiz’de bir sol aydını, Aybar’ı partilerine başkan seçerken gösterdikleri sağduyuyla ve de bu karar üzerine kaynatılan cadı kazanı karşısında soğukkanlılıklarını koruyup başkanlarının arkasında saf tutmaya devam ederek yaptıkları büyük işi katmerlemişlerdir. Evet, onlar büyük iş görmüşler; Türkiye işçi sınıfı tarihindeki seçkin yerlerini daha o günden almışlardır.” [5] |
Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Milletvekili ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi Sadun Aren kuruluş hakkında diyor ki: “Sendikacıları, yönetimine sadece kendilerinin egemen olacakları bir siyasi parti kurmaya yönlendiren temel etken, hiç kuşkusuz, 27 Mayıs hareketinin sosyal ve siyasal yaşama getirdiği yenilik ve özgürlük havasıdır. Askeri yönetimin Anayasa yapmak için oluşturduğu Temsilciler Meclisi’ne, işçileri temsilen, 6 sendikacı üye seçmeleri bu yeni havanın bir örneğidir. Bu olay, sendikacılar üzerinde siyasal yaşama da katılmaları konusunda uyarıcı bir rol oynamış olabilir.” “İşte başlıca bu nedenlerle bir kısım sendikacılar, 27 Mayıs darbesinden bir süre sonra kendi partilerini kurmayı düşünmeye ve bu maksatla aralarında toplantılar yapmaya başlamışlardır.” “Kurucular, partinin kuruluşunu duyurdukları basın toplantısında TİP’in, Türkiye’de ezilen işçi sınıfının haklarını korumak için kurulduğunu söylemişlerdir.” [6] |
Kurucular Kurulu Kararı ile Mehmet Ali Aybar Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Başkanı Oldu ve Aydınların Partiye Katılımı Başladı 13 Şubat 1961 tarihinde kurulan Türkiye İşçi Partisi, birinci yılını durgun geçirmişti. Örgütlenme çalışmaları hızlı gitmiyordu. 1961 seçimlerine katılınamamış, YTP listesinden seçime giren Genel Başkan Avni Erakalın seçilememişti. Etkili bir dergi olarak YÖN yayınına başlamış ve “Çalışanlar Partisi” adlı yeni bir girişimi desteklemekteydi. Bu dönemin en umut veren olayı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nin düzenlemesi ile Saraçhanebaşı’nda gerçekleşen 100 bin kişilik işçi mitingi oldu. İşçiler bir afişe yazdıkları gibi “bizim de söyleyecek sözümüz var” diyorlardı. Sonunda kurucular Türkiye İşçi Partisi’ni ayağa kaldırmak için yeni bir Genel Başkan bulmaya karar verdiler. Çeşitli isimler üzerinde konuştuktan sonra çoğunluk Mehmet Ali Aybar adında birleşti. 1 Şubat 1962 tarihinde Mehmet Ali Aybar Türkiye İşçi Partisi’nin Genel Başkanı oldu. Bu durum kurucular kurulunun yaptığı basın toplantısı İle duyuruldu: “Muhterem basın mensupları aracılığıyla umumi efkâra (kamuoyuna) açıklamakta zevk duyduğumuz mühim konulardan biri de, bir yıldan beri kıymetli desteğini gördüğümüz, sosyal meselelere vukufu ve bu uğurda karşılaştığı güçlüklere mertçe göğüs germeyi bir vatan borcu bilen gerçek bir aydın olarak tanınan Hukuk Doktoru Doçent Avukat, Sayın Mehmet Ali Aybar’ın, Ana Nizamnamemizin verdiği yetkiye dayanarak, partimiz Genel Başkanlığına getirilmesi hususunda aldığımız karardır.” Ertesi gün de Aybar’ın “Türkiye İşçi Partisi’nin davetini bir memleket vazifesi saydığım için, ağır sorumluluğumu bilerek kabul ediyorum. Beni Parti’nin Genel Başkanlığına seçen işçi arkadaşlarıma teşekkür ederim. İtimatlarına lâyık olmaya çalışacağım” dedikten sonra Türkiye’deki “ciddî buhran” durumunu ve çözüm yollarını özetleyerek “bugün küçük bir teşekkül olan Türkiye İşçi Partisi’nin, bilim ışığında ve er geç iflâsa mahkûm küçük hesaplar dışında, yalnız ve yalnız memleketin yüksek menfaatlerini göz önünde tutan sabırlı çalışmalarıyla, yeni demokratik düzende boş duran yeri doldurup, kısa zamanda büyük bir kuvvet haline geleceğine inanıyoruz” diyen demeci yayınlandı. İlerici, sosyalist aydınların Türkiye İşçi Partisi’ne katılımı başladı. [7] |
Mehmet Ali Aybar Genel Başkan ve İlk Açıklama Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Başkanlığına Mehmet Ali Aybar’ı getirmelerinden sonra, 8 Şubat 1962 tarihinde yine Aybar tarafından kaleme alınan Kurucular Kurulu açıklamasında Türkiye İşçi Partisi’nin hedefinin ülkemizi "İlk kurtuluş savaşını yapmış, emperyalizme ve sömürücülüğe karşı dünya barışının ve insanlığın hizmetinde, her bakımdan tam bağımsız, ülkesi ve ulusu ile bölünmez, halkçı, emekten yana devletçi, devrimci, laik, insan haklarına ve sosyal adalete ve güvenliğe dayanan demokratik bir cumhuriyet olarak çağdaş medeniyet yolunda ilerletmek" olduğu belirtiliyordu. [8] |
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ’NE (1961-1988) AYDINLARIN KATILIMI VE SALDIRILAR Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) ilerici, sosyalist aydınların katılımı ile etkinliğini arttırırken, iktidar ve gerici basın “komünistler Partiyi ele geçirdi” diyerek saldırılarını sürdürüyordu. Ancak kurucuların sağlam duruşu ile aydın-sendikacı ittifakı 1969’a kadar sürdürüldü. Bugün, Türkiye İşçi Partisi’ne (1961-1988) kayıt yaptırmayı anlatan Can Yücel’in “Kayıtlı” adlı şiiri ile Toprak Dergisi’nin dağıttığı, devletin kayıtlarından alındığı belli olan “Vatandaş Uyan TİP’i kimler idare ediyor, kimler destekliyor?...” başlıklı Türkiye İşçi Partisi’ne (1961-1988) üye olan aydınların "sicilleri" ile birlikte listesini paylaşıyoruz. KAYITLI Benim öfkem gecelerin beyidir Kalkar bi tek çocuk ağlasa İşte bak bu anasız yasa Kanunî’nin değil bizimdir Göçmen kuşlar gibi bir gülümseme Dudağının kıyısından gelip geçerdi Babam dünya güzel yer derdi Sürsün ama sürecek bu garipseme Bayram davullarıyla doğarken gün Bu Sırp-sındığına alışılır mı Ömrün köhne bir güvercin damı Hoyrat bir sese bakar ölümün Akıl ki en incesi duyuların Açar evrenin camını Aptal sonra atar tatlı canını Atar dibine kuyuların Çirkinin güzele eski garezi Kendi güzelliğini bilmediği için Vaktiyle Çinde bir prensesin Kendini sevmemekmiş bütün marazı Oysa herşey birbiriyle kayıtlı Akdeniz zeytinler ve Datçaya Sevilmeyen yarımada paramparça Ağaç kuşa kuş ağaca kayıtlı Oyun durmuş godoşu bekler Aydın kentinin kolalı yakasında Yavuklu çağ dağların arkasında Halk bir Anka Kuşu bekler Düşünmek, dağların kargaşasını Döşemektir bir petek bala Olmuyor ki böyle şaklatmakla Eski koşukların maşasını Aklımın ucuna bir yıldız kondu Koşun koşun dedim çocuklarıma İşte bu çoban dedim aya yanaşma Bu sözüm ay’cılara dokundu Sokrat’a kurban kesilen horoz Lokmanlara dağdan odun taşırdı Horoz değil bir acayip katırdı Katır değil Sokrat gibi bir domuz Zikredelim önce halkın adını Çocuğun işçinin hakkını Alsın diye köylü toprağını İşçi Partisine yaptırdım kaydımı Can Yücel [9] |
TİP Türküsü, Can Yücel İlerici, sosyalist aydınların katılımı, Türkiye İşçi Partisi’nin (1961-1988) ideolojik zeminini yenilemiş, politika ve örgütlenmede gücünü arttırmış, sanat ve edebiyatın etkin kullanımının yolunu açmıştı. Bugün, Can Yücel’in Sosyal Adalet dergisinin Eylül 1965 tarihli 18. Sayısında yayınlanan “T.İ.P Türküsü” adlı şiirini paylaşıyoruz. [10] |
1965 SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (1961 - 1988)'NE İSTİHBARAT RAPORLARIYLA SALDIRI Aydınlarla kurucu sendikacıların arasını açmak ve anti-komünist kampanyayla Parti’ye yönelişi engellemek için Toprak Dergisi’nin daha önce paylaştığımız bildirisi “istihbarat fişleri”yle genişletilerek broşür olarak dağıtıldı. Broşüre aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. https://bit.ly/2NQsWwT [11] |
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (1961-1988) MERKEZ KURULLARI Bugün, Türkiye İşçi Partisi’nin 1961’den başlayarak 1988’e kadar görev yapan bütün merkez kurulları listesini paylaşıyoruz. Türkiye İşçi Partisi, Genel Başkanlarımız Avni Erakalın, Mehmet Ali Aybar, Mehmet Ali Arslan, Şaban Yıldız, Behice Boran başta olmak üzere, bu partiye üye olmuş, Türkiye’nin dört bir yanında ağır baskılar altında mücadele etmiş, hareketin çeşitli evrelerinde emek vermiş herkesin ortak ürünüdür. Hepsini saygıyla selamlıyoruz. Merkez Kurulları listesine aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz. https://bit.ly/3ujmnnk [12] |
TİP (1961-1988) RESİM SERGİLERİ (1), SANATÇILARDAN BÜYÜK DESTEK 1-15 Ekim 1962 tarihleri arasında İstanbul’da yerli ve yabancı tanınmış ressamların Parti’ye bağışladıkları eserlerinin sergilendiği “Dayanışma ve Yardım Resim Sergisi” açıldı. Picasso lito baskıları, Abidin Dino, Arif Dino, Ferit Edgü, Fikret Muallâ, Nuri İyem, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Kuzgun Acar, Avni Arbaş, Rasin Arsebük... seksen sanatçının yüzden fazla yapıtı. (Detaylar için Rıfat Ilgaz’ın YÖN’deki yazısına bakınız.) Sergideki satışlardan (haftalık derginin bir lira olduğu günlerde) 20.034 lira elde edildi. Serginin geliri ile bir yıllık kirası peşin ödenerek yeni Genel Merkez binası tutuldu, borçlar kapatıldı ve yurt gezileri organize edildi. [13] |
TİP (1961-1988) RESİM SERGİLERİ (2), SANATÇILARDAN BÜYÜK DESTEK Birincisi ile aynı zengin katılımla ikinci “Dayanışma ve Yardım Resim Sergisi” Mart 1965’de yapıldı. Parti'nin iki yıldır süregelen borçlarını kapatacak kadar resim satıldı. 4 bin lira gelir sağladı. Mali güçlükler içinde olan Parti’nin nefes almasını, yaklaşan 1965 Seçimleri için çalışmasına destek oldu. Fethi Naci: “Sanatçılar, bu sergi ile, TİP’e olan sempatilerini gösteriyorlar. Bu bakımdan serginin anlamı, sergilenen resimlerin güzelliğinden de ağır basıyor. Niçin öbür partiler değil de TİP? Çünkü sanatçılar, her zaman toplum içinde kurulu düzenle çatışanı, gelişeni, haksızlığa, kötülüğe, çirkinliğe karşı olanı tutmuşlardır. ... TİP, toplumumuzda yeniyi, gelişeni temsil ediyor; daima yeniden, gelişenden yana olan sanatçı da elbette TİP’i tutacaktır.” İki serginin hazırlanmasında öncü rol oynayan Rasih Nuri İleri’yi saygıyla anıyoruz. [14] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME BEYAZ SARAY TOPLANTISI VE OLAYLARI Kuruluşundan başlayarak demokrasi, demokratikleşmenin genişletilmesi ve derinleştirilmesi için mücadele TİP’in eyleminin ayrılmaz bir bileşeni oldu. Behice Boran “demokratik cumhuriyet işçi sınıfının politik mücadelesi için en elverişli ortamdır” diyordu. Mücadelesine “Anayasaya Aykırı Kanunlara Direniş” çalışması ile başladı. 141-142. Maddeler başta olmak üzere toplumsal ve politik yaşamın demokratik işleyişiyle çelişen kanunlara karşı iptaller için Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi amaçlayan kampanya açtı. TİP, bu kampanyayla bir yandan “demokratik geniş cephe”yi oluşturmayı, diğer yandan parti olarak “meşruluk”unu sağlamlaştırmayı amaçlıyordu. Bu amaçla, 11 Kasım 1962’de İstanbul Beyazıt'ta bulunan Beyaz Saray’da yaptığı toplantı basıldı ve engellenmeye çalışıldı. TİP’in dışa açık ilk toplantısında başlayan bu saldırganlık bütün politik yaşamı boyunca artarak sürdü. Tahmin edileceği gibi saldırganlar ortada olmasına karşın ne bir önlem alındı ne de bir soruşturma açıldı. [15] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME ANAYASAYA AYKIRI KANUNLARA DİRENİŞ: BEYAZ SARAY TOPLANTISI TCK’nın 141-142. maddeleri 1936’da İtalyan faşist ceza hukukundan alınmıştı. Yıllarca demokratik ve sol harekete karşı kullanıldı. TİP; 141-142’yi, örgütlenme ve ifade özgürlüğünü engelleyen diğer yasalara karşı mücadele etmeyi ilk hedefler olarak belirledi. Çünkü toplumsal ve siyasal sorunları sınıf açısından ele almayı yasaklayan 141-142. maddeler ağır bir tehdit oluşturuyordu. 1961 Anayasasının araladığı demokratik haklara ve demokratik yaklaşıma sahip çıkarak ve daha da ileriye taşıyarak demokratikleşme mücadelesini başlattı. 600 aydın ve sanatçının çağrılı olduğu, büyük bölümünün katıldığı, katılamayanların da destek mesajı yolladıkları toplantı bütün baskınlara ve baskılara rağmen on kişilik bir “Faşizmle Mücadele Komitesi” kurulmasıyla, “antidemokratik yasaların kaldırılması için bir kampanya açılması” kararıyla ve “Anayasanın tastamam, eksiksiz uygulanması” çağrısıyla sonuçlandı. TİP, Senatör Niyazi Ağırnaslı’nın Partiye katılımıyla Anayasa Mahkemesinde dava açma hakkı kazandı. 141-142. maddeler, ölüm cezasının kaldırılması, eleştiri ve ifade özgürlüğünün düşmanı 312. madde, sansür vb. 23 yasanın 65 maddesi hakkında beş dosya ile son günde dava açtı. TİP’in açtığı davanın ülkemizin demokratikleşmesinde önemli sonuçları oldu. Dava sonuçlarına devam edeceğiz... [16] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME ANAYASAYA AYKIRI KANUNLARA DİRENİŞ: 141-142. MADDELER ... devam ... Türkiye İşçi Partisi’nin Anayasa Mahkemesinde açtığı davaların en önemlileri Mahkemece reddedildi. İfade ve örgütlenme özgürlüğü bakımından en can alıcı konu olan 141-142. maddelerin iptalinin ret kararını verirken Mahkeme çok zorlandı. Bazı maddelerin iptalinin reddi ancak 8’e karşı 7 oy gibi ucu ucuna sağlanabildi. Ret kararına rağmen TİP’in açtığı dava yine de demokratik ortamın genişletilmesi sonucunu verdi. Mahkeme kararında “ ... komünizm üzerine öğrenme, öğretme, açıklama, yayma ve araştırma yapılması, bu maddelerdeki yasakların kapsamına girmez. ... bilim ve sanat çalışmaları serbest ...” olduğunu açıkladı. Böylece düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara önemli bir sınırlama getirilmiş oldu. Ancak 141-142. maddeler kaldırıldıkları 1991 yılına kadar sosyalist hareket için keskin bir kılıç oldu. Kaldırılırken bile bile birçok maddesi Terörle Mücadele Yasası’nın 8. Maddesine aktarıldı. [17] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME 1964 PROGRAMINDAN “Türkiye İşçi Partisi’nin halkçılık anlayışına göre, demokrasi sadece politik hayata ve düzene özgü bir rejim değildir. Sosyal hayatın ve kurumların tümü demokrasi kavramının kapsamına girer. ... Halkımızın yurt işlerinde gerçekten söz ve karar sahibi olduğu böyle bir demokrasi rejimidir ki; ancak halkımızın insanca yaşama şartlarına kavuşması ve Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda hızlı kalkınması için gerekli ortamı kurar. ... Halkın bir numaralı yurttaş durumuna yükseldiği böyle bir demokrasi rejiminde Türkiye, halkı özgür ve bağımsız yaşayan ileri bir toplum haline gelecek ve durmadan ilerleyen, insanca yaşama şartlarını gittikçe daha iyi, daha haklı, daha doğru bir şekilde gerçekleştiren, ileri bir toplum düzeninin temellerini kurmak imkânına kavuşacaktır... Demokrasi, kalkınma, halkın refahı, “ileri toplum düzeni...” bütün politik yaşamı boyunca Türkiye İşçi Partisi için birbirine sıkı sıkıya bağlı, bir bütünün farklı yönleriydi. [18] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME “ANAYASANIN EKSİKSİZ, TASTAMAM UYGULANMASI” “Anayasanın eksiksiz, tastamam uygulanması” sloganının TİP’in tarihinde önemli bir yeri vardır. Türkiye İşçi Partisi 1961 Anayasasına sahip çıktı. 61 Anayasasının ülkenin demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması yönünde önemli olay olduğunu savundu. Çünkü TİP’e göre, “Anayasa kalkanıyla hâkim sınıflar üzerine yürümesi, Anayasanın eksiksiz tastamam uygulanmasını; insan haklarına, demokrasiye saygılı olunmasını istemesi yüzde yüz devrimci bir harekettir. Anayasanın Eksiksiz, Tastamam Uygulanması kapkaççıların değil, emekçi halkın çıkarlarını” savunmaktır. Böylece TİP, bir yandan Anayasa’da yazılı hakların içini doldurmak, emekçilerin mücadele aracı durumuna getirmek için mücadele ederken diğer yandan yine Anayasa’ya dayanarak anti-demokratik kanunlara karşı mücadele ile yol temizliği yapmaktadır. Bu politik çizgi, bir yasa metninin kitlelerin sahip çıkmasıyla, onların ileri yorumlarıyla mücadele silahına dönüştürülmesini sağladı. Anayasa yorumu üzerinden meşruiyet ve demokratikleşme mücadelesine önemli dayanaklar sağladı. [19] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME VE “ANAYASANIN EKSİKSİZ, TASTAMAM UYGULANMASI” ÜZERİNE BEHİCE BORAN’IN DEĞERLENDİRMESİ: "…Türkiye, 1960-71 arasında tarihinin en liberal, en demokratik dönemini yaşadıysa, bunda TİP'in de büyük katkısı oldu. Çünkü TİP gibi bir hareket olmasaydı, ona koşut, onunla beraber, onun dışında da sol aydınlar ve gençlik arasında bir hareket belirmeseydi, Türkiye'deki demokrasi 1960-71 arasında olduğu kadar olamazdı. Çünkü demokratik hak ve özgürlükler ancak onlara sahip çıkarak, onların uğrunda mücadele eden güçler varsa hayata geçiyor." Demokratikleşme mücadelesi ile ülkede yıllarca ağır baskılar altında gelişemeyen sosyalist hareketin meşruiyet kazanması arasındaki ilişkiye dikkat çeken Boran şöyle diyor: “Türkiye toplumu hiçbir zaman sanki Türkiye İşçi Partisi hiç olmamış gibi olmayacaktır; daima onun izini, onun birikimini, onun damgasını, şu veya bu ölçüde taşıyacaktır… Türkiye İşçi Partisi’nin yaptığı, başardığı en önemli işlerden birisi de sosyalizme toplumsal meşruiyet kazandırmış olmasıdır. Toplumsal meşruiyet, yasal meşruiyetten daha önemlidir, çünkü yasal meşruiyet, iktidarın gücüne ve keyfine göre yitirilebilir ama toplumsal meşruiyet kazanılmışsa, o kalır.” [20] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME GÜNCEL VE İVEDİ GÖREV DEMOKRATİKLEŞME 1975 PROGRAMINDAN “Bugün ve önümüzdeki sürede Türkiye’nin güncel ve ivedi sorunu politik alanda ülkenin demokratikleşmesidir. ... Türkiye’nin demokratikleşmesi öncelikle politik alanda ivedidir. Demokrasinin geliştirilmesi, düşün, söz, basın, yayın ve örgütlenme özgürlüklerinin engelsiz sağlanması geciktirilemeyecek kadar ivedidir. ... Bununla birlikte, uzun süreli açıdan, demokratikleşme yalnız politik alanda değil, tüm toplum yapısında gerçekleşmesi gereken bir süreçtir. ... Demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve yaşamda belirmesi, halkın ülke işlerinin yönetim ve yürütümüne etkin biçimde katılmasının sağlanmaya çalışılması, egemen sınıfların ve emperyalizmin baskı ve sömürüsünü dizginleyebileceği gibi, aynı zamanda sosyalizmin de yolunu açacaktır.” [21] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME TİP DEMOKRATİK KAZANIMLARIN NE KADAR DEĞERLİ OLDUKLARININ FARKINDAYDI Türkiye İşçi Partisi, halkın yaşamını iyileştirme ve özgürlükleri genişletmek için mücadele ederken var olan demokratik kazanımlara, demokratik birikimi sağlayan tarihsel süreçlere sahip çıktı. Var olan haliyle demokrasinin ve demokratik kazanımların “Filipin Tipi Demokrasi” vb. tanımları paylaşmadı. Örneğin 1946’da çok partili yaşama geçişi bütün baskıcılığına ve sınırlılığına karşın “halkın oy hakkını ciddiye alıp ona sahip çıkması ... kendini ezen, horlayan, dertlerine çare bulmayan ... CHP’yi alaşağı etmesi ... halk kitlelerinin politik bilinçlenmesinin ilk etkin belirtisi, otoriter, tepeden inme devlet şekline karşı ilk direnişiydi. (Behice Boran)”. Bu nedenle yalnızca sağ bir iktidarı işbaşına getirmesi açısından değerlendirilmemeliydi. TİP’e göre sosyalist hareket demokratik ve sosyal kazanımlara sahip çıkarak ve demokratikleşmeyi derinleştirerek ileri taşıyacaktı. Sosyalist hareketin amacı 1923’te kurulan Cumhuriyet’i demokratik ve sosyal bir cumhuriyet yapmaktı. [22] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME KESTİRME YOL YOKTUR - HALKA DAYANMADAN İKTİDAR OLUNMAZ 21 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 Askeri Darbe Girişimi üzerine: “Zora dayanan bir hükümet kurup, tepeden inme tedbirlerle toplum yapısında halk yararına gerekli reformları yaparak meseleleri çözümlemek, memleketi kalkındırmak düşüncesinde olanların umutları bir kere daha kırıldı. Ne var ki, hareket başarıya ulaşmış olsaydı bile bizce yine kırılacaktı bu ümitler eninde sonunda. Bugün, hızla ve adalet içinde ekonomik-kültürel kalkınmayı sağlayabilmek için gerekli reformların neler olduğu konusunda toplumcu aydınlar arasında genellikle bir anlaşma var. Ancak bu reformları yapabilme düzeyine nasıl ulaşabileceği konusunda fikirler ayrılıyor. Bu reformları yapacak iktidarın halka dayanması gereği de kabul olunuyor, ama halka dayanmak, halkın desteğini kazanmak terimlerinin anlamında bulanıklık var; bunlara farklı mânâlar veriliyor. Kestirme yol taraftarlarına göre, bir kere iktidar ele geçirildikten sonra halk yararına işler görerek halkın desteği kazanılır, iktidar halka dayandırılmış olur. Bu görüş, halka dayanmayı pasif bir anlamda anlıyor. Oysa bu mânâda halkın pasif desteğini kazanan bir iktidar, mutlaka halkın yararına, halkçı bir idare demek değildir. DP de başlangıçta halk tabakaları arasında büyük destek bulmuştu, ama halk yararına halkçı bir idare miydi? Gerçekten halka dayanan bir iktidar, halkın memleketin idaresinde, reformların tasarlanma ve uygulanmasında, toplum yapısının her kesiminde aktif bir rol oynadığı iktidar şeklidir.” Behice Boran[23] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME KESTİRME YOL YOKTUR - HALKA DAYANMADAN İKTİDAR OLUNMAZ TİP’İN SESİ HERKESE ULAŞTI “Zora dayanan bir hükümet kurup, tepeden inme tedbirlerle toplum yapısında halk yararına gerekli reformları yaparak meseleleri çözümlemek, memleketi kalkındırmak düşüncesinde olanların umutları bir kere daha kırıl(ır).” Darbe girişiminde bulunarak hapse atılanlardan Abdullah Yılmaz anılarında, ayaklananların başında yer alan Talat Aydemir’in değerlendirmelerini ele alıyor. Aralarında Abdullah Yılmaz'ın da bulunduğu dört teğmen, cezaevi yönetiminden bir astsubay üstçavuşun hoşgörüsüyle idamlıkların olduğu ön hücrelere geçerler. Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Yarbay Osman Deniz, Üsteğmen Erol Dinçer oradadır. Aydemir, genç teğmenleri gülümseyerek karşılar, "hoş geldiniz çocuklar" der. "Radyo dinliyor musunuz" diye sorar. Genç teğmenlerin radyoları yoktur. Dört aydır onlara kitap, dergi, gazete bile verilmemektedir. Aydemir, radyoda yayınlanan seçim konuşmalarından ve bir partiden söz eder. "İşçi Partisi'nden söz ediyorum. Türkiye İşçi Partisi sözcüsünü dinledim bu radyodan..." "Yoksa siz" diye sorar, "Peşimizden niye geldiniz? Zenginleri kurtarmak için mi? Davamız zenginleri kurtarma davası mıdır? Hem zenginlerin kurtulacak nesi var ki? Onlar zaten kurtulmuştur oğlum..." "Adam, hastası olup ilaç alamayan, köylü olup toprağı olmayan, işçi olup çalışma yeri bulamayanlara sesleniyor. Köylüye toprak, herkese iş vereceğiz diyor, bu düzen değişecek, yeni bir düzen kurulacak diyor..." Ve ekliyor: "Bundan sonra, hapisten çıksam da çıkmasam da -ki çıkacağım mutlaka- bu yola açık kimliğimi koyuyorum, sivil siyaset yapacağım... İşçi için, köylü için ve yerde kalmış herkes için..." [24] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 (DİP)/1: Yayımlanışının 43. yılında Demokratikleşme için Plan’a bugünden bir bakış için https://bit.ly/3eko1iY Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm Çizgisinin Güncel Hedefleri, Politik ve Toplumsal Demokratikleşmenin Ekonomik Dayanakları... Kalkınma, sosyal adalet, demokrasi, ulusal bağımsızlık tartışmalarını genel ve soyut düzeyde yapılmaktan çıkarıp ayrıntılı, somut, özgün temele dayandırmak... DİP’in öngörüleri: Yıllık üretim artışlarının yüzde 11.12, GSMH artışının da yüzde 10.35, yüksek kalkınma hızı ve yüksek ücret bir arada olanaklıdır. DİP, “...ülkemizde demokratikleşme sürecinin maddi temellerinin yaratılması için ekonomik alanda ilk adımda gerçekleştirilmesi gereken dönüşümleri ve önlemleri içermektedir... Başta parti programı olmak üzere, Demokratikleşme İçin Plan 78-82’den önceki parti temel belgelerinde sosyalizm doğrultusunda ülkenin demokratikleşmesi ve emperyalizmin geriletilmesi için” öngörülen dönüşüm ve önlemleri gösterdi... [25] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 (DİP)/2: Yayımlanışının 43. yılında Demokratikleşme için Plan’a bugünden bir bakış için https://bit.ly/3eko1iY TİP, diğer demokratik güçlerle işbirliği içinde, emperyalizme bağımlılıktan kurtulmak, faşist saldırılara ve özlemlere karşı ülkeyi demokratikleştirmek ve sağlam bir demokratikleşme sürecinin dayanacağı ekonomik temelleri yaratmak isteyen bir partidir. TİP aynı zamanda kesintisiz bir süreç içinde toplumdaki sınıfsal-politik güçler dengesini işçi ve emekçi sınıflar lehine değiştirerek sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek iddiasında olan bir partidir. DİP, sosyalizme geçiş için bir plan değil demokratikleşme için bir plan hazırlandı. Çünkü planın hazırlandığı günlerde gündemdeki ana sorun "ya faşizm ya demokrasi"ydi. Bu nedenle DİP, demokratik alternatifin ekonomik dayanaklarını ortaya koydu. Sınıfsal bir bakış açısıyla, somut koşulların tahliline dayanarak 1978-1982 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanacak bir plan işçi ve emekçi kitlelerin, demokratik güçlerin taleplerinin de somut bir ifadesi olacak, demokratikleşmenin dayanacağı ekonomik temeli oluşturmanın somut koşullarını içermekteydi. [26] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 (DİP)/3: Yayımlanışının 43. yılında Demokratikleşme için Plan’a bugünden bir bakış için https://bit.ly/3eko1iY DİP’in, TİP tarafından yapılmış olmasının bir nedeni de parti ile sosyalist aydınlar arasındaki ilişkidir. TİP kuruluş yıllarından başlayarak sosyalist aydınlara büyük değer biçmiş, partiye üye olan ya da olmayan pek çok sosyalist aydın bakımından da saygın bir parti olmuştur. Kuruluşundan başlayarak pek çok sosyalist aydın parti üyesi oldu, pek çok aydın da üye olmasa, hatta eleştirse bile partiyi ve onun kadrolarını ilgiyle izledi, eylemlerine katıldı. Partinin Meclis çalışmalarındaki yüksek entelektüel düzey pek çok sosyalist aydının ilgisini çekti; yapmış olduğu toplantılarda, gecelerde önde gelen pek çok aydın konuştu ve pek çok sanatçı yer aldı; partinin dolaylı ve dolaysız yayınlarında pek çok aydın yazılar yazdı. DİP 78-82 çalışmasına parti üyesi olan ya da olmayan çok sayıda aydını katıldı. Sunuş şöyle diyor: ”Plan çalışmasına bu denli geniş katkıda bulunulması, işçi sınıfımızın politik hareketinin, Partimizin saygınlığının bir göstergesidir. Partimiz, ülkemizin en yetenekli, ilerici aydın kesiminden gördüğü bu destekten kıvanç ve övünç duyar ve kendilerine yürekten teşekkürü borç bilir.” [27] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 (DİP)/4: Yayımlanışının 43. yılında Demokratikleşme için Plan’a bugünden bir bakış için https://bit.ly/3eko1iY DİP 78-82’den önce devlet tarafından hazırlanmış olan beş yıllık kalkınma planları, ne kadar ”sınıflarüstü” bir nitelik kazandırılmaya çalışılsa da, kalın çizgilerle ifade edilecek olursa, kapitalist sistemin işlemesini sağlamak, planı egemen sınıfların bir aracı kılarak karma ekonomi çerçevesinde özel sektörü geliştirmek amacını taşıyordu. Oysa Türkiye İşçi Partisi tarafından hazırlanmış olan DİP 78-82 işçi ve emekçi sınıfların bakış açısından hareket ederek hazırlandı ve hem Türkiye’yi daha ileri noktalara taşımayı, sanayileşmeyi gerçekleştirmeyi, tarımı geliştirmeyi, daha hızlı bir kalkınma sağlamayı hem de işçi ve emekçi sınıfların yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlıyordu. Yani kendisinden önce Devlet Planlama Teşkilatı tarafından siyasal iktidarın gözetiminde yapılarak, siyasal iktidarlar tarafından onaylanmış olan planlarda yapılanın tam karşıtını gerçekleştirmeyi hedef almaktaydı. [28] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 MART/1 12 Mart Askeri Darbesi, adeta 1961-1971 dönemi toplumsal ve politik analizlerinin turnusol kâğıdı gibidir. Analizler, öngörüler, beklentiler için bir turnusol kâğıdı. İlk olarak Ocak 1971’de başlattığı “Faşizme Hayır Kampanyası” bildirilerinden birisi ile başlıyoruz. “YURTTAŞLAR, Demokrasi tehlikededir. Demokrasiye, anayasal hak ve özgürlüklerimize her zamankinden daha fazla sarılmamız gereken bir dönemde yaşıyoruz. İktidar ve iktidar heveslisi öteki güç ve çevreler, elbirliği ile demokrasiyi boğazlamak istiyorlar... Ancak aralarında bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşmazlıklar var. Bir kısmı, Meclisi feshetmeyi, seçimleri bir kenara bırakmayı, üniformalı bir idare kurmayı amaçlıyor. Diğerleri, üniformalı bir ihtiyaç olmadığını, Meclisten bazı kanunlar çıkartarak, bir baskı ve zulüm idaresi kurmanın daha uygun olacağını söylüyorlar. Yani üniformasız faşizmi demokrasi diye yutturmak istiyorlar. ... İşçiler, köylüler, memurlar, esnaf ve zanaatkârlar, aydınlar, tüm ilerici güçler ve kuruluşlar! Bugün ilericiliğin, devrimciliğin tek kıstası faşizme karşı mücadeleye katılmaktır.” [29] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 MART/2 12 Mart Askeri Darbesi, adeta 1961-1971 dönemi toplumsal ve politik analizlerinin turnusol kâğıdı gibidir. Analizler, öngörüler, beklentiler için bir turnusol kâğıdı. 12 Mart’a getiren nedenler: KAPİTALİST GELİŞME, EGEMEN SINIFLARDA DEĞİŞEN SINIFSAL GÜÇ DENGELERİ, YENİ SORUNLAR 1960'dan sonra işçi sınıfının bilinçlenmesi ve mücadelesi, emekçi kitlelerin uyanıklığı ve istekleri, aydın, gençlik, hatta bürokrasinin yeni toplumsal ve siyasal talepleri güçlü bir halk hareketi oluşturdu. Bunun yanı sıra iktidar bloğunda da çatlaklar ve çatışmalar görülüyordu. “Son yirmi beş yılda Türkiye’de kapitalistleşme hızlanmıştır. Ekonominin sanayi sektörü büyümüştür ve sanayileşme montaj ve ambalaj sanayiinden imalat sanayiine, ağır sanayie geçme çizgisine gelmiştir. Bu yapısal değişme ile birlikte egemen sınıflar üçlüsü içinde (tarım, ticaret, sanayi) sanayi burjuvazisi güçlenmiştir, büyük toprak sahipleri sınıfı ise zayıflamıştır. Bu üçlünün politik ittifakı çatlamıştır. Sanayi burjuvazisi henüz egemenliğini ticaret burjuvazisine ve büyük toprak sahipleri sınıfına tam kabul ettirecek, onları kontrol ve yedeğine alacak kadar güçlü değildir, bunun için de kendi egemenliği altında diğer ikisiyle yeni biçimde bir ittifakı oluşturamamıştır. Bu sınıfların orta ve küçük burjuvaziyle de ilişkileri bozulmuş, farklı bir düzeyde yeniden biçime sokulamamıştır. Burjuva partilerindeki kaynaşmalar, bölünmeler bundandır. Memurlar kesimlerindeki, küçük üretici ve esnaf tabakalarındaki hoşnutsuzluk, hareketlilik, direnişler bundandır.” “Bizim görüşümüzce, Türkiye’nin bugünkü kapitalistleşme aşamasında, sanayileşmenin objektif ihtiyaçlarıyla -hatta sanayi burjuvazisinin istekleriyle- küçük burjuva radikalizminin “reform” önerileri aşağı yukarı birbirine denk düşüyor. “Partiler üstü” ve teknik elemanlardan oluşturma hükümetiyle Nihat Erim de bu reformları gerçekleştirmek istiyor.” [30] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 MART/3 12 Mart Askeri Darbesi, adeta 1961-1971 dönemi toplumsal ve politik analizlerinin turnusol kâğıdı gibidir. Analizler, öngörüler, beklentiler için bir turnusol kâğıdı. Demokrasiyi korumak için: “Anayasal demokratik düzen, sosyal hukuk devleti gerçekleştirilmediği ve geliştirilmediği için bugünkü politik buhrana düşülmüştür. Bunun başlıca mesuliyeti iktidar partisinde ve hükümetinde olmakla beraber diğer burjuva partileri de sorumludur.” "Bizce Türkiye’nin bu çıkmazdan kurtuluş yolu Anayasal demokratik düzenin gerçekleştirilip halktan yana geliştirilmesidir. Demokrasinin üç kıstası vardır: 1) İktidarın halkın yararına işler yaparak ülkeyi kalkındırması; 2) İşçi ve emekçi sınıfların politik örgütlenme ve faaliyetlerine serbestlik ve imkân tanınması; 3) Bunun için ve bunun sonucu olarak da parlâmentonun bileşiminin toplumun sınıfsal güçlerini yansıtması. Bu nedenle, işçi ve emekçi sınıfların politik örgütü olan Partimiz üzerindeki ve diğer ilerici güçler üzerindeki dolaylı-dolaysız baskı ve şiddet uygulamalarının derhal kaldırılması ve önlenmesi, Seçim Kanununda seçimlerin dürüst, halkın eğilimlerini yansıtacak ve alınan oyların gerçek oranlarda parlâmentoda temsilini sağlayacak değişikliklerin yapılarak genel seçimlere gidilmesi, ilk alınacak tedbirler olmalıdır.” “... yeniden parlamenter demokrasiye dönüşün yolu, parlamentonun zoraki değil, daha gerçek bir desteğine sahip bir hükümetin bir an önce kurulup daha önce önerdiğimiz şartlar yerine getirilerek en kısa zamanda genel seçimlere gidilmesinin sağlanmasıdır. ...” [31] |
TİP (1961-1988) ve DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 EYLÜL/4 12 EYLÜL’E GİDERKEN: YA FAŞİZM YA DEVRİM Mİ, YA FAŞİZM YA DEMOKRASİ Mİ? Kahramanmaraş Katliamının ardından 13 ilde sıkıyönetim ilanı üzerine TİP BAŞKANLIK KURULU, 26 Aralık 1978 Olağanüstü Toplantısı Açıklaması: “Yasalar ve kurallar uyarınca oluşmuş hükümet tam iktidar olamamış ve olabildiği kadarından da sürekli ödünler ve kayıplar vermiştir. Buna karşılık, yasal olmayan, bundan dolayı da açıkça biçimlenmeyen, ama olayların akışı içinde varlığı ve etkinliği artarak hissedilen bir ikinci iktidar odaklaşması gözlenmiştir. MC döneminden beri ve bu son yıl da hızlanarak, ülkede -iktidarın iki başlı hale gelmesi, ikileşmesi olgusu yaşanmaktadır. MHP ve ülkücü gençlik gibi yandaşları faşist terörizmin içinde olmakla birlikte, terörizmin çapı, gücü, örgütlenişi MHP'yi ve benzeri herhangi bir örgütü aşan boyutlardadır. ... Kimi yönetici ve memurların teröristlere yandaş olması ve işini ihmal etmesi, kendilerinin bu oluşumları desteklemesiyle birlikte, aynı zamanda bir otorite merkezinden, bir iktidar odağından böyle direktif aldıkları içindir. Bir yılda olup bitenler tek bir merkezden planlanan ve uygulanmaya konulan biçimde cereyan etmiştir. Son derecede hesaplı biçimde, adım adım, basamak basamak, alıştıra alıştıra genişletilip şiddetlendirilerek terörizm geliştirilmiştir. ... Sıkıyönetimle, yasa dışı terörden yasal teröre geçmeyi, terörizmi legalleştirmeyi ummaktadırlar. Bu durumda, sıkıyönetim sayesinde iki başlı iktidarı terörizmin gizli odağında tekleşmesi tehlikesi ciddidir. ... İktidarın demokrasi doğrultusunda çift başlılıktan kurtulup demokratik düzen içinde tekleşmesi ancak bunun başarılmasıyla olanaklıdır ve bunu başaracak güçler Türkiye'de mevcuttur. Hükümet bu yolda çalıştığı ve uğraş verdiği, demokrasi ve halktan yana olmanın çetin sınavını başarabildiği ölçüde tüm yurtsever, demokrat, ilerici, sol güçlerin desteğini arkasında görerektir. Tehlike büyüktür, ağırdır. Politik, sendikal, mesleki kitlesel tüm demokratik örgütleriyle işçi sınıfımız ve emekçi halkımız; tüm yurtseverler, demokratlar, ilericiler, sol ve sosyalist güçler, durumu doğru değerlendirip provokasyonlara kapılmaksızın ve her türlü maceracılığı reddederek, demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, bu hak ve özgürlükleri kitlesel güçte kullanma durumundadır. Bu güç kullanılacak ve sonunda başarı, demokrasinin uyanık bekçileri işçilerin, emekçilerin olacaktır.” [32] |
TİP (1961-1988) ve EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK/1 “Emperyalizme karşı Bağımsızlık” mücadelesi Türkiye İşçi Partisi’nin 27 yıllık siyasal yaşamının üç ana ekseninden birisidir. Bu alanda teorik-pratik çok zengin bir birikime sahiptir. Türkiye’nin emperyalizm ile bağımlılık ilişkisi üzerine iki başlığı öncelikle paylaşacağız. Birincisi Türkiye’nin hangi süreçte bağımlı bir ülke durumuna geldiğidir. İkinci bağımlılık ilişkinin nasıl işlediğidir. 1975 Programı, Türkiye’de burjuvazinin, egemen güçlerin Kurtuluş Savaşından bir süre sonra zaten kopartmamış olduğu ilişkilerini kendi gücüyle geliştirip sömüremediği ulusal pazarı yabancı sermaye ile paylaşmak yoluyla artı-değeri arttırmak yolunu seçtiğini, özellikle 1946’dan sonra güçlenen uluslararası demokratik ve sosyalist hareket karşısında güvensizlik duygusuyla hızla emperyalist kurumlar içinde yer aldığını ve iç pazardaki bağımlılığın genişlediğini söyler. Bağımlılık, Türkiye zorla, dayatarak değil, egemen sınıfların ve iktidarların istekleriyle oluştu. Emperyalizmin yayılmacı ve dayatmacı yöntemleriyle emperyalizmle içli dışlı davranmaya istekli egemenlerin istemleri üst üste çakışmıştır. Bu analizin sonucu olarak TİP, bağımlılığı emperyalizm ile ülke içindeki bir elitin, dar bir çevrenin bağlanması olarak görmez. Türkiye’nin emperyalist-kapitalist sistem içinde yer aldığını, emperyalizme karşı mücadelenin özgül yönleri olmakla birlikte emperyalist-kapitalist sistemden kopuş ile ilişkilenmemiş anti-emperyalizmin eksik kalacağını söyler. [33] |
TİP (1961-1988) ve EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK/2 TÜRKİYE, EMPERYALİZMİN DİLEDİĞİ BİÇİMDE İÇİNE GİRİP DOLDURDUĞU BOŞ BİR KAP DEĞİLDİR TİP’e göre Türkiye bağımlı bir ülke olmakla birlikte ve bu bağımlılık, egemen sınıfların ve iktidarların istekleriyle oluşmuş olsa da ülkemizin emperyalizm ile ilişkisi emir-komuta ilişkisi değildir. Bağımlılığı emir-komutaya indirgemek, iç dinamiği bütünüyle ihmal eden, bağımlılığı tek taraflı olarak gören ve abartan bir görüştür. Emperyalizm bir ülkeye, o ülkenin içindeki güçleri manipüle ederek, onları çeşitli biçimlerde çeşitli yollara sevk ederek tesir eder. “Emperyalizme bağımlılık, onunla özdeşleşmek değildir. Emperyalist-kapitalist dünya ile bütünleşme, bu sistem ile ikinci dereceden çelişki ve sürtüşmeleri ortadan kaldırmaz. Türkiye’de de bu durum görülüyor.” Bu yaklaşımıyla TİP, gerek Türkiye’nin dış siyasetinde emperyalist kurumların siyasetlerini kollamakla birlikte kendi özgüllüklerini gözeten tercihlere ve bir hareket alanına sahip olduğu görüşündedir. İç politikada da esas olanın iç dinamik olduğunu, son sözü sınıflar güç dengesinin söyleyeceğini savunur. Emperyalist-kapitalist dünya ile bütünleşme, bu sistem ile ikinci dereceden çelişki ve sürtüşmeleri ortadan kaldırmaz. Türkiye’de de bu durumun sıklıkla görüldüğünü söyler. [34] |
TİP (1961-1988) ve EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK/3 35 MİLYON METREKARELİK VATAN TOPRAĞI AMERİKAN İŞGALİ ALTINDADIR Mehmet Ali Aybar: “1947 yılından beri Amerika Birleşik Devletleri, yardım bahanesiyle yurdumuza adım adım girmiş ve yerleşmiştir. Bugün, 35 milyon metrekarelik vatan toprağı Amerikan işgali altındadır. Bu üslerde Amerikan bayrağı dalgalanır. Ve bu üsler, Anayurt toprakları üzerinde birer küçük Amerika’dır. Bu üslere Türk polisi giremez. Bu üslere Türk hâkimi giremez. Türk subayı, Türk bakanı bile giremez.” ... “Emekçi kardeşlerim, her iş buna bağlıdır; yani bağımsız olmamıza... Toprak reformu yapmamız, yani senin toprak sahibi olman buna bağlıdır; yani bağımsız olmamıza... Hızla sanayileşmemiz buna bağlıdır; yani bağımsız olmamıza... Dış ticareti, bankacılığı, sigortacılığı millileştirmemiz buna bağlıdır; yani bağımsız olmamıza... Çünkü kardeşler, bağımlı olmak demek millet yararına halk yararına olan bütün bu işleri yapmak kudretinden yoksun olmak demektir.” [35] |
TİP (1961-1988) ve EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK/4 ÖNCE TERK EDİLECEK, SONRA KURTARILACAK, BU, BİZİM STRATEJİMİZ OLMAZ Behice Boran: Onlar kabul edilmiş terimle egemen ekonomidirler, biz egemen ekonomi değilizdir, bağlı ekonomiyizdir. Onlar sömüren durumundadır, biz ise sömürülen durumundayız. ... Atatürk’ün dış politikasına dönmek yalnız sözle olmaz. Atatürk’ün dış politikasının içeriğine dönmek gerekir. Atatürk’ün dış politikasına dönmek yalnız sözle olmaz. Ne idi Atatürk’ün dış politikasının içeriği: Hiçbir yabancı nüfuza bu ülkede izin vermemek... Kendi gücümüze dayanan bir savunma sistemi meydana getirmek. Kendi silah sanayiimizi geliştirmek ve kendimizin yapamadığı silahlar için de bir tek yabancı devlete bağlanmamak... Yurt savunması stratejisi, başka devletlerin stratejisine tabi bir savunma değil, kendi topraklarımızın hangi yönden gelirse gelsin bir saldırıya karşı ve saldırının ilk anından itibaren savunulması... Terk edilecek, sonra kurtarılacak, sonra bilmem ne olacak... bizim stratejimiz olmaz... Atatürk daima dostluk ve saldırmazlık paktları yaptı, fakat askeri ittifaklar yapmadı... Kolektif güvenliği uluslararası kuruluşlar aracılığıyla sağlamaya çalışmak. Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Konferansları ve diğer uluslararası kuruluşlar aracılığıyla güvenliği sağlamak... Bütün devletlerle ve bu arada komşularla iyi ilişkiler kurmak ve saldırmazlık paktları yapmak ve Türkiye etrafında bir emniyet ve güvenlik kuşağı meydana getirmek. [36] |
TİP (1961-1988) VE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE/1 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. 1962 yılında, Anayasaya aykırı yasaların kaldırılması ve faşizme karşı güç birliği için öngörülen Beyaz Saray toplantısı için çağrı mektubu Aybar’ın imzasıyla 600’den fazla bilim insanı, sanatçı, yazar vb. aydına gönderildi. Mektuptan: “Yeni Anayasamızı, beliren çok ciddî tehlikelere karşı korumak, tam işler hale getirmek, bugün, ilerici kuvvetler için başta gelen ödevler arasındadır. Anayasamız, bir yıldan uzun bir süre önce halkoyundan geçerek yürürlüğe girdiği halde, yetkili ve görevlilerin, faşist İtalya’dan alınmış kanun maddelerini ve Anayasaya aykırı birçok kanunları hâlâ yürürlükte tutarak, Anayasayı tam uygulamaktan kaçındıkları, toplumumuzun demokratik bir ortamda medenî ölçülerle gelişmesine engel oldukları görülmektedir. Bu durumdan gericiler, ırkçı ve faşist eğilimli kuvvetler yararlanıyorlar. Her gün biraz daha örgütlenen bu gerici cephenin, bugünkü sınırlı hürriyetlerimizi bile çok gördüğü, kuruluş halindeki demokrasimizi tehdit ettiği bir gerçektir. Demokrasinin çıkar yol olmadığına dair görüşler, özellikle orta tabakalarda yankılar uyandırıyor; yoksulluklarıyla baş başa kaldığı için umutsuzluğa düşmüş yurttaşlarımız arasında otoriter bir rejime, hatta bir dikta rejimine kurtarıcı gözüyle bakanlara rastlanıyor. Anayasamıza, körpe demokrasimize yönelen bu tehlikelere, ilerici kuvvetlerin seyirci kalması düşünülemez. Antidemokratik kanunlar konusunda gittikçe yayılan olumlu hareketi sevinçle karşılıyoruz. Ancak, beklenen sonuçların alınması, hele gerçek bir tehlike haline gelen faşizmin sindirilebilmesi için, ayrı hareketlerin toplu ve az çok örgütlü bir biçime sokulması gerekir. Küçük küçük ilerici hareketleri, ilerici tek bir cephenin güçlü hareketi haline getirmek için vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz.“ [37] |
TİP (1961-1988) VE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE/2 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. 1964 yılında TİP GYK ikinci olağan toplantısı sonucunda yayınladığı bildiriden: “Kıbrıs meselesinin tek olumlu yanı, 1947’denberi bağımlı hale gelmiş olan dış politikamızın bu niteliği ile halkın gözünün önüne serilmesine vesile vermiş olmasıdır. Halkımız bütünüyle bu gerçeğe tepki göstermiş ve bağımsız bir dış politika güdülmesini talep etmiştir. Öteden beri bağımsız bir dış politikayı temel ilke olarak kabul etmiş olan Türkiye İşçi Partisi, halkımızın bu temayülünü (eğilimini) sevinçle karşılar. Türkiye İşçi Partisi bağımsız bir dış politikanın bizi yalnızlığa ve emniyetsizliğe değil, aksine birçok dostlara ve tam bir emniyete kavuşturacağına inanır. Ancak, bağımsız bir dış politikaya dönüş sadece milletlerarası antlaşmaların yürürlükten kaldırılmasından ibaret bir mesele değildir. Bu bağımlı politikanın asıl nedenleri memleketin içyapısındadır. Bugünkü dış politikadan faydalanan sermaye çevreleri vardır. İşte asıl bu sebepten bağımsız dış politikaya dönüş kolay olmayacaktır. … “Türkiye İşçi Partisi, Türkiye’nin tekrar kurtuluş savaşları Türkiye’sinin bağımsız dış politikasına dönmesi için, Anayasamızın getirdiği bütün hak ve hürriyetlerin eksiksiz uygulanmasını sağlamak ve bunu önlemek isteyen her türlü gerici akımlarla mücadele için, bütün vatandaşları, Atatürkçü-toplumcu aydın ve örgütleri iş ve güç birliğine çağırır”. [38] |
TİP (1961-1988) VE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE/3 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın, 1963 yılında Sosyal Adalet dergisinin ilk sayısında sorulan sorulara, “İleri Hareketin Birliği ve Yardımlaşması Konusunda Düşünceler” üst başlığı ile verdiği yanıttan: ”Cumhuriyet Kurulalı, gerici kuvvetler bugünkü kadar hiçbir dönemde tehlike olmamıştır. Bir merkezden yönetildikleri, planlı çalıştıkları besbelli; partilere, derneklere sızmışlardır. Büyük Meclis’te bile temsilcileri var. Yüksek satışlı gazeteler, küçük küçük birçok dergiler çıkarıyorlar. Ama galiba en tehlikelisi, halkın kutsal duygularını politikaya alet etme fırsatını buluyorlar. Böylece yarı aç, zihinleri bulandırılıp karartılan milyonlarca yurttaşımızın yüreklerine intikamcı duygular sokuluyor. Kimdir bu insanlar? Neden halkı şaşırtmaya hep karanlıkta tutmaya çalışırlar? Ne isterler? Bu soruların cevabı halka duyurulmalıdır. Onun tertemiz inançlarını, yurtseverliğini sömüren, meydan hatiplerinin, kaleminden kan damlayan yazarların arkasında kimlerin gizlendiği, hangi küçük ve büyük çıkarların bu kimseleri birbirine bağladığı, halka anlatılmalıdır. O ateşli söylevlerin, orta çağ kalıntısı toprak ağalarının, kapkaççı vurguncuların çıkarlarını korumak için söylendiği açıklanmalıdır. İpleri bir avuç kafatasçı ile iktidar hırsından gözü dönmüş birkaç politikacının elinde bulunan şu politika ve din tüccarlarının, aynı efendilerin üçüncü, beşinci, yüzüncü derecede ücretli adamları olduğu ortaya konmalıdır. İlerici hareketlerin birliği, beraberliği ve yardımlaşması bu büyük tehlike karşısında ele alınması gereken, hem de hiç geciktirilmeden ele alınacak bir konudur. Türkiye İşçi Partisinin geçen 11 Kasımda tertiplediği açık oturum, çalışmalarımız için bir çıkış noktası olarak kabul edilebilir kanısındayım. Bütün ilerici kuvvetlerin katılacağı, yurt ölçüsünde yankı uyandıracak büyük bir Kongre toplanmasını gerekli görüyorum. İlerici kuvvetlerin işbirliği konusu güzel bir söz olarak kalmaması için, somut meseleler üzerinde anlaşmak şarttır. Anayasanın hâkim kılınması ve gericiliğin sindirilmesi konuları, ilerici kuvvetlerin birleşebilecekleri ortak bir platform olarak kabul edilebilir.” [39] |
TİP (1961-1988) VE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE/4 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın 1971 yeni yıl mesajından: “Türkiye İşçi Partisi faşizme karşı, demokrasi için mücadele kampanyası açmaktadır. Bütün ilerici, yurtsever güçleri kendi alanlarında, kendi güçleriyle «Faşizme Dur!» deme mücadelesine çağırıyoruz. Partimiz öteden beri emperyalizme ve faşizme karşı güç birliğinin, cephe birliğinin somut hedefler etrafında oluşabileceğini ileri sürmüştür. Bugün çok somut bir hedef belirmiştir; açıkça faşist bir yönetimi gerçekleştirme çabaları... Faşizm mutlaka önlenmelidir. Bu, biz sosyalistlerin ve tüm ilerici, yurtsever güç ve örgütlerin tarihsel görevi, sorumluluğudur. Faşizme karşı mücadele, aynı zamanda onun destekleyicisi emperyalizme karşı da mücadeledir.” [40] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE/5 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Türkiye İşçi Partisi Merkez Yönetim Kurulu 13-14 Ağustos 1977 tarihli toplantısında kabul edilen ve “Örgütlü Birleşik Güç Yenilmez” adıyla broşürleştirilen kararından: "Faşizmin tırmanışının yeni bir aşamaya varmış olması ve son iki yıllık dönemin getirdiği özel imkân ve koşullar, demokrasi mücadelesini başarıya ulaştırmak için geçmiştekinden daha etkin mücadele yöntemlerinin bulunmasını gerektirmektedir. Milliyetçi Cephenin temsil ettiği işbirlikçi, faşist güçlere karşı mücadeleyi, aynı doğrultuda eylemlerde bulunmanın ötesine geçen bir birlik ve dayanışma anlayışı içinde yürütmek mümkün ve zorunlu duruma gelmiştir. Demokratik kuruluşlar aynı hedefler için ayrı ayrı yürüttükleri kavgayı bütünleştirmek, eşgüdümlü bir biçimde sürdürmek görevi ile karşı karşıyadırlar. İhtiyacını duyduğumuz birlik ve dayanışma çalışması, çeşitli siyasi parti, birlik, sendika, dernek ve örgütlerin merkez kademeleri arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmayan bir çalışmadır. İhtiyacını duyduğumuz birleşik mücadele hareketi, sürekliliği olan, tek tek somut eylemler için oluşturulup ömrü bu eylemlerle sınırlı olmayan bir harekettir. Harekete katılan çeşitli kuruluşların kendi varlıklarının ve çalışmalarının sürdürüldüğü, ancak faşizme karşı birleşik hareketin kitlesel ve eşgüdümlü olmasının sağlanabildiği bir harekettir. İhtiyacını duyduğumuz güçbirliği, nihai biçimini alabilmesi için geçebilecek süre içinde günün acil görevlerini bir ölçüde de olsa karşılayabilen, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine uygun, dağınıklığın sakıncalarını süratle azaltılmasını başarabilen bir güçbirliğidir. Böylesi bir güç birliği hareketi için uygun hukuki örgütlenme biçimleri bulunabilir. Güç ve işbirliği yolunda atılacak her ileri adım, birleşik hareketi yurt çapında örgütlemede kazanılacak her başarı, demokratik güçleri tümüyle daha etkin kılacak, emperyalizmin ve faşizmin geriletilmesi ve demokrasinin gelişmesinde yeni atılımlar için olanaklar sağlayacaktır. Türkiye İşçi Partisi tarafların eşit haklarla katılacakları, faşizme karşı olan siyasi parti, birlik, sendika, dernek, kuruluş ve örgütlerin temsil edilecekleri birleşik bir hareketin hızla geliştirilebilmesi, demokratik toplumsal muhalefetin örgütlenip güçlendirilmesi için üstüne düşen her türlü göreve hazırdır. ÖRGÜTLÜ BİRLEŞİK GÜÇ YENİLMEZ!...” [41] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE /6 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın 27 Eylül 1977 tarihli yazısından: “Kitleleri örgütlü birleşik bir güce dönüştürmekte, emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleye sokmakta iş ve güçbirliği etmektir söz konusu olan. Bu amaca yönelik olmak, bu amacı gerçekleştirmeye çalışmak şartıyla ancak, çeşitli örgüt ve kuruluşların biraraya gelmesi bir anlam ve önem taşır. Böyle bir amaçla ve onu gerçekleştirmek için biraraya gelen örgüt ve kuruluşlar bu girişim ve çalışmalarda kendi örgütsel farklarını, özelliklerini ileri sürmezler, sürmemelidirler. Ayıran değil, birleştiren noktalar üzerinde durulur ve o noktalar üzerinde birleşik çalışma ve eylem sürdürülür. Ortak bir eylem kararlaştırıldığında, üzerinde anlaşmaya varılmış görüşler açıklanır, sloganlar kullanılır. Bu ortak eylemler -kapalı salon toplantısı, miting, yürüyüş vb.- her örgüt ve kuruluşun kendisini diğerlerinden ayıran sloganları bağıracağı, görüşleri, çizgiyi açıklayacağı fırsatlar değildir. Zira ortak eylemlerin amacı, katılan her örgüt ve kuruluşun kendisini göstermesi, öne çıkarması, kendi propagandasını yapması değildir. Anti-emperyalist ve anti-faşist birliğe, dayanışmaya ters düştüğünden bu çeşit davranışlardan kesinlikle kaçınmak gerekir. Amaç, ortak eylemlere mümkün olan en geniş kitleyi katmak ve onu temel ortak hedefler etrafında örgütlü birleşik güç haline dönüştürmeye çalışmaktır. Bunun için de, eyleme katılan örgüt ve kuruluşlar belirtilmekle beraber, bunların emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede birleştikleri temel görüşler, hedefler, yöntemler ve sloganlar sergilenir; ayrışım değil; birlik ve beraberlik vurgulanır.” [42] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE /7 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Türkiye İşçi Partisi Merkez Yönetim Kurulu’nun geniş kapsamlı bir tartışma sonucunda 3 Şubat 1980 tarihli “Sorunlarımız Görevlerimiz, Tek Parti Tek Cephe” adıyla broşürleştirilen “Sonuç Belgesi”nde “anti-faşist, anti-tekelci, anti-emperyalist, anti-şovenist Tek Cephe’nin oluşturulmasında yer alabilecek sınıfsal güçler tanımlanmıştı: “Yurdumuzda bugün politik mücadelenin önplana çıkan alanı, faşist yönetimi tezgâhlamak amacında olan işbirlikçi büyük, tekelci sermaye, büyük toprak sahipleri ile demokratik hak ve özgürlükleri koruyup geliştirmek için mücadele eden işçi sınıfı, emekçi kitleler, tüm demokrat ve yurtseverler arasındaki mücadeledir. … Faşist tırmanışın daha da ileri noktalara varmasını engelleme, onu püskürtme görevi de, bu görevin başarılamaması durumunda faşizmin çöreklendiği yerden sökülüp atılması da bir demokrasi cephesinin oluşturulmasını sürekli olarak gündemin birinci sırasına yerleştirmektedir. … Bütün anti-emperyalist, demokratik hareketlerin demokrasi cephesinin öncü, temel, itici gücünün işçi sınıfı olduğu… işçi sınıfının her düzeydeki en geniş birliğinin sağlandığı, işçi sınıfının büyük çoğunluğu birliğin önündeki engelleri aşarak biraraya geldiği ölçüde, geniş emekçi kesimlerin de işçi sınıfı etrafında kenetlenmesi, demokrasi güçlerinin cephe içinde toparlanması mümkün olacaktır. … (A)nti-faşist, anti-emperyalist cephe ana eksen olarak, demokrasi mücadelesinin temel ekseni olan işçi-köylü ittifakına dayanmak zorundadır. … Demokrasi mücadelesinde yerlerini etkin bir biçimde almaya başladıkları açık olan aydınlar, memurlar, teknik elemanlar, öğrenciler bağımsızlık ve demokrasi cephesinin asli ve vazgeçilmez unsurlarıdır. … Kendi küçük sermayelerinin yanısıra kendi emekleriyle ekonomik yaşamda yer alan üretim ve hizmet kesimleri, esnaf ve zanaatkârlar vb. ile tekelci sermaye arasında derin bir çelişki vardır. … Tekelci olmayan, genellikle kendi işletmelerini kendileri yöneten, az sayıda ve az ücretle işçi çalıştırdıkları bilinen küçük ve orta işletme sahiplerinin ise bir yandan tekelci sermayeye bağlı, diğer yandan da tekelci sermaye ile çelişen bir yapıya sahip oldukları gözden kaçırılmamalıdır. … Burjuvazi içinde çıkarları nesnel olarak faşizmle uyuşmayan, demokratik görüşlere sahip grupların, unsurların, özellikle emperyalist bağımlılık ve tekelci uygulamalardan zarar gören, çöküş içindeki küçük ve orta işletme sahiplerinin, bunların örgütlerinin cepheye kazanılması, bunlarla işbirliği yapılması, faşizme karşı mücadeleyi güçlendirip, faşizmden yana güçleri soyutlamaya yardımcı olacaktır. Ancak bu grubun sömürücü sınıfın bir parçası olma konumu, politik tutumun gösterdiği faşizm ve emperyalizmle uzlaşmaya yatkınlık ve benzeri olumsuz özellikler daima ve titizlikle gözönünde bulundurulmalıdır.” [43] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE /8 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra çalışmalarını gizlilik koşullarında sürdüren Türkiye İşçi Partisi’nin Merkez Yayın Organı Çark Başak’ın 15 Ekim 1980 tarihinde yayımlanan 2 (79) nolu sayısında yer alan yazının bir bölümünü paylaşıyoruz. “Askeri Faşist Diktatörlüğe ve Faşizme Karşı Direniş” … Emperyalizm ve tekelci burjuvazi, 12 Eylül Askeri Darbesi ile faşist bir rejimi yerleştirmek ve kurumlaştırmak için önemli bir avantaj elde etmiş bulunmaktadır. Emperyalizm ve tekelci burjuvazi, elde ettiği bu avantajı şimdi, biçimi ne olursa olsun, özünde gerici-faşist bir devletin örgütlenmesi yolunda kullanıyor. … Çünkü askeri faşist diktatörlük, emperyalizmin, IMF'nin, tekelcilerin ekonomik programım tam olarak uygulamaktan bir adım geri durmuyor. Tekelci burjuvazi, faşizme bağımlı devlet-tekelci kapitalizmine sıçramayı amaçlıyor. Tekelci olmayan sermaye grupları üzerindeki hegemonyasını güçlendirirken, "askeri sanayi kompleksler" kurarak ve geliştirerek, tekellerle devleti kaynaştırarak bağımlı devlet tekelci kapitalizmine geçmeyi hedefliyor. Bu, işçi sınıfı ve emekçi kitleler için daha ağır bir sömürü ve yoksulluk, küçük ve orta işletmeler için daha hızlı bir ayıklanma ve koşulsuz bağımlılaşma demektir. … İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin ekonomik - demokratik haklarının ve taleplerinin savunulması ve gerçekleştirilmesi temelinde birleşik tepkilerin ve hareketin örgütlenmesi, bunun için varolan en küçük demokratik olanağın sonuna kadar değerlendirilmesi günümüzde önem taşıyor. Demokratik açılıma katkıda bulunacak her gelişmeyi daha derinleştirmeye çalışmak, bunun için anti-faşist güçlerin örgütlülük düzeyini hızla yükseltmek, silahlı kuvvetler içindeki anti - faşistleri, ilericileri, yurtseverleri örgütlü anti-faşist harekete kazanmak günümüzün önemli görevleri arasında yer alıyor. İlerici, demokratik, yurtsever güçlerin kitleler içindeki mevzilerini birleşik olarak güçlendirmek, toplumun her katında ve kurumunda anti - faşist direnişi örgütlemek, güçleri birleştirmek ve biriktirmek mücadelenin güncel görevleri oluyor.” [44] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE /9 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Çark Başak’ın Mart 1985 tarihli 29 (106) sayısında yayınlanan, Genel Başkan Behice Boran’ın Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunun 24. Yıldönümü toplantısında yaptığı konuşmadan: “Türkiye sol güçlerinin ilk ciddi ve tutarlı cepheleşme hareketi oluştu. Altı parti tarafından "Türkiye ve Türkiye Kürdistanı Sol Birlik"i* kuruldu. Bu aynı zamanda Türkiye işçi sınıfı hareketiyle Kürt ulusal kurtuluş hareketi arasında bir politik ittifaktır. Girişimin taşıdığı önem açıktır. Türkiye'nin karanlık tablosu bu gelişimle de biraz aydınlanmıştır; çünkü Türkiye'yi faşist cunta rejiminden kurtaracak olan, ulusal ve toplumsal kurtuluş yolunu açacak güç, örgütlü sol güçlerin birliği ve onların bir cephe örgütlenmesiyle hareketlenip yönlendirecekleri geniş kitlelerdir; işçi sınıfı ve toplumsal güçlerdir. Geniş kitlelerin örgütlendirilme ve yönlendirilmesine esasen örgütlenmiş, belli bir mücadele deneyimi kazanmış kesimlerden başlanır. Sol Birlik'in kurucu altı partiyle kalmaması, ileride yeni örgütlerin katılmasıyla genişlemesi beklenir. Sol Birlik iki belge üzerinde anlaşmaya varmıştır: Demokratik Güçbirliği Platformu ve Türkiye ve Türkiye Kürdistanı Sol Birlik Deklarasyonu. Biri güncel, ivedi istemler üzerinde anlaşmayı, diğeri ise birinciler gerçekleştikten sonraki mücadele hedeflerini dile getiriyor. Birinci evrenin ana hedefi faşist iktidarın yıkılması, onun sivil hükümeti ve göstermelik parlamentosu dağıtıldıktan sonra toplumun ileriye doğru gelişmesine açık demokratik hükümetin kurulmasıdır. Demokrasinin geliştirilebilmesi ve sağlam temellere oturtulabilmesi için bundan sonraki en büyük sorun, emperyalizmin işbirlikçisi tekelci sermaye ile müttefiklerinin oluşturduğu küçük azınlığın toplum üzerindeki ekonomik, politik ve ideolojik egemenliklerine son vermek, toplumun diğer bütün sınıf ve katmanlarını bu çok yönlü tahakkümden kurtarmaktır. Bu maksatla, tekelci sermayenin elindeki büyük üretim, değişim ve ulaşım araçlarını kamulaştırarak onun çok yönlü egemenliğinin maddi temelini yok edecek, emperyalizmle ekonomik, politik, askeri tüm bağımlılık ilişkilerini tasfiye edecek, Kürt halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakkını tanıyacak ve gerçekleştirecek, köklü bir toprak-devrimini başaracak devrimci, demokratik bir iktidarın oluşturulması gerekecektir. Faşizmin yıkılması ve ileriye yönelik demokratik bir hükümetin kurulmasından sonra, Sol Birlik'in altı partisinin de içinde bulunduğu devrimci güçler böyle bir iktidarın gerçekleştirilmesi doğrultusunda mücadeleyi derinleştirerek işçi sınıfının öncülüğünde sürdüreceklerdir. Bu perspektif içinde şimdi Sol Birlik dikkatini ve çabalarını birinci evrenin, faşizmin devrilmesine ilişkin güncel, somut istemleri üzerinde yoğunlaştırmak durumundadır. Bu maksatla en geniş yelpazede demokrasi ve barış güçlerini toparlamaya çalışacaktır.” * Türkiye ve Türkiye Kürdistanı Sol Birlik; Kürdistan Öncü İşçi Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Emek Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi tarafından kuruldu.[45] |
TİP (1961-1988) ve İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE /10 Türkiye İşçi Partisi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin her alanında tüm güçlerin birliğini savundu. Türkiye İşçi Partisi’nin yasal olarak yayınladığı Gün Siyasi Haber ve Yorum Dergisinin Haziran 1987 tarihli 28. Sayısında yer alan “Sol Parti Tartışmaları Birlik: Nasıl?” başlıklı yazıdan: “Sol Parti konusu bir fetiş olarak ele alınmamalı. Sorun şu dört noktada özetlenebilir:
[46] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/1 “Gericilik ile savaşta lâiklik, yeni Türkiye'nin vazgeçilmez bir ilkesidir. Türkiye İşçi Partisi gericilik ile mücadeleyi asla din ile mücadele şeklinde anlamaz; bununla beraber Devleti din temellerine dayanan geri bir toplumun, çağdaş uygarlığa ulaşmak için gerekli düşünce hukuk sistemine kavuşamayacağı da bir gerçektir. Bu sebeple dinin, devlet işlerinin temeli olmaktan çıkarılmış ve kişilerin vicdanına kutsal ve gerçek yerini bulmuş olması Cumhuriyetimizin dayandığı temel bir devrimdir. Kimse, devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma, politik veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amacı ile her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” TİP 1964 Programı'ndan, sayfa 81. [47] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/2 “Müslüman cemaatin diyanet işleri, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yürütülür. Diyanet İşleri Başkanlığı, Müslüman cemaatin diyanet işlerini görürken, mezhepler arasında sünnî-âlevi gibi bir terfik (ayrım) asla yapmayacak, din ve mezhep hürriyetine tam saygı göstererek tarafsızlıkla hareket edecektir.” TİP 1964 Programı'ndan, s. 81-82. [48] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/3 “Delege arkadaşımız gayet iyi izah etti. Bizim laiklik anlayışımız, Batı’dakinden farklıdır. Bazı aydınlar şuna kadar işi vardırıyorlar: Anayasa, diyorlar, bir çelişki içindedir; bir taraftan devleti din işlerinden ayırıyor, diğer taraftan anayasa müessesesi olarak diyanet işlerini getiriyor. Mademki ikisi ayrıdır, nasıl olur da diyanet işleri devletin bir parçası olur? Bir anayasa müessesesi olur? Hiç bunda bir çelişki yok. Tam tersine... Neden Diyanet İşleri Başkanlığı bir anayasa müessesesi olarak konmuştur? Bunun için konmuştur: Laik cumhuriyet rejiminin uygulanmasını sağlamak için. Diyanet işleri başkanlığının ilk vazifesi toplumun dinî hayatını o şekilde düzenlemek, kontrol altına almaktır ki toplumun dinî hayatının devam etmesi laik cumhuriyet rejimine aykırı olmasın ve onu zedelemesin. İlk vazifesi budur diyanet işleri başkanlığının. Bu iki kesimi, dinsel hayat kesimi ile dinsel olmayan kesimi birbiriyle çatışmadan ve bilhassa laik cumhuriyet rejimine halel gelmeden ilmi hayatın akışını temin etmesidir. Binaenaleyh çelişme yok. İlk vazifesi onun laiklik rejimini uygulamaktır. Ve gene diyanet işleri başkanlığı bir anayasa müessesesi olmak hasebiyle anayasanın 12. maddesi ışığında vazife görmek zorundadır. Mademki kanunlar önünde din, dil, mezhep farkı gözetilmeden herkes eşittir, öyleyse diyanet işleri başkanlığı da Müslümanlarla ilişkili işlem görürken, bunların arasında Müslüman camiasında ayrımlar yapmadan hepsine hizmet etmek mecburiyetindedir. Ve bizim bu anayasa maddelerinin bu şekilde gelişi bizim tarihimizin bir zorunluluğudur, çünkü bizim tarihimizde ta 19. asrın başından bu yana toplumda ilerleme, değişme hareketleri geliştikçe hep mevcut düzenin değişmesini istemeyen çevreler dini demin anlattığım manada bir silah olarak kullanmışlardır.” Behice Boran, TİP 2. Kongre, Eleştirilere Cevap, 1966. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 1, Sayfa 601-602. [49] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/4 “Şimdi buradan Diyanet İşleri Başkanlığı için çıkan çok önemli sonuçlar vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, sadece halkın dini inançlarını ve duygularını, ibadet ve yasalara uygun davranışlar şeklinde ifade etmeleri için olanakları ve koşulları ayarlaması değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir diğer çok önemli görevi, bu anlattığım anlamda laiklik ilkesini, laik cumhuriyet rejimini korumasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu ikinci görevi nasıl yapacaktır? Halkın içten dini duygularının, inançlarının ve davranışlarının bazı amaçlı kişiler ve gruplar tarafından doğal yoldan yasalara aykırı, Anayasa’ya aykırı yollara saptırılmasını önlemek suretiyle yapacaktır. Toplumun dini yaşamının, toplumun gelişmesiyle paralel olarak gelişmesini sağlamak suretiyle yapacaktır. Atatürk’ün deyimiyle, “mübarek mihrabı cahillerin elinden alıp ehil ellere vermek suretiyle” yapacaktır. Toplumumuzda Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendi gibi sözde din adamlarının sayısını azaltıp, Ankara Müftüsü Rıfat Efendi gibi din adamlarının sayısını çoğaltmaya çalışmak suretiyle yapacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, görevini yaparken hiç kuşkusuz (1961) Anayasamızın 12. ve 3. maddelerini de göz önünde bulunduracaktır. 12. madde gereğince “bütün Türk vatandaşları din ve mezhep ayrımı gözetilmeden eşittir” ve 3. madde gereğince de “Vatanın ve milletin bütünlüğüne karşı hareketlere izin verilemez.” Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı, halkımızın dini inançlarına, ibadetine olanak verecek koşulları hazırlarken, toplumun dini yaşamını düzenlerken, bu konuda çok titiz davranmak zorundadır. Mezhep ayrımlarına, mezhep kavgalarına, düşmanlıklarına yol açacak olan hareketlerden kendisini titizlikle sakınması gerektiği kadar, ülkede bu çeşit kavgalar, girişimler belirdiği zaman bunları da kesinlikle önlemek zorundadır.” Behice Boran, TBMM Konuşması, Diyanet İşleri Bütçesi Üzerine, 17 Şubat 1966 Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 1, Sayfa 925-926.[50] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/5 DİYANET'in İKİ GÖREVİ “... (D)evlet sistemi içinde bir idari birim ve Anayasa (1961) hükmü olan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatının birinci vazifesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin "milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olmak niteliğinin muhafazasına, devamına, geliştirilmesine hizmet etmektir. Diyanet İşleri Başkanlığı toplumun din hayatı ile ilgili görevlerini yerine getirirken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu niteliğine, bütün Anayasa hükümlerine saygılı ve riayetkâr olmak zorundadır. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın birinci ödevi, halka dinsel ihtiyaçlarını, birey olarak veya topluca, ibadet, tören şeklinde ifade edebilmesi, dinin şartlarını yerine getirebilmesi için gerekli araçları, imkânları, hizmetleri temin etmektir. İkinci önemli görevi, dinsel davranışların ve dinsel nitelikte olayların Anayasanın (1961) lâiklik ilkesine ve bu ilkenin Anayasanın 19. maddesinde açıklanan bütün unsurlarına aykırı düşmemesini sağlamak, böylece Devletin lâik niteliğini korumaktır.” Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Gün Yayınları, 1968. s. 238.[51] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/6 “Müslümanlığın ilk, esas kaynaklarına inerek, bugünün şartları ve Anayasa (1961) hükümleri ışığında yorumlar yapmak, Müslümanlıkta esas olanla, sonradan eklenen, Müslümanlığa maledilen şeyleri birbirinden ayırmak ve ayıklamak lüzumu beliriyor. Kanaatimce bu mesele Devleti doğrudan doğruya ilgilendirmez. Bunu yapacak olan din bilginleridir. Yalnız bu mesele, Devletin idari sisteminin bir birimi olan Diyanet İşleri Başkanlığının, din adamlarını Anayasanın (1961) söz ve ruhuna uygun bir öğretime tâbi tutması gereğinin önemini daha da artırıyor. Dini eğitim müesseselerinde böyle bir eğitim uygulanır ve geleceğin din adamlarına müsbet ilimlerde, tarih, sosyoloji ve iktisat dallarında sağlam bir öğretim verilirse, yetişecek bilgin din adamları bu meseleyi ele alır, çözüm yollarını araştırır, bulur.” Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Tekin Yayınları, 1970. s. 230.[52] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/7 “Toplumların gelişmesinde ve değişmesinde din, bir sosyal müessese olarak tayin edici, bağımsız unsur değildir. ... Gittikçe sıkıntıya düşen, yoksullaşan halk kitleleri için olumlu çıkar yollar hâlâ büyük ölçüde kapalıdır, çünkü memleket hızlı bir kalkınma, gelişme yoluna girememiştir. Eğitim ve öğretimden yoksun bırakılmış halk sıkıntısını çektiği durumu, bildiği biricik fikir sistemi olan din açısından değerlendirip izah etmekte veya bu yoldaki izahlara yatkın bulunmaktadır. ... Bu iki nedenle halk kitleleri yeni türeyen sözde dinsel akımlara, örgütlere -Nurculuk, Süleymancılık, Ticanilik vb.-meyletmekte, çıkar yolu bu akım ve örgütlerde aramaktadır. Ayrıca, dış sömürücü çevrelerin, emperyalist güçlerin politik hesaplarla dıştan bu akım ve örgütleri desteklemeleri, iç sömürücülerin ve onların politik temsilcilerinin de el altından bunları tutmaları, yaptıklarına göz yummaları, bu çeşit örgütlerin ve akımların memlekette yayılmasına sebep olmaktadır. Bu örgütlerin ileride, dış ve iç sömürücülerin hesapları gerektiğinde, iç kargaşalıklar çıkarmada, Anayasa hak ve hürriyetlerini, özellikle sosyalizmi bastırmada sözde bir halk hareketinin âletleri gibi kullanılması ihtimali vardır. Nurculuk gibi akım ve örgütlerin yabancı dış çevreler tarafından desteklenmesi boşuna değildir.” Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Sarmal Yayınevi, 1992. s. 287, 293-294.[53] |
TİP (1961-1988) ve LAİKLİK, DİN, DİYANET/8 SOSYALİSTLERİN DİNİ ÖZGÜRLÜKLERE YAKLAŞIMINDA DÖRT BAŞLIK “Kişi ile Tanrı arasına girilemeyeceğini, kişinin dini inanç hürriyetine ve inançlarını ibadet ve diğer dinsel davranışlarla ifade etmek serbestliğine sahip bulunduğunu Türk sosyalistleri içtenlikle kabul eder. Bunu kabul etmeleri, sadece, bu hürriyetler bir anayasa hükmü olduğu için değildir... (Birincisi) sosyalizm insana, insanın kişiliğine saygılıdır. İnsana saygı, insanın vicdan, inanç, fikir, kanaat hürriyetine ve bu hürriyetini sözlü ve fiili davranışlarla ifade etmek hürriyetine -bunlar (1961) Anayasanın belirttiği gibi “Kamu düzenine, genel ahlâka ve bu amaçla çıkarılan kanunlara aykırı olmamak” şartıyla- saygılı olmayı gerektirir. İkincisi, kişi-Tanrı ilişkisi, bu sınırlar içinde kaldığı, laiklik ilkesinin ikinci kuralını ihlal etmediği ihlâl etmediği sürece politikayı, Devleti ilgilendirmez; politik olmayan (apolitik) bir konudur. Üçüncüsü, sosyalizm, her meseleyi sosyal sınıflararası ilişkiler açısından görüp değerlendirir. Bir sosyal müessese olarak dinin, egemen sınıflar tarafından kendi sınıfsal çıkarlarını korumak için bir sınıf mücadelesi aracı olarak kullanılmasıdır önemli mesele sosyalistler için. Son olarak, dinsel dünya görüşünün bilimsel görüşle bağdaşıp bağdaşmadığı meselesi kalır. Bu felsefi bir konudur; politikayı, Devleti ilgilendirmez… Bir kişisel kanı, düşünce sorunudur; kendi kafasına göre şu ya da bu sonuca varabilir… Devletin görevi, laiklik ilkesini… tavizsiz uygulamak, düşünce, vicdan, kanaat hürriyetlerinin tam bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır." Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Kitap, 2016. s. 366-367.[54] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/1 Sosyalistlerin Amacı “Türkiyenin tarihsel gelişiminde meydana gelmiş bölgesel farkların ve dengesizliklerin, dil, mezhep ayrılıklarının, bölgesel veya zümrevi politikacılar ve burjuva unsurlar tarafından kendi politik ihtirasları ve emelleri için istismar edilmesine müsaade edemez bir sosyalist. Türk sosyalisti Türkiyenin sınırları içindeki tüm emekçi halkın dış sömürüden, ülke çapındaki egemen sınıfların sömürüsünden ve de bölgesel ve zümrevi ağaların, şeyhlerin, burjuva ve küçük burjuva unsurların sömürü, baskı ve nüfuzundan kurtarmayı amaç bilir, bunun için çalışır.” Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Kitap, s. 307.[55] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/2 Eşit Yurttaşlık İçin Mehmet Ali Aybar, Gaziantep - Havuzlubahçe Konuşmasından 1963: “Bir büyük meselemiz var: Doğu ve Güney Doğu illerimizde daha çok Kürtçe ve Arapça konuşan ve Alevî mezhebinden milyonlarca vatandaşımız yaşıyor. Bunun doğurduğu çetin meselelerle karşı karşıyayız… Meselenin bir çok yönü var: Tarihî yönü var, etnolojik yönü var, hukukî yönü var. Ve bunların hepsinin üstünde insanlığın ve Türkiye’nin yüksek menfaatlerinin emrettiği yönü var. Bu yurttaşlarımız bugüne kadar genel olarak Devlete vergisini ödemiş, yurt savunmasında kanını akıtmış ve emeğini esirgememiştir. Her işte şevkle çalışmıştır. Ama buna karşılık hak ettikleri yurttaşlık nimetlerinden gerektiği kadar yararlandırılmamışlardır. ... Bu yurttaşlarımıza eşit yurttaş muamelesi yapılmalıdır. Anayasada herkese tanınan hak ve hürriyetler tastamam bu yurttaşlarımıza tanınmalıdır. Daha doğrusu, tanınmış olan bu hak ve hürriyetlerden yararlanmaları sağlanmalıdır. Anayasamız, 12.ci maddesinde, yurttaşlar arasında din, mezhep, dil, ırk, sınıf ve zümre ayrımı gözetilmeyeceğini yazar. Anayasanın bu emri harfi harfine yerine getirilmelidir. ... Ta ki, bu vatandaşlarımız kendilerine tam yurttaş muamelesi yapıldığını görsünler, Ana yurdun öz evlâtları olduklarını kalplerinde duysunlar... Türkiye İşçi Partisi bu mesele karşısında da Anayasanın eksiksiz, kesintisiz, tastamam uygulanmasını ister. Bundan dolayı bu vatandaşlarımızın Anayasa haklarına kavuşturulmasını savunurken, bir yandan gene Anayasanın hükümlerine uyarak Türkiye’nin milleti ve ülkesi ile bölünmezliğini aynı taassupla (bağnazlıkla) savunur.” Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961-1971), Sosyal Tarih Yayınları, s. 143.[56] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/3 TİP, Kürt Sorununu gündeme getirene kadar durum neydi? “Tek parti döneminde Doğu'da Şark Islahat Plânı, Takrir-i Sükûn Kanunu ve Mecburi İskân Kanunları ile yığınsal sürgünler yapıldı. Ve jandarma marifetiyle yıllarca süren bir devlet terörü uygulandı. Böylece Kürt feodal kalkışmaları dönemi kapandı. 1938'den başlayarak 1950'ye kadar Doğu'da tam bir mezar sessizliği hâkim oldu. ... 1950'de DP'nin iktidara gelmesi ve çok partili sistemin işlerlik kazanmasıyla birlikte, Mecburi İskân Kanunu kaldırıldı ve sürgünler son buldu. Kürt feodalleri eski topraklarına kavuştular. Artık eski özerk statülerinin geri gelmesinin mümkün olmadığını anlamışlardı. Bu tarihten itibaren Kürt feodalleriyle devlet arasında örtülü bir ittifak kuruldu. Kürt beyleri siyasal partilerde görev alacak ve arzuladıkları makamlara seçilebileceklerdi. Keza devletten her türlü tarımsal destek kredisi alabilecek ve tarımda kapitalist üretime geçebileceklerdi. Kürt köylü yığınlarını denetleyecek ve bölgede devlet otoritesinin devamın sağlayacaklardı.” Tarık Ziya Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, Sosyal Tarih Yayınları. s 6-7.[57] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/4 Kürt Sorununda Tabular Yıkılıyor, Kürt Aydınları TİP’e Yöneliyor Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın 1963’de Gaziantep’te yaptığı konuşmasında “Doğu Sorunu”na ilişkin bölümü neredeyse aynen 1964 Programında yer aldı. Gaziantep konuşmasının ve “Vatandaşlarımızdan Kürtçe ve Arapça konuşanlar veya Alevi mezhebinden olanlar bu durumları sebebiyle ayırıma uğramaktadırlar... Türkiye İşçi Partisi bu yurttaşlarımıza tam bir yurttaş muamelesi yapacaktır...” diyen Programın etkilerini Tarık Ziya Ekinci (Genel Sekreter ve Milletvekili) şöyle değerlendiriyor: “Aybar, çok partili yaşama geçtiğimiz tarihten itibaren geçen 20 yıl içinde Kürt sözcüğünü ilk defa kullanan ve Kürtleri hedef alan bölücü, ayrımcı ve baskıcı devlet politikasını eleştiren ilk siyasi parti lideriydi. Aybar’ın bu konuşması Doğu’da çok olumlu yankı yaptı. Demokrat Kürt aydınları ve yurtdışındaki medreselerde yetişen aydın molları etkilemiş ve TİP’e sempati duymalarını sağlamıştı. Aybar’ın konuşmasını sosyalizmin temel ilkeleri içinde değerlendirmek suretiyle Kürt sorununa sempati duyan gençler ve aydınlar arasında yayarak TİP’i Kürt halk önderlerine tanıtmada önemli mesafeler alındı.” Tarık Ziya Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, Sosyal Tarih Yayınları, s 18.[58] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/5 1964 Programının Önemi “(1964) Parti Programının Kürt kökenli Diyarbakır delegasyonu için de önemi büyüktü. Bizim için Programda yer alan üç konu, Kürt Ulusal Demokratik Hareketinin önündeki engelleri geriletecek nitelikteydi. Bunlar sırasıyla; 1. Partinin demokrasi mücadelesini ön plânda tutması ve parti içi demokrasinin işletilmesi, 2. Tarım politikasında köklü bir toprak reformunu öngören tarım ve toprak reformuna öncelik tanınması, 3. Doğu sorununun (Kürt sorunu) tanımlanması ve çözümüne ilişkin demokratik bir yaklaşımın benimsenmesiydi.” Tarık Ziya Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, Sosyal Tarih Yayınları, s 26.[59] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/6 TİP, Kürt Sorunu’nu kamusal alana taşıyor 1963 Yerel Seçimlerinde Radyo konuşmasında Tarık Ziya Ekinci ağırlıkla “Toprak ve Tarım Reformunu” işlediği ve toprak ağalığını sert biçimde sergilediği konuşmasında: “Doğulu emekçi ve aydın kardeşim; Doğunun değişmez sandığın kaderinin değişmesi, her türlü maddi ve manevi sömürünün son bulması ve özlemini duyduğun Doğu kalkınmasının gerçekleşmesi için oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne ver.” Ekinci konuşmanın etkilerini şöyle değerlendirdi: “Diyarbakır başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu illerinin geniş köylü yığınları ve demokrat aydınları üzerinde olumlu bir etki yaptı. Kürt sorunu ilk defa, sınıf temelinde ve gerçekçi bir yaklaşımla ortaya konmuş ve çözüm yolu gösterilmişti. Artık Doğu (Kürt) sorunu kapalı meclislerde yakınma konusu olmaktan ve ağaların seçim aracı olarak kullanılmaktan çıkmış, köylünün ve emekçinin gündemine taşınmıştı.” Tarık Ziya Ekinci, Türkiye İşçi Partisi ve Kürtler, Sosyal Tarih Yayınları, s. 22-23.[60] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/7 Doğu Uyanış Mitingleri: Baskı, korku ortamı deliniyor, "cin şişeden çıkıyor" 1967 ve 1968'de Doğu - Güneydoğu'da ve Ankara'da (Silvan, Diyarbakır, Siverek, Batman, Dersim, Ağrı, Lice, Ankara, Suruç, Hilvan) yapılan mitinglerde Kürt halkının demokratik talepleri dile getirildi. TİP'in çalışmaları tüm ülkede olduğu gibi Doğu'da da baskı, korku atmosferini dağıttı. İlk girişimi TİP Silvan örgütü (Niyazi usta-Tatlıcı, Mehdi Zana, İsmet Özcan) yaptı. Halkın şikâyetlerini dile getirmek ve protesto etmek için 13 Ağustos 1967'de miting yaptı. Kitleselliği ve yarattığı büyük etki "cini şişeden çıkarttı - Tarık Ziya Ekinci" ve mitingler birbirini izledi. Mitinglerde Kürtlerin demokratik, sosyal ve kültürel hakları dile getirildi ve anayasanın öngördüğü eşit haklı vatandaşlık kavramının yaşama geçirilmesi istendi. Doğu'daki demokratik yükselişi desteklemek için TİP 1967 Ekim'inde bir Doğu Gezisi düzenledi. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar'ın başkanlık ettiği gezi heyetinde milletvekilleri Behice Boran, Tarık Ziya Ekinci, Adil Kurtel de yer aldı. Diyarbakır, Siirt, Van'da kapalı salon toplantıları, Hakkâri, Ağrı, Iğdır, Kars, Ardahan, Posof'ta açık hava mitingleri, Başkale, Erciş, Patnos, Sarıkamış, Tatvan'da kahve toplantıları yapıldı. TİP'in Kürt demokrat aydınlarla ortak düzenlediği Doğu Uyanış Mitingleri ve Doğu Gezisi, Kürt halkının demokratik taleplerinin dile getirilmesi ve yine Kürt halkının demokratik bilincinin yükseltilmesi bakımından etkili oldu. Mitingler, geziler, halkın sorunlarına sahip çıkmasını, ekonomik, sosyal, kültürel taleplerini dile getirmesini sağladı. Doğu'da önceki yıllarla kıyaslanamayacak bambaşka bir siyasal ve toplumsal atmosfer oluştu. [61] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/8 Behice Boran: "insanlarda kardeşlik hisleri baskı, zor tedbirleriyle, farklı muamele usulleriyle yaratılamaz, hınç ve direniş yaratılabilir ancak" Doğu Uyanış Mitinglerinin birçoğuna, Parti'nin Doğu Gezisine katılan, konuşmalar yapan Behice Boran, 1968'de, halkın demokratik bilincindeki dönüşümü yakından gözledi ve gözlemlerini şöyle dile getirdi: "Benim görebildiğim kadarıyla bugün Doğu ve Güneydoğudaki halk ve aydın tabaka indinde manevi baskı ve eziyet, yani ayrı bir yurttaş kategorisiymiş gibi muamele görme, ana dili başka olduğu için suçlanma, horlanma ve dilini serbestçe kullanamama durumu yoksulluktan, geçim sıkıntısından da daha ağır basmaktadır ya da ona eşittir. Çözüm yolu, 1. (1961) Anayasanın 3. maddesi ışığında, yani Türkiye Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu hükmü çerçevesinde 12. maddenin, bütün yurttaşların dil, ırk, din vb. ayrımlar gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu hükmünün fiilen yerine getirilmesidir. 2. Bütün yurda şamil gerçek, köklü toprak reformu ile ağalık düzeninin kaldırılması, büyük halk çoğunluğunun eski ve yeni ağaların, şeyhlerin tahakkümünden kurtarılarak gerçekten hür yurttaşlar durumuna getirilmesi(dir). …insanlarda vefa, sadakat, kardeşlik hisleri baskı, zor tedbirleriyle, farklı muamele usulleriyle yaratılamaz, hınç ve direniş yaratılabilir ancak." Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Kitap, s. 307.[62] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/9 IV. Büyük Kongreye Giderken: Bilimsel Sosyalizm ve Kürt Halkının Demokratik Özlem ve İstekleri ”EMEK’in daha ilk sayısında belirtildiği gibi, Türkiye’nin doğusunda yaşayan nüfusun büyük çoğunluğu Kürt’tür. Bütün Türkiye’de işçi ve emekçi sınıfları sömüren ve ezen hakim sınıf iktidarları, Kürt halkı üzerinde, bunların etnik özelliklerinden ötürü, ayrıca bir baskı, terör ve asimilasyon politikası uygulamaktadır. Kürt’lerin anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak, demokratik özlem ve isteklerini ortaya atmak ve gerçekleştirmek için verdikleri mücadeleler de baskı ve terörle karşılanmaktadır. Hakim sınıf iktidarları, kapitalizmin eşitsiz gelişmesi kanununa ek olarak, Kürtlerin yaşadığı doğu anadolu bölgesini toplumsal ve ekonomik bakımdan geri bırakmışlar, bu yetmezmiş gibi, devamlı olarak uyguladıkları baskı ve terör politikasını zaman zaman yoğunlaştırmışlardır. Son zamanlardaki komando harekâtı bunun yeni bir örneğidir. Sözde kaçak silah ve suçlu aramak için girişilen harekât tam bir baskı, terör ve zulüm kampanyası niteliğine büründürülmüştür… Halklar meselesi karşısında sosyalistlerin temel davranış ilkesi bu sorunu işçi sınıfının sosyalist devrim ve sosyalist kuruluş mücadelesinin gerekleri açısından çözmektir. Kürt sorununun gerçek ve devamlı bir çözüme kavuşması, ancak bu ilke gereğince davranmakla mümkündür. Çünkü bir yandan halkların bütün demokratik özlem ve istekleri, en tam bir şekilde, ancak sosyalist düzende gerçekleşebilir. Öte yandan işçi sınıfının sosyalist hareketi, gericilikle mücadele etmek, demokratik hakları geliştirmek ve faşizme karşı koymak gibi görevlerini halkların desteğini alarak daha etkin bir şekilde başarabilir… Büyük Kongre, bu soruna önemle eğilmeli ve partinin soruna bakış açısının, bilimsel sosyalist ilkelere dayalı olduğunu, Kürt halkının kendi demokratik özlem ve isteklerinden kaynaklanan mücadelesi ile işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesini bir arada yürütmenin zorunluluğunu karar altına almalıdır. Ayrıca, Büyük Kongre, parti içi eğitimde etnik sorununun başlıca eğitim konularından biri olarak bilimsel sosyalizm açısından üyelere öğretilmesi için seçilecek yöneticilere direktif vermeli ve bütün şoven-milliyetçi akımlarla sonuna kadar mücadele kararını tekrarlamalıdır.” Emek imzalı yazı, Emek Dergisi, Kasım 1970.[63] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/10 4. KONGRE KARARLARI: "Doğu Sorunu" bir bölgesel kalkınma sorunu değildir. Türkiye İşçi Partisi 1963'te Mehmet Ali Aybar'ın Gaziantep konuşması ile başlayan, 1964 Programı, meclis çalışmaları, doğu gezileri, Doğu Uyanış Mitingleri ile devam eden Kürt Sorunu'nun çözümünde geliştirdiği düşünce ve öneriler bir bütün olarak partinin 29-31 Ekim 1970'de 4. Büyük Kongresi'nde alınan kararla somutladı.
Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961-1971), Sosyal Tarih Yayınları, s. 796-797.[64] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/11 4. Büyük Kongre’de Kürt Sorunu’na ilişkin kararın hikayesi TİP Genel Yönetim Kurulu, 4. Büyük Kongre’de görüşülmesi için Kürt Sorunu’nun da içinde olduğu, çeşitli konuları içeren bir dizi karar tasarısı hazırladı ve Kongre sırasında bunu Divan Başkanlığı'na sundu. Delegelerden Ruşen Aslan ile Zülküf Şahin tarafından da Kürt Sorunu’na ilişkin bir karar tasarısı hazırlandı ve o da Divan'a sunuldu. Ayrıca Kongre’de 8 delegesi olan Perinçekçi grup da aynı konuya ilişkin bir karar tasarısını Divan Başkanlığı'na sundu. Kongre Divan Başkanlığı GYK’nun ve iki delegenin karar tasarılarını Kongrede seçilen Kararlar Komisyonu’na havale etti; Perinçekçilerin tasarısını ise provokatif bularak dikkate almadı. Kararlar Komisyonu Kürt Sorunu’na ilişkin her iki karar tasarısını da inceledikten sonra kendi karar tasarısını hazırladı ve - diğer konulardaki karar tasarıları ile birlikte - Kongre’de görüşülmek ve oylanmak üzere Divan Başkanlığı’na sundu. Kürt Sorunu’na ilişkin tasarının görüşülmeye açılmasından sonra delegelerden Ruşen Aslan kürsüye çıkarak komisyon tarafından hazırlanmış olan tasarının yeterli olduğunu belirtti ve kendi tasarılarını geri çekti. Dördüncü Büyük Kongre’de Kürt Sorunu’na ilişkin karar bir oya karşı delegelerinin tümünün oylarını alarak kabul edildi. Tek muhalif oyu veren Minnetullah Haydaroğlu gerekçesini ”sosyalistin Türkü, Kürdü olmaz” diyerek açıkladı. Ve "Türkiye'nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu..." diye başlayan "VI nolu Karar" kabul edildi. [65] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/12 1975 Programı TİP 1975 kuruluşunda, yasal durumunu daha baştan tartışma konusu yapmamak için 1972'de kapatılma nedeni olan Kürt sorunu konusunda Programında temkinli bir dil kullandı. Kürt halkının demokratik taleplerinin ifadesini ve çözümünü sağlayacak somut önerilerde bulundu. Programda yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi konusunda belediye başkanı-vali ayrımının kaldırılıp seçilmiş ve görevden alınabilir tek yönetici olması önerdi. İkinci önerisi yasal bölgesel yönetimlerin oluşturulmasıdır. TİP, Kürt halkı üzerindeki ırkçı, şoven, baskıcı ve asimilasyoncu politikalara kararlı bir biçimde karşı çıktı ve "demokratik özgürlük", "idari mekanizmanın demokratikleştirilmesi" ve "halkın denetimi altına" sokulması taleplerini savundu. 12 Eylül darbesinden sonra gizlilik koşullarında çalışmaya başlayan TİP parti belgelerinde bu konuda yasal kısıtlar nedeniyle yazılamayan ve eksik kalan düşüncelere de açıkça yer verdi. Partinin "Kürt halkının kendi kaderinin özgürce belirleme hakkını" ve "eşitlik, kardeşlik, özgürlük temelinde gönüllü bir birliği ve bölgesel özerkliği" savunduğu; "Kürt ve Türk halklarının ulusal ve toplumsal kurtuluş yolunda" birliğinin "proletarya enternasyonalizmi ilkeleri ve gönüllülük temelinde yükselebileceğine" olan inancı belirtildi. [66] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/13 TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın: Doğu’da “düşman sayıp toplu imha” tatbikatı Kanatlı J-78 adı verilen tatbikat Hakkâri'nin Yüksekova yöresinde yapıldı. Basında geniş̧ yer verilen tatbikatta "dost" jandarma birlikleri, Kürtçe konuştukları, yerel giysilerle göçebe çadırları arasında dolaştıkları belirtilen, yediden yetmişe tüm aşireti, ya da belirtildiği biçimiyle " düşman" kuvvetini, topyekûn imha ettiler. Olabileceği öne sürülen "sızmalara" karşı yapıldığı söylenen tatbikatı başkalarının da izleyeceği bildiriliyor. Daha önce Hakkâri dolaylarında düzenlenen ve YÜRÜYÜŞ'ün önceki sayılarında yer alan provokasyona ilişkin olarak da Hakkâri yöresinde incelemeler yapmış̧ olan TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın yapılan tatbikatlar konusunda 15 Eylül günü basına yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Jandarma”nın Doğu’da yaptığı bir tatbikat gündelik gazetelerde, boy boy renkli resimleriyle birlikte yayınlandı. Tatbikatın başarıyla geçtiği söylenirken "erlerin artistik yeteneklerine hayran olunduğu" da belirtiliyor. Gerçekten, düşman tarafı temsil eden erler yaşlı nine, dede ve çocuk görünümündedirler, tümüyle köylü kılığına bürünmüşlerdir ve yöre halkı gibi Kürtçe konuşmaktadırlar. Resim altında baskının bir düşman köyüne ve göçebe aşiretine karşı düzenlendiği de vurgulanmaktadır. Bir sanat çalışması olsaydı ilgiyle izlenebilecek ve sanat yetenekleri üzerinde diyecek olmayabilecekti belki, ama yapılan ne bir tiyatro oyunu ne de binlerce figüranlı bir film çekimidir; olabildiğince gerçeklere benzetilmeye çalışılan gerçek bir savaş tatbikatıdır. Durum böyle olunca da üzerinde dikkat ve titizlikle durulmak gerekir... gerçek bir Doğu köyü, özellikle Kürtçe konuşan yurttaşlarımızın yaşadığı bir köy düşman olarak hedef alınmış̧ ve yaşlı, genç, kadın, çocuk demeden bütünüyle imha edilmiştir. Doğu bölgemizde yoğunlaşmış̧ olarak yurdumuzda böyle binlerce köy ve anadili Kürtçe olan milyonlarca yurttaşımız vardır. Jandarmanın görevi, hangi yasadışı davranışa karşı olduğu ileri sürülürse sürülsün, herhalde bütün bir köyü veya aşireti ve onun gibi binlercesini, düşman sayıp toplu imha değildir, olamaz. Bu talihsiz tatbikatın, Doğu'da başını emperyalizmin çektiği ve yerli faşistlerce sürdürülen çeşitli kışkırtmalara, tam bu sırada ve üstelik devletin resmi kolluk kuvvetleri aracılığıyla, bir yenisini eklemekten başka anlam taşımayacağı açıktır. Tatbikatı yapanların bağlı olduğu politik merci İçişleri Bakan ve Başbakan’ın, böyle bir tatbikata neden gerek duyulduğu ve bununla hangi amacın gerçekleştirilmek istendiği hakkında ivedilikle resmi bir açıklama yapmasını talep ediyor ve bekliyoruz." Yürüyüş Dergisi, Sayı 180, 19 Eylül 1978.[67] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/14 KONGRE KARARLARI: 1 (6). Kongre, Şubat 1977 (Karar No) 7. Anayasanın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti'ni "milliyetçi" değil "millî" bir devlet olarak tanımladığı halde, burjuva iktidarlarının şoven milliyetçi bir politika güderek burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğini ve çıkarlarını korumak, bozuk düzenin sürekliliğini sağlamak amacıyla Doğu ve Güneydoğu illerinde uygulayageldikleri ayrımcı ve baskıcı, ırkçı şoven uygulamalara, kışkırtma ve saldırılara son verilmelidir. 2 (7). Kongre, Şubat 1979 (Karar No) 4. Politik demokratikleşme sürecini geliştirmeyi güncel, ivedi görev olarak belirtmiş ve ırkçı, şoven milliyetçiliğe ve baskılara, kırımlara sürekli karşı çıkmış olan Türkiye İşçi Partisi; - Politik demokratikleşme sorununun, baskı ve kısıtlamaların daha ağır olduğu, etnik ayrıma dayanan eşitsizliğin sürdürüldüğü, son zamanlarda kışkırtma ve tertiplerin yoğunlaştırıldığı Doğu ve Güneydoğu bölgesi için, daha da ivedi bir sorun olduğu görüşündedir. - Doğu ve Güneydoğu bölgesinin bir sömürge olmadığını, bu bölgenin özgün çelişki ve sorunlarının, Türkiye’nin bütününün çelişki ve sorunlarıyla birlikte, ancak işçi sınıfı iktidarında, sosyalist düzende tam ve nihaî olarak çözümleneceğine olan inancını belirtir. - Egemen sınıfların bölgesel ve etnik ayrımlar gözetmeksizin ülke çapında bütünleşmiş olmaları karşısında işçi ve emekçi sınıfların mücadele ve örgütsel birliğini korumanın ve geliştirmenin temel koşul olduğunu, bu birliği ve hareketin tekliğini esas almayan görüş ve davranışların hem bölge, hem de ülke emekçileri açısından, baskı ve terörden, faşizan uygulamalara olanak vermekten, maceracılığa sürüklenmek ve emperyalizmin oyununa gelmekten başka bir sonuç vermeyeceğini önemle vurgular. - Öznel niyetleri ne olursa olsun, emperyalizmin ve burjuvazinin çıkar ve planlarına olanak ve gerekçe sağlamaktan öteye gitmeyen görüş ve hareketlere karşı mücadele verirken, bilimsel sosyalizm ilkelerinden ödün vermeksizin birlik ve bütünlüğün zora dayanarak değil, özgür irade ile gönülden seçilip kabul edilerek, eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe dayandırılarak gerçekleştirilip pekiştirileceğine olan inancını belirtir ve Parti çalışmalarını bu anlayış içinde yürütür. 3. Kongre’ye önerilecek Karar Tasarısı, Ağustos 1980’de hazırlandı. (Karar No) 5. ŞOVENİZME KARŞI MÜCADELE GEREKÇE ... a. Türkiye egemen sınıfları ve onların bugüne kadarki iktidarları, Doğu ve Güneydoğu'da temel insan haklarını, ulusal ve insani hak ve değerleri özgürce kullanma ve geliştirme hakkını, uygulayageldikleri zor ve baskıcı, ırkçı, şoven milliyetçi saldırı ve politikalarla tahakküm altında tutmuşlardır. b. Doğu ve Güneydoğu'da sürdürülmekte olan ırkçı, şoven milliyetçi politikalarla, baskıcı ve zor kullanan uygulamalar yalnızca batılı egemen sınıflarca yürütülmemektedir. Bunlarla birlikte, bunlarla içiçe geçen doğulu büyük tüccarlar, toprak ağaları ve büyük bürokratlar da bu politika ve uygulamaların oluşturulup yürütülmelerinde söz ve karar sahibi olmuşlardır; olmaya da devam etmektedirler. Doğulu toprak ağaları, büyük çiftlik sahipleri, büyük tüccarlar ve bürokratlar, bir bütün olarak, ülke bütününün egemen sınıflarının organik, vazgeçilmez bir parçası durumundadırlar. ... KARAR TASARISI 1. Bu tesbitlerden hareket eden Türkiye İşçi Partisi 3. Büyük Kongresi, Doğu ve Güneydoğu'da temel insan haklarını, eşit olma hakkını, ulusal ve insani hak ve değerleri özgürce kullanma hakkının gerçekleşmesini hedef alan hareketlerin ve bu hedefleri esas alan örgütlenmelerin, anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-şovenist mücadelede özel bir konuma sahip olduğuna dikkat çeker. 2. Bütün bu hak ve özgürlükleri yok sayan, bu talepler doğrultusundaki mücadeleyi ve hareketleri, ırkçı, şoven milliyetçi tutumlarla düşmanca bastırmaya çalışan egemen sınıfların şoven politikalarına karşı durmanın ve püskürtmenin, bu hak ve özgürlükleri gerçekleştirmenin, demokrasi ve özgürlük cephesinin en temel görevlerinden birisi olduğuna işaret eder. 3. Türkiye İşçi Partisi 3. Büyük Kongresi, başta merkez organları olmak üzere, tüm il, ilçe ve ekiplerini, - Ulusal demokratik hareketin demokrasi cephesi içerisindeki yeri ve önemini, geneldeki demokratik özünü asla gözardı etmeden dikkatle değerlendirmekle, - Bunu yanında, ulusal demokratik hareketin, demokrat, ilerici, anti-emperyalist niteliğini sürekli geliştiren eğilimler ve örgütlenmelerle daha etkin, daha yoğun ve daha kalıcı bağlantılar kurmak yönündeki ilişkileri aktif bir biçimde geliştirmeye, - Tek ülkede tek parti genel ilkesini yaşama geçirecek tüm adımları sürekli kılacak politika ve yaklaşımlar içerisinde bulunmayla görevlendirir. [68] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/15 12 Eylül Faşist Askeri Darbe Sonrası kabul edilen Türkiye İşçi Partisi Tüzüğü / GİRİŞ "TİP, emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığın ve çıkarların yılmaz savunucusu olarak aynı zamanda ulusal bir hareket, ulusal bir partidir. Enternasyonalizm ve yurtseverlik onun eyleminde birleşir ve somutlanır. Çağımızda gerçek yurtseverler komünistlerdir, işçi sınıfıdır. TİP, işçi sınıfının, Kürt ve Türk halklarının, kadın erkek Türkiye'li bütün insanların esenliği ve gönenci uğruna, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm toplum kesimleri ve devlet kurumları içinde yurt çapında örgütlenir ve savaşır. Türkiye İşçi Partisi, ulusal bağımsızlık ve devlet kurma haklarını, ulusların ve ulusal toplulukların temel hakları olarak kabul eder; her türlü ırkçı, şoven milliyetçi, militarist ve soykırımcı uygulamalara karşı savaşım verir; Kürt halkının kendi kaderini özgürce belirleme hakkını savunur; Kürt ve Türk halklarının ulusal ve toplumsal kurtuluşları yolunda savaşım birliğini gözetir; birliğin proletarya enternasyonalizmi ilkeleri ve gönüllülük temelinde yükselebileceğine inanır." [69] |
TİP (1961-1988) ve KÜRT SORUNU/16 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran'ın 19 Mart 1983 tarihinde Kürt Halkevleri ve Kürdistan Devrimci Demokrat İşçi Dernekleri’nin Frankfurt’ta düzenledikleri Newroz gecesindeki konuşmasından: “Kararımız odur ki, iç nesnel koşullar Kürt ulusal hareketinin mücadele doğrultusu ve hedeflerinin Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketiyle bütünleşmesini gerektirmekte, devrim sürecini bütünleştirici, tekleştirici yönde güçlü etki yapmaktadır... Bu özgün nesnel koşullar şöyle özetlenebilir: Her iki halk coğrafi bütünlüğü olan topraklarda yüzyıllardır yanyana, son dönemde nüfus hareketleriyle bir hayli de karışarak, aynı merkezi devletin doğrudan yönetimi altında yaşamaktadırlar... Kapitalist gelişmenin devlet sınırları çapında pazar oluşturması sonucu, burjuvalaşmakta olan Kürt toprak ağaları ile gelişen Kürt ticaret burjuvazisi Türk burjuvazisiyle yakın işbirliği, ekonomik ve politik avantajların paylaşımı içindedirler... Öte yandan, Kürt işçileri ve emekçileri sendikalaşma ve kitle dernekleri kurma alanında ayrı örgütlenmelere gitmemişlerdir... Kürt ve Türk halklarını birbirine yaklaştıran bu ve daha başka koşul ve süreçlere karşın, Türklerle Kürtler arasında ezen ulus-ezilen ulus ilişkisinin, hasım çelişkisinin varlığı ve giderek keskinleştiği yadsınmaz bir gerçektir. Yasalar önünde hak eşitliğinin tanınmış olması iddiası bu durumu değiştirmez... Kapitalizmin gelişmesi bir yandan halkların ulusallaşması, ulusal devletlerin oluşması sürecine, öte yandan da ulusların arasındaki ilişkilerin çoğalması, gelişmesi, ayırımların zayıflayıp ulusların birbirlerine yaklaşması sürecine, bir başka deyimle uluslararasılaşma sürecine yol açar... Kendi sınıf çıkarlarını büyütmek için şoven milliyetçiliği geliştiren Türk burjuvazisi, imparatorluktan miras aldığı, devlet erkine sahip olma ayrıcalığını ve son derece baskıcı, merkezi devlet geleneğini Kürt halkının ulusal kimliğini ve varlığını tanımama, onu sert politik baskı altında ezme, zorla asimile etme yönünde kullanagelmiştir. Oysa kapitalist gelişmenin Türkiye Kürdistanı’na da yayılması ve hızlanması Kürt halkının da ulusallaşmasına, ulusal bilincinin gelişmesine yol açtı... (U)lusal çelişkinin keskinleşmesi Türkiye’de iki ayrı devrim süreci değil, tek devrim süreci geliştiriyor. Bugün faşist askeri cuntayı, yarın onun parlamenter mekanizma ile maskelenmeye çalışılmış biçimini baş mücadele hedefi almayan bir Kürt ulusal hareketi düşünülemez. Bu hedef, zorunlu olarak, onun sınıfsal dayanağı ve gücü olan şoven milliyetçi tekelci büyük burjuvaziyi ve her ikisinin sıkıca bağlı olduğu, Türkiye Kürdistanı’nı savaşı başlatma üssüne dönüştüren emperyalizmi de içerir. Kürt ulusal hareketinin alt etmek zorunda olduğu bu güçler, ulusal ayrım gözetmeksizin Türkiye işçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesinin doğrudan hedef aldığı güçlerdir. Ulusal ve sınıfsal düşman aynıdır. Bu nedenle, tek devrim süreci, Kürt Türk tüm işçilerin örgütsel birliği, Kürt Türk tüm köylü kentli emekçilerin, demokrat, ilerici, sol aydınların ve gençliğin güç ve eylem birliği. Ortak düşmana karşı mücadelenin geleceğe uzanacak gelişmeleri sonuçta Kürt halkının kesin ayrılmasıyla noktalanacak bile olsa, ortak düşman alaşağı edilinceye kadar tek devrim süreci ve işçi sınıfının örgütsel birliği değişmeyecektir. Türkiye İşçi Partisi bu devrimci mücadele perspektifi içinde Kürt ulusal sorununun çözümünü, Türk ve Kürt ulusal devletlerinin demokratik -veya sosyalist- birliği olarak görmektedir. Bu birlik devleti burjuva devletlerinin oluşturdukları federasyonlardan farklı nitelikte, gerçekten demokratik ilkelere, özgür iradeye ve hak eşitliğine dayanan, en üst kademeden en alt kademe yönetim biçimine kadar demokratik biçimde örgütlendirilmiş ve işletilen bir federasyon olacaktır... Önerdiğimiz çözümün, geçerliliği, işlerliği, en iyi çözüm olduğu pratikte kanıtlanmıştır. Bu, hem merkezi devleti oluşturan ulusların her birinin kendi ulusal devleti içinde politik, ekonomik, sosyal, bilimsel ve kültürel alanlarda hızla gelişmesini sağlayan, hem de uluslar arasında tüm bu alanlarda çok yönlü yakın, sıkı, uyumlu ilişkileri, dayanışma ve yardımlaşmayı geliştirerek, gelişmişlik düzeyi farklarını gidererek devletin birliğini sağlam temellere oturtan, pekiştiren bir devlet biçimidir. Proleter enternasyonalizmi ne ulusal nihilizm, ne de kozmopolitliktir. Kapitalizm aşaması atlanarak sosyalizme varılabilir, ama ulusların gelişmesi aşaması atlanamaz, atlanmıyor da.” Behice Boran, Çark Başak, Sayı 19 (96), Nisan 1983. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 3, Sayfa 2188-2190.[70] |
TİP (1961-1988) ve SOSYALİZM/1 Halk, Sevinç, Sevgi ve Bilim Işığıyla Memleket Yönetimine Türkiye İşçi Partisi için sosyalizm ülke kalkınmasının tek yoludur. Ancak TİP'e göre sosyalizm yalnızca bir kalkınma sorunu değildir. Behice Boran, işçi ve emekçi sınıflar olmadan, "halka dayanan bir iktidar, halkın memleketin idaresinde, reformların tasarlanma ve uygulanmasında, toplum yapısının her kesiminde aktif bir rol oynadığı iktidar"(1) olmadan sosyalizm olmaz. Türkiye İşçi Partisi sosyalist toplumun emekçi halkın eseri olacağına inanır, bu nedenle Parti'nin amacının "işçi sınıfını ve bütün emekçi halk yığınlarını eğitip aydınlatarak, ulusal kalkınma ve ilerlemenin bilinçli kuvveti haline getirmek" olduğunu söyledi. Halkın katılımı olmadan "sosyalizm, toplumda gerçek bir dayanak ve kuvvetten yoksun, havada kalmış, bir takım 'hayırperverane' (yardımsever) fikirler ve dilekler sistemi veya bir seçkinler kadrosu yönetimi hülyası olmaktan ileri geçmez"di(2). Partinin görevi "tarihsel gelişmemiz ve bugünkü şartlarımız ışığında, hem kısa hem başarılı olacak yol Anayasa teminatı altında halk kütlelerini bir an önce teşkilâtlandırıp onları aldatan partilerin tesirlerinden kurtarmak, kendi hakları uğruna politik mücadele yörüngesine sokmaktır"(3). Can Yücel, Parti'nin yolunu Radyo'dan şöyle duyurdu: "Türkiye İşçi Partisi’nin bir tek kaynağı var: Sevinç. Sevgi. Halkın yanında ve halktan olmanın verdiği sevinç ve sevgi. Bir tek aracı ve pusatı var: Bilim ışığı. Bu sevinç ve bilim ışığıyla bu yurdu öyle bir donatacağız ki o zaman işte ulusal egemenlik ve çocuk bayramlarını yan yana, ama bu sefer sahiden kutlayacağız."(4) 1, 2, 3. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 1, 2010. s. 548, 466, 550. 4. Can Yücel, Yaşasın Emekçiler Yaşasın Türkiye, Sosyal Adalet Yayınları, 1966.[71] |
TİP (1961-1988) ve SOSYALİZM/2 Türkiye İşçi Partisi Tüzüğü - 1962, Karakter ve Amaç, Madde 3 "Türkiye'nin ileri bir toplum haline getirilmesi işi ile, emekçi halk yığınlarının yurt işlerinde söz ve karar sahibi olmaları, insanca yaşama şartlarına kavuşmaları işi, tek davanın birbirine bağlı bölümleridir; biri gerçekleşmeden öteki gerçekleştirilemez. Çünkü emekçi halk yığınlarının, insanca yaşama şartlarına kavuşmaktan doğan inanlı ve şevkli çabası sağlanmadıkça, Türkiye kalkınamaz, çağdaş medeniyete ulaşamaz. Bu gerçeği iyice kavrayan TİP'in programında açıklanan amacı, özet olarak şudur: İşçi sınıfını ve bütün emekçi halk yığınlarını eğitip aydınlatarak, Ulusal kalkınma ve ilerlemenin bilinçli kuvveti haline getirmek; Anayasa teminatı altında olan hak ve hürriyetine sahip çıkacak işçi sınıfının ve emekçi halk yığınlarının, yurt işlerinde söz sahibi olmasını sağlamakla, büyük toprak sahiplerinin ve şehirli büyük sermayecilerin, demokratik rejimi aksatan, ekonomik kalkınmayı, sosyal ve kültürel gelişmeyi frenleyen, sosyal adalet ve güvenliğe karşı koyan, zararlı nüfuz ve hâkimiyetlerini önlemek; .... ve İNSANIN İNSAN TARAFINDAN SÖMÜRÜLMESİ SİSTEMİNE SON VERİP, Türkiye'yi, halkı artık yurt işlerinde gerçekten söz ve karar sahibi olan ve kardeşçe dayanışarak, işbirliği ederek, hürriyet ve eşitlik içinde, her bakımdan insanca, dopdolu yaşayan, medeniyeti ve kültürü ileri, tam bağımsız, insanlığın hizmetinde, barışçı, tam demokratik bir ülke haline getirmektir." [72] |
TİP (1961-1988) ve SOSYALİZM/3 Türkiye İşçi Partisi Tüzüğü - 1975, Karakter ve Amaç, Madde 2 “... Türkiye İşçi Partisi'nin amacı; işçi sınıfının müttefiki emekçi sınıflarla birlikte ve Parti'si aracılığıyla iktidara gelmesini sağlamak ve iktidara geldiğinde sosyalizmi kurmaya girişmektir. Parti bunu için: İşçi sınıfının bilinçlenme ve örgütlenme düzeyini yükseltmeye, birliğini sağlamaya; Parti'nin amaç ve programını ve bu amaç ve programa temel olan sosyalist dünya görüşünü toplumun her katında yayarak benimsetmeye; İşçi sınıfının, yoksul köylülerle ve kapitalizmin her geçen gün yıkıntıya uğrattığı köylü-kentli bütün emekçi sınıf ve tabakalarla ittifakını gerçekleştirmeye çalışır. ... Sınıfsal ittifaklar yelpazesini bu süreç içinde derece derece oluşturup pekiştiren işçi sınıfı, böylesine geniş bir tabana dayanarak kendi partisi aracılığıyla iktidara gelecek ve kendisiyle birlikte tüm kol ve kafa emekçilerini, halk kitlelerini her türlü sömürüden, baskı ve şiddetten kurtararak gene bir süreç içinde Türkiye'yi, dünyanın en ileri ülkeleri arasında yer alan tam bağımsız ve özgür bir toplum düzeyine çıkartacak olan sosyalizmi gerçekleştirecektir.” [73] |
TİP (1961-1988) ve SOSYALİZM/4 Mehmet Ali Aybar, Radyodan sesleniyor: İŞÇİLER, KÖYLÜLER: SEN YAPACAKSIN! Türkiye İşçi Partisi kapitalizme karşıdır. Türkiye İşçi Partisi halktan, emekten yana ve halkın doğrudan doğruya denetimine ve yönetimine katıldığı bir planlı ekonomi sistemi uygulayacaktır. Bu sistemde halk yararına olan kamu sektörü ağır basacaktır. Özel sektör, planın ön gördüğü yatırım hedeflerine uygun olarak çalışacaktır. Ve milli ekonominin yararlı bir kesimi haline sokulacaktır. (I. Konuşma) Kardeşler, Türkiye İşçi Partisi; bir hareket, halkın kendi varlığını tanımasından doğan bir hareket, ikinci Kurtuluş Hareketimiz... Bak, nereden başladık nereye geldik... Bir avuçtuk, yüz binler olduk... Karşı konmaz hünerli ellerinle, sağduyunla, aklın ve mantığınla sen geliyorsun. Yarın Büyük Meclis’te artık sen konuşacaksın. Büyük Meclis’te hiç duyulmadık bir ses yükselecek artık. Nasırlı ellerin, aydınlık kafan ve korkusuz yüreğinle sen, Türkiye’nin emekçi aydın insanı; karanlıkları sen yırtacaksın. Dış politikada Atatürk yolunu yeniden sen tutacaksın. Milli bağımsızlığımızı çiğneyen bütün anlaşmaları feshedeceksin. Yurdumuzdaki Amerikan üslerini sen kaldıracaksın. Yurdumuzda hiçbir yabancı bayrak bir daha dalgalanmayacak. Ne Batı’nın ne Doğu’nun bayrağı... Milli savunmamızı, yabancıya muhtaç olmadan, daha da güçlendireceksin. Amerikalılara sömürtülen petrolümüze sen sahip çıkacaksın. Milletin malı olan petrolümüzü ve madenlerimizi iç ve dış sömürücülerin elinden sen kurtaracaksın. Yabancı sermaye talanına sen son vereceksin. Bu devlet kuruldu kurulalı hep fukaranın sırtına yüklenen vergi yükünü sen alacaksın. Ve verginin ağır yükünü zengine sen yükleyeceksin. Milli geliri hakça, herkesin emeğine göre bölüştüreceksin. Doğu’yu mahrumiyet bölgesi olmaktan sen kurtaracaksın. Fukara çocuklarını bedava okutacaksın. Köy Enstitüleri’ni, köylünün sırtına yük olmadan sen açacaksın. Ve planlı hızlı kalkınmayı sen gerçekleştirecektin. Fukarayı doktorsuz, ilaçsız, bakımsız bırakmayacaksın; hastane kapılarında süründürmeyeceksin. Herkese iş vereceksin. Artık kimseyi yarın korkusu içinde yaşatmayacaksın. Bu toprağın bütün evlatlarını; ırkları, dilleri, dinleri, mezhepleri ne olursa olsun; kaderde, kıvançta, tasada ortak kılacaksın. Hepsine tam vatandaş olmanın gururunu sen kazandıracaksın. Herkesi mal mülk sahibi edeceksin, ama kimsenin malına mülküne dayanarak başkasını sömürmesine, meydan vermeyeceksin. Ve en önemlisi; toprak hasretiyle yanan köylüleri toprağa sen kavuşturacaksın. Kardeşlerim, Biz Türkiye İşçi Partisi, senin partin, fukara partisi, emekçinin partisi; kapitalizme ve emperyalizme kesinlikle karşıyız. Biz bir toplumcu partiyiz. Toplumculuk, kula kul olmaya son vermek demektir. Köylünün toprağa kavuşması demektir, toplumculuk. İşçinin işe kavuşması demektir toplumculuk. Millet malı olan, millet eliyle işletilen koca fabrikalara kavuşmak demektir toplumculuk. Toplumculuk halkın efendiliği demektir... Emeğin en yüce değer olarak tanınması demektir toplumculuk. İnsanoğlunun kardeşçe dayanışarak çalışması demektir. Halkın gücüne sahip çıkması demektir. Toplumculuk hürriyet demektir. Toplumculuk ahlak demektir. Toplumculuk ilim demektir. Toplumculuk milli bağımsızlık demektir. Toplumculuk mutlu güzel yaşamak demektir. Toplumculuk yüzyıllarımızın düzenidir. Bütün esir milletlerin, sömürge halklarının biricik kurtuluş yoludur toplumculuk... Mehmet Ali Aybar, I. ve II. Konuşmasından, Yaşasın Emekçiler Yaşasın Türkiye, Sosyal Adalet Yayınları, 1966.[74] |
TİP (1961-1988) ve SOSYALİZM/5 KÖKLÜ DEĞİŞİKLİĞİ SAĞLAYACAK TEK GÜÇ, BİLİNÇLİ, ÖRGÜTLÜ HALK YIĞINLARIDIR Çetin Altan'ın "Onlar Uyanırken" kitabı ülkemizin siyasal ve kültürel yaşamında deprem yaratan, dönüştürücü etkileri olan önde gelen bir kaç kitaptan birisidir. "(Sosyalistler) ... bir yandan Anayasa’ya ve gerçek demokrasiye sahip çıkarken, bir yandan da kapitalist olmayan yoldan kalkınmanın hedeflerini ortaya koyuyorlardı. Bu hedeflerin en başta gelenleri şunlardır: 1- Mutlak bir bağımsızlık, 2- Toprak reformu. Bu reform Toprak ağalarını tasfiye edecek ve topraksız köylülerle az topraklı köylülere siyasi kişilik ve güç kazandıracak bir nitelikte olacaktı. 3- Bankalar emekçi halk kütlelerinin denetimi altında olacak yani millileştirilecekti. 4- İthalat ve ihracat kompradorların elinden alınacak ve halkın çıkarına işler hale getirilecekti. 5- Sigortalar millileştirilecekti. 6- Ağır endüstri emekçi halk kütlelerinin denetimi altında keza millileştirilecekti. Bu hedefler komprador sömürüsünün en sağlam şekilde kısıtlıyor ve Türkiye’nin dışarıya akmakta olan kan damarlarını tıkıyordu... Bunun yanında mutlak bir bağımsızlık ve plancılıkla Türk emekçi halkı birdenbire kendi kişiliğine, kendi emeğine, kendi özgürlüğüne sahip oluyordu... Durdurulan talan, ağır endüstrinin kurulmasına ve dolayısıyla herkese eşit şartlar altında açık, teknik bir eğitimin gelişmesine kanalize ediliyordu. Kompradorların kâr hesaplarıyla kısırlaşan iş alanları alabildiğine genişliyordu. Türkiye’de böyle köklü bir değişikliği sağlayacak tek güç emekçi halk yığınlarının bilinçlenip örgütlenerek komprador sınıfının karşısında devlet yönetimine ağırlığını koymasıyla mümkündür. Ve ancak bununla mümkündür." Çetin Altan, Onlar Uyanırken, Ararat Yayınevi, Ağustos 1967, s. 57-58.[75] |
TİP (1961-1988) ve 1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs 1975 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin, 12 Mart döneminde mahkeme kararı ile kapatılmasının ardından yeniden yasal olarak kurulduğu tarih oldu. Türkiye’de emperyalist işgal yıllarından başlayarak kutlanan ve burjuvazinin çok uzun yıllar boyunca yasakladığı 1 Mayıs ve Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu artık bir bütün oluşturuyordu. Behice Boran yaptığı basın açıklamasında "Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu ile 1 Mayıs Bayramı işçi sınıfımıza ve tüm emekçi halkımıza kutlu olsun" diyor ve "Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu işçi sınıfımızın demokratik mücadelesinin bir sonucu olduğu gibi, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kabulü de dünya işçi sınıfı hareketinin verdiği sayısız mücadelelerin sonuçlarından biridir… Geçmişteki mücadelelerin anısının tazeleneceği, gelecekteki mücadeleler için bilincin ve kararlılığın bileneceği, yüreklerin heyecanla dolup taşacağı gün" olduğunu belirtiyordu. Uzun yılların ardından ilk kitlesel yasal miting 1976 yılında Taksim Meydanında gerçekleştirildi. Burjuvazinin tüm karalama çabalarına karşın 1 Mayıs büyük bir disiplin ve coşku ile kutlandı. Aynı günün akşamında Türkiye İşçi Partisi İstanbul’da kapalı salon toplantısı düzenledi. Genel Başkan Behice Boran yaptığı konuşma ile işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının tarihi ve önemini belirterek enternasyonalizm düşüncesini yükseltti. "Gerek dünyada, gerekse ülkemizde demokratik hak ve özgürlükler başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerin yiğit mücadelesi sonucunda kazanıldığını ve bu hak ve özgürlüklerin işçi ve emekçi kitlelere mal olduğunu" belirtti. Türkiye İşçi Partisi yine 1976 yılında yayınladığı "İşçi Sınıfının Uluslararası Dayanışması ve 1 Mayıs" broşüründe 1 Mayıs’ın tarihini ve uluslararası mücadeledeki önemini belirtiyor, 1 Mayıs’ı "Bahar Bayramı" olarak göstererek işçi sınıfı ve emekçi halkı mücadeleden uzaklaştırmak yaklaşımlarına ve 24 Temmuz’u "İşçi Bayramı" olarak sunma çabalarına karşı işçi sınıfının mücadelesini savunma kararlılığını ortaya koyuyordu. Tarihe "Kanlı 1 Mayıs" olarak geçen, 1977 yılında İstanbul Taksim meydanında gerçekleşen 1 Mayıs mitinginde işçi ve emekçilere ateş açılıyor ve otuzaltı kişi katlediliyordu. Burjuvazi gelişen işçi sınıfının mücadelesini boğmak istiyordu. Yürüyüş dergisinin 109. sayısındaki "Bu kanın da hesabı sorulacak" başlıklı yazıda "1 Mayıs olaylarının hesabının nereden sorulacağı bellidir. Ve bu konuda hiç bir kuşku yoktur. İşçi sınıfının gelişen güçlenen mücadelesi, 1 Mayıs'ta oynanan kanlı oyunun baş sorumlusu olan burjuvaziden, onların emrindeki MC hükümeti ile çeşitli örgütlerden bir gün mutlaka hesap sorulacaktır" deniliyordu. Türkiye İşçi Partisi, 1978 1 Mayıs kutlamalarına en geniş katılımın sağlanarak, burjuvaziye hak ettiği yanıtın verilmesi gerektiğini söyledi. Partililerin, üyesi oldukları demokratik kitle örgütleri ile 1 Mayıs’a katılmasını gerektiğini vurguladı. Behice Boran "… işçi sınıfımız tüm provokasyonları boşa çıkararak, gücünü, vekar içinde dosta düşmana gösterecektir. Ölülerimizi derin bir sevgi ve saygıyla anıyor, geleceğe inançla bakıyoruz" diyordu. Gerçekten 1978 yılında 1 Mayıs kitlesel biçimde ve herkese işçi sınıfının ve emekçilerin gücünü gösterecek biçimde gerçekleşti. 1979’da İstanbul’da 30 saatlik sokağa çıkma yasağı ile 1 Mayıs’ın engellenmesine ve İzmir’de kitlesel miting çağrılarına karşı Türkiye İşçi Partisi, İstanbul’u terk etmeme kararı alıyordu. Yasal iktidarın yanı sıra emperyalizmin ve büyük tekelci burjuvazinin çıkarları doğrultusunda oluşan ve 12 Eylül faşizmini tezgâhlayacak olan gerici-faşist iktidar odağına karşı durulması hedefleniyordu. Tüm yasaklara karşın Türkiye İşçi Partililer ve Genç Öncüler Behice Boran önderliğinde Merter’de ve Şişli-Pangaltı ile Kartal’da sokağa çıktılar. Azgın bir saldırı ile karşılaştılar ve gözaltına alındılar. Ancak 1 Mayıs’ı İstanbul’da yasaklama girişimi bozulmuş oldu. Türkiye İşçi Partisi’nin yayınladığı "1 Mayıs '79 İşçi Sınıfı Unutmayacak ve Affetmeyecektir" adlı broşürde, "1 Mayıs öncesi yaratılan dehşet havası, 1 Mayıs’ı kutlama kararlılığında olan bilimsel sosyalistlerce boşa çıkartıldı" deniyordu. Behice Boran 1987 yılında "1 Mayıs 1979 eylemi(ni), bir yanıyla da bilimsel sosyalist harekete konmuş tabuları kırma eylemi" olarak değerlendiriyordu. 1980 yılında 1 Mayıs tüm yurtta ağırlaşan koşullarda kutlandı. Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu yaptığı açıklamada "DİSK’in altı ilde düzenlediği gösterilerin kitlesel, güçlü ve disiplinli olması için güçlerimizi seferber edelim. 1 Mayıs’ta Türkiye’nin dört bir yanında birlik ve mücadele bayrağını yükseltelim" deniyordu. "1 Mayıs’ta İstanbul’un terk edilmeyeceği" vurgulanıyor en geniş eylem birliği çağrısı yapılıyordu. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra Türkiye İşçi Partisi, yurt içinde ve dışında 1 Mayıs düşüncesi ve eylemini canlı tuttu. 1 Mayıs’ın, anti-faşist ve anti-emperyalist güçlerinin mücadelelerinin ortaklaştırılmasına katkıda bulunması için çaba harcadı. 1 Mayıs; İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü, Türkiye İşçi Partisi’nin 1975 yeniden kuruluş tarihi ve Genel Başkan Behice Boran’ın doğum günü olarak her zaman birlikte kutlandı. [76] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/1 12 Mart Askeri Darbesi TİP'i Kapatırken Ne Yapmak istedi ve Neyi Yapamadı? Behice Boran 12 Mart'ta TİP'in yargılanmasını ve kapatılması değerlendiriyor: "Türkiye İşçi Partisi davası politik bir dava idi. Hukuk yanı değil, politik yanı ağır basmıştır. Bu yanı ağır basmış olduğu içindir ki, hukuk düzeyinde dava ilgililerce bir türlü tutarlı, sağlam bir raya oturtulamamış, iddia makamı, mahkeme, Askeri Yargıtay dairesi ve daireler kurulu birbiriyle çelişen, birbirini eleştiren görüşler, gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Fiili düzenin, 1961 Anayasası’nın getirmek istediği düzenin değil, fiilen varolan düzenin işçi sınıfı partisine, sosyalist partiye tahammülü yoktu. Türkiye İşçi Partisi ve onun temsil ettiği sosyalist hareket tasfiye edilmeliydi - edildi. Veya edildiği sanıldı. Bilinmiyor, ya da unutuluyordu ki, toplumsal, politik hareketler toplumun objektif şartlarından, ihtiyaçlarından doğar. Bu objektif durum varoldukça, hele geliştikçe, bunların insanların bilinçlerinde yansımaması, onları çözüm arama ve bulma yolunda harekete geçirmemesi imkânsızdır. Bu şartlar ve ihtiyaçlardan doğan hareketler, somutta biçimsel değişikliklere uğrasa da özünde sürer gider. Türkiye’de de, mahkeme kararları her ne olursa olsun, sosyalist hareket politik düzeyde mutlaka ifadesini bulup su üstüne çıkacaktı. Türkiye İşçi Partisi hareketi yeni şartlarda yeni bir biçim alarak tarihin akışına kapılacaktı. Bunun için, Türkiye İşçi Partisinin varlığı bir tüzel kişi olarak sona ererken, bu geniş açıdan noktalamayı yapmak gerekliydi. Bu gerekliliği vurgulayan bir başka husus daha vardı. Parti kapatılmıştı ama askeri mahkemede yine de Parti tüzel kişiliği yargılanıyordu ve bizler Parti yöneticisi, temsilcisi sıfatıyla sanık sandalyasına oturtuluyorduk. Demek ki, TİP’nin somut şart ve durumlarda demokrasi ve sosyalizm için verdiği yasal mücadele henüz tam kesintiye uğramış değildi. Bunun için, son derece önemli olan bu durumda da -bu davada da- Parti üyesi, yöneticisi olarak Türkiye İşçi Partisinin niteliğini, görüşlerini açıklamam, savunmam, kapitalizmin karşısına sosyalizmi, burjuva ideolojisinin karşısına işçi sınıfı ideolojisini dimdik koymam gerekliydi. Mahkemede söyleyeceklerim, Türkiye işçi sınıfı hareketinin değilse de bu hareketin 1961-71 arası aldığı somut örgütsel biçim olan Türkiye İşçi Partisinin son sözü olacaktı." Behice Boran, İki Açıdan Türkiye İşçi Partisi Davası, Bilim Yayınları, 1975. s. 39-40. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 2, 2010. s. 1233.[77] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/2 Şartlar ve ihtiyaçlardan doğan bir hareket biçimsel değişikliklere uğrasa da devam eder 1970 yılında yapılan 4. Büyük Kongre'de Behice Boran Genel Başkan seçildi. Boran'ın göreve başlamasının ardından partinin bilimsel sosyalist bir eksende atılım yaparak toparlanmasının güçlü belirtileri ortaya çıkmaya başladı. 4. Büyük Kongre'den sonra TİP; 15-16 Haziran direnişinden sonra partiye katılan işçilerle de birlikte güç kazanmaya başladı, partide yeni bir çalışma ve örgütlenme anlayışı egemen oldu. TİP kısa süren bu dönemde yaklaşan faşizm tehlikesine karşı diğer anti-faşist güçleri uyarmaya, faşizm tehlikesine karşı güçbirliği çalışmaları yürütmeye çaba gösterdi. Kongrenin hemen ardından gelen 12 Mart askeri darbesi sonucunda TİP'in kapatılması ve TİP yöneticilerinin hapse atılması partinin güç kazanmasının önünü bir bıçak gibi kesti. Türkiye İşçi Partililer, 12 Mart döneminde Nihat Sargın'ın tanımıyla "dirsek temasını" korudular. Mahkemelerde yargılanan ve hapse mahkûm olan yöneticilerle dayanışmayı sürdürdüler. Behice Boran'ın sözleriyle TİP, şartlar ve ihtiyaçlardan doğan bir hareket olduğu için, somutta biçimsel değişikliklere uğrasa da hep devam etti. 12 Mart döneminden işçiler emekçiler daha fazla bilinçlenerek çıkmışlardı. Ancak ağır baskı döneminin sosyalist ve devrimci harekete vurduğu darbenin ve bu dönemdeki kan kaybının önemi de küçümsenemeyecek düzeydeydi. Hapiste 2,5 yıl yatan TİP yöneticileri 1974 affıyla serbest bırakıldılar. 1 Mayıs 1975 tarihinde Türkiye İşçi Partisi Behice Boran'ın öncülüğünde, 4. Kongre'nin politik ve örgütsel yönelimleri doğrultusunda yasal olarak yeniden kuruldu. Partinin yeniden kuruluşuna eski yöneticilerin büyük bir kısmı katıldı. Son Merkez Yürütme Kurulu'nun on üç üyesinin sekizi, doğrudan kurucu olurken, Genel Yönetim Kurulu'nun da büyük bir kısmı kurucular arasında yer aldı. Merkez Yürütme Kurulu üyelerinden birisi ise kurucu olmadı ancak partinin devamlı destekçilerinden birisi olarak kaldı. [78] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/3 YOLUMUZ AÇIK OLSUN TİP, yasal kuruluş gününü 1 Mayıs ile birleştirdi. Behice Boran'ın 1 Mayıs 1975'de hem Parti’nin yasal kuruluşunu ilan eden hem de 1 Mayıs'ı kutlayan basın açıklaması yaptı: "Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu ile 1 Mayıs Bayramı işçi sınıfımıza ve tüm emekçi halkımıza kutlu olsun. Tüzel kişiler olarak partilerin yaşamı sona erebilir; ama gerçek toplumsal güçlere dayanmışlarsa, dayandıkları güçlerin hareketi sürer gider. İşçi sınıfımızın hareketi 1971’den bu yana tüm ters koşullara karşın daha da güçlenerek gelişimini sürdürmüştür. Her türlü baskı, şiddet, saldırı, yasaklama ve susturma uygulamaları bu hareketi durduramamıştır ve durduramamaktadır. Ülkemizin geleceğinin umudu bu olguda yatmaktadır; çünkü toplumu ilerleten temel demokratik güç, emekçi kitlelerle elele yürüyen işçi sınıfıdır. Fabrika işçisi, sendika yöneticisi ve muhtelif mesleklerdeki emekçilerden oluşan 50 kurucusu ile bugün kurulmuş bulunan Türkiye İşçi Partisi, işçi sınıfı hareketinin 1975’de eriştiği aşamanın yasal örgütsel düzeyde ifadesidir. Parti, kuruluşundaki gücünü bu toplumsal kaynaktan almıştır ve bundan böyle de gittikçe büyüyen boyutlarda almaya devam edecektir; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini, işçi ve müttefiki emekçi kitlelerin partisi olmanın bilinci ve sorumluluğu içinde yurdumuzun ekonomik ve kültürel kalkınması, en ileri toplumlar düzeyine erişmesi yararına yürütmeyi amaç ve görev bilecektir. Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu işçi sınıfımızın demokratik mücadelesinin bir sonucu olduğu gibi, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kabulü de dünya işçi sınıfı hareketinin verdiği sayısız mücadelelerin sonuçlarından biridir. 1 Mayıs yalnızca gülüp eğlenerek pasif bir biçimde kutlanacak bir bayram, bir şenlik günü değildir. Geçmişteki mücadelelerin anısının tazeleneceği, gelecekteki mücadeleler için bilincin ve kararlılığın bileneceği, yüreklerin heyecanla dolup taşacağı gündür. Geçen yüzyılın sonlarına doğru yer alan 1 Mayıs’a ilişkin olaylardan bugün için de alınacak ders vardır: Tüm hak ve özgürlükler, ancak uğruna baş koyarak verilen mücadeleler sonucu elde edilir. Yurtta bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için dünyada işçi sınıfının ve halkların kurtuluşu için yolumuz açık olsun..." Yolumuz Açık Olsun, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, 1975. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 2, 2010. s. 1341.[79] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/4 Behice Boran, 1975 Programı'nı anlatıyor: Temel Olan Görüşler "İşçi sınıfının sosyalist partisi ise kapitalizmden sosyalizme geçmeyi ve sosyalizmi kurmayı amaçlayan partidir. Bunu nasıl başarmayı öngördüğünü programı açıklar. Bunu, soyut ve genel olarak toplumda değil, verili somut bir toplumun somut şartlarında başaracağı için programın gerçekçi, o toplum şartlarında geçerli olması şarttır. Böyle olabilmesi için de, sosyalizme geçiş ve sosyalizmi kurma yöntemlerinin bilimsel sosyalizmin ışığında somut şartların somut tahlili sonucu saptanmış olması gerekir. Bu saptamayı yaparken hem bilimsel sosyalist teori, hem de sosyalist hareketin yüz yılı aşkın pratiğinde, çeşitli toplumlarda sosyalizmi kurma ve geliştirme uygulamalarında edinilen deneyimler ve bilgiler göz önünde tutulur. Türkiye İşçi Partisi programı böyle hazırlanmıştır. Parti programımız iki bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde dünyanın bugünkü durumu ve gelişme doğrultusu, bu dünyada Türkiye’nin konumu, tarihsel gelişimi, sınıfsal yapısı ana çizgileriyle ortaya konmaktadır; çünkü, bu verilerin çerçevesi içinde bu verilenden hareketle sosyalizme doğru yola çıkılacaktır. Programın ikinci bölümü kendi içinde ikiye ayrılmıştır. Önce partinin niteliği ve temel görevi ortaya konmuştur. Bu bölümün başında son derece önemli noktalar kısa fakat özlü biçimde ele alınmıştır." Çark Başak, Sayı 15, 16 Eylül 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 3, 2010. s. 1561.[80] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/5 Behice Boran, 1975 Programı'nı anlatıyor: Temel Görev "... partinin niteliği ve temel görevi (Programın ikinci bölümü) ... Birincisi, işçi sınıfının partisi olmanın anlamı açıklanmıştır. Bu açıklama dolaylı olarak, ekonomizm, sendikalizm, ve uvriyerizm sapmalarının reddidir. İkincisi, toplumların insan iradesinden bağımsız objektif gelişme yasaları bulunduğu konusuyla, toplumsal gidişe insanların iradi müdahalesi, bu gidişi yönlendirmeleri konusu ele alınmış; iki olgu arasındaki ilişki ve bütünleşme açıklanmış ve bu açıdan Türkiye İşçi Partisi’nin görevi saptanmıştır. Üçüncüsü, partinin işçi sınıfı dışındaki kol ve kafa emekçisi sınıf ve tabakalar içinde çalışması, işçi sınıfının diğer emekçi kitlelerle ittifaklar kurması gereği ve bu gereğin nedeni belirtilmiştir. Dördüncüsü, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesiyle sosyalizm mücadelesinin bağlantısı ve bütünlüğü, güncel sorunlara ilişkin mücadelenin sosyalizm amacına ve mücadelesine yönelik ve bağımlı olarak yürütülmesi üzerinde durulmuş ve Türkiye İşçi Partisinin diğer demokratik veya sol hareketlerden ayırt edici niteliğinin bu olduğu vurgulanmıştır. Bu açıklamaları izleyen sayfalarda, sosyalizm doğrultusunda toplumun demokratikleştirilmesi ve emperyalizmin geriletilmesi mücadelesinin somut konuları, biçimleri sıralanmaktadır. Bugünden, iktidara gelip sosyalizmin kurulmasına başlanıncaya kadar dış ve iç politikada başarılmaya çalışılacak, uğrunda mücadele edilecek işler sergilenmekte, aşılacak yol çizilmektedir. Ve nihayet, 2. bölümün 2. kısmında iktidara gelindiğinde sosyalizmin kuruluşuna geçiş politikasının temel ilkeleri ve unsurları ortaya konulmaktadır. Ekonomik yapının değiştirilmesinde, merkezi ve yerel yönetimin ve toplum yaşamının demokratikleştirilmesinde, sosyalist ahlakın ve toplumsal değerlerin yerleştirilmesinde temel görüş ve yöntemler belirlenmiştir." Çark Başak, Sayı 15, 16 Eylül 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 3, 2010. 1561-1562.[81] |
TİP (1961-1988) ve 1975 Yasal Kuruluşu/6 Behice Boran: Program Önemli, Ama Yeterli mi? “İşçi sınıfının partisi olup olmama konusuna da biraz değinmek, bu konuyu biraz açmak gereğini duyuyorum. İşçi sınıfının partisi olmak hiç bir kişiye, gruba, örgüte peşinen tanınmış, verilmiş bir imtiyaz, bir tekel değildir. Sübjektif iddialarla da işçi sınıfı partisi olunmaz. İşçi sınıfının partisi olup olmamanın nesnel ölçütleri kıstasları vardır. Bir işçi sınıfı partisi başlangıçta belirli sayıdaki kişilerden bir kadro hareketi gibi başlayabilir. Zaten hiç bir parti ilk kurulduğu anda büyük kitleleri sürükler durumda olamaz, daha yeni kurulmaktadır. Ve böyle bir kuruluş eğer programı, tüzüğü, benimsediği örgütleniş ilkeleri, benimsediği stratejisi bakımından bilimsel teoriye uygunsa ve bu stratejisi, programı somut olguların, bilimsel sosyalist teori açısından somut tahliline dayanıyorsa, bu çekirdek halindeki ilk kuruluşa işçi sınıfı partisi denebilir. Ama bu kuruluşun gerçekten işçi sınıfı partisi olabilmesi, o niteliği kazanabilmesi, o ad’a hak kazanabilmesi, ancak işçi sınıfı içinde fiilen örgütlenip, örgütlenmesini geliştirerek, işçi sınıfının politik, ekonomik, ideolojik mücadelesine öncülük ederek işçi sınıfının bu alanlardaki mücadelesini yönlendirebilme yeteneğine sahip olarak gerçekleşir. Bunu yapabildiği ölçüde söz konusu parti işçi sınıfının partisidir. Bu yapılamıyorsa, bu yapılamamışsa, ne işçi sınıfının tarihine sahip çıkma girişimleri, ne de enternasyonalizm iddiaları bir örgütü işçi sınıfının partisi yapmaz." Çark Başak, Sayı 26-27, 16 Mart 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 3, 2010. s. 1656-1657.[82] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/1 Türkiye İşçi Partisi'nin demokratik kitle örgütlerine bakışı dizimize Behice Boran'ın 1978 yılında TÜTED (Tüm Teknik Elemanlar Derneği) Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmadan bir bölüm ile başlıyoruz: "Siyasi partilerle kitle örgütlerinin durumu birbirinden farklıdır. Siyasi partilere, işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisine düşen, sosyalizmi kitlelere anlatmak, kitleleri sosyalizm doğrultusunda bilinçlendirmek, örgütlemek, mücadeleye sokmak onun görevidir. Ama, siyasi partilerin kapsadığı kitleler daima ölçülüdür, daima sınırlıdır, bunun dışında büyük kitleler kalmaktadır. Siyasi partilerin örgütlenmesinin kapsamına girmeyen ve burada da sorunları doğru biçimde koyup anlatmak demokratik kitle örgütlerine düşmektedir. Yalnız bir tehlike noktası var, bu işleri yaparken demokratik kitle örgütleri asla kendilerini siyasi partiler yerine koymamalı, siyasi partilerin görevlerini yüklenmeye kalkmamalıdırlar. Demokratik kitle örgütleri ne kadar ilerici, demokrat, sol nitelikte de olsa mutlak surette içlerinde bu yelpazenin çeşitli görüşlerini ve çeşitli görüşte olan kişileri hatta grupları barındıracaktır. Kitle örgütleri örgütün bu çeşitli siyasal kişiler ve gruplar arasında çekişme alanı haline gelmesine müsaade etmemelidir. Demokratik kitle örgütleri çeşitli sol fraksiyonların, grupların vs.nin kendi aralarında çekiştiği ve bu çekişmenin ön plana çıkarak kitle örgütlerinin sınırlarının daraldığı, tabanının kendi içine kapanıp kendi içinde birbirlerinin başını yediği örgütler haline gelmemelidirler. Bu demokratik kitle örgütlerine verilecek en büyük zarardır, demokratik kitle örgütlerinin kaçınması gereken en büyük hastalıktır. Demokratik kitle örgütlerinde siyasal görüşte olan kişiler, gruplar taraftar kazanmaya çalışmazlar mı? Çalışırlar. Bu onların doğal hakkıdır. Ama bu çalışmanın bir takım şartları vardır. Birinci şartı demokratik kitle örgütünün kitle örgütü olma vasfına zarar vermemek, örgütü zayıflatmamak, örgütü daraltmamak birinci şartı budur. Bu şartla ancak kendileri kendi görüşlerini yaymaya taraftar kazanırlar, taraftar bulurlar ve görüşleri kabul ettirmenin yolu böyle dar grupçuluk, dar fraksiyonculuk yaparak değil, kitle örgütünü daraltarak değil, fakat kitle örgütü içinde o örgütün amaçlarına en dürüst, en fedakâr, en özverili, en disiplinli çalışarak, ön plana çıkarak, görüşleri daraltarak değil, ikna ederek etkinlik kazanabilirler. Bu yolda kazanılan etkinlik zaten kalıcıdır ve sonuç vericidir. Öbürü, öyle kulis anlaşmaları, oyunları vs. ile bir takım küçük politik manevralarla elde edilen etkinlik (eğer bir etkinlik elde edilirse) geçici kalmaya, sonunda başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Kitle örgütleri kendi tüzük kuralları içinde kendi organları aracılığıyla işlerler ve iş görürler. Kitle örgütlerinin örgütsel bağımsızlığına saygı göstermek şarttır. Ama bu tüzüksel kanallar içinde işleyiş sırasında kendi organlarıyla iş görmek çerçevesinde çeşitli siyasal görüşler, demin anlattığım yöntemle o çalışmalarla etkinlik kazanmaya çalışabilirler. Tekrar ediyorum, başta söylediğim ilk temel şart, kitle örgütünün kitle niteliğine halel vermemek, tam tersine kitle niteliğini geliştirmek, kitle örgütünün giderek kendi sahasında daha büyük sayıda insanları, elemanları-teknik elemanları kendi bünyesine çekmek onları örgütlemek, onları bilinçlendirmektir." Yürüyüş, Sayı 168, 27 Haziran 1978. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 3, 2010. s. 1825-1826.[83] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/2 Behice Boran, 1976 yılında TÖB-DER 3. Olağan Genel Kurulu’ndaki konuşmasında demokratik kitle örgütleriyle sosyalist hareket ilişkisinde "Örgütsel Bağımsızlık ve Politik Tarafsızlık" konusunu ele aldı: "Toplumsal konumlarındaki ve karşılaştıkları sorunlardaki benzerlikten, ortak noktalardan dolayı işçi sınıfı ile emekçi sınıf ve tabakaların örgütleriyle demokratik kitle örgütleri arasında kısaca belirttiğimiz mücadelede paralellik, birliktelik doğabilir. Ama bu yeterli değildir. Ekonomik ve politik iktidara sahip egemen sınıfların gücünü dengeleyebilmek, onun üstesinden gelebilmek için birlikteliğin daha bilinçli bir biçimde güç ve iş birliğine dönüştürülmesi gerekir. Gerek demokratik kitle örgütü içinde gerçek ve güçlü bir birlik, gerekse kitle örgütü hareketiyle işçi sınıfı hareketi arasındaki uyumluluk ve güç birliği, çeşitli görüşlerin, politik çizgilerin ortalaması alınarak sağlanamaz. Birbirleriyle asla biraraya gelemeyecek, uzlaşamıyacak görüşler, politik çizgiler de vardır. Herkesi ve tüm görüşleri, çizgileri birleştirmek, asgari müşterekler dahi bulabilmek mümkün değildir. Kitle örgütünün kitle örgütü olarak sorunlarına, uğraşlarına, mücadelesine en gerçekçi ve geçerli çözümleri öneren, ışık tutan, kılavuzluk eden politik çizgiyle, o çizgiyi oluşturup uygulayan politik örgütle uyumluluk içinde olunur. Bu benimseme, söz konusu politik örgütün kendisini bir üstünlük iddiasıyla dışardan dayatması, empoze etmesi sonucu değil, kitle içinde, tabanda inandırıcılık, güven, saygınlık ve etkinlik kazanmasıyla oluşur. Örgütsel bağımsızlık bu noktada kendini gösterir. Örgütsel bağımsızlık, örgütü hiç bir görüşün, hiç bir siyasal partinin kuyruğuna takmayacağım diye mevcut tüm görüşleri, tüm partileri reddetmek değildir. Kitle örgütünün kendi işleyiş kuralları ve, disiplini içinde kendi organlarınca en doğru en gerçekçi ve geçerli gördüğü politik çizgiyi kendi iradesiyle benimsemesi ve bu çizgiyi yürüten siyasal partiyle uyumluk içine girmesi bir partinin "kuyruğuna takılma" değildir, örgütsel bağımsızlığın doğru biçimde işleyişidir. Örgütün "ülkemizin ve halkımızın sorunlarına karşı bağımsız" olmadığı kabul ediliyorsa, ülkenin ve halkın sorunlarına en doğru ve geçerli çözümleri öneren ve bunun mücadelesini veren politik harekete ve örgüte karşıt tavır alınamaz. Partilerüstü sendikacılık ne kadar fiilen mümkün değilse, partilerüstü kitle örgütçülüğü de değildir. Bununla beraber kitle örgütleri elbette iktidar olmayı hedefleyen siyasi partilerle aynı nitelikte örgütler değildir ve çalışma alanları farklıdır." Çark Başak, Sayı 12, 1 Ağustos 1976 Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 2, 2010. s. 1544-1545.[84] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/3 Aykut Göker, TÜTED Genel Başkanı, Türkiye İşçi Partisi milletvekili adayı ve seçimlerde TİP adına radyo-televizyon konuşmacısıdır. "...Demokratik kitlelerin mücadeleye kazanılması, mücadeleye katılma sorumluluğunun derinlemesine yaygınlaştırılması bu kitlelerin örgütlenme meselesini de doğal olarak birlikte getirmektedir. Mücadelenin yükseltilmesi, kitlelerin örgütlenmesi ve örgütlenme düzeyinin sürekli yükseltilmesiyle eş anlamlıdır. Demokratik kitle örgütlenmesinin ise, somut temeli onların ortak, somut ekonomik-demokratik talepleridir. Bu taleplerden kaynaklanıldığı ve bu talepler etrafında kitleler birleştirilebildiği ölçüde onların örgütlenmesi meselesine çözüm getirilebilir. Geçtiğimiz dönemde öğretmenler, memurlar, teknik elemanlar ve benzeri demokratik kitlelerin örgütlerini, yani bunların demokratik kitle örgütlerini kurma, mevcutlarını geliştirme meselesine bu çerçeve içinde yaklaşılmıştır, en azından bu çerçeve içinde yaklaşımlar yoğunlaşmıştır. Özellikle 1976 yılı içinde teknik elemanların, memurların, öğretmenlerin demokratik kitle örgütlerinde doğru örgüt anlayışının yerleşmesinde önemli adımlar atılmıştır. Kitlelerin somut taleplerine eğilinmiştir. Ama bu yapılırken ekonomizme sapılmamıştır. Kitlelere somut sorunlarının temelli çözümünün ülkenin genel sorunlarının çözümünden soyutlanamayacağı, genel sorunların çözümünün ise siyasal çözümlerden bağımsız olmadığı anlatılmaya çalışılmıştır. Ekonomik-demokratik hakların, kitlelerin kararlı ve sürekli mücadeleleri ile alınabileceği; bu mücadelelerin amacına ulaşabilmesi, alınacak hakların kalıcı olması, genişletilebilmesi için çalışan kitlelerin ekonomik-demokratik haklarını almaya yönelik hareketinin ülke genelinde verilmekte olan demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi ile bütünleştirilmesi gereği vurgulanmıştır. Bu çerçeve içinde kitleler eyleme çağrılmıştır. Ama demokratik kitle örgütlerinin hiçbir zaman siyasi partilerin işlevlerini üstlenemeyeceğinin, işçi sınıfı hareketinden bağımsız bir demokrasi mücadelesi sürdürmenin söz konusu olamayacağının altı çizilmiştir. Ve en az bunlar kadar önemlisi, faşizmin geniş kitlesel hareketlerle geriletilebileceği savunulmuş ve bu yaklaşım hayata geçirilmiştir..." Aykut Göker, Demokratik Kitle Örgütlerimiz ve Son Deney, Yürüyüş Dergisi, Sayı 97, 15 Şubat 1977.[85] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/4 Hem İşbirliğine, Hem de Kitlesel Örgütlenmeye Uygun Örgüt Biçimleri Oluşturulmalıdır Behice Boran’ın, 28 Ağustos 1977 tarihinde Ankara'da, 5. İl Temsilcileri Toplantısı Açış Konuşmasından: "Emperyalizm ve faşizm toplum yapısının ve yaşamının her kesiminde etkisini duyurur ve bu etkiyi genişletmeye çabalar. Bunun için her demokratik kitle örgütünün kendi kesim ve alanında, kendi kitlesinin hak ve özgürlüklerine ilişkin olarak sürdüreceği, geliştireceği anti-emperyalist demokratik mücadelesi vardır. Siyasal partiler ise toplumun tümünü kapsayan düzey ve biçimde, iktidarı bütününde doğrudan hedef alarak, doğrudan siyasal mücadele yürütürler. Emperyalizme ve faşizme karşı mücadelede demokratik kitle örgütleri arasında ve bunlarla sol ilerici siyasal partiler arasında paralellikler, uyumluluklar belirir. Başlangıçta, bir süre bununla yetinilebilir de. Ama iktidarın tam boy faşizm doğrultusunda sistemli harekete geçtiği, faşizan uygulamalar, akımlar toplum yapısının ve yaşamının tüm kesitlerinde boy attığı bir zaman ve ortamda böyle bir yetinme ile kalınamaz. Demokratik kitle örgütleri ile siyasal partiler arasındaki yukarıda işaret ettiğimiz işlev ve nitelik ayırışımı böyle bir yetinme için gerekçe olarak ileri sürülemez. Bu ayırışım mutlak değil, görecelidir. Demokratik kitle örgütleri siyasal partilerin yerini almaz, onların politik işlevini yüklenemez, ama, kendi alanlarındaki uğraşıları da ülkenin genel politik durumundan, iktidarın niteliğinden ve izlediği politikadan kopuk değildir. Kendi kitlelerinin hak ve özgürlüklerini gereğince savunabilmeleri, geliştirebilmeleri için, gerçekçi ve geçerli, en azından ilerici bir politik görüşe ve mücadele anlayışına sahip olmaları gerekir. Kaldı ki, demokratik kitle örgütleri, genel toplumsal yapının örgütsel öğeleri olarak, doğrudan kendi topluluklarını ilgilendiren somut sorunlar dışında ülkenin genel iç ve dış politikasına ilişkin olarak da bir tavır almak, seslerini ve etkilerini duyurmak durumundadırlar. Kısacası, emperyalizme ve faşizme karşı mücadele özünde bir bütündür; kendi içinde kesimler ve örgütlerarası işlevsel bir ayrışma gösterse de, birbirinden kopuk kompartımanlara hapsedilip daraltılamaz, güçsüzleştirilemez. Siyasal örgütlerle siyasal olmayan örgütleri emperyalizme ve faşizme karşı ortak hedeflerde ortak eylemlere yönlendirecek yasal örgütlenme biçimleri mümkündür. Yalnız bu nokta da unutulmamalıdır ki, dayanışması ve bütünleşmesi gereken temel güçler işçi sınıfı ve kol-kafa emekçisi kitlelerdir. Varolan örgütlerin dayanışması ve birlikteliği, onların, bu temel toplumsal güçleri harekete geçirmenin manivelaları olabilmeleri açısından öngörülür. Emperyalizme ve faşizme karşı büyük kitleleri demokratik mücadeleye sokabilmek için, hem varolan örgütlerin işbirliğini ve dayanışmasını sağlıyacak, hem kitleleri doğrudan örgütleyecek örgüt biçimleri oluşturulabilir ve oluşturulmalıdır." Çark Başak, Sayı 37, 1 Eylül 1977 Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1734-1735.[86] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/5 Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) 2. (7.) Büyük Kongresi 9 Sayılı Kararı:
Çark Başak, Sayı 57-58, 16 Mart 1979.[87] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/6 Türkiye İşçi Partisi Merkez Yönetim Kurulu üyesi Zeki Kılıç’ın “Anti-Faşist Güçlerin Zaafları ve Görevlerimiz” başlıklı yazısından bir bölüm paylaşıyoruz: ”Faşizme karşı mücadelede bulunması gereken güçlerin saflarındaki ikinci zaaf ise, sol adına, işçi sınıfı hareketi adına yola çıkan veya çıkarılan birçok grup veya grupçukların, taraftarlarının üyesi veya yöneticisi oldukları demokratik kitle örgütlerinde sebep oldukları yanlışlıkları ve bu yanlışlıkların neden olduğu tahribatlardır. Bu grup ya da grupçuklar, yöneticisi oldukları kitle örgütlerini ve sendikaları, temel işlevlerinden ve örgütsel amaçlarından uzaklaştırıp etkisizleştirmekle kalmamakta, saygınlık kazanmış olan örgütlerin itibarsızlaştırılmasına da neden olmaktadır. Örgütleri temel işlevlerine oturtarak, onları yeniden saygın durumlarına kavuşturmak, faşizme karşı verilecek mücadelenin bir diğer koşuludur.” Yürüyüş Dergisi, Sayı 128, 20 Eylül 1977.[88] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/7 (Plan Hedeflerinin) Gerçekleşmesinin Temel Koşullarından Biri, İşçi ve Emekçilerin Uygulamaya Aktif Katılımıdır Türkiye İşçi Partisi, 1978'de ”kalkınma, sosyal adalet, demokrasi, ulusal bağımsızlık tartışmalarını genel ve soyut düzeyde yapılmaktan çıkarıp ayrıntılı, somut, özgün temellerine” oturtmak amacıyla Demokratikleşme İçin Plan 1978-1982 çalışması yaptı ve yayımladı (bakınız https://turkiyeiscipartisi.org/dip/). Plan, Türkiye'nin yeniden kuruluşu için bütünlüklü, somut hedefler ortaya koydu ve bunların ancak kitlelerin örgütleri aracılığıyla etkin katılımıyla başarılacağını savundu. "Bu Plan çalışmasında öngörülen hedeflerin gerçekleşmesinin temel koşullarından biri de, işçi ve emekçi kitlelerin bu planın uygulanmasına aktif olarak katılabilmesidir. Bu katılım sağlanmadıkça, plan hedeflerinin gerçekleşmesi, emperyalizmin ve tekelci güçlerin engelleme girişimlerinin kırılabilmesi, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde daha ileri hedefler yönünde adımlar atılabilmesi olanaksızdır. İşçi ve emekçi kitlelerin, bu Plan’ın uygulanmasına katılmalarının en güçlü araçları, başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere tüm sınıf ve kitle örgütleridir. Sendikalar, çalışanların meslek ve kitle örgütleri, kooperatifler, gençlik ve kadın örgütleri, yerel yönetimler, plan hedeflerinde gösterilen konumlarına uygun bir biçimde, kararların alınmasına ve uygulanmasına katılmaları için gerekli yasal olanaklarla donatılacaklardır. İlgili devlet kuruluşları, planın en etkin bir biçimde uygulanabilmesi için, sözü edilen işçi ve emekçi örgütleriyle sürekli ve sıkı bir işbirliği içinde çalışmalıdırlar. İlgili devlet kuruluşlarında çalışan ve yönetimlerine katılacak olan işçi ve emekçiler, bu işbirliğinin başlıca güvencesi olacaklardır." Demokratikleşme için Plan ’78-’82, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, 1978. s. 342.[89] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/8 Kitle Örgütleri, Politika, Politikleşme ”Demokratik kitle örgütlerinin esas uğraş konuları olan, kendi kitlelerinin sosyal, ekonomik hakları genel olarak demokratik hak ve özgürlükler sorunu ile ve iktidarın güttüğü politika ile sıkı sıkıya bağlıdır. Kitleler ve örgütleri bu bağlılığın bilincine her geçen gün daha fazla varmaktadır. Bundan ötürü demokratik kitle örgütleri bugün anti-faşist, anti-emperyalist, anti-tekel düzeyde politize olmuş durumdadırlar. Bununla beraber, kitle örgütlerinin bu düzeylerde kendiliklerinden politize olmaları yanlış̧, zararlı yollara da götürebilir. Demokratik kitle örgütleri işçi sınıfının bilimsel sosyalist siyasal hareketinin eksenine oturmuş̧ bir çizgi üzerinde eyleme geçebildikleri, işçi sınıfının sosyalist hareketiyle uyumlu ilişkiler ve eylemler içinde oldukları takdirde bu politikleşme doğru ve yararlı olur. Ama böyle bir politikleşme halinde dahi demokratik kitle örgütleri politik partilerin işlevlerini yüklenemezler, yerini alamazlar, çünkü̈ onların esas, özgün uğraşları politika ve politik iktidar değildir.” Yürüyüş Dergisi, Sayı 130, 4 Ekim 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1747.[90] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/9 (Plan Hedeflerinin) Gerçekleşmesinin Temel Koşullarından Biri, İşçi ve Emekçilerin Uygulamaya Aktif Katılımıdır/2 Yerel yönetimlerin bugünkü örgütsel yapılan içinde, yerel meclislerde işçi ve emekçilerin çoğunluğu sağlamalarına ek olarak yönetimlerin demokratikleşmesi için kitlesel ağırlık ve mücadeleleri de gerekmektedir. Bu amaçla, yerel meclislerin kararlarını yönlendirebilmek ve yaşama geçirebilmek için yerel yönetimlerde mahalle düzeyine kadar inen yeni bir örgüt ağı geliştirilmelidir. Böylece belediye semt organları denebilecek bu örgüt ağı eliyle, işçi ve emekçilerin somut istem ve önerileriyle eleştirileri yerel yönetime ulaştırılabilecek, karşılık olarak yapılabilenler ile yapılamayanların nedenleri onlara anlatılacak ve burjuvazinin girişebileceği her tür baltalama hareketi daha başından önlenebilecektir (s 489). ... Yerel yönetimler, işçi ve emekçileri kent yaşamı için örgütlemelidir: İşçi ve emekçilerin daha sağlıklı ve daha ileri bir yaşam düzeyine kavuşturulabilmeleri için kentsel temel mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında spekülatif kazançları ortadan kaldırabilmek, yerel yönetim organlarının etkinliğini artırabilmek ve sürekli bir kamu denetimini sağlayabilmek üzere Belediye semt örgütleri gerçekleştirilmelidir. Bunun yanı sıra yerel yönetimlerce, tüketim mallarının elde ediliş ve dağıtımını ucuzlaştırmak ve yaygınlaştırmak amacıyla üretici ve tüketici örgütlerinin kurulup geliştirilmesi için işçi sendikaları ve öteki demokratik kitle örgütleriyle işbirliği sağlanmalıdır (s 491). … Devletleştirmelerin amacı bürokratik bir yapının egemen kılınması olmadığına, tam tersine devletleştirmenin etkin ve amaca hizmet edici olmasının yolunun, geniş kitleleri bu örgütlenme biçimi içine alabilmesi olduğuna göre, bugünkü yapı ile devletleştirmeler sonucu öngörülen yapı arasında kaçınılmaz olarak büyük farklar olacaktır. Konu ile ilgili olan başka bir yasadan daha kısaca söz etmek gerekmektedir. Gerek dış ticaretin gerekse toptan ticaretin devletleştirilmesi, aynı zamanda Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği’nin işlevlerinin en aza indirilmesini gerektirmektedir. Bu bakımdan bu Birlik’in kuruluşu ile ilgili 5590 sayılı yasanın değiştirilmesi de gerekli olmaktadır. Yeni düzenleme ile işlevlerini ve gerekliliklerini büyük çapta yitirmiş olacak bu Birlik, sadece Plan çalışmaları ile eşgüdümü sağlama amacına yönelik işlevleri yürütmekle görevli kılınmalıdır (s 341-342). bakınız: https://turkiyeiscipartisi.org/dip/ Demokratikleşme için Plan ’78-’82, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, 1978.[91] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/10 Aykut Göker, TÜTED Genel Başkanı, Türkiye İşçi Partisi milletvekili adayı ve seçimlerde TİP adına radyo-televizyon konuşmacısıdır. ”Faşizme karşı mücadeleden söz ederken demokratik güçlerin eylem birliği sorununu hatırlamamak olanaksız. Evet herkes, hepimiz eylem birliği gereklidir diyoruz. Bu öznel bir ihtiyaçtan kaynaklanmıyor. İçinde bulunduğumuz somut koşulları çözümleyen her demokrat, ilerici, sosyalist aynı noktada buluşuyor, eylem birliğinin, güç birliğinin gerekliliğinde. Gereklilik, zorunluluk üzerinde böylesi bir anlayış birliğine varılabiliyor da, bunun ötesine niçin geçilemiyor? Sorun burada. Sağlanacak olan, demokrasi güçlerinin işbirliği, eylembirliği. Demokratik kitle ve meslek örgütlerine bu noktada önemli görevler düşüyor. Doğal olarak, sorunun, mutlaka siyasi platformda çözülmesi gereken önemli bir boyutu da var. Ama, demokratik kitle ve meslek örgütleri, kendi platformlarında ve bu platformla siyasi platformu ayıran çizgiyi aşmadan üstlerine düşeni yapmalıdır. Konuya bu hassasiyetle yaklaşılması başarılabildiği takdirde sorunun çözümüne yönelik ciddi adımlar atılabileceğine inanıyorum.” Yürüyüş Dergisi, Sayı 241, 19 Kasım 1979.[92] |
TİP (1961-1988) ve Demokratik Kitle Örgütleri/11 Öğretmenler, İşçi Sınıfıyla Omuz Omuza “...işçi sınıfının ideolojisi, nesnel gerçeklikten, bilimden kaynaklanmaktadır ve bilimsel doğruların çıkarlarına uygun düştüğü sınıf işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı sınıfsal konumu ve niteliği dolayısıyla bilim, düşün ve öğrenim özgürlüğünden yanadır. Demek ki, günlük yaşam mücadelesinden daha soyut olan bu alanda dahi demokratik kitle örgütü TÖB-DER’in mücadelesiyle işçi sınıfı hareketi ve mücadelesi aynı safta yer almaktadır. Bir mesleki kitle örgütü olarak, öğretmenlerin özlük işlerini takip etmek, uğranılan haksızlıkların düzeltilmesini sağlamaya çalışmak, ekonomik-sosyal hakların –bu sırada grevli ve toplu sözleşmeli sendikalaşma hakkının- elde edilmesi için uğraşmak, mücadele etmek de TÖB-DER’in başta gelen görevlerindendir. Ama bu uğraş ve mücadeleler de işçi sınıfının mücadelesiyle aynı çizgiye düşmektedir. Amaç, her iki kitlenin durumunu iyileştirmek, yaşam düzeyini yükseltebilmektir. Mücadelenin yönelttiği hedef de aynıdır: İktidar ve iktidarın sınıf dayanağı burjuvazi ve müttefikleri. Ve nihayet, temel demokratik özgürlükleri, fikir, vicdan, felsefi görüş, söz, yayın, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini korumada, genişletmekte, emperyalist baskı ve sömürüye karşı tam bağımsızlığı savunmada işçi sınıfı ve demokratik kitle örgütleri hareketleri birleşirler. İşçi sınıfının, kafa emekçisi öğretmenlerin, memurların, teknik elemanların ve diğer emekçi kitlelerin demokratik özgürlüklerin genişleme ve gelişmesinden, tam bağımsızlığın gerçekleşmesinden kaybedecekleri hiç bir şey yoktur, kazanacakları çok şeyler vardır. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin bütünselliği içinde itici motor güç, öncü güç işçi sınıfıdır.” Çark Başak, Sayı 12, 1 Ağustos 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Sosyal Tarih Yayınları, Cilt 2, 2010. s. 1543-1544.[93] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/1 TİP'e Alternatif Olarak Çalışanlar Partisi Kurma Girişimi ve TİP'li Sendikalar/1 “20 Aralık’ta haftalık Yön dergisinin ilk sayısı çıktı. Çıkışıyla birlikte, Çalışanlar Partisi adında bir partinin kuruluş çalışmalarından da yoğun olarak söz edilmeye başlandı. Görünüşe göre TİP yerine, Türk-İş’e ve yerel örgütlerine sırtını dayayacak parti bu olacaktı. Seyfi Demirsoy’un adı kurucu başkanlık için geçiyor, o da bunu doğrularcasına demeçler veriyordu. Yeni partinin tüzük ve programı Yön’cü aydınlar tarafından hazırlanıyor, tartışılıyordu. Bütün bunlara, Türkiye İşçi Partisi’nin Türkiye’nin en büyük, en gelişmiş ili, işçi hareketlerinin tarihsel ve doğal merkezi İstanbul’da İstanbul İşçi Sendikaları Birliği yöneticileri tarafından kurulduğunu, Çalışanlar Partisi girişiminin ise Ankara’da Türk-İş’in ve genel olarak siyasetin merkezinde başladığını, bir yandan da İstanbul birliğinin diğer birlikler gibi Türk-İş’e bağlı bir birim olma durumunu ve aradaki etki çekişmesini de eklemek gerek sanırım. Diğer yandan çok önemli bir gelişme ise yılın son günü yaşandı. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nin organizasyonuyla, o güne kadar Türkiye’nin görmediği, daha sonraki 70’lerin 1 Mayıs Taksim’lerinin ilk örneği olarak 100 bin kişiyi bir araya getiren görkemli işçi mitingi İstanbul Saraçhanebaşı’nda yapıldı.” Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 70.[94] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/2 TİP'e Alternatif Olarak Çalışanlar Partisi Kurma Girişimi ve TİP'li Sendikalar/2 “Durum apaçık meydanda. Bağımsız, halis işçi partisi T.İ.P. yolu ile işçilerin siyasi faaliyete geçmesi asla münasip değildi. Ama bu hareket önlenemediğine göre de, parti kurma geleneğine uygun şekilde tepeden aşağı Türk-İş kanalıyla kurulacak bir parti ile iki değil üç kuş birden vurulabilecekti. Bir kere bağımsız işçi sınıfı hareketi kontrol altına alınacak, teşebbüs Türk-İş’e maledilerek görünürde işçilerin bir kitle partisi hissi yaratılıp işçilerin desteği ve oyu kazanılabilecek ve ilerde siyasi tahterevallinin ucuna bu parti oturtulabilecekti. … İşçi hareketini bölme ve sulandırma teşebbüsü Konfederasyonun alt kademelerinden, işçilerden destek görmedi: Üst üste tekrarlanan teşebbüslere ve ilan edilen kurulma tarihlerine rağmen bu ikinci parti doğmadan öldü. Türkiye İşçi Partisi ise aksine büyük bir gelişme gösterdi; hem işçileri, hem de sol aydınları gittikçe artan sayılarda içine almaya, basında kuvvetli ilgi ve destek bulmaya başladı. İşçi hareketi ve partisi artık memleket politikasında hesaba katılması gereken bir kuvvetti.” Vatan Gazetesi, 8 Ekim 1962. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 493.[95] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/3 DİSK’in Kuruluşu ”TİP’i kuran sendikacı arkadaşlarımız, Türk-İş’in tutumundan giderek rahatsız olmaya başlamışlardı. Yeni bir konfederasyon kurma düşü zihinlerde yol alıyordu. Sendikacı arkadaşlar Türk-İş’in hiçbir işe yaramadığı, işçi haklarını savunmadığı kanısındaydılar. Sonunda partinin ilkeleri doğrultusunda bir konfederasyon kurulmasını kararlaştırdılar. 1967’nin Ocak ayındaydık. Kuas, Türkler, Güzelce eve geldiler. Kuracakları konfederasyonun partiye bağlı olması elbette söz konusu değildi. Yasa buna olanak vermiyordu zaten. Ama ben organik bağlılığa ilke olarak karşıydım. Partinin egemen bir merkez olmasını doğru bulmuyordum. İlkelerde birleşmek yeterliydi. Bizim işimizle sendikaların işi ayrıydı… Yeni konfederasyon tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesine dayalı ve sınıf uzlaşmacılığına karşı çıkan bir yol izleyecek, sınıf sendikacılığı yapacaktı. Demokrasinin kök salması, tabana mal olması bakımından da, sendikacıların girişimlerini önemli bir katkı olarak değerlendiriyordum. Sınıf sendikacılığı Türkiye İşçi Partisi’nin siyasal savaşımını tamamlayacak, Türkiye’de Sağ ve Sol kanatlı demokratik rejime işlerlik kazandıracaktı.” Mehmet Ali Aybar, TİP Tarihi II, BDS Yayınları, 1988. s. 173-174.[96] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/4 Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ”…kurucuları, Partimizin de kurucuları arasında bulunan sendikacıların öncülüğü ile 13 Şubat 1967 günü Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu kurulmuştur. Ama ne var ki, TİP’in ortaya attığı bilime dayanan görüşler, sloganlar ve ortaya koyduğu ilkeler her geçen gün bir çok vatandaşça benimsenmekte, kabullenilmektedir. Bu bakımdan, TİP’in muhtelif organlarında görev yapan sendikacı kardeşlerimiz elbette parti programında yer alan görüşleri savunacaklar ve hangi işte çalışırlarsa çalışsınlar özleri ile sözleri birbirine uygun olacaktır. Bu nedenle DİSK’i kuranlar ve yaşatanlar elbette işçi sınıfının mesleki temsilcileri olarak Anayasanın uygulanması için kendi örgütleri içinde de savaşacak ve sosyal adaletin tam olarak gerçekleşmesi için en geçerli fikirlerin ve ilkelerin tek savunucusu TİP’in karşısında değil, yanında yer alacaklardır.” Türkiye İşçi Partisi, 3. Büyük Kongre Çalışma Raporu, 9-12 Kasım 1968, s. 4.[97] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/1 Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm Mücadelesini Güçlendirmek için Meclis'e 8 yıllık aradan sonra Türkiye İşçi Partisi’nin sesi yine radyolardan duyuldu. 24 Mayıs 1977’de, ilk radyo konuşmasında Behice Boran, işçi, köylü, memur, aydın bütün emeğiyle geçinenlere seslendi. "Türkiye İşçi Partisi henüz iktidara aday değildir. ...seçimler kendi başına bir çözüm değildir. Düğüm noktası, seçim sonucunda işçi, emekçi halk kitlelerinin Meclis'te gerçekten temsil edilip edilmemesidir. Meclis'te işçi, köylü, emekçi kitleler; ilerici, yurtsever, demokratik güçler işçi sınıfının bağımsız partisi aracılığıyla temsil olunmazlarsa; sermaye sınıflarının çeşitli partileri karşısına işçi, emekçi sınıf ve tabakaların partisi dikilmezse, Meclis çalışmaları sermaye partilerinin karşılıklı çekişmelerine ve pazarlıklarına terk edilmiş olur. Ve sermaye partileri seçimden önce yaptıkları vaatleri kolayca unutma, savsaklama yoluna girerler. Bu durumu önleyebilmek, oluşacak iktidarı ve muhalefeti, demokratik özgürlükler, tam bağımsızlık, işçi ve emekçi kitlelerin hak ve çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek, o partiler üzerinde demokratik toplumsal muhalefetin tutarlı, sebatlı, cesur mücadelesini, baskısını duyurabilmek için Türkiye İşçi Partisi Millet Meclisi'ne girmelidir ve girecektir. Türkiye İşçi Partisi, burjuva partilerinin büyük sermayeden yana, emekçi halk kitlelerine karşı izledikleri politikayı, önerdikleri ve giriştikleri işleri; emperyalizme, yabancı sermayeye çokuluslu şirketlere verdikleri tavizleri gözler önüne sergilemek için Meclis'e girecektir. Türkiye İşçi Partisi işçiler, köylüler, tüm kol ve kafa emekçileri yararına öneriler, kanun teklifleri getirmek ve bunun mücadelesini vermek için Meclis'e girecektir. Türkiye İşçi Partisi, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini parlamento içinde de sürdürmek ve böylece mücadeleyi bu yanıyla da güçlendirmek için Meclis'e girecektir." Yürüyüş Dergisi, Sayı 112, 31 Mayıs 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1703-1704.[98] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/2 TİP DİYOR Kİ... * İşçi, emekçi kitlelerin gözü açılmıştır, politika adına ne işler çevrildiğini her geçen gün daha iyi görmektedirler. Bunun için büyük sermaye sınırlarının, sağcı, gerici parti ve politikacıları dahi artık sosyal adaletten işçi, emekçi dar gelirlilerden söz etmek zorunluluğunu duymaktadırlar. Maksatları seçmenlerin kafasını karıştırıp oylarını alabilmek, iktidarı ele geçirebilmektir. * İşçi sınıfımıza ve emekçi halkımıza olan güveniyle Türkiye İşçi Partisi, büyük sermaye sınıfları ve partilerinin hesaplarını boşa çıkartmak mücadelesini azimle yürütecektir... * Doğudaki terör karşısında, burjuva partileri ve politikacıları suskundurlar. Çünkü hepsi aslında doğu illerimize karşı ayırım gözeten bir tutum içindedirler. Yalnızca Türkiye İşçi Partisi, işçi sınıfımızın bilimsel sosyalist partisi olarak hiç ayırım gözetmeksizin tüm baskı ve şiddet uygulamalarına karşı çıkmakta, demokratik hak ve özgürlükleri her yerde ve her zaman şaşmaz bir tutarlılık ve ısrarla savunmaktadır. Çünkü demokrasinin gerçek savunucuları ancak sosyalistlerdir... * Bugüne ulaşmak kolay olmadı. Binlerce işçi ve emekçi üyemizin disiplinli, fedakar çalışmaları, büyük güçlüklere, baskılara göğüs gererek yürüttüğü çetin ve kararlı mücadelenin sonucudur bu. * İl ve ilçe yöneticilerimiz saldırılara uğradı, tutuklandı, işkence gördüler. Kimi üyelerimizin canlarına kastedildi; yaralananlarımız, ölenlerimiz oldu. Ama Türkiye İşçi Partisi, köklü bir geçmişin günümüzde sürdürücüsü olan politik bir güç olarak temsil ettiği işçi sınıfı ve emekçi halk yığınlarından aldığı kuvvetle burjuvazinin bütün engellerini boşa çıkartmasını bildi; seçimlere katılma olanağını elde etti... * Faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede kararlılığın ve tutarlılığın örneği sosyalistlerdir. Türkiye İşçi Partisi 1977 Haziran seçimlerinde bu gerçeği göstermeye devam edecek, demokrasi, bağımsızlık yolunda atılması gerekli adımların en geniş kitlelerce benimsenmesini sağlayacaktır. Milliyetçi Cephe içinde toparlanmış olan en gerici burjuva partileri karşısındaki geniş yığınsal güçlerin birlik ve dayanışmasının temelleri önümüzdeki seçimlerde Türkiye İşçi Partisi eliyle güçlendirilecektir... * Antikomünizm edebiyatının aslında, kapitalist sömürüyü gözlerden gizlemek, işçi ve emekçi sınıfların örgütlü bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikilip emeklerinin hakkını alma mücadelesini elden geldiğince baskı altında tutmak; düşün, fikir, yazın hayatını alabildiğince engellemek, daraltmaktan başka anlama gelmediğini artık bilmeyen kalmadı. * Sömürü, hayat pahalılığı, geçim zorluğu ve işsizlik, gençler için eğitim tıkanıklığı keskin bir bıçak gibi gelip kemiğe dayanmıştır. Emekçi halk kitleleri ve gençlik kesimi bu duruma "artık yeter" diyorlar... * İşçi sınıfımız, sınıfından kopuk, sosyalizme inanmayan, işçi sınıfı adına ahkâm kesen sarı sendikacıların ve sendika aristokratlarının koyduğu engelleri aşacaktır. Çünkü sendikalarda tabanı bulunan işçiler, bugün için kendilerini yönetmekte olan sendikacılardan daha bilinçli ve ilerdedirler... Görev Gazetesi, Sayı 1, 22 Nisan 1977.[99] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/3 1977 Seçimlerine Giderken: TİP, CHP’ye İşbirliği Öneriyor Kitlelerin 1960’larda başlayan demokratik ve sol toplumsal muhalefeti, 1970’lerde de kesintisiz biçimde ve hızlanarak devam etti. Toplumsal muhalefeti durdurmak ve geriletmek için devlet destekli faşist terör Milliyetçi Cephe hükümetleri koruması ile şiddetlendi. Faşizmin tırmanışına karşı koymak, demokratik hak ve özgürlükleri savunup genişletmek için Türkiye İşçi Partisi, 1977’de 1. (6.) Kongresi’nde "ortak bir platform üzerinde anlaşarak, emperyalizme ve faşizme karşı güç ve işbirliği yapmak üzere Cumhuriyet Halk Partisine çağrı"da bulundu. Behice Boran, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’le 4 Mart 1977’de görüşerek öneriyi iletti. CHP, 16 Mart 1977’de öneriyi kabul etmediklerini bir mektupla TİP’e bildirdi. Yanıtta "demokrasiye yönelen tehditleri göğüsleyebilmek ve etkisizleştirebilmek için gereken dayanışma, bu kurallara uyan kuruluşlar arasında kendiliğinden oluşmaktadır" deniyor ve seçimlerde CHP’nin destek beklediği söyleniyordu. Mektubu değerlendiren Behice Boran "eğer önerimize olumlu bir yanıt alsaydık ve ortak bir platform için görüşmeler başlasaydı, bu çerçeve içinde, seçimlerde güç ve işbirliği ve bunun alabileceği biçimler söz konusu olurdu. Bu takdirde de konu, TİP’in seçimlere katılıp katılmaması gibi basite indirgenemezdi" diye değerlendirdi. Türkiye İşçi Partisi, bu görüşmelerin başlamasından çok önce 19 ilin bütün ilçelerinde örgütlenerek seçimlere katılma hakkını kazanmıştı. Gelişmeler üzerine sosyalist hareket, "iktidarları ve muhalefeti, demokratik özgürlükler, tam bağımsızlık, işçi ve emekçi kitlelerin hak ve çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek, demokratik toplumsal muhalefetin tutarlı, sebatlı, cesur mücadelesini, baskısını duyurabilmek için Meclis’e girmelidir" kararını aldı. Bakınız: Çark Başak, Sayı 26-27, 16 Mart 1977 ve Sayı 28, 1 Nisan 1977.[100] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/4 1977 Seçimleri Öncesinde TİP’in Örgütlenmesi "Türkiye İşçi Partisi kurulduğu 1 Mayıs 1975 tarihinden beri hızla örgütlenmektedir. Öncelikle işçilerin yoğun olduğu bölgelerde gelişen örgütlenme daha sonra kırsal kesime yayılmıştır. Bu örgütlenme bugün, parti temsilcilikleri hariç, tam 46 ile ulaşmış bulunmaktadır. Kaymakamlıkların siyasi partiler yasası gereği gibi uygulamamalarından dolayı dışarda tutularak hesaplanan 46 il, aynı zamanda, Millet Vekili seçimlerine katılabilme hakkını elde ettiğimiz illerdir. Bunun yanında Türkiye İşçi Partisi Senato seçimlerinin yapılacağı 22 ilden 16’sında da senato seçimlerine katılma hakkını elde etti. ... [TİP örgütlerinin bulunduğu iller listesi] ... Adana, Afyon, Ağrı, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bolu, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Hatay, İçel, İstanbul, İzmir, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, k. Maraş, Mardin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Sakarya, Samsun, Sivas, Tekirdağ, Tunceli, Urfa, Uşak, Yozgat, Zonguldak." Çark Başak, Sayı 30, 1 Mayıs 1977.[101] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/5 Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Aday Listesi Türkiye İşçi Partisi, Yüksek Seçim Kurulu açıklamasıyla kırk üç ilde seçimlere katılma hakkı kazandı. Merkez Yönetim Kurulu "demokratik toplumsal muhalefetin Meclis’te en etkin biçimde temsilini sağlamak için hak kazandığı illerin yalnızca on beşinde katılma" kararı aldı. CHP’nin güç birliğini kabul etmemesine karşın seçimlerden demokratik toplumsal muhalefetin en yüksek kazançla çıkması için gösterilen bir duyarlılıktı. Listelerde dikkat çeken özellik işçi, sendika yöneticisi ve emekçilerin ön planda yer almalarıdır. Bu durum Türkiye İşçi Partisi’nin sınıfsal önceliklerini vurgulaması bakımından önemlidir. Listelerdeki emekçi adayların yoğunluğunun yanı sıra çok sayıda aydın katılımı da görülür. [102] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/6 5 Haziran 1977 Seçimlerine Giderken TİP Meydanlarda, Ankara ve İstanbul Mitingleri Türkiye İşçi Partisi, 27 Mayıs’ta Ankara Tandoğan’da, 28 Mayıs’ta İstanbul Taksim’de mitingler yaptı. Görev Gazetesi’nin haberi: "Her iki mitingi engellemek ve sabote etmek konusunda emniyet yetkilileri ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Ama her iki mitinge de binlerce insan katıldı. İstanbul Taksim Meydanında 28 gün önce sermeye tezgâhından çıkan katliamın polisçe her türlü işlem ve uygulamayla yaygınlaştırılmaya çalışıldı görüldü. Türkiye İşçi Partisi’nin disiplinli düzenleyiciliğinde Taksim Mitingi sermayenin cinayet işlediği yerde lanetlenmesiyle sonuçlandı. Sermaye 28 gün sonra Taksim’de işçi sınıfının partisinden şamar yedi." Taksim Mitinginde konuşan işçi lideri ve İstanbul Milletvekili adayı Dinçer Doğu, "VAKALETNAME İLE Mİ?" diye soruyordu: "İşçiler, köylüler, memurlar, küçük esnaf ve zanaatkarlar, devrimci gençler, ilerici demokratlar, kısacası emeğimizi satarak geçinen emekçiler olarak şunu bilmeliyiz ve bilmeyenlere öğretmeliyiz: İşçi sınıfının ve emekçi halkımızın mücadelesi, lafazanlıkla, rahat ve kadife koltuklarda oturarak, bir eli balda, tasasız-zahmetsiz yürütülemez… Bu dava, vekaletname ile, başkalarına vekalet vererek yürütülecek ve kazanılacak bir dava değildir. Bu davanın en iyi savunucuları bağımsız politik partisinin önderliğinde işçi sınıfımız ve onun yandaşları emekçi kitlelerdir. Bunun dışında bir güç, bu mücadeleyi yürütemez, yürütmek de istemez zaten. Bunun aksini önermek işçi sınıfının gücüne inanmamaktır." Görev Gazetesi, Sayı 6, 30 Mayıs 1977.[103] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/7 Türkiye İşçi Partisi Radyo Konuşmaları Listesi Türkiye İşçi Partililerin, 1961’de kuruluşundan sonra katıldığı seçimlerde yaptığı Radyo Konuşmaları siyasal tarihimizde önemli izler bıraktı. Nihat Sargın, Parti’nin 1963’de katıldığı ilk seçimde yapılan konuşmaların sonuçlarını şöyle anlatıyor: "Türkiye İşçi Partisi hatiplerinin radyo konuşmaları ortalığı karıştırmıştı. Bu konuşmalar Parti’ye baskı girişimleri için bir bahane olarak kullanılmaya çalışıldı. Zamanın Ankara Sıkıyönetim Komutanı ‘milleti bölücü konuşmalar yapanlar hakkında kovuşturma açılacağını’ açıkladı. İçişleri Bakanı ise TİP’in seçim konuşmalarının, Yüksek Seçim Kurulu’nun saptadığı esaslara aykırı olduğunu iddia etti. Kimi büyük gazeteler ‘TİP’in kapatılması olası’ diye manşet attılar. Yüksek Seçim Kurulu’nun radyo seçim bantlarına el koyduğu, TİP adına yapılan konuşmalar için soruşturma açılacağı söylentileri yayılıyordu. Gerçekten de Ankara Savcısı, [Orhan] Arsal’ın ... konuşması ve hakkında ihbar yapılan diğer konuşmalar için soruşturma açtı." Bu tablo katıldığı her seçim için aşağı yukarı geçerlidir. En 1979 Seçimlerindeki radyo konuşmasından Behice Boran sekiz yıl ceza aldı. TİP konuşmacıları TRT’nin sansüre takılmamak için bant kaydı yapmayıp, canlı konuşmalar yaptılar. Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 157.[104] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/8 Erken Seçim Kararı ve 5 Haziran 1977 Seçimlerine Milliyetçi Cephe Hükümetiyle Gitme Hatası 1977’de ülkemiz bitmez tükenmez ekonomik bunalımlarından ve bunun doğal siyasal bunalımlarından birisini yaşıyordu. Toplumsal muhalefeti bastırmak için kurulan Milliyetçi Cephe Hükümeti uygulamaları ekonomi ve siyasal bunalımı derinleştiriyordu. Özellikle uluslararası petrol krizi, ithal ikameci ekonomiye sahip Türkiye’nin kısıtlı döviz kaynaklarını tüketiyor, şiddetli bir enerji ve hammadde krizine neden oluyordu. Bu durum büyük sermayenin yeni arayışlara yöneltiyordu. Nitekim siyaseten bulunamayan çözüm 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi ile ancak elde edilebilecekti. 1977’de büyük sermaye CHP’yi Adalet Partisi ile işbirliğine ve erken seçime zorladı. CHP, önce toplumsal muhalefetin baskısı ile “AP’ye erken seçim için el uzatmayız” çizgisindeydi. Sosyalistler ısrarla öncelikli sorunun erken seçim değil Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni devirmek ve seçime MC’siz gitmek olduğunu savunuyorlardı. Ancak baskılar sonucunda CHP geri attı ve normal süresine dört ay kala AP’nin önerdiği erken seçim önerisine 5 Nisan 1977 evet dedi. Böylece 1977 seçimlerine giderken ülke gerek hükümet eliyle gerekse de hükümet destekli sivil faşist örgütler eliyle bir terör ortamına dönüştü. İlhan Selçuk 28 Nisan'da Cumhuriyet'te yazısını şöyle bitirdi: "Bu hükümetle seçime gidilmez diyenlerin yerden göğe haklı oldukları şimdi anlaşılıyor”. TİP Genel Başkanı Boran, 28 Nisan'da durumu "seçimlerden önce MC'yi iktidardan düşürmemenin kanlı meyveleri" olarak değerlendirdi. Bu ortam, toplumsal muhalefeti acil olarak teröre son verecek kısa vadeli arayışlara yönlendirdi. Diğer yandan yine terör toplumsal muhalefete katılımın hızını azalttı. [105] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/9 5 Haziran 1977 Seçimlerine Giderken Terör 1977’de, 1 Mayıs Mitinginde Taksim Meydanı’nda onlarca demokratın katledilmesi de seçim öncesinde toplumsal muhalefeti sindirmek için uygulanan faşist terörün bir parçasıdır. Behice Boran durumu şöyle değerlendirdi: “MC iktidarında gidilen seçimlerin güvenliği konusunda duyulan endişelerin doğru olduğu her geçen gün daha açık ve kesin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Türkiye İşçi Partisi’nin afişleme ve bildiri dağıtma eylemleri sırasında yer alan engellemelerin, gözaltına almaların, dayak atmaların, resmi görevlilerce afişlerin yırtılmasının hemen ardından Niksar ve Şiran’da kanlı olaylar gelmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanının otobüsü kurşun yağmuruna tutulmuş, partisinden ve diğer yurttaşlardan küçümsenmeyecek sayıda kişiler yaralanmış, araçlar ve binalar tahrip edilmiştir. ... Olaylar kendiliğinden çıkıyor, Milliyetçi Cephe iktidarı bunları önlemiyor değildir. Bu kanlı olaylar, bu zulüm, AP ve MHP’nin ortak tertibidir. AP ve MHP arasında yapıldığı ve imzalandığı bu partililerin yetkililerince ve bizzat Demirel tarafından açıklanan anlaşmanın kanlı ürünleridir... Cumhuriyet Halk Partisi de seçimlerden önce MC’yi iktidardan düşürmemenin kanlı meyvelerini toplamaktadır. Milliyetçi Cephe seçimleri kaybetme korku ve telaşı içindedir. Bunun için silahlı saldırılara, can kıyımlarına başvuruyorlar. Haklı, seçmenleri korkutup sindireceklerini sanıyorlar.” Demokratik ve sol güçler böylesi bir terör ortamından ellerinden geleni yapmaya çaba göstermektedirler. Çark Başak, Sayı 31, 16 Mayıs 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1689.[106] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/10 5 Haziran 1977 Seçimlerinde Partililer Bahçelievler Katliamında yitirdiğimiz arkadaşlarımız için basılan anı kartpostallarında Latif Can için şöyle yazar: “Seçim döneminde, iki günlüğüne [Bursa'dan] görevle geldiği Ankara'da çalışmalar sırasında üç kez gözaltına alınan ve mücadelesinde, yaşamında yılgınlığa yer vermeyen bir militandı." Bu satırlar çoğu parti militanı için geçerlidir. 1977 Seçim Kampanyasında Parti örgütü bütün gücüyle çalıştı. Yürüyüş Dergisi, 111. sayısında (24 Mayıs 1977) bir haftanın “olağan” özetini veriyor: “Türkiye İşçi Partisi'nin emperyalizmin ve büyük sermayenin yüreğine saldığı korku, bu korkuyu yenmek için başvurulan baskı ve engelleme girişimleriyle kendisini ele veriyor. Geçtiğimiz hafta ‘İşçilerin, Köylülerin, Emekçilerin Partisi Türkiye İşçi Partisi’, ‘Meclise Gireceğiz, Hesap Soracağız’, ‘Kahrolsun Şovenizm, Kurtuluş Sosyalizm’ sloganlarını kapsayan afişleri asan 95 partili gözaltına alındı. Gözaltına alınanlara silah çekildi, copla saldırıldı. Seçime katılan bir Partinin üyeleri olarak yasal haklarını kullanmak üzere propaganda çalışması yapan TİP üyeleri polis tarafından tartaklandı.” Türkiye İşçi Partililer, seçim boyunca yoğun polis baskısı ve sivil terör ortamında mahalle mahalle, köy köy yoğun bir çaba gösterdiler. [107] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/11 5 Haziran 1977 Seçim Bildirgesi Türkiye İşçi Partisi'nin Seçim Bildirgesinde Gerçekleştirilmesi için Mücadele Edileceği Açıklanan Başlıca Hedefler:
Yürüyüş Dergisi, Sayı 111, 24 Mayıs 1977.[108] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/12 4 Haziran Cumartesi: İşçi Sınıfımıza ve Emekçi Halkımıza Karşı Görev ve Sorumluluklarımızı Yerine Getirmenin Mutluluğu İçindeyiz Seçimden bir gün önce Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran, seçim kampanyasının son radyo konuşmasını yaptı: “İşçi, Köylü, Emekçi, Tüm Yurtsever Kardeşlerim, ... İşçiler, emekçiler ve bunların partisi olan Türkiye İşçi Partisi MC'nin ve büyük sermaye sınıfının milliyetçiliğini kökten reddeder. İşçiler, emekçiler, sosyalistler gerçek yurtseverlerdir. Bizlerin yabancı sermaye ile, şirketlerle çıkar ortaklığımız yoktur. Yurt dışına döviz kaçırıp açtırdığımız hesaplarımız yoktur. Bizim için, yurt topraklarının bir karışı bile yabancı devletlere kiralanamaz. Bizim biricik amacımız yabancı ve yerli sömürüden kurtulmak, tam bağımsız, özgür ve eşit şartlar altında kardeşçe yaşamaktır. Tüm dünya ülkelerinin işçi sınıfları aynı özlemle aynı hedefe doğru ortak mücadele vermektedir. Dünya kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecindedir ve Türkiye de bu süreç içinde yer almaktadır. Kardeşlerim, Oy verme günü geldi. Türkiye İşçi Partisi henüz iktidara aday değildir. Ama Türkiye İşçi Partisi Meclis'e girdiğinde, diğer partiler üzerinde bir denetim görevini yerine getirecektir. İktidara gelecek parti veya partiler koalisyonu üzerinde, seçim öncesi halk kitlelerine ettikleri vaatleri tutmaları yönünde ağırlık koyacaktır. Bu partilerin büyük sermaye sınıflarının çıkarlarını kollayan politikalarını, uygulamalarını Meclis kürsüsünden sergileyecek; işçi, emekçi kitlelerin hak, çıkar ve özgürlüklerinin, cesur savunucusu, takipçisi olacaktır.” Yürüyüş Dergisi, Sayı 113, 7 Haziran 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1706-1708.[109] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/13 Seçim Kampanyası Döneminde Partimiz Çark Başak, seçim çalışmalarını değerlendirirken “Partimizin ve partili arkadaşlarımızın seçim kampanyası döneminde gece gündüz bilmeden yurdun dört bir köşesinde bir elden gerçekleştirdikleri” çalışmalarla haklı bir övünç duyar. Seçim propagandasının esası sosyalizm ve sosyalist bakış açısıyla yapılan güncel önermelerdir. Seçim çalışmasının ana ekseni “sosyalizm için yürütülen mücadelede işçi, emekçi kitlelerin hak, çıkar ve özgürlüklerinin, cesur savunucusu, takipçisi olmak için büyük sermaye sınıflarının çıkarlarını kollayan politikalarını, uygulamalarını Meclis kürsüsünden sergileyecek bir kürsü elde etmek”dir. Seçim çalışması dönemi radyo konuşmaları, TRT’den yayınlanan haber bültenleri, afişlemeler, pullamalar, seçim bildirgesi, seçim bildirileri, belediye hoparlörleri, konvoylar, kahve toplantıları, köy köy çalışmalar, açık ve kapalı salon toplantıları, meydan konuşmaları, mitingler yapıldı. Seçim döneminde haftalık çıkan GÖREV gazetesi her fabrikaya, işçi emekçi semtlerinde her eve düzenli ve birkaç defa ulaşması sağlandı. Bu tabloya bakıldığında Çark Başak’ın sosyalizmi anlatmak ve partinin önerilerini kitlelere ulaştırmak için devlet ve faşist terör altında gece gündüz çabalayan partilileri kutlaması hak edilmiş bir övgüdür. Geniş bilgi için bakınız: Çark Başak, Sayı 32-33, 16 Haziran 1977.[110] |
TİP (1961-1988) ve 1977 Seçimleri/14 1977 Seçim Sonuçları: Toplumsal Muhalefetin Doruk Noktası, Sağa Kayışın İpuçları Haziran 1977 Seçimleri, 1960’dan sonra yükselen demokratik toplumsal muhalefetin seçim sonuçları anlamında en tepe noktasıdır. Behice Boran, devlet ve faşist terörün baskısıyla “memleketteki halk kitlelerinin görüşlerinin ve politik davranışlarının bir kutuplaşmaya doğru gittiğini”, bu kutuplaşmanın seçim ortamında “hepimizin, hatta en yüzeysel bakışa sahip olan kimsenin göreceği ölçüde Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi arasında… bir ikili tercih olarak sürdü(ğünü)” belirtir. Hâkim eğilim sağ iktidardan, Milliyetçi Cephe’den bir an önce, ne pahasına olursa olsun kurtulmaktır. Kutuplaşma ortamında toplumsal muhalefetin çevresinde toplandığı CHP tarihinin en yüksek oyunu aldı. Ancak bu durum aynı zamanda siyaseten bir durma noktası oldu, 1979 Seçimlerinde ağır bir gerilemeye dönüştü ve 12 Eylül Faşist Darbesi’ne giden süreç hızlandı. Türkiye İşçi Partisi, seçimden önce CHP’ye faşizme karşı demokratik bir platform önererek kutuplaşmaya sağlıklı politik hedefler kazandırmaya çalıştı. Seçimden siyasal süreçlere etkin, sözüne kulak verilir biçimde müdahalesini sağlayacak anlamlı bir oy desteği elde etmeye çalıştı. Ancak başarılı olamadı. Böylece siyaset sahnesi sorunlu kutuplaşmanın aktörlerine kaldı. Behice Boran: “(B)ütün bu kutuplaşma eğilimine rağmen, biz meramımızı anlatabiliriz ve belli bir gedik açabiliriz bu kuşatmada, bu eğilimde, oylarda kendimize belirli bir yer edinebiliriz diye düşünmüştük. Bu değerlendirmede yanılmışız. Kutuplaşma çok daha kemikli olarak meydana gelmiş, ve bu kuşatma, bu çember içine alma da fazla kemikleşmiş; onu yeterince kıramadık.” Çark Başak, Sayı 32-33, 16 Haziran 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1709-1717.[111] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/5 Grev Yasası Henüz Çıkmamışken Kavel İşçilerince Yapılmış Olan ”Kanunsuz Grev” ve TİP Yöneticileri ”İşverenler istiyorlar ki kendilerinin sebep oldukları ve planla yürüttükleri Kavel olayı ile Sosyal-Politik hava kendi yararlarına olsun. İstiyorlar ki, Anayasada yer alan sosyal ve ekonomik haklar işlemez hale gelsin. İstiyorlar ki işçi hareketleri durdurulsun, hak arayanın karşısına polis tabancası ve cobu çıkarılsın. İstiyorlar ki arkadaşlarının haklarını arayanlar işsiz kalsın, öteki işçiler çalışsın ve böylece Sendika Temsilcileri yarın herhangi bir hak aramada öne geçmesin. İstiyorlar ki toptan işçi çıkarma demek olan Lokavt, kanunlaştırılsın ve hak olarak tanınsın. İstiyorlar ki mülkiyet hakkı şiarı altında işçileri dışarı atıp aç bırakmak suretiyle hak arama hareketleri bastırılsın. Ama bilmiyorlar ki, yıllardan beri tek taraflı çalıştırma düzeni altında birçok haklarının çiğnendiğini gören işçiler artık işverenlerin sonsuz refahı uğruna ebedi sefalete razı olmayacaklardır.” Kemal Türkler, Türkiye İşçi Partisi Kurucusu ve Merkez Yönetim Kurulu Üyesi, Sosyal Adalet Dergisi, Sayı 1, 19 Mart 1963.[112] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/6 15-16 Haziran İşçi Sınıfı Eylemi “Türkiye İşçi Partisi, 274 sayılı kanunu değiştiren tasarıya olduğu kadar 15-16 Haziran olayları üzerine sıkıyönetim ilânına da karşı çıkan tek siyasal parti oldu. İşçilerin protesto hareketini destekledi, sıkıyönetime rağmen üst üste üç bildiri yayınladı. Daha sonraki günlerde de işten çıkarma, ücretlerin ödenmemesi, sendika seçimine müdahale gibi hallerde parti, eleştirilerini kamuoyuna duyurmaya, işçi haklarını savunmaya devam etti. Parti, söz konusu kanun TBMM'nden geçtikten sonra, kanunun sendikalaşma özgürlüğünü ihlal eden maddelerinin iptali istemiyle Anayasa mahkemesinde dava açtı ve kazandı... 15-16 Haziran işçi sınıfı eylemi, dünyanın her yerinde olduğu gibi bizde de demokratik hak ve özgürlüklerin ancak onlara sahip çıkılarak ve mücadelesi verilerek elde edilebileceğini ve korunabileceğini göstermiştir. Bu bilinen gerçek bu olaylarla bir kez daha ve işçi, emekçi kitlelerin gözünü daha da açacak ölçüde kanıtlanmıştır. Bu eylem aynı zamanda, varlığından, gücünden, toplumsal öncülüğünden bazı çevrelerce kuşku duyulan -hattâ‚ inkâr edilen- işçi sınıfının varlığını da, niteliklerini de açık ve kesin, gözler önüne sermiştir. Bu eylem işçi sınıfının sadece ekonomik mücadele gücünü değil, politik bilinçlenmesini de gösteriyordu. İşçiler belirli, somut çıkarları için tek tek işverenlerin veya işverenler topluluğunun karşısına dikilmiyor, burjuvazinin iktidarına karşı, bu iktidarın politik bir fiilinden ötürü direniyordu. "Faşizme Hayır", "Patronsuz Türkiye" sloganları işçilerin politik bilincinin düzeyini de işaretliyordu.” Behice Boran, 15-16 Haziran İşçi Eylemi, Çark Başak Dergisi, Sayı 9, 16 Haziran 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1510-1511.[113] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/7 Sınıf ve Kitle Sendikacılığı İlkeleri Titizlikle Uygulanmalıdır "Kitlelerin somut ekonomik-demokratik mücadelesini ve istemlerini sendikalar yok sayamazlar, küçümseyemezler. Aksine kalkış noktaları daima budur. Bu olmalıdır. Bunun böyle olması, işçi sınıfının mücadelesini sadece "ekonomik" mücadele çemberi içine hapsetmek anlamına gelmez. Çünkü sınıf sendikaları bu mücadeleyi işçi sınıfının ideolojik-politik mücadelesi ile uyumlu, onun hedeflerine paralel yürütür. Bu uyumluluk, sendikaların siyasi partilerin yan örgütü haline gelmeleri anlamına gelmez. Bu kesinlikle yanlıştır. Aksine sendikaların örgütsel bağımsızlığı esastır. Sendikalar kendi organlarınca yönetilir. Sendikalar gerek işlevleri gerekse kitleleri itibarı ile parti değildirler. Olamazlar. Sendikaları parti işlevi ile yüklemek giderek Anarko Sendikalizmin batağına düşmek demektir. Sendika içi demokrasi, sınıf ve kitle sendikacılığının temel ögelerinden biridir. Sendikalarda politik düşünce özgürlüğü ve farklı politik düşüncede olanların var olması esastır. Üyeler ve yöneticiler sendika içinde politik görüşlerine göre değil; ekonomik-demokratik platformda sendikanın sürdürdüğü işlevlerdeki somut davranışı ve önerileri ile değerlendirilir. Yönetimde olanların kendi görüşlerini paylaşmayanları veya herhangi bir politik görüş sahiplerinin, bu görüşte olmayanları tasfiyeye her ne biçimde ve kılıfta olursa olsun yönelmeleri, uygulamaları yanlıştır. Sınıf ve kitle sendikacılığı, işçi sınıfının sendikal mücadelesini dahi, burjuvazinin şu veya bu kesiminin kuyruğuna takmayı reddeder. Demokratik mücadelede güç ve işbirliği, demokratik güçlerin birlik ve dayanışması, işçi sınıfının bağımsız ideolojisi esas alınarak yapılır ve yapılmalıdır." Özcan Kesgeç, Sosyal-İş Sendikası Başkanı, Türkiye İşçi Partisi MYK Üyesi, Sınıf ve Kitle Sendikacılığı İlkeleri Titizlikle Uygulanmalıdır, Yürüyüş Dergisi, sayı 119, 19 Temmuz 1977.[114] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/8 Sosyal Kurtuluş Hareketinde Sendikalar "İşçi meseleleri için ayrı bir çözüm yolu düşünülemez. Bütün meselemiz birbirine bağlıdır. Ve hepsinin de çözüm yolu politiktir. Şu anlamda ki mesela herhangi bir işçi meselesine kesin ve devamlı bir çözüm yolu bulunabilmesi için, işçi sınıfının, emekçi halk yığınlarının, toplumcu aydınların, toprak ağaları ve yabancıya aracılık eden spekülasyoncu büyük sermayeciler karşısında bağımsız bir politik kuvvet kurmaları ve Büyük Mecliste seslerini duyurmaları, işlerini kendi elleri ile yürütmeleri şarttır. Bugünkü politika dengesinin, emekten yana ağır basması sağlanmadıkça hiçbir davamız çözüm yoluna giremez. Kurtuluş yoluna girmiş geri veya az gelişmiş ülkelerde, sendikacılık sosyal ve politik alanda ilerici ve ilerletici büyük bir kuvvet teşkil ediyor. Politik bağımsızlığı korumak, ekonomik ve sosyal kurtuluş hareketini hızlandırmak işlerinde sendikalar sorumluluk taşıyor. ... Sendikacılarımız, işçi sınıfını yanıltmaya düşürmek, onu politikadan uzak tutmaya çalışmak isteyenlere bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmek durumuna düşmemek için titizlik göstermelidir." Mehmet Ali Aybar, Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm, 1945-1967, Gerçek Yayınevi, Şubat 1968. s. 267.[115] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/9 Sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleridir ”Sendikalar işçi sınıfının mücadele örgütleridir. Sendikacılar, işçi sınıfını kurtuluşa götüren önderler olmak zorundadırlar. İşçi sınıfına vurucu ve keskin bir mücadele yaraşır, yalanlara, soygunlara dayanan bu çıkar düzenini taaa kökten sallayan… taaa temelden çökerten bir mücadele… Bilelim ki, işçiler, bilince ve cesarete dayanan bir mücadele içinde, haksızlıklara karşı dikildikçe dünya biçime girecektir. İşçilerin kurtuluş yolu sosyalizmdir. Kapitalizm işçilere karşı olan bir düzendir. Bu düzenin içinde kalarak işçileri kurtarmaya çalışmak, yangının içinde durup ateşten korunmaya benzer. Kapitalizm insanlık dışı bir düzendir. Çünkü insan haklarını gaspetmek esasına göre kurulmuştur... İşte bundan sonra insanlık sevgisi ve saygısı üzerine kurulan sosyalist düzen gelecektir. Bu düzende; her türlü yalan-dolan, her türlü hile-hurda, her türlü çarpma-çırpma ortadan kalkacaktır. İşte o zaman emek en yüce değer mertebesine çıkacaktır. İşte o zaman çalışanlar, çalışmalarının hayrını görecekler ve insanlıklarını kazanacaklardır.” Şaban Erik, Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri, Emek Gazetesi, Sayı 9, 25 Ağustos 1969.[116] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/10 Sendika, sınıf mücadelesinin bir aracıdır ” ‘Sendikalar politikaya karışmazlar, sendikalar sınıf mücadelesi yapmazlar…’ lafları, sendikacılarımızın dillerine yapışmıştır. Çıkarcıların tuzağıdır bu! Bu tuzağa düşüldü. Adeta bile bile düşüldü. Sendika, sınıf mücadelesinin bir aracıdır. Sendika bu değilse, işçi sınıfı açısından hiçbir şey değildir. Sendika düpedüz bir sınıf cemiyetidir. Adı üstünde: ‘işçi sendikası’. İşçi - patron sendikası değil. Nitekim ‘sınıf esasına göre cemiyet kurulamaz’ denilen günlerde sendika kurulamamıştır. Sendika sömürüyü ortadan kaldırmak görevindedir. Bunun için sömürü düzenine, her yönden, amansız şekilde karşı çıkmak görevindedir. Bu görevin aslı sınıf mücadelesidir: ezilenleri kurtarmak! Bir sendikacı için buna karşı çıkmak, görevini inkâr etmektir… sınıfına ihanet etmektir… Bunun ayıbı ve günahı çok büyüktür. Türkiye işçileri olarak bize düşen şey, bu tuzaktan sıyrılmaktır.” Şaban Erik, Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri, Emek Gazetesi, Sayı 9, 25 Ağustos 1969.[117] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/11 Bir Sendikacının Görevi ”Bir sendikacı, sınıf bilinci ve sınıf mücadelesini bütün fırsatlardan yararlanarak geliştirmek görevindedir. Çünkü işçilerin ve diğer emekçilerin kurtuluşu buna bağlıdır. Bugün, işçiler, tamamiyle çıkarcıların tahakkümü altındadırlar. Çıkarcıların bu tahakkümünü yıkmak için işçilerin amansız şekilde mücadele vermeleri zorunludur. Oysa söz konusu sendikacıların yaptıkları iş, sınıf şuurunu ve sınıf mücadelesini köreltmektir. Bu, açıkça, işçilerin ve diğer emekçilerin kurtuluşunu engellemektedir. Sosyalist mücadeleyi gemleyici, hatta, önleyici davranışlara girerek işçileri ve köylüleri bu düzene boyun eğer halde tutmak, bir sendikacının yapacağı iş değildir. İşçilerin kurtuluşu düzen değişikliğine bağlıdır. Düzen değişikliği üretim ilişkilerinin değiştirilmesine bağlıdır. Yani sermayenin işçilere vurduğu boyunduruğu kırıp almaya bağlıdır. İşçileri sermayedarların boyunduruğundan kurtarmak, giderek işçileri, köylüleri egemen hale getirmek, sosyalizmdir. ... Hürriyet, ekonomik ve sosyal şartların insanı tutsak etmesi ve ezmesi demek değildir. Sosyalizm, ekonomik ve sosyal şartları en mükemmel şekle getiren; insanı ekonomik özgürlüğe ve gelişme hakkına kavuşturan bir düzendir. Şu halde hürriyet, gerçekte sosyalizm ile kaynaşmış durumdadır. Hürriyetin var olması için sosyalizmin var olması şarttır.” Şaban Erik, Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri, Emek Gazetesi, Sayı 11, 22 Eylül 1969.[118] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/12 Parti ve Devrimci Sendikalar “Sosyalist davayı, halk kitlelerine özellikle işçi sınıfına sardırmak, giderek işçileri sosyalizmin şaşmaz ve bükülmez bilinçli öncüleri haline getirmek temel görevimizdir. Bunun için işçi sınıfına siyasi bilinç vermek ve bilinçlenmiş işçileri birer militan olarak parti saflarına kazanmak şarttır. Bilindiği gibi, Devrimci Sendikalar, yürüttükleri dürüst ve güçlü mücadelelerle, son zamanlarda büyük gelişmeler kaydetmişlerdir. Bu gelişmenin, yer yer, bütün sendikal alanı kaplayacağına şüphe yoktur. Bu itibarla, Devrimci Sendikalar yönetici arkadaşlarımızın tarihi sorumlulukları doğrultusunda gösterecekleri gayretler, partimizin bu yöndeki çabalarına büyük katkılar sağlayacaktır. Tabii, partinin de Devrimci Sendikalara katkısı büyük olacaktır.” Şaban Erik, Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri, Emek Dergisi, Sayı 7, Aralık 1970.[119] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/13 "15-16 Haziran Olayları İşçi Sınıfının Yüz Elli Yıllık Tarihinin En Büyük Gösterisi Olmuştur Beş yıl önce bugün işçi sınıfımız sendikalaşma özgürlüğünü ortadan kaldıran yasanın Meclislerden çıkmasını protesto için yüzelli yıllık tarihinin en büyük gösterisini başlatmıştı. Sendikalar kanununda yapılan değişiklikle işçi sınıfının ekonomik mücadelesi, burjuvazinin dümen suyundaki danışıklı sendikaların tekeline bırakılmak, işçi sınıfının devrimci sendikalaşma hareketi önlenmek isteniyordu. Bu yasa değişikliği sendikalaşma özgürlüğünü güvence altında alan anayasaya düpedüz aykırıydı: kanunsuzluk kanunlaştırılmıştı böylece. Bu açık anayasa ihlâline karşı işçi sınıfımız demokratik hak ve özgürlüğünü kullanarak karşı koydu. Onun bu demokratik hareketine karşı devletin kolluk kuvvetleri, yani cebir unsurları çıkarıldı ve işçi kardeşlerimizin demokratik direnişi kanlı bir şekilde bastırıldı. Canlar verildi, ama sendikalaşma özgürlüğü korundu. Zamanın İşçi Partisinin açtığı davayı haklı bulan Anayasa Mahkemesi yeni yasanın sendikalaşma özgürlüğünü kaldıran maddesini iptal etti. Anayasa Güvencesi Altındaki Hak ve Özgürlükler Dahi Ancak Uğruna Kararlı Mücadele Verilerek Gerçekleşebilir İşçi sınıfımızın tarihinde bir menzil taşı olan bu olaydan alınacak bir ders vardır: Anayasa güvencesi altında olan hak ve özgürlükler dahi ancak uğrunda kararlı mücadele verildiğinde kâğıt üstünde kalmaktan çıkıp günlük yaşama geçer, gerçekleşir. Burjuvazi ve onun iktidarları işçi ve emekçi kitlelere hiç bir şeyi kendiliklerinden vermezler. Hele dışa bağımlı geri ülkelerde burjuvazi ve politikacıları, demokratik hak ve özgürlüklerin can düşmanıdır; bu ülkelerde burjuvazinin ilerici, demokratik hiç bir niteliği kalmamıştır. Ellerinden gelse, yapabilseler, demokratik hak ve özgürlükleri temelli kaldırıp açık diktaya geçmeyi yeğ tutarlar. Ellerinden gelmiyorsa yapamıyorlarsa, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun demokratik güçlerinin buna imkân vermeyişindendir." Yolumuz Açık Olsun Broşürü, Ağustos, 1975. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1352.[120] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/14 Türkiye İşçi Partisi’nin 16 Haziran 1970 tarihli açıklaması: Protesto ve Direnme Hareketlerini Türkiye İşçi Partisi Olarak Tamamiyle Destekliyoruz ”Memleketimizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal bunalıma çare olmak üzere Hükümetin çeşitli baskı ve zorbalık tedbirleri getirmeyi planladığını biliyoruz. Bu tedbirlerden biri olduğuna evvelce işaret etmiş bulunduğumuz Yeni Sendikalar Kanunu, Türkiye İşçi Partisi dışındaki bütün partilerin elbirliğiyle ve sür’atle Millet Meclisinden çıkmış bulunuyor. Bu gösteriyor ki, hâkim sermayedarlar sınıfların en başta gelen kaygıları, işçileri daha çok sömürmek, kârlarını daha çok arttırmaktır. Bu maksatla, işçilerin devrimci sendikalarda örgütlenmeleri imkânsız kılınmıştır. Buna karşı DİSK’i meydana getiren devrimci işçi sendikalarının ve işçilerin giriştikleri protesto ve direnme hareketlerini Türkiye İşçi Partisi olarak tamamiyle destekliyoruz. Sendikalaşma özgürlüğünü kısıtlayarak bütün işçi sınıfımızı tehdit eden bu kanuna karşı DİSK’e bağlı olmıyan diğer bütün sendika ve işçilerin de Anayasal haklarını kullanarak direnmeleri lazımdır. Partimiz Anayasamıza aykırı olduğunda hiçbir şüphe bulunmayan bu kanunun iptali için, kesinleşir kesinleşmez Anayasa Mahkemesine derhal müracaat edecektir.” Emek Dergisi, Sayı 2, Temmuz 1970.[121] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/15 Türkiye İşçi Partisi’nin 17 Haziran 1970 tarihli açıklaması: Sıkı Yönetim İlanı, AP İktidarının İşçilerin Karşısında ve Büyük Sermayeden Yana Olduğunun Bir Kanıtıdır ”Dünkü Kocaeli ve İstanbul’daki olaylar üzerine Hükümetçe sıkı yönetim ilan edilmesi gereksiz ve Anayasaya aykırıdır. Anayasamızın 124. Maddesi sıkı yönetimin ancak ‘savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan ve cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma olduğunu gösterir kesin belirtilerin meydana çıkması’ hallerinde ilan edilebileceğini söylemektedir. Oysa işçilerin dün yaptıkları protesto yürüyüşü şeklindeki direnme hareketleri, hükümetin ve mahalli yöneticilerin basiretsizlikleri yüzünden kana bulanmış olmakla beraber, bu hallerden hiçbirine girmemektedir. Hükümet, henüz kanunlaşmamış olan, mahut sendikalaşma hakkını kısıtlayan tasarıyı geri alacağını söylemek suretiyle çok ürktüğü anlaşılan olayları kolaylıkla yatıştırabilirdi. Böyle yapmayıp da sıkı yönetim ilan etmeyi tercih etmesi, AP iktidarının ne derece işçiye karşı ve ne derece büyük sermayeden yana olduğunu bir kere daha ortaya koymaktadır. Bu gereksiz ve talihsiz karar, aynı zamanda AP iktidarının ne derece acz ve şaşkınlık içinde olduğunu da göstermektedir. Türkiye İşçi Partisi daima Anayasa’daki demokratik haklardan yana ve işçi ve emekçilerin yanındadır.” Emek Dergisi, Sayı 2, Temmuz 1970.[122] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/16 15-16 Haziran Direnişi’nin Nedeni 274-275 Sayılı Yasalar Nasıl İptal Edildi? (1) 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin desteğiyle Meclis'de ve Senato'da kabul edildi. Meclis'te 230 evet, 4 hayır oyuyla yasalaştı. 214 milletvekili oylamaya katılmadı. 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay onayladı, yürürlüğe girdi. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Şaban Yıldız, "Partimiz Anayasa'mıza aykırı olduğunda hiçbir şüphe bulunmayan bu kanunun iptali için, kesinleşir kesinleşmez Anayasa Mahkemesi'ne derhal müracaat edecektir" açıklamasını yaptı. 13 Ağustos 1970 tarihinde değişiklikler için iptal davası açıldı. Anayasa Mahkemesi, TİP'in başvurusunu yerinde buldu ve yasayı iptal etti. Fakat iptal istemini görüştüğü tarihte ilginç bir durum vardı. Mahkeme'nin TİP'in başvurusunu görüştüğü günlerde, TİP, 20 Temmuz 1971'de aynı mahkemece kapatılmıştı. Ve aynı mahkeme kapattığı bir partinin itiraz gerekçelerini benimseyerek bir yasayı iptal etti. İşçi sınıfının 15-16 Haziran Direnişi’ne neden olan 274-275 Sayılı Yasa değişikliklerinin kabul edilmesi ve ortadan kaldırılması önemli dersler içerir. 1960'dan sonra hızla yükselen toplumsal muhalefeti durdurmak için ilk büyük hamlelerdendir. Yasa görüşülürken Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Rıza Kuas'ın sözleriyle değişiklik, "sendika özgürlüğünü yok eden tasarılarla, demokrasiye aykırı bir yönetim, bir Türk-İş diktası getirilmek istenmektedir. Sendikaları denetleme, olağanüstü bazı şartların dışında resmî makamların dahi hakkı değilken, bu tasarılar böyle bir hakkı özel bir örgüte, Türk - İş'e devretme[yi]" amaçlıyordu. Ancak iktidarın ve büyük sermayenin kararlılığına karşın toplumsal muhalefetin daha 15-16 Haziran öncesinde görülen öfkesi Meclis'i de etkiledi. 214 milletvekili oylamaya katılmayarak "işe bulaşmamayı" tercih etti. CHP, yasaya verdiği desteğe karşı oluşan tepki ve 15-16 Haziran Direnişi karşısında 22 Haziran'da geri adım attı. "Yapılanın hata olduğunu" açıklayarak Meclis'i "tasarılardaki amacı aşan aksaklıkları düzeltmeye" çağırdı. DİSK'in kitle gücüne dayanan baskısı ve sıkı takibi sonucu İş Mahkemeleri yasadaki değişikliklerin uygulanmasında tereddütler gösterdiler. Böylece, sendikal harekete getirilmek istenen baraj alanlarda, Meclis'te, mahkemelerde ve en son Anayasa Mahkemesi'ndeki mücadelelerle yıkılmış oldu. [123] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/17 15-16 Haziran Direnişi’nin Nedeni 274-275 Sayılı Yasalar Nasıl İptal Edildi? (2) Nihat Sargın, Türkiye İşçi Partisi'nin itiraz sürecini anlatıyor: “Temmuz’un sonlarında Genel Başkan’ın çağrısıyla GYK olağanüstü toplandı. Toplantı nedeni 15-16 Haziran olayları, sıkıyönetimin uzatılması ve Mecliste kabul edilen yasalardı. GYK, Sıkıyönetimin uzatılması kararı ile Sendikalar ve Personel yasaları kesinleştiğinde Anayasa Mahkemesine başvurulması için Genel Başkan’a yetki verdi. Her ne düşünmüşse düşünmüş, Yıldız sendikalar yasasının Anayasaya aykırılığı konusunda Mahkeme’ye başvuru metnini benim hazırlamamı istedi. Şaşırdım, hukukçu arkadaşlarımızın bulunduğunu, görevin onlara verilmesinin daha uygun olacağını söyledim. Yanıtı kesindi; hay hay, onlardan istediğin gibi yararlanabilirsin; ama başvuruyu sen yazacaksın. Tartışmanın anlamı yoktu, kabul ettim. Daha önce Yüksek Seçim Kurulu’na, Bakanlıklara kimi başvuruları ben hazırlamıştım, ama Anayasa Mahkemesi’ne başvuru, hem de böyle bir konuda, bu öncekilerden kesinlikle farklı bir durumdu. Elimden gelen bütün dikkat ve titizlikle yazıyı hazırladım. Resmî dilekçe halinde daktilo edildi. CHP’nin de başvuracağı duyulmuştu. Yıldız, iptal dilekçesi elinde, gün sayıyordu. Yasanın kesinleşmiş olarak Resmî Gazete’de yayınlandığı 13 Ağustos günü herkesten önce ve bizzat kendisi gidip Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Böylece ilk başvuru bizimki oldu. Ve Anayasa Mahkemesi de öncelikle bizim dilekçemizi ele aldı. CHP’nin Anayasa’ya aykırılığını iddia ettiği madde sayısı daha azdı ve büyük çoğunlukla bizim de iddialarımıza konu olan maddelerdi. O nedenle Mahkeme CHP’nin başvurusunu incelerken, hemen her madde üzerinde bu konuda daha önce karar verildiğini belirterek bir sonrakine geçmekteydi. Yıldız’ın istediği olmuştu, ilk başvuruyu biz, hem de en geniş çerçevede yapmış bulunuyorduk. Kısacası Parti, Parti içinde de benim açımdan önemli sınav olan bu durumdan yüzümüzün akıyla çıkmıştık. Bu ilk ve son başvuru yazısı, benim için de tatlı bir anı olmuştur. Daha sonra Yıldız’ın özel isteğiyle dilekçe metnini tıpkıbasım halinde bir broşür olarak bastırmış ve adreslerini bizzat verdiği sendikalara ve sendikacılara postalamış ve Parti örgütü yoluyla dağıtmıştık. Başvurumuzun içeriğine gelince, onu da, dilekçeyi verdiğimiz gün yaptığım basın bültenindeki özetlemeden alarak aktarmaya çalışacağım. Basın bülteninde şöyle diyorduk: "Konuya ilişkin olarak G. Merkez’ce yapılan açıklamada, «10 sayfa tutan dava dilekçesinde yasanın, 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun çeşitli maddelerine getirilen değişikliklerin toplandığı 1.ci maddesinin usûl ve esas yönünden iptalinin istendiği» belirtilerek yeni kanunda, özellikle, «sendika birliklerinin men edilmesinin, işverenlere lokavt hakkının tanınmasının, sendikaya üye olmanın yetkili organın kabulü şartına bağlanmasının, üyelikten çıkmanın ancak noter huzurunda olmasının, bir sendikanın veya federasyonun yurt çapında faaliyette bulunabilmesi için o iş kolundaki sigortalı işçilerin en az 1/3’ünü temsil etmesinin zorunlu kılınmasının, aynı şekilde işçi konfederasyonları kurma şartının da ancak bu tip sendika ve federasyonlardan en az 1/3’ünün ve Türkiye’deki sendikalı işçilerin en az 1/3’ünün üye sıfatıyla bir araya gelmesine bağlanmasının ve sendikaların ticarî faaliyet göstermesine müsaade edilmesinin Anayasa’mızın özüne, sözüne, imza koyduğumuz Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine ve Uluslararası Çalışma Sözleşmeleri’ne açıkça aykırı olduğu, Anayasa’mızın gerekçesiyle çeliştiği, objektiflikten uzak ve mevcut bir kuruluşu kayırıcı nitelikte olduğu»" ayrıntılı gerekçelerle izah edilmiştir. Dilekçede ayrıca, "yayınlanan kanunun uygulanmasının telâfisi imkânsız mahzurlar doğuracağına dikkat çekilerek, davanın öncelikle ele alınması ve en kısa zamanda karara bağlanması talep" edilmektedir. Anayasa Mahkemesi üyeleri hemen her maddede itiraz nedenlerimizi haklı bulmuş ve maddeyi iptal etmişlerdi. Ancak bir konuda adamakıllı şaşırdıklarını anımsıyorum. O da sendikada birikmiş paranın ticarî veya sinaî yolla nemâlandırılması meselesi idi. Biz karşı çıkmış, maddenin iptal edilmesini istemiştik. İşçinin parasının bu türlü değerlendirilmesine niye karşı çıktığımızı bir türlü anlamamışlar, anlamadıklarını da belirterek isteğimizi reddetmişlerdi.” Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 752-753.[124] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/18 Kurtuluş Yolu gazetesi, 16 Haziran 1970 tarihli “Özel Sayı” olarak duyurduğu ve bildiri biçiminde basılıp binlerce dağıtılan 10. sayısında hem işçilere sesleniyor hem de arka kapağında 15 Haziran’da direnişe katılan işçilerin çalıştıkları fabrikaların listesini veriyordu. "GENEL DİRENME İŞÇİ ARKADAŞ, PATRON SINIFININ İKTİDARI, BİZİ DAHA ÇOK EZMEK VE SÖMÜRMEK İÇİN YENİ TEDBİRLER ALIYOR! İŞE SENDİKA SEÇME HÜRRİYETİMİZİ ORTADAN KALDIRMAKLA BAŞLADI! BİZİ AMERİKANCI SARI SENDİKALARA TESLİM ETMEK İSTİYOR. YARIN, ZATEN KISITLI OLAN, GREV HAKKIMIZI DA GASPEDECEK! KISACASI PATRON SINIFININ BİLEKLERİMİZE GEÇİRDİĞİ ESARET ZİNCİRLERİ DAHA DA KALINLAŞACAK! İŞÇİ ARKADAŞ, GÜN DÜŞÜNÜP TAŞINMA GÜNÜDÜR! BİLEKLERİMİZDEKİ ESARET ZİNCİRLERİNİ KIRIP ATACAK MIYIZ? YOKSA PATRON SINIFINA VE ONLARIN AĞABABALARI EMPERYALİZME KUL KÖLE OLMAYI, ÇOCUKLARIMIZA MİRAS MI BIRAKACAĞIZ? ÇÜNKÜ BU GÜNKÜ DÜZEN BİZİ EZEN VE SÖMÜREN BİR DÜZENDİR. İNSANDAN SAYMAYAN BİR DÜZENDİR. BU DÜZENDE EMEĞİMİZ SERMAYE KARŞISINDA ESİR EDİLMİŞTİR. VE BU DÜZENİN İSMİ SERMAYE DÜZENİDİR YANİ KAPİTALİZMDİR. İŞÇİ ARKADAŞ, PATRON SINIFI BU HAKİMİYETİNİ SİYASİ İKTİDARI ELİNDE TUTARAK YÜRÜTMEKTEDİR. BUNU HİÇ UNUTMAYALIM. ZATEN HER ŞEY ORTADA. BU ANAYASA DIŞI KANUNLARI, FAŞİST KANUNLARI HANGİ MECLİS ÇIKARTMAKTADIR? KİMLER VARDIR BU MECLİSTE? VE İKTİDAR KİMİN İKTİDARIDIR? İKTİDAR PATRON SINIFININ İKTİDARIDIR VE İŞÇİ DÜŞMANIDIR. PARTİ İSİMLERİNİN BAŞKA BAŞKA OLMASINA BAKMA. SAHTE MUHALEFET EDENLERE DE BAKMA. YENİ SENDİKALAR KANUNUNU HEP BERABER ÇIKARTTILAR. BU KANUNUN ÇIKMASINA SADECE VE TEK BAŞINA TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ KARŞI KOYDU. GENEL DİRENMEMİZİ BÜTÜN BUNLARI DÜŞÜNEREK YÜRÜTELİM. AK KOYUN KARA KOYUN BELLİ OLMAYA BAŞLADI. A.P. İKTİDARI, PATRON SINIFININ İKTİDARIDIR. C.H.P DE ONUN YARDIMCISIDIR. VE BUNLARIN HEPSİ AMERİKANCIDIR. BİZE BUNLARDAN HAYIR GELMEZ. ESASINDA BİZE, BİZİM DIŞIMIZDA KİMSEDEN HAYIR GELMEZ. BUNU DA SAKIN UNUTMAYALIM. DÜN C.H.P. İDİ, BUGÜN A.P. YARIN BİR BAŞKA TÜRLÜSÜ OLABİLİR. VE BİZE GÖSTERMELİK BAZI HAKLAR DA VEREBİLİRLER. BİZE HOŞ GÖRÜNMEK İSTEYEBİLİRLER BÖYLE PLANLARA KARŞI UYANIK OLALIM. İŞÇİ SINIFININ KURTULUŞU İŞÇİ SINIFININ ESERİ OLACAKTIR. İŞÇİ ARKADAŞ, BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR VE HAK VERİLMEZ ALINIR. ONUN İÇİN ANAYASA DIŞI KANUNLARA KARŞI SONUNA KADAR DİRENELİM: ANAYASA HAKLARIMIZI KULLANALIM! KURTULUŞ YOLU, EMPERYALİZMİN BOYUNDURUĞUNDAN, KAPİTALİZMİN SÖMÜRÜSÜNDEN KURTULMAKTAN GEÇER! KURTULUŞ YOLU BU UĞURDA MÜCADELEDEN VE PATRON SINIFI İKTİDARINA DUR DEMEKTEN GEÇER." Kurtuluş Yolu gazetesi; Türkiye İşçi Partisi önce Fatih ilçesi, 8. sayıdan başlayarak Fatih, Kartal ve Şişli ilçeleri üyeleri tarafından çıkartılıyor ve dağıtılıyordu. Sahibi ve Sorumlu Müdür Can Açıkgöz.[125] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/19 Teknik Elemanlar ve Demokrasi Mücadelesi 7 Haziran 1975 tarihinde Behice Boran, 2. Teknik Eleman Kurultayı'nda yaptığı konuşmada diyor ki: ”Memurlardan, teknik elemanlardan sendikalaşma hakkının geri alınışı, son yıllarda Türkiye’de demokratik ortamın genel geriletilişinin bir parçasıdır. Sorunu en genel çerçeve içinde ve geriletilmeye çalışılan demokratikleşme süreci açısından görmek ve ele almak gerekir. Sendikalaşma ve giderek toplu sözleşme ve grev haklarını elde etmek için verdiğiniz ve vereceğiniz mücadele Türkiye’de demokrasi mücadelesinin bütününden ayrılmaz bir unsurudur. Bunun için, sendikalaşma hakkı mücadelesinin birbirine bağlı olmakla beraber yine de birbirinden ayrı iki yanı vardır: Birincisi, meslek kuruluşları olarak kendi meslek topluluklarınızın haklarını, çıkarlarını savunmak ve elde etmek. Bu, meslek kuruluşlarının vazgeçilmez, ihmal dahi edilmez birinci görevidir, meslek kuruluşlarının varlığının özgün nedeni, gerekçesidir. Bu görevi ihmal eden, güçsüz olur, biçimsel bir örgüt olmaktan ileri gidemez. İkincisi, meslekî hak ve özgürlüklerin elde edilmesi ve geliştirilmesi bütünüyle demokratik ortamın durumuna, demokratikleşme sürecinin ilerlemesine bağlı olduğundan, meslek kuruluşu ülkenin politik koşulları ve gidişiyle de ilgilenmek ve bu alanda da tavır almak, tavrını belli etmek, genel demokrasi mücadelesine katılmak durumundadır. Meslek kuruluşunun, sadece, kendi topluluğunun hak ve çıkarları için bir politik baskı unsuru olması yetmez. Genel demokratikleşme sürecine ve mücadelesine katılması şarttır. Ekonomik, sosyal, kültürel, tüm sorunların çözümü son tahlilde politik iktidar sorununa ilişkindir. Çağımızda toplumlar gittikçe bunun bilincindedir ve toplumların tüm katları, kesimleri değişik ölçülerde de olsa politize olmuş, siyasallaşmıştır. Bu hal normaldir, olumlu bir gelişmenin belirtisidir.” “Yolumuz Açık Olsun” Broşürü, Ağustos, 1975. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1350.[126] |
TİP Tarihi’nde (1961-1988) 21 Haziran 1965: DÖNÜŞÜM Gazetesi Bugün DÖNÜŞÜM Gazetesi’nin 5'inci sayısı için toplatılma kararı verildi. TİP ve sosyalist gençlik hareketi tarihinde önemli bir yere sahip olan 15 günlük DÖNÜŞÜM Gazetesi, Ankara'da, Türkiye İşçi Partisi’nin üyesi ya da yandaşı gençlerce 22 Nisan 1965'de yayımlanmaya başlandı. İlk beş sayı gazetenin sahipliğini Ataol Behramoğlu, yazı işleri sorumluluğunu Ümit Hassan üstlendi. Sonrasında gazetenin sahibi ve yazı işleri sorumlusu yakınlarda yitirdiğimiz Abdullah Nefes oldu. DÖNÜŞÜM Gazetesi’nin İstanbul temsilciliğini Namık Kemal Behramoğlu yürüttü. Gazetenin finansmanı SBF, ODTÜ ve DTCF’den Türkiye İşçi Partisi çizgisinde olan ya da sosyalist düşünceye eğilim gösteren, düşüncelerini basın yoluyla yaymak isteyen 500 kadar öğrenci gençten toplanan onar lira para ile sağlandı. DÖNÜŞÜM Gazetesi, Ankara ve İstanbul bulvarlarında, “Dönüşüm, Dönüşüm Toplumcu Gençliğin, Üniversitelinin Sesi-Amerika’nın Vietnam’daki barbarlığını yazıyor”, “Sadun Aren, Aziz Nesin, M. Ali Aybar Dönüşüm’de yazıyor”, “Rotatife karşı, basın ağalarına karşı Dönüşüm”, “Aydının ve emekçinin gazetesi”, “Amerika’nın Vietnam’da döktüğü masum kanların iç yüzünü yazıyor”, “Sosyalist ve aydın gençliğin gazetesi Dönüşüm” diye bağırılarak satılmaya başlandı. İlk baskısı 3.000 olan DÖNÜŞÜM Gazetesi, birkaç gün içinde tükendiği için ikinci baskı olarak 2.000 adet daha basıldı. Gazetenin sadece İstanbul Taksim Meydanı’ndaki satışı 1.500’dü. Sosyalist hareket tarihinde DÖNÜŞÜM'ü önemli yapan içeriğinin kitleleri aydınlatıcı ve sosyalist düşünceyi yaygınlaştırmaya yönelik olmasının yanı sıra sokakta gösterdiği etkinliktir. Gençler yakalarında TİP rozetiyle, sokaklarda, alanlarda DÖNÜŞÜM Gazetesi sattılar. O döneme ilişkin anılarda sokağa çıkışın, saldırıların ve bu saldırılara karşı gösterilen direncin kendine güveni, dayanışmayı ve yoldaşlığı pekiştirici rolü çokça yer alır. DÖNÜŞÜM'ü, Ankara'da Kızılay'da elden satan sosyalist gençlere kendilerine “milliyetçi” diyen gençler daha ilk sayısından itibaren saldıramaya başladılar. Bu saldırıların yanı sıra gençler polis tarafından da sık sık gözaltına alındılar. DÖNÜŞÜM, ülke ve yurt sorunları üzerine sosyalist bakış açısıyla yazılmış zengin yazı içeriğine sahipti. Gazetede ilk sayısından başlayarak enternasyonalist bir bakış açısı bulunuyordu. DÖNÜŞÜM'de, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Aziz Nesin, Çetin Altan, Yaşar Kemal, Cem Eroğul başta olmak üzere çok sayıda sosyalist aydın yazdı. Abidin Dino çizimleriyle gazeteye katkıda bulundu. DÖNÜŞÜM yayın çizgisini şöyle anlatıyordu: "... DÖNÜŞÜM’ün tutumu açık ve kesin olacaktır. Yurt içinde, yurt dışında hep halkın, sömürülenlerin, baskı altında tutulanların, sesini duyuracağız. Olayların bilimsel ve halkçı açıdan yorumlarını sunacağız. Yurt ve dünya sorunlarına, nedenlerine inerek bilimsel çözümler öne süreceğiz. Üniversitenin bilimden uzak kalışının nedenlerini, üniversite gençliğini temsil ettiklerini söyleyen kuruluşların neden bir maşa olduklarını gene DÖNÜŞÜM’de bulacaksınız." Dönüşüm Gazetesi, Sayı 1, 22 Nisan 1965.[127] |
TİP Tarihi’nde (1961-1988) 21 Haziran 1968: Behice Boran ’68 Olayları Üzerine TBMM’de Konuşuyor 1968'de başlayan boykot ve işgaller Haziran 1968'e gelindiğinde üniversite gençliğinin büyük çoğunluğunun desteğiyle sürüyordu. Bütün yurttaki 150 bin öğrenciden 70 bini sınavlara girmemişler veya bir biçimde etkilenmişti. Boykot ve işgalleri üzerine TBMM'de genel görüşme yapıldı. Meclisteki görüşmelerde TİP Grubu adına Behice Boran iki konuşma yaptı. İlki 21 Haziran'da, Demirel'e yanıt olan ikincisi 26 Haziran'dadır. "Bu boykot ve işgal olayları bir sosyal huzursuzluğun, sıkıntının, aksaklıkların dışa vurulmuş görüntüleridir. Ülkemizde bir yüksek öğrenim ve üniversite eğitimi sorunu olduğu, hatta genellikle bir eğitim sorunu olduğu, hatta eğitimin dışında bir gençlik sorunu olduğu öteden beri bilinmektedir. Bu sağlıksız durum son yıllarda sık sık kendisini belli etmiştir. Her yıl üniversiteye öğrenci alınma zamanları meydana gelen olaylar; Trabzon üniversitesinde geçen yıl öğrencilerin öğretimin aksaklığından, öğretmensizlikten yakınmaları ve ileri sürdükleri istekler hep bilinmektedir. ... Bugün öğrencilerimiz ne istiyor? Öğrencilerimizin hareketinden şunu anlıyoruz ki, kendileri gerçekten bir üniversite eğitimi yapmadıklarının farkındadırlar ve gerçekten bir üniversite eğitimi yapılmasını istiyorlar. Bazı çevrelerde, bazı gazetelerde şöyle görüşler ileri sürüldü: efendim, çok kolayından sınavı geçip, çok kolayından diploma almak istiyorlar. On binlerce öğrenci arasında böyle olanları da bulunabilir. Ama hareketin tümünün, defalarca basına yansıtılan dileklere ve son olarak bir kitapçık halinde yayınlamış oldukları dileklere bakarsanız görürsünüz ki, gençliğimiz hiç de öyle kolayca sınav geçip, kolayca diploma alma peşinde değildir. Tamamen aksine, gerçek bir üniversite eğitimi istemektedir ve bugün bu eğitimi alamamak durumunda olmanın sıkıntısı içindedir. Gençlerimiz bu bilince gelmiştir. Durum bir başka noktayı daha gösteriyor; gençlerimiz bu üniversite eğitiminden geçtikten sonra geleceklerinin garanti altında olmadığını, bir aydın işsizliği ile karşı karşıya olduklarını anlamakta ve bunun da bir çözümünün bulunmasını haklı olarak ülke yöneticilerinden beklemektedirler. Bugün birçok alanda olduğu gibi, bu alanda da bir çelişki vardır. Bir taraftan kalkınmamız için yetişmiş, uzman olmuş elemanlara ihtiyaç vardır, diğer taraftan da böyle yetişmiş olan gençler iş bulamamakta ve 'aydın işsizliği' diye bir sorun ortaya çıkmaktadır. Bu da işte, aslında düzen bozukluğunun gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. ... Diğer taraftan boykot ve işgal hareketlerini yapan öğrenciler dağınık, başıboş bir durum göstermemektedirler. Boykot komiteleri vardır, işgal komiteleri vardır, bu komiteler arası konsey vardır, görüşme organı vardır. Yani, kendi aralarında bir örgütlenmiş görüntü vermektedirler. Ayrıca bu komite ve konseylerde hukuken oluşmuş resmi öğrenci dernekleri, onların temsilcilikleri de yer almaktadır. Bu bakımdan üniversitelerin, demin anlattığım şekildeki bir organı bu öğrenci temsilcileriyle karşı karşıya gelerek bütün üniversiteleri kapsayan sorunları konuşmalıdırlar. Yalnız bizim önerimizde bir de şu nokta var; onu söyledim ama belki fark edilmedi, bu temsil eşit sayılarda olmalıdır. Yani, alınacak kararlarda öğrencilerin de etkin bir rolü olmalıdır. Yoksa 14 kişilik bir öğretim üyesi heyetine iki tane, üç tane öğrenci temsilcisi alınırsa, bu öğrencilerin temsilciliği kâğıt üzerinde bir temsilcilik olur. Çünkü 14’e karşı üç oyla orada öğrencilerin etkin bir biçimde görüşlerini savunabilmeleri, kararları etkileyebilmeleri olanağı kalmaz. Biz, gençlerimizin akılcı, anlayışlı, sağduyulu olduklarına inanıyoruz. Dilekleri ve şikâyetleri gösteriyor ki, onlar sorunları kapsamlı ve temelden görmektedirler. Öyle kolay diploma almak, kolay sınav geçmek peşinde değillerdir. Görüşmelere oturulduğu zaman belki uygulanması mümkün olamayacak, uygun görülmeyecek görüşler ileri sürseler bile, eğer kendileriyle gerçekten iyi niyetle, gerçekten eşit koşullar altında ve kabul edilebilir nedenlere dayanarak görüşme yapılırsa, bazı isteklerinin neden gerçekleştirilemeyeceği gerçeklere dayanılarak içtenlikle anlatılırsa, onlar da elbette ki direnmeyecekler, bunu kabul edeceklerdir." Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 28, Sayfa 299-307. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1080-1089.[128] |
TİP Tarihi’nde (1961-1988) 21 Haziran 1980: NATO’ya Hayır, Akdeniz’de Barış ve Kardeşlik Yunanistan Barış Komitesi ile Girit'teki yabancı askeri üslerle mücadele komitesinin Girit'te ortaklaşa düzenlediği uluslararası konferansa Mısır, Libya, Lübnan, Suriye, Kıbrıs, Romanya, Bulgaristan, Sovyetler Birliği, İtalya ve Fransa ile Türkiye'nin barış komitelerinden 300'e yakın delege katıldı. Konferansa Türkiye barış güçleri adına katılan gazeteci ve Türkiye İşçi Partisi üyesi Niyazi Dalyancı, konuşmasında: "Neden Batı Avrupa'ya ölüm gücü daha yüksek Pershing ve Cruise füzeleri yerleştiriliyor, neden Türkiye'deki üsler yeni bir anlaşma ile yeniden yasallaştırılıyor, neden Kıbrıs'ta yüz yıllardır birlikte kardeşçe yaşamış Türk ve Rum toplumları arasındaki gerginlikler körükleniyor, Filistin halkı neden hâlâ yurtsuz? Bu sorular daha çoğaltılabilir ama cevap aynıdır. Füzeleri, uçakları, silahları yapanlar kârlarına kâr katsınlar diyedir. Dünya halklarının siyasal, ekonomik ve toplumsal kurtuluşları sürekli ertelensin diyedir. ...” diyordu. "Girit Çağrısı" başlığı altında hazırlanan konferans ortak bildirisinde, nükleer silah taşıyan tüm savaş gemileri ve denizaltılarının Akdeniz'den çekilmesi, Kıbrıs, Girit gibi Akdeniz adalarındaki ve Akdeniz ülkelerindeki tüm yabancı üslerin kaldırılması ve yabancı askerlerin geri çekilmesi, bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklara kesinlikle barışçı çözüm yollarının bulunması istenmektedir. Yürüyüş Dergisi, Sayı 273, 01 Temmuz 1980.[129] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/20 Tüm Çalışanlara Sendikalaşma Hakkı “Türkiye İşçi Partisi işçilerin memur sayılmasına karşı olduğu gibi işçi-memur ayırımının ortadan kalkması ve tüm çalışanlara toplu sözleşmeli ve grevli sendikalaşma hakkı tanımasından yanadır. Demokratik idare, ekonomik-sosyal durumlarını koruyabilmeleri ve iyileştirebilmeleri için tüm çalışanların bu haklara sahip olmalarını gerektirir. Demokrasi iddiaları lafla değil icraatla isbat edilir. Çalıştırdığı insanlara bu hakları tanımayan bir devlet yönetimi demokratik değildir. İşçi-memur ayırımı konusunda işçilerimizin ve sendikaların gösterdiği hassasiyet ve direniş doğal ve yerindedir. Demokratik hak ve özgürlükler onlara sahip çıkılıp sonuna dek savunularak kağıt üzerinde kalmaktan kurtulur, gerçekleşir.” Yürüyüş Dergisi, Sayı 37, 23 Aralık 1975. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1442.[130] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/21 21 Ekim 1976 tarihinde toplanan TİP Başkanlık Kurulu’nun burjuva basınında DİSK aleyhine girişilen kampanya konusundaki görüşleri: ”Üst yönetim olarak ne kadar sağa kaymış ve kuruluş ilkelerinden uzaklaşmış olsa dahi DİSK, işçi sınıfı üzerinde yaratmış olduğu imajı ve sendikal kuruluş olarak çekim merkezi durumunu korumaktadır. Buna tahammül edemeyen burjuvazinin MC’ye dönük kesimi ise ilk fırsat ve imkânda saldırıya geçerek DİSK’in şahsında işçi sınıfının ilerici sendikal hareketine bir darbe vurmak istemektedir. Diğer yandan DİSK üst yönetiminin sosyalist sendika yöneticilerini ve sendikaları kuruluşun dışına atmak, sosyalist işçileri fabrika temsilciliklerinden ve hatta işyerlerinden uzaklaştırmak çabaları ve DİSK’i kuruluş ilkelerinden saptırıp sosyal demokratlaştırmak girişimleri ve nihayet son direniş dolayısıyla işçi sınıfının kitle ile örgüt arasında asıl bağını teşkil eden binlerce militan, yiğit üyesinden bir bölüğünün fabrikalardan uzaklaştırılmış olması örgüt bünyesini bugün burjuvazinin bu tip saldırılarına açık bir hale getirmiş bulunmaktadır. Ancak işçi sınıfımızın bugün DİSK’te somutlaşan ilerici sendikal hareketinin böyle kampanyalarla geriletilemeyeceği ne kadar açık ise, bütün bu olaylar dizisi, TİP’lilerin, sosyalistlerin, demokratik, ilerici sağlam unsurların DİSK’i kuruluş ilkeleri çerçevesinde tutmak ve geliştirmek, sendikaların ve DİSK’in en alt birimlerinden en üst yönetimine kadar tüm görevlere sağlam, bilinçli, güvenilir unsurları getirmek ve oralarda tutmak için verdikleri mücadelenin de ne kadar haklı olduğunu bir kez daha açık olarak kanıtlamaktadır. Tüm ilerici, sosyalist işçiler, temsilciler, yöneticiler ve bugün için hangi partiye yakınlık duyarsa duysun DİSK’i benimsemiş tüm işçiler şimdi, her zamandan çok, sendikalarına ve DİSK’e sahip çıkmak ve örgütlerini içten ve dıştan yozlaştırmaya, yıpratmaya çalışanlara karşı kararlı ve güçlü bir mücadele vermek durumdadırlar. DİSK’in ne yıpratılıp dağıtılmasına, ne de çizgisinden saptırılıp sosyal demokratlaştırılmasına müsaade edilmemelidir, edilmeyecektir.” Çark Başak Dergisi, Sayı 17-18, 1 Kasım 1976.[131] |
TİP Tarihi’nde 23 Haziran 1967: Meclis Komisyonu Çetin Altan'ın Dokunulmazlığının Kaldırılmasına Karar Verdi 22 Haziranı 23'e bağlayan gece sabaha karşı Meclis Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu TİP İstanbul Milletvekili Çetin Altan'ın dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verdi. TİP Konya Milletvekili Yunus Koçak komisyonda, "Çetin Altan'ın yazılarından dolayı açılan davaların görülmekte olduğunu, Anayasa'nın 132. maddesine göre, yargı organlarında görülen davaların yasama organlarında ele alınamayacağını" belirtti. O tarihte Komisyonun gündem sırasında döviz kaçakçılığı ile suçlanan 67 dosya vardı. Anayasa ve içtüzük hükümlerine aykırı biçimde 88 dosya varken türlü usul oyunları ile Çetin Altan görüşmesi öne alındı ve aceleyle karar bağlandı. Karar "[Meclis'te] Genel Kurul kabul ettiği takdirde Çetin Altan'ın Akşam Gazetesi'nde yayınlanan beş yazısından dolayı toplam 45 yıl hapis cezası ile mahkemeye sevki..." deniliyordu. Çetin Altan karar üzerine "yarın benim dokunulmazlığımı kaldıracaklar. Türk Parlamento tarihinde Meclise ilk defa girmiş sosyalist bir yazar için bu soy muamelelere uğramış olmak, Türk sosyalizminin şerefli sayfalarını teşkil edecektir" dedi. Karar ve devamındaki gelişmeler, demokratik kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Açıklamalar, toplantılar, mitingler yapıldı. Çetin Altan'ın, aydınlatıcı yazıları, konuşmaları ve keskin kalemiyle, 1960'larda sosyalist düşüncenin kitleselleşmesine çok önemli katkıları oldu. Döneminde sosyalist hareketin en önemli sözcülerindendi. Mecliste saldırıldı, dövüldü. Yazılarından dolayı hapis cezaları aldı. 22 Ekim 2015 tarihinde yaşama gözlerini yumduğunda Türkiye İşçi Partililer bir ilanla o dönemdeki Çetin Altan’a saygılarını sundular. [132] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/22 Türkiye İşçi Partisi 1. (6.) Büyük Kongre Kararlarından: "3/2A- Türkiye İşçi Partisi Birinci Büyük Kongresi Türkiye işçi sınıfının sendikal hareketini burjuvazinin belirlediği sınırlar içinde tutmaya çalışan sınıf uzlaşmacılığı anlayışını reddeder; bu anlayışı etkisizleştirmek ve giderek sendikal hareketten bütünüyle tasfiye etmek için mücadeleye devam edeceğini belirtir. 3/2B- Türkiye İşçi Partisi Birinci Büyük Kongresi, ilerici sendikal hareketi yörüngesinden saptırarak, onun burjuvazinin belli bir kesiminin yedeğine alınması sonucunu doğuracak her türlü akım ve görüşlerle ödünsüz olarak mücadele azmini teyid eder." Çark Başak Dergisi, Sayı 26-27, 16 Mart 1977.[133] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/23 Öğretmenler İşçi Sınıfıyla Omuz Omuza Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran'ın 24 Temmuz 1976 tarihinde düzenlenen TÖB-DER 3. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmadan: "Öğretmenler ve öğretim kurumları öğrencileri olan yeni kuşaklara gerçekleri, doğruları öğrettikçe, bu gerçek ve doğrulardan tedirgin olan çıkarcı egemen sınıfları, iktidarlarını, politikacılarını ve ideologlarını karşılarında bulacaklar, her türlü baskıya uğrayacaklardır. Nitekim öyle olmaktadır. Etkin Mücadele Örgütlü Mücadeledir Gerçekleri, doğruları öğretmek öğretmenlerin ve öğretim kurumlarının temel, kaçınılmaz görevidir. Öğretmenler görevi yerine getirmenin mücadelesini vermek durumundadırlar, yalnız kişiler olarak değil, örgütlü bir topluluk olarak. Etkin mücadele örgütlü mücadeledir. Bunu, öğretmen kitlesinin örgütü olan TÖB-DER verme durumundadır ve vermektedir. Başlıca mücadelelerinden biri, bilim, düşün, öğretim ve öğrenim özgürlüğünü savunma, bu özgürlüğünün gerçekleşmesini sağlama mücadelesidir. Az önce belirttik ki işçi sınıfının ideolojisi, nesnel gerçeklikten, bilimden kaynaklanmaktadır ve bilimsel doğruların çıkarlarına uygun düştüğü sınıf işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı sınıfsal konumu ve niteliği dolayısıyla bilim, düşün ve öğrenim özgürlüğünden yanadır. Demek ki, günlük yaşam mücadelesinden daha soyut olan bu alanda dahi demokratik kitle örgütü TÖB-DER'in mücadelesiyle işçi sınıfı hareketi ve mücadelesi aynı safta yer almaktadır. Bir mesleki kitle örgütü olarak, öğretmenlerin özlük işlerini takip etmek, uğranılan haksızlıkların düzeltilmesini sağlamaya çalışmak, ekonomik-sosyal hakların –bu sırada grevli ve toplu sözleşmeli sendikalaşma hakkının- elde edilmesi için uğraşmak, mücadele etmek de TÖB-DER'in başta gelen görevlerindendir. Ama bu uğraş ve mücadeleler de işçi sınıfının mücadelesiyle aynı çizgiye düşmektedir. Amaç, her iki kitlenin durumunu iyileştirmek, yaşam düzeyini yükseltebilmektir. Mücadelenin yönelttiği hedef de aynıdır: İktidar ve iktidarın sınıf dayanağı burjuvazi ve müttefikleri. Ve nihayet, temel demokratik özgürlükleri, fikir, vicdan, felsefi görüş, söz, yayın, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüklerini korumada, genişletmekte, emperyalist baskı ve sömürüye karşı tam bağımsızlığı savunmada işçi sınıfı ve demokratik kitle örgütleri hareketleri birleşirler. İşçi sınıfının, kafa emekçisi öğretmenlerin, memurların, teknik elemanların ve diğer emekçi kitlelerin demokratik özgürlüklerin genişleme ve gelişmesinden, tam bağımsızlığın gerçekleşmesinden kaybedecekleri hiç bir şey yoktur, kazanacakları çok şeyler vardır. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin bütünselliği içinde itici motor güç, öncü güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı kapitalist toplumun temel ilerici sınıfıdır. Kapitalizmin diğer temel sınıfı burjuvazi toplumsal gelişmenin geçmişinde sahip olduğu ilerici, öncü güç niteliğini artık yitirmiştir. Türkiye'de ara tabakalar denilen küçük burjuva aydın kesimi de öyle." Çark Başak Dergisi, Sayı 12, 1 Ağustos 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1543-1544.[134] |
TİP Tarihi'nde 26 Haziran 1968: '68 Olayları Üzerine Boran, Süleyman Demirel'e Yanıt Veriyor Behice Boran, 21 Haziran'da Meclis'te '68 Olayları üzerine TİP'in görüşünü açıkladı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel önceleri 'Dünyada yeni fikirler, yeni görüşler, üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken yeni olaylar beliriyor. ... Sorun birpolis sorunu değildir. Sorun bir toplum olayıdır, bir sosyal sorundur' açıklamaları yaptı. Ancak somut olarak tutum alma noktasında gençliğin talepleri ve protestosu yaygınlaşınca açıklamalarını unutarak gençliğin karşısında tutum aldı. Gençliği ve Türkiye İşçi Partisi'ni Meclis kürsüsünden suçladı. Demirel, 'faili ne arıyorsunuz, buradadır' diyerek TİP'i hedef gösterdi. Behice Boran 26 Haziran'da Demirel'e Meclis kürsüsünden yanıt verdi: "Sayın Başbakan [Süleyman Demirel] bu genel görüşme konusunda verilen önergenin gündeme alınıp alınmaması konusunda bu kürsüden konuşurken şöyle demişti: 'Sorun bir polis sorunu değildir. Sorun bir toplum olayıdır, bir sosyal sorundur.' Sayın Başbakanın bu sözlerine bakarak ümit etmiştik ki, olayları belki iktidara geldiklerinden beri ilk defa olarak, az çok sosyolojik bir açıdan, geniş açıdan ele alacak, bu olayların altında yatan temel sosyal nedenlere, koşullara inecek. Bunu ümit etmiştik veya daha doğrusu ümit etmek istemiştik. Gerçi kendisinin formasyonu, partisinin dayandığı egemen sınıflar, partisinin programı ve izlediği politika böyle bir ümide pek yer vermek olanağı bırakmıyordu ama yine de insanlar değişir, belki bazı sosyal gerçekleri kendileri görmeye başlamışlardır diye yine de ümit etmek istemiştik. Geçen gün o uzun konuşmalarına da dünyadaki olayları özetlemekle, gerçi birtakım gazete kupürlerine atıf yaparak çok yüzeyde bir tahlil olmakla beraber, bu şekilde başlayınca, eh ümidimiz biraz daha kuvvetlenir gibi olmuştu. Oysa sonunda Sayın Başbakan döndü dolaştı, yine her zamanki anlayışıyla bir suçlu, bir tahrikçi aramak sonucuna dayandı kaldı. Oysa, bir olay polis konusu değildir, toplum olayıdır, toplum sorunudur demek şu demektir: Yani o olayların altında yine birtakım objektif sosyal olaylar, koşullar, nedenler yatıyor demektir. Bunun başka anlamı yok. Yoksa bu kadar yaygın bir gençlik hareketini açıklamak için yine birkaç tahrikçi, suçlu aramak yoluna gidilecekse o zaman olaya bir toplum sorunu denilmez. Sosyolojinin en temel metodolojik kuralı sosyal olayların, olguların yine sosyal olgular ve olaylarla açıklanabileceğidir. Anlaşılıyor ki, Başbakan böyle 'sosyal sorun, toplum olayı, dünya yeni ufuklara gidiyor' filan gibi sözleri, bu sözlerin gerçek anlamını pek de fark etmeden, pek de anlamadan işte öyle belki de etkin, büyük laflar olsun diye söylemiştir. (AP sıralarında gürültüler) Hele, 'Faili ne arıyorsunuz buradadır' gibi bir cümle, böyle sorumsuz olarak bir partiyi bu kürsüden suçlamak girişimi bir Hükümet Başkanının sahip olması gereken ciddiyetle hiç de bağdaşmayacak bir açıklama ve davranıştır. Sonra bu suçlu ve tahrikçi arama çabası nereye dayandırılıyor? Başbakan bu kürsüden uzun uzun öğrenci derneklerinin yayınladıkları bildirilerden, pankartlarına yazdıkları beyanlardan sözler okudu ve arkasından da, bu aynı şeyleri biraz sonra Meclis tutanaklarından da okurum, dedi. Bu düşünceye göre aynı mantıkla şöyle diyebiliriz: Eğer biz bu kürsüden iki kere iki dört eder dersek, dışarıda birtakım dernekler, kişiler, çevreler de iki kere iki dört eder derse, o zaman arada mutlaka bir bağ vardır, bir taraf diğer tarafı tahrik etmiş demektir. Nasıl matematikte objektif gerçekler varsa, nasıl müspet ilimlerde kişilerin hükümleri dışında objektif gerçekler varsa, sosyal ilimlerde de, sosyal olaylar alanında da kişilerin ve örgütlerin verdikleri hükümler dışında objektif olaylar, bu olaylar arasında objektif zorunlu bağlantılar, bağlar vardır. Aklın yolu bir olduğuna göre elbette ki olaylara bilim açısından, mantık açısından bakmasını bilenler aynı sonuçlara, aynı hükümlere varacaklardır. Kaldı ki, suçlanmak istenen öğrenci istekleri nelerdir? Ne demiş öğrenciler? Eğitim sistemimiz halktan alınan vergilerle finanse edildiğine göre, masrafları karşılandığına göre halkın hizmetinde, halka dönük bir eğitim sistemi isteriz demiş... Kabahat mi etmişler? Sayın Başbakanın düşüncesine göre halkın vergileriyle harcamaları karşılanan eğitim sistemimiz, halka dönük, halkın hizmetinde olmamalı mıdır? Ne demiş öğrencilerimiz? Köylü çocuklarımıza, yoksul halkımızın çocuklarına da eğitim olanağı verilsin denmiş. Başbakan aksi düşüncede midir? Ne demiş öğrencilerimiz? İç ve dış sömürüye paydos demiş, emperyalizme karşı çıkmış. Bunun karşısında mıdır Sayın Başbakan? İç ve dış sömürü düzeni devam mı etsin, emperyalizmin baskısı, nüfuzu Türkiye üzerinde devam mı etsin, bağımsız bir Türkiye'yi istemesin mi gençliğimiz? Bunun mu karşısındadırlar? (AP sıralarından tepkiler...) ... Sayın Başbakan diyor ki, 'İşgal yasal mıdır?' Bir kere Anayasamızın 28. maddesi der ki, silahsız ve saldırısız olmak koşuluyla Türk vatandaşları toplanma ve yürüyüş yapma hakkına sahiptirler. Bir toplanma yaptığınız zaman mutlaka bir yeri işgal ediyorsunuzdur. Bir yürüyüş yaptığınız zaman mutlaka bir yeri işgal ediyorsunuzdur, meydanları işgal ediyorsunuzdur, sokakları işgal ediyorsunuzdur; toplanma sürdüğü sürece orada trafiği engellemiş, temizlik işleri bir takım kamu hizmetlerini engellemiş oluyorsunuz. Elbette ki, üniversitelerin işgali de bir toplanmadır ve geçici bazı isteklerin yerine getirilmesi için yapılmış bir toplanma olayıdır." Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 28, Sayfa 275-379. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1089-1094.[135] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/24 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran'ın 24 Temmuz 1976 tarihinde düzenlenen TÖB-DER 3. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmadan: Örgütsel Bağımsızlık ve Politik Tarafsızlık “Toplumsal konumlarındaki ve karşılaştıkları sorunlardaki benzerlikten, ortak noktalardan dolayı işçi sınıfı ile emekçi sınıf ve tabakaların örgütleriyle demokratik kitle örgütleri arasında kısaca belirttiğimiz mücadelede paralellik, birliktelik doğabilir. Ama bu yeterli değildir. Ekonomik ve politik iktidara sahip egemen sınıfların gücünü dengeleyebilmek, onun üstesinden gelebilmek için birlikteliğin daha bilinçli bir biçimde güç ve iş birliğine dönüştürülmesi gerekir. Gerek demokratik kitle örgütü içinde gerçek ve güçlü bir birlik, gerekse kitle örgütü hareketiyle işçi sınıfı hareketi arasındaki uyumluluk ve güç birliği, çeşitli görüşlerin, politik çizgilerin ortalaması alınarak sağlanamaz. Birbirleriyle asla biraraya gelemeyecek, uzlaşamıyacak görüşler, politik çizgiler de vardır. Herkesi ve tüm görüşleri, çizgileri birleştirmek, asgari müşterekler dahi bulabilmek mümkün değildir. Kitle örgütünün kitle örgütü olarak sorunlarına, uğraşlarına, mücadelesine en gerçekçi ve geçerli çözümleri öneren, ışık tutan, kılavuzluk eden politik çizgiyle, o çizgiyi oluşturup uygulayan politik örgütle uyumluluk içinde olunur. Bu benimseme, söz konusu politik örgütün kendisini bir üstünlük iddiasıyla dışardan dayatması, empoze etmesi sonucu değil, kitle içinde, tabanda inandırıcılık, güven, saygınlık ve etkinlik kazanmasıyla oluşur. Örgütsel bağımsızlık bu noktada kendini gösterir. Örgütsel bağımsızlık, örgütü hiç bir görüşün, hiç bir siyasal partinin kuyruğuna takmayacağım diye mevcut tüm görüşleri, tüm partileri reddetmek değildir. Kitle örgütünün kendi işleyiş kuralları ve disiplini içinde kendi organlarınca en doğru en gerçekçi ve geçerli gördüğü politik çizgiyi kendi iradesiyle benimsemesi ve bu çizgiyi yürüten siyasal partiyle uyumluk içine girmesi bir partinin “kuyruğuna takılma" değildir, örgütsel bağımsızlığın doğru biçimde işleyişidir. Örgütün “ülkemizin ve halkımızın sorunlarına karşı bağımsız" olmadığı kabul ediliyorsa, ülkenin ve halkın sorunlarına en doğru ve geçerli çözümleri öneren ve bunun mücadelesini veren politik harekete ve örgüte karşıt tavır alınamaz. Partilerüstü sendikacılık ne kadar fiilen mümkün değilse, partilerüstü kitle örgütçülüğü de değildir. Bununla beraber kitle örgütleri elbette iktidar olmayı hedefleyen siyasi partilerle aynı nitelikte örgütler değildir ve çalışma alanları farklıdır." Çark Başak Dergisi, Sayı 12, 1 Ağustos 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1544-1545.[136] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/25 Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu'nun, ilerici sendikal hareketin durumunu değerlendirerek DİSK'te yer alan gelişmelere ilişkin olarak 24 Mart 1979 tarihinde yayınladığı bildiriden: "...İlerici sendikal hareketin birliğini sağlamayı ve bunu korumayı devamlı gözeten ve buna dayanan bir politikanın ısrarlı, kararlı savunucusu olan Partimiz, DİSK'in 1971'den bu yana içine düşürüldüğü durumdan kurtarılması ve hareketin tekrar sınıf eksenine oturtulması için: 1. 1975'ten sonra politik görüşleri nedeniyle DİSK veya DİSK'e bağlı sendika üyeliğinden çıkarılanlar hakkındaki ihraç kararlarının – bu arada son ihraç kararlarının – ortadan kaldırılmasını, 2. DİSK'in ve bağlı sendikaların demokratik bir işleyişe kavuşturulmasını sağlayacak demokratik tek tip tüzüğün kabulünü DİSK üyeliğinin bağlayıcı koşulu haline getirilmesini, 3. Sınıf ve kitle sendikacılığı ilkelerine gerçekten bağlı, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin gereklerine uygun bir politikayı yürütebilecek bir yönetimin oluşturulmasını gerekli görmektedir. Türkiye İşçi Partisi, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini burjuvazinin çıkarlarıyla barıştırmayı öngören sınıf uzlaşmacılığına karşı etkin mücadeleyi bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürdürecektir..." Çark Başak Dergisi, Sayı 59, 1 Nisan 1979.[137] |
TİP Tarihi'nde 27 Haziran 1967: Tarık Ziya Ekinci, Meclis'te Kalkınma Planı Üzerine Görüşmede Doğu Kalkınması'nı Anlatıyor TİP Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, Meclis'te "İkinci 5 Yıllık Kalkınma Plânı (1968-1972)"nın Doğu Kalkınması bölümü üzerine bir dizi konuşma yaptı. İlki 27 Haziran 1967'dedir. Konuşmaları TİP Mecliste serisinden "Doğu Dramı" olarak yayımlandı. "...Doğuda yaşıyan vatandaşlarımızın etnik özelliklerini paravan yaparak ortaya atılan bu faşist fikirler aslında özel sektörcü sosyo-ekonomik düzenin dengesiz ve adaletsiz gelişme olanaklarını doğrulıyan ve Doğu bölgesinin geri kalmışlığını haklı göstermeye çalışan ideolojik akımlardır. Anayasamızın 54 ncü maddesi kan esasına dayanan millet anlayışını reddetmektedir. Yine Anayasamızın 12 nci maddesi 'Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefe, inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir' ilkesini getirmek suretiyle vatandaşlar arasında etnik özelliklerinden dolayı ayırım yapmayı kesinlikle yasaklamıştır. Anayasamızın 3 ncü maddesi de 'Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür' dediği halde Anayasamızın bu hükümlerini pervasızca çiğniyerek kan esasına dayanan bir millet kurma özlemi içinde olan bu sapık fikirlerin toplumumuzda müsamaha ile karşılanması tehlikeli bir gelişmenin işareti sayılmak gerekir. Doğunun geri kalmış bir bölge olduğunu ifade ederek Doğu kalkınması için hükümetleri göreve çağıran yurtsever aydınlarımız bölücülük yaptıkları gerekçesiyle Adalet Bakanının direktifiyle tutuklanırken millet bütünlüğünü bozan, kanunlarımızın suç saydığı bu ayırıcı fikirlerin sahipleri ise hiçbir takibata uğramamakta âdeta teşvik görmektedirler. Doğu'da yaşıyan çilekeş halkımızın içinde bulunduğu feci hayat şartlarını düzeltmek için ciddî bir çaba sarf edilmeden, en ağır hareketlere maruz kalmaları, kendi öz vatanından kovulmak ve toptan imha edilmek tehdidi ile karşı karşıya bırakılmaları, insanlık tarihinin kaydettiği en şen'i bir diskriminasyon politikasıdır. Hükümeti, Anayasaya karşı olan bu ayırıcı akımlar üzerinde dikkatle durmaya ve gerekli tedbirleri almaya davet etmeyi bir görev sayarız." Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt: 19, Sayfa 393-402. Doğu Dramı, Türkiye İşçi Partisi Mecliste 5, 1967. s. 26-27.[138] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/26 İşçileri Süründüren Sendikalar "Zonguldak'ta hakiki olarak işçiden yana bir sendika yoktur. Zonguldak Maden İşçileri Sendikası bu sene başında, 6-7 Şubat günlerinde, işçiler tarafından istenmeyen sendika olarak ilan edilmiştir. Son toplu sözleşmede elde edilen haklardan yararlanmak isteyen işçiler, bağlı oldukları diğer sendikadan istifa etmeye zorlanmaktadırlar. Zonguldak'ta gerek iki büyük sendika olsun, gerekse yerden mantar biter gibi çoğalıp duran ufak tefek sendikalar olsun bütün hepsi, işçinin bir oyuna düşürüldüğünü gösterir. Çünkü sendikanın bugünkü görevi işçileri bir çatı altında toplamaktır. İşçi, yüz yıl yaşasa patron olmaz. Bu hakikattir. İşçi, patron olmayacağına göre çalıştığı işte iyi yaşayabilmek için daha çok yövmiye almak ister. Ocak içinde kimsenin kendine küfretmemesini ister. Sendika da işçinin haklarını işverenden söke söke alır. İşçiyi ezdirmez. Ama sendika bir tane değilse; üstelik sendikalar hep işverenden yana ise, bu, işçilerin bölündüğünü, kuvvetlerinin işveren karşısında zayıfladığını gösterir. Zonguldak'ta bu gün işçiler, işveren tarafından ve kendilerinden kesilen aidatlarla yaşayan bir takım şiş göbekler tarafından bölünmüşlerdir. Maden işçileri mevcut sendikaların kendilerinden yana olmadığını, esasen işveren durumunda olan nezaretçiler ve başçavuşlar tarafından idare edildiğini biliyorlar. Gene biliyorlar ki, bu nezaretçi ve başçavuşlar, üst kademedeki işverene karşılık işçinin haklarını korkusuzca savunamıyorlar. Ve üst kademedeki işverene yaranmak için onların dümen suyundan gidiyorlar. Maden işçileri kendi sendikalarını kurup bu günkü sarı sendikaları yıkacaklardır. ... SÖMÜRÜCÜYE YUMRUK" Sömürücüye Yumruk Gazetesi, Sahibi TİP Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Zonguldak İl Başkanı Hüsamettin Güven, Sorumlu Müdür Ahmet Hamdi Dinler, Sayı 13, 26 Temmuz 1968. [139] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/27 Sendikal Hareket "Diyalog" ve Uzlaşmacılık "Sendikalar konuşacaklar, diyalog kuracaklardır. Burada soru, kiminle ve nasıl diyalogdur. Kiminle sorusunun yanıtı, yalın ve açıktır: herkesle. Evet, sendikalar herkesle, toplumun her kesimi ile, bireysel ve örgütsel düzeyde konuşmak durumunda ve görevindedirler. Hükümetlerle, işverenlerle, demokratik kitle örgütleriyle, meslek kuruluşlarıyla, kamuoyu ile, basınla 'diyalog' kurmak durumunda ve görevindedirler. İşlevleri bunu gerektirir. Önemli olan nasıl ve niçin 'diyalog'dur. Uzlaşmacılık ilintisi, yanıtlarda ve davranışlarda yatar. Bu yanıtlar ve davranışlar, ilerici sendikal hareket ile uzlaşmacılığı benimsemiş sendikal hareketi birbirinden ayırır. Hükümetler ve patronlar için diyalog; genellikle kendi istemlerini ortaya koymaktan ve bunun ötesinde bir şey olmayacağını belirterek, sendikalardan bunu kabul etmelerini istemek anlayış ve davranışından ibarettir. İşte buna yanaşmayanları 'diyalog'dan kaçan taraf olarak suçlama demagojisi yaparlar. Tekellerin siyasal iktidarında, bu yapıları daha da açık görülür ve pervasızlaşırlar. Ülkemizin bugünkü somutu da budur. İşte sınıf sendikaları bunları bilerek ve bilinçle bu çevrelerle 'diyalog' yaparlar. Sendikalar herşeyden önce istem kuruluşlarıdır. Gündelik işlerden, küçük ya da büyük kollektif sorunlara, toplumsal sorunlara değin her alanda istemde bulunurlar. İstemleri vardır. İstemde bulunurken önermek durumundadırlar. Önermeden istemde bulunmak, verilene, dikte ettirilene önceden evet demiş olmayı gerektirir. İstemi sadakaya dönüştürür. 'Diyalog'u eylem olmaktan çıkartıp 'rica'cılığa ulaştırır. Kendi gücüne güvenmeye değil, hükümet ve patronların el uzatmasını beklemeye götürür. Kısaca reformizmin batağına oturtur. Oysa 'öneri getiren güç' olma bilincindeki bir sendikal hareketin istemleri; onu uzlaşmacılığın rotasındaki bir diyalog anlayışının kıyısına bile yaklaştırmaz. ... Tüm bu belirtilmeye çalışılanlarla birlikte ve bütünsellik içinde sendikalar için 'diyalog'; istemlerini bildirdiği, çözüm önerilerini getirdiği, tartışmaktan korkmadığı, sermaye sınıfının her alandaki örgütlerinin yaptıklarını ve yapmak istediklerini sergilediği, kamuoyuna kendisini anlattığı, diğer emekçi örgütleriyle dayanışmasını sağladığı ve pekiştirdiği, ulusal çıkarların savunucusu olduğunun kitlelerce daha iyi kavrandığı, özgürlüklerin ve ekmeğin kararlı savaşımcısı olduğunu gösterdiği ve sağladığı alan ve işlem olacaktır." Özcan Kesgeç, TİP Merkez Yönetim Kurulu Üyesi; Gün Dergisi, Sayı 38, Nisan 1988.[140] |
TİP Tarihi'nde 29 Haziran 1965: Anayasa Mahkemesi, TİP'in 141-142. Maddeler Başvurusunu Reddetti Anayasa Mahkemesi, 1963-1973 esas numaralı davada 141/142. maddelerin Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verdi. (Karar No: 1965/40). Kararın gerekçesi Resmî Gazetede iki yıl sonra yayınlandı. Mahkemenin, TİP'in başvurusunu reddi üzerine Genel Başkan Mehmet Ali Aybar bir açıklama yaptı: "... Biz Anayasa Mahkemesi'nin kararına rağmen, bu faşist maddelerin demokratik Anayasamızla bağdaşmadığı hususundaki ilmî inancımızı muhafaza ediyoruz. ... Davanın reddedilmiş olmasından sosyal gelişmenin durdurulabileceği veya yavaşlatılabileceği anlamı çıkmaz. Herhalde bu sosyal gelişmeye karşı olan toprak ağaları, yabancıya aracılık eden sermaye çevreleri ve bunların sözcüleri, bu ret kararından yararlanabilecekleri ümidine kapılmadılar. Bu karardan politik bir istismar konusu çıkarmayı umanlar hüsrana uğrayacaklardır. ... Aslında bu karar hiçbir şeyi değiştirmiş değildir. Türkiye'miz tek partili rejimden biçimsel çok partili rejime ve bundan da demokratik sosyal anayasa rejimine, bu faşist maddelerin yürürlükte tutulmasına rağmen gelmiştir." (Sosyal Adalet Dergisi, Yıl 2, Sayı 16, Temmuz 1965, s. 17-18) AP grubunda bir konuşma yapan Süleyman Demirel "biz komünist düşmanıyız, komünizmle yılmadan mücadeleye kararlıyız. Türkiye'ye komünizm giremez, çünkü nüfusumuzun % 98'i müslümandır" dedi. Anayasa Mahkemesi'nin ret kararına rağmen gerekçesinde sosyalist yayınlar ve propaganda konusunda açık kapı bırakması faşist 141/142. maddeleri büyük ölçüde kadük duruma getirdi. Ancak 12 Mart 1971 Askeri Darbesi'nden sonra maddeler bütün şiddeti ile uygulanmaya devam edildi. [141] |
TİP Tarihi'nde 30 Haziran 1969: Behice Boran ve Bürokrasi Tartışmaları Behice Boran, Emek Gazetesi'nin 4, 5 ve 6'ncı sayılarında, ilkinin başlığı "Bürokrasi Üzerine Tartışmalar" olan bir dizi yazı yazdı. 30 Haziran 1969 tarihli 5'inci sayıda "Bürokratlar Bir Sınıf Mıdır?" yazısı çıktı. Boran, bu yazısında bürokrasinin toplumsal sınıflar karşısındaki konumunu değerlendirir. Bürokrasi konusunda üç ana yaklaşımın olduğunu belirten Boran, Milli Demokratik Devrimcilerin, Mehmet Ali Aybar'ın ve İdris Küçükömer'in görüşlerini de tartıştı. Tartışma daha sonra İdris Küçükömer ve Yalçın Küçük'ün Ant Dergisi'ndeki yazılarıyla devam etti. İdris Küçükömer, "Stratejik kördüğüm ve CHP", Ant Dergisi Sayı 134, 22 Temmuz 1969, s. 7. Aynı sayıda Yalçın Küçük'ün -söz konusu yazıya da dolaylı bir cevap olan- Küçükömer'in kitabı "Düzenin Yabancılaşması" için yazdığı- "Halklarla Bürokratların Savaşı" başlıklı yazısı ve Ant Dergisi'nin bir sonraki sayısında Küçükömer'in cevaba cevabı "Düzenin Yabancılaşması Üzerine" Ant Dergisi Sayı 135, 29 Temmuz 1969, s. 6-7 ve ikinci bölümü Ant Dergisi Sayı 136, 05 Ağustos 1969, s. 6-7'de yayımlandı. Sonraki aylarda tartışmanın dolaylı devamı yazılar devam etti. Ant Dergisi'nin 14 Ekim 1969 tarihli 146'ncı sayısında Sencer Divitçioğlu'nun "Yarınki Türk Sosyalizminin Potansiyeli" başlıklı yazısı ve Emek Gazetesi'nin 17 Kasım 1969 tarihli 15'inci sayısında Atillâ Sönmez'in bu yazıya yanıtı olan "Divitçioğlu ve Üst Yapı Tahlillerinin Sınırları" başlıklı yazısı ve nihayet bu son yazıya yanıt niteliğindeki Sencer Divitçioğlu'nun 2 Aralık 1969 tarihli Ant Dergisi'nin 153'üncü sayısında "Fetişizm, Sosyalizm ve Keçiler" başlıklı yazısı da yukarıdaki tartışmanın dolaylı bir devamı sayılabilirler. [142] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran: Bürokrasi Tartışmaları Bürokrasi Üzerine Tartışmalar/1 Behice Boran, 1969'da Emek Gazetesi'nin 4. sayısında “Bürokrasi Üzerine Tartışmalar" yazısında sosyalist harekette bürokrasi sorununa ilişkin görüşlerin belli başlı üç başlıkta toplanabileceğini yazar: [Birincisi:] “1. Birine göre sivil-asker yönetici grup tarihimizde ilerici bir rol oynamıştır, "geleneksel devrimciliği" vardır. Bunlara, yönetici grup dışı aydınlar ve gençlik de eklenince, bugün de devrimci hareketin yürütüm ve gerçekleştirilmesi bu tabakadan beklenebilir. Esas itibarıyla bu görüşü paylaşanlar arasında ikinci dereceden ayrılıklar vardır. Kimine göre, bu tabaka ve kesimler işçi emekçi ve "millî" burjuva sınıflarla güç birliği halinde anti-emperyalist mücadeleyi verip "gerçek demokratik Türkiye"yi gerçekleştirerek ve iktidarı alıp bir takım gerekli dönüşümleri yaparak Türkiye'yi sosyalizmi "eşiğine" kadar götürebilirler. Bu aşamadan sonradır ki "gerçek demokratik" Türkiye ortamında işçi sınıfının "gerçek partisi" gelişip sosyalist mücadeleyi yürütür. (Bu Mili Demokratik Devrimcilerin tezidir. Yalnız, bu yönetici-aydın tabaka sözü edilen güç birliğinde öncü müdür, yoksa öncülük aslında "işçi sınıfının dolaylı temsilcileri"nden olup hareket, öncülük sorunu üzerinde açıkça durulmaksızın bir koalisyon halinde mi yürütülür, pek belli değildir. Yazılarda ve beyanlarda bu nokta bulanık kalmakta, zikzaklar, çelişki ve tutarsızlıklar görülmektedir.) Devrimciliği ve sosyalizme gidişi bu tabakada bekliyenler arasında diğer bazılarına göre ise, esas yönetici grubun kendisi, özellikle asker kesimi önemlidir. Ve yalnız sosyalizme giden yolu almak, ilk aşamayı başarmakla kalmaz, sosyalizmi de gerçekleştirebilir. (Yön dergisinde bu eğilim görülmüştür ve Doğan Avcıoğlu'nun Türkiye'nin Düzeni, Dün Bugün adlı kitabı da aynı doğrultudadır. Benzeri görüşleri benimsiyen daha başkaları da vardır.)" Emek Gazetesi, Sayı 4, 16 Haziran 1969. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 724-730.[143] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran: Bürokrasi Tartışmaları/2 Bürokrasi Üzerine Tartışmalar/2 Behice Boran, 1969'da Emek Gazetesi'nin 4. sayısında “Bürokrasi Üzerine Tartışmalar" yazısında sosyalist harekette bürokrasi sorununa ilişkin görüşlerin belli başlı üç başlıkta toplanabileceğini yazar: [İkincisi:] “2. İkinci görüşe göre ise, Türkiye'de "bürokratlar" veya devleti yönetici grup, bir sosyal "sınıf" niteliği gösterir. Bir yanda Osmanlı imparatorluğu düzeninde yetkilerini padişahtan alan yönetici-asker grup olarak artık ürüne sahip çıkmış, Meşrutiyet döneminin İttihat ve Terakki iktidarında ve Cumhuriyet döneminin Halk Partisi iktidarında da devlet otoritesi ve ekonominin devlet kesimi yoluyla çalışma şartlarını düzenlemiş, gelir bölüşümünü kendi çıkarına ayarlamış, hatta tekelinde tutmuştur. Yani, hukuken üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmasa dahi, üretim sürecinde aldığı kontrol ve düzenleme rolü ile fiilen üretim araçlarının mülkiyetine sahip gibi bir durumda olmuştur. Bunun için de bir "sınıf" niteliği kazanmıştır, öte yandan da, gerek Osmanlı İmparatorluğunun despot yönetim geleneğinin sürdürülmesi sonucu, gerekse "sınıf" niteliğindeki bu imtiyazlı durumu sonucu, bu bürokrat "sınıf" demokratik yönetime hiç bir zaman gerçekten yanaşmamış (meşrutiyet, cumhuriyet, halkçılık, anayasa düzeni iddialarına ve yüzeysel girişimlerine rağmen), daima halkı horlamış, tepeden inmeci, ceberut bir yönetimi sürdürmüştür. Bürokrat "sınıf"ın, veya yönetici sivil-asker grubun, bu niteliği hiç değişmemiştir. Ayrıca bu "sınıf" veya grup 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunu Avrupa kapitalizmine açmış, yerli üretim güçlerinin gelişmemesine, hatta yıkımına sebep olmuş, 1945'ten sonra Amerika ve ardından Avrupa sermayesini, nüfuzunu, askerî gücünü ülkeye sokmuştur. Bu ikinci görüşün belli başlı savunucuları Mehmet Ali Aybar (Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm, Seçmeler 1945-1967, Gerçek Yayınevi, Şubat 1968, İstanbul) ve son kitabı ve makaleleriyle İdris Küçükömer'dir (Düzenin Yabancılaşması, Batılaşma, Ant Yayınları, Nisan 1969, İstanbul ve Ant dergisinin çeşitli sayılarındaki makaleleri). İkisinin görüşleri arasında, özellikle bugün için çıkardıkları sonuçlar itibarıyla, önemli farklar vardır. Ama temel görüşte, bürokratların veya yönetici grubun devrimci, ilerici, anti-emperyalist olmadığı görüşünde birleşmektedirler. Küçükömer yönetici sivil-asker grubu bir "sınıf" olarak nitelememektedir, ama artık ürüne sahip çıktığını, yabancı-yerli sermaye ile işbirliği ederek maddî çıkar sağladığını belirtmek suretiyle Aybar'ın bu tabakanın bir "sınıf" olduğu iddiasını dayandırdığı gerekçelere katılmaktadır. Ayrıca Küçükömer yönetici grubun bugün üretim araçları mülkiyetine sahip çıkmaya, özellikle asker kesiminin Ordu Yardımlaşma Kurumu yoluyla "kapitalist sınıf içine dönüştürülmiye itelendiğine" işaret etmektedir. Bununla beraber Küçükömer, sivil-asker yönetici grubu açıkça toprak ağaları ve komprador burjuvazi ile aynı safta yer almış görmekte, bu grup için çeşitli davranış almaşıkları (alternatifleri) veya tercihleri bulunduğunu belirtmekte ve belirttiği beş davranış tercihinden beşincisini benimsemeye bürokratları davet etmektedir. Mümkün gördüğü beşinci davranış şeklini şöyle açıklamaktadır: "Kendisini, emekçi halk yığınları ile özdeş görmiye ya da onların yandaşı olmıya başlıyan bürokrat, artık yukarıda belirtilmiş anlamda bir kimse (yani artık ürüne sahip çıkan, halka karşıt duruma düşen kimse) olmaktan çıkar. Eğer bu almaşık gerçekleşirse tarihî Osmanlı ve Cumhuriyet bürokratının (sivil olsun, subay olsun) niteliğini değiştirmiş olmasıyla karşılaşmış olacağız" (M. A. Aybar, age). Kitabının sonuç bölümünde de yaptığı "analizin uyarıcı niteliğinin açık" olduğunu belirtiyor ve kimlerin uyarılabileceği sorusuna da "Önce (sivil, subay) bürokratlar, sonra islamcı-doğucu ve gavura karşı olabilirliği açık halk yığınları" cevabını veriyor (M. A. Aybar, age). Aybar ise bürokratları, tümünde, toprak ağaları ve komprador burjuvazi ile aynı safta görüyor ve Türkiye'nin temel çelişkisinin bürokrat-ağa-komprador üçlüsü ile emekçi sınıflar arasında olduğunu iddia ediyor. Bürokrat veya yönetici sivil-asker grubun niteliklerinin yukarıda özetlediğimiz şekilde olduğu kabul edilince ve bu grup bir "sınıf" olarak ağa ve burjuva sınıflarıyla aynı safta görülüp işçi-emekçi sınıfların karşısına alınınca bundan çıkan sonuç, bu "sınıf" veya grubun hiç bir zaman hiç bir ölçüde demokrasiden ve halktan yana olmadığı ve olamıyacağıdır, hele sosyalizmden yana asla. Bu nedenlerle de, bu bürokrat "sınıf" tekrar iktidarı ele geçirse aynı tepeden inmeci, ceberrut halka karşıt tutumunu ve politikasını sürdürür; emekçi halk bakımından en tehlikeli sınıftır. Aybar'ın görüşü bu sonuçlara kadar varıyor. Emek Gazetesi, Sayı 4, 16 Haziran 1969. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 724-730.[144] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran: Bürokrasi Tartışmaları/3 Bürokrasi Üzerine Tartışmalar/3 Behice Boran, 1969'da Emek Gazetesi'nin 4. sayısında “Bürokrasi Üzerine Tartışmalar" yazısında sosyalist harekette bürokrasi sorununa ilişkin görüşlerin belli başlı üç başlıkta toplanabileceğini yazar: [Üçüncüsü:] 3. Üçüncü görüş olarak ileri süreceğimiz (daha önce de defalarla ileri sürmüştük ya) bizim düşüncemize göre ise yukardaki her iki görüş de yanlıştır ve bu görüşlerden birine veya ötekine göre yürütülecek bir anti-emperyalist "devrimci" hareket, veya sosyalist hareket, açmazlara düşer, başarılı olamaz. Ya sivil-asker aydın tabakayı devrimci gücün öncüsü, temel gücü saymak, veya, onu ağa ve komprador burjuvazi ile aynı safa koyup karşımıza almak gibi kesin iki ayrı şık ve mutlaka bunlardan birini tercih etmek gibi bir durum, bir zorunluk yoktur. Her iki görüş te bazı metodolojik ve tarihsel yanlışları kapsamaktadır. Her iki görüşte de bir gerçek payı vardır (bu önemli konuda fikirlerin bu karışmasının bir nedeni de budur), ama her biri çelişik gerçeğin sadece bir yanını ele almakta, veya bir yanına çok daha fazla ağırlık vermekte, ve bu tek yanlılığı sonuna kadar götürecek yanlış sonuçlara varmaktadır. Böylece, gerçek payı, gerçekliğini ve geçerliliğini kaybetmektedir. Oysa, hep bilindiği gibi, diyalektiğin temel kanunlarından biri her şeyin çelişkiler içinde olduğudur. Ama bu bilindiği, sözle böyle olduğu tekrarlandığı halde, somut olayların, gelişmelerin tahlilinde çoğu kez gözden kaçırılmaktadır. Sivil-asker aydın tabaka ise, ister bürokrasiye dahil kesimiyle olsun, ister bunun dışındaki "serbest" kesimiyle olsun, toplum katları arasında tümünde çelişik ve tutarsız bir tabaka olmakla belirlenir. Buna karşı, "bizim bürokratlar Batıda'kilerle kıyaslanamaz, bizim tarihimizden gelen özellikleri vardır" sözü bir cevap değildir. Elbette bize özgü tarihsel özellikleri, farkları vardır (hiç bir ülkede hiç bir durum tıpa tıp aynı olmaz zaten), ama bu, temelde bazı ortak niteliklerin olmaması anlamına gelmez. Sözü edilen tabakanın çelişik, tutarsız durumu bu temel nitelikler arasındadır ve bizim bürokrasinin, özellikle 1950'den bu yana, hele 1960'tan bu yana çelişik ve tutarsız durumu iyice meydana çıkmıştır. (Aybar'ın, bizim tarihimizin bir özelliği olarak bu tabakanın bir "sınıf" teşkil ettiği iddiasını daha sonra inceleyeceğiz.) İkinci metodolojik ve tarihsel yanlış, her şey yavaş veya hızlı değişme halinde olduğu gibi, bu tabakanın da sosyal değişme süreci dışında kalmadığı, Osmanlı İmparatorluğu düzeninden bu yana değişmiş ve halen değişmekte olduğu olgusunun gözden kaçırılmasıdır. Ve buna bağlı olarak. "ilerici", "devrimci" sıfatlarının içleminîn (tazammununun) belli bir toplum söz konusu olunca, zamanla değişebildiği ve Türkiye'de değiştiğidir. Emek Gazetesi, Sayı 4, 16 Haziran 1969. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 724-730.[145] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran: Bürokrasi Tartışmaları/4 Bürokratlar Bir Sınıf mıdır? "Yazımızın konusu olan yönetici grup açısından çıkan sonuç şudur: Yönetici grup sırf artık üründen veya artık değerden pay alıyor diye bir egemen sınıf niteliğindedir denemez. Aldığı payın miktarına ve bu payın, toplumsal gelirin bütününün çeşitli çalışanlar grupları arasındaki bölüşümü açısından yaptığı toplumsal hizmetle orantılı sayılıp sayılamıyacağına, ve, gelir bölüşümünü ve bu bölüşümün de kendi payını kendi çıkarına kendisi tayin etme durumunda olup olmadığına bakmak gerekir. ... Osmanlı İmparatorluğu düzeninde ise yönetici grup bir sınıftı ve kendi çıkarlarına ve kendi hiyerarşisi içinde en üst makam olan padişaha hizmetten başka bir şey yapmıyor, kendi dışındaki egemen sınıflara hizmet etme durumunda bulunmuyordu. ... İttihat ve Terakki döneminde, hele CHP'nin devletçi politikasında bu bürokrasinin üst kademeleri bir ölçüde üretim ilişkilerini kontrol etmiş ve düzenlemiş, politik-idarî yetkilerini kişisel zenginleşme için kullanmış, gelir dağılımında kendine büyük pay ayırmış, kısacası, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmanın sağladığı bir takım yetkilere ve avantajlara sahip olmuştur, ama yine de tam bir sınıf olmamıştır. Çünkü artık toplumda büyük toprak sahipleri sınıfı, ticaret ve daha geriden sanayi sermayesi sınıfları belirmiştir. Osmanlı İmparatorluğuna özgü üretim ilişkileri düzeni ortadan kalkmış, kapitalist üretim ilişkileri hâkim üretim ilişkisi haline gelmiştir. CHP'nin tek parti döneminde dahi, iktisadî devletçilik politikasının en güçlü biçimde uygulandığı 1930'larda dahi, her şeyin üst kademe yöneticilerin iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlı göründüğü zamanlarda dahi, bürokrasi bilinçli bir şekilde toprak mülkiyeti sınıfını, ticaret ve sanayi burjuvazisi sınıfını koruyan, güçlendiren bir politika izlemiştir. ... 1950'den bu yana bürokrasi politik gücünü ve ekonomik avantajlarını daha da yitirmiştir. Hele bugün AP iktidarı, bürokrasiyi tamamiyle kendi kontrolünde, dolayısıyla, dayandığı büyük toprak mülkiyeti ve komprador burjuva sınıfları kontrolünde “emir kulu" düzeyine indirmek çabasındadır. Üst kademe bürokratlar dahi değil millî ekonominin tümünü, devlet işletmeleri sektörünü bile kontrol edememektedir. “Devletin yüksek menfaatleri" adına direnen genel müdür, uzman ve benzeri yüksek kademe memurların görevlerinden uzaklaştırılmaları veya istifa durumunda bırakılmaları bunun bir belirtisidir. ... Bu nedenlerle, 1) bürokratların bugünkü durumu, ne Osmanlı İmparatorluğundaki duruma, ne de İttihat ve Terakki ve CHP iktidarları dönemindeki duruma atıfla tesbit edilip nitelendirilemez. Elbette geçmişten gelen etkilerin kalıntıları vardır, ama o zamanlardan bu yana köprülerin altından da çok su akmıştır, hele 1950'den bu yana. 2) Bugün bürokratlar grubu bir sınıf değil bir tabakadır. Tümünde çelişkili bir durumdadır, ayrıca içten kesimlere ayrılmıştır. Bu itibarla bürokratları, toprak ağaları ve burjuvalarla aynı safa koyup öbür ikisi gibi bürokratları da bir sınıf sayıp temel çelişkinin bu üçlü ile emekçi sınıflar arasında olduğunu söylemek gerçek duruma aykırıdır, bunun için de yanlıştır." Emek Gazetesi, Sayı 5, 30 Haziran 1969. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 731-735.[146] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran: Bürokrasi Tartışmaları/5 Bürokratların Çelişmeli Durumu “Bürokrat ve bürokrasi kelimelerinin anlamının tam açıklığa kavuşabilmesi için "bürokrat burjuvazi" deyimi üzerinde de kısaca durmayı yararlı görüyoruz. ... "Bürokratik burjuvazi" ve "bürokratik sermaye" deyimleri komünist ihtilâlinden önceki Çin toplumunun sınıf yapısının tahlilinde kullanılmıştır. Mao-Çe-Tung'un yazdığına göre," (Ecrits Ohoisis, vol. III, Maspero, Paris, 1967, s. 27-28) Çan-Kay-Şek ailesi diğer üç büyük aile ile birlikte ellerinde muazzam sermaye toplamışlardı (10 ila 20 milyar dolar tutarında). Bu "tekelci sermaye" idi ve "bütün memleket ekonomisinin can damarlarını tekellerinde tutuyorlardı." Üstelik, "Bu tekelci sermaye, devlet kudretiyle birleşerek, tekelci devlet kapitalizmine dönüşmüştü." Yine Mao'ya göre "Bu sermayeye Çin'de genellikle bürokratik sermaye denir. Bürokratik burjuvazi adı altında bilinen bu sınıf Çin'in büyük burjuvazisidir." Görülüyor ki, bürokratik burjuvazinin sınıf oluşu bürokrat oluşundan değil, tekelci sermayeye sahip oluşundan geliyor ve "bürokratik" sıfatının kullanılışı, bu sınıfın devlet ile sıkı bağlantı kurup kendi çıkarları için kullanmasındandır. ... Bu tabakanın çelişkili durumu esas şu noktada toplanmaktadır: Devletin memuru, hizmetlisi, subayı oldukları ölçüde (devlette politik iktidarı seçimler yoluyla egemen sınıflar partisi elinde tuttuğundan) iktidarın bu sınıflar yararına, ezilen, sömürülen sınıflar zararına yürüttüğü, bugünkü bozuk düzeni ayakta tutmak politikasına ister istemez hizmet etmek durumundadırlar; en küçük, en imtiyazsız memur ve hizmetli dahi egemen sınıflar iktidarının uygulayıcı aygıtının bir ucudur, öte yandan, yukarıda sıraladığımız nedenlerle egemen sınıfların iktidarına karşı çıktığı, devlet aygıtına yeniden hâkim olmak için mücadele ettiği ölçüde de egemen sınıflarla çelişki halindedir. İkincisi, devlet aygıtını yürüten az çok özerk bir tabaka olarak farklılaştığı için kendine özgü, ikinci dereceden bazı sosyal değerler de oluşturmuştur. "Devletin yüksek menfaatini korumak", "devlet haysiyeti", "millî şeref ve vekâr" sivil-asker tabakanın değerleri arasındadır (Amerikan üslerine, ikili anlaşmalara, Nato'ya, Amerikan uzmanlarına, "nüfuz ticaretine", görevi kötüye kullanma, rüşvet, iltimas, adam kayırma v.b. hallere rağmen). M. Soysal'ın belirttiği gibi (Mümtaz Soysal, TÜM Dergisi, Sayı 2, 3 ve 4, 18 Aralık 1968, 25 Aralık 1968 ve 1 Ocak 1969), bugünkü kapkaç düzeninin ve politikacılarının ülke kaynaklarını hesapsızca har vurup harman savurmasına, yabancı ve yerli çıkarcılara peşkeş çekmesine, millî bağımsızlık ve şerefle hiç bir ölçüde bağdaştırılamıyacak bir politika izlemesine, bütün yozlaştırılma çabalarına rağmen bir noktada karşı çıkmaktadır bu tabaka. Öte yandan, büyük merkezlerdeki küçük bir üst kesim istisna edilirse, bürokrat tabakanın ve subay kesimin büyük kitlesi hakları verilmiyen, gelişmiş toplumlardaki benzerleriyle kıyaslanmıya imkân vermiyecek kadar düşük bir yaşama seviyesinde, düpe düz geçim sıkıntısında bırakılan hoşnutsuz bir kitledir. Ve yalnız küçük memurlar değil. Büyük merkezler dışında hâkimi, savcısı, nüfus müdürü, posta müdürü, ordu komutanı hep hayatından şikâyetçidir, haklı olarak. "Burada hayat yok" en çok işitilen şikâyettir taşradaki memurlar arasında. Ülke kalkınmamış olduğu için, belli bir seviyede eğitim görmüş insanların uygar ihtiyaçlarını karşılıyacak şartlar yoktur, Anadolu şehir ve kasabalarında kalabalık küçük memur kitlesinin durumu ise emekçi kitlelerinkine yakındır, şiddetli geçim sıkıntısı içindedirler. Bir de memur olmanın gerektirdiği giyim kuşam, bir ev düzeni tutturmak zorunluğunu da duyduklarından geçim sıkıntıları daha da şiddetlenmektedir. Bu itibarla da durumları çelişkilidir. Hem, yukarıda belirttiğimiz üzere, bugünkü düzeni ayakta tutan politikanın, uygulamaların yürütücüleri durumundadırlar, hem de bu düzenin baskısı altında ezilmiş, kalkınmış bir ülkede tabii hakları olacak nimetlerden yoksun bırakılmış, bu düzen tarafından geçim sıkıntısına düşürülmüş durumdadırlar. Son olarak, önemli bir çelişki daha var. Bürokrat sınıf, iktidar politikasının ve bozuk düzeni ayakta tutan kanunların ve hükümet tasarruflarının uygulayıcısı olduğu ölçüde egemen sınıfların sömürdüğü sınıflar üzerinde baskı aracıdır ve işçi-emekçi sınıflara karşıttır, amma aynı egemen sınıflara kendi tabaka çıkarları ve değerleri bakımından, ve devlet aygıtına hâkim olmak, egemen sınıfların üstesinden gelmek için mücadele verdiği ölçüde de, aynı egemen sınıflara karşı ekonomik çıkar ve politik iktidar mücadelesi veren işçi-emekçi sınıflarla benzer paraleldedir. Ayrıca bürokrat tabakanın, Osmanlı devlet geleneğinden sürüp gelen, tepeden inmeci, halkı hor gören, şekilperest, işleri kırtasiyeciliğe boğan davranış alışkanlıkları vardır. Halktan yana olanları bile çoklukla halkı, iyi niyetle ve onun yararına olarak, ama sert bir disiplinle yukarıdan yönetilecek cahil ve aciz bir kitle gibi görür. Bürokrat-halk çelişkisinin bir üçüncü yanı da şudur: Anadolu'nun küçük şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde halk kendisine yukarıdan bakan, resmî dairelere işi düştüğü zaman kendisini adam yerine koymıyan, bugün git yarın gel, işleri savsaklıyan bürokratları aynı zamanda iktisadi refah bakımından da çok üstün görür. Bir kez, günün belli saatlerinde, yazın kızgın güneşten, kışın soğuk ve yağmurdan korunmuş kapalı odalarda masa başında emir verip yazı yazmayı gerçek bir çalışma, emek harcama saymaz, çünkü kendisinin çalışma saatleri belirsizdir ve tarlada, ya da dükkân veya atölyede tezgâh başında çalışma şartları çok ağırdır. "Ay otuz tıkır tıkır maaşını alır" olmak da büyük bir imtiyazdır; köylü kentli emekçi halkın çoğunluğunun böyle bir garantisi yoktur; beş altı yüz lira, hele binler hanesinde bir gelir onun gözünde büyüktür. Asıl egemen sınıfların yüz binlik, milyonluk kazançları ve uzak merkezlerdeki lüks yaşantısı halkın bilgisinin ve tecrübesinin dışındadır. "Gâvurluk" saydığı yaşantı biçimlerini de bürokratlarda görür, egemen sınıfların israfla, zevkü-safalı yaşantısından habersizdir. "Milyon"un büyüklüğünü kavrıyamaz, ama bir kaç yüzü ve bini kavrar. Bunun için halkoyu maaşlara zam ve memurlara tanınan imtiyazlar konusunda çok hassastır ve bunlara kızar. Objektif durum böyle çelişkili olunca, izlenecek sosyalist politika ve taktik de tek yanlı ve yalın kat değil, çok yanlı olacaktır." Emek Gazetesi, Sayı 6, 14 Temmuz 1969. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 736-740.[147] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/28 Sendika İçi Demokrasi Uygulanmıyor DİSK'e bağlı Türkiye Maden-İş Sendikasının 22. Merkez Genel Kurulunda, Selim Mahmutoğlu'nun 7 Eylül 1977 tarihinde yaptığı konuşmadan: "Merkez Genel Kurulları, genel adıyla kongreler, Anatüzükte veya yasada belirtilen sürelerde yalnız yönetim ve yürütme organlarını seçmek için toplanmazlar. İki Merkez Genel Kurulu arasındaki çalışmalar esas alınarak, ileriye dönük çalışmaların perspektiflerini çizmek de, Merkez Genel Kurullarının görevleri arasındadır. İleriye dönük kararların alınabilmesi, mevcut durumun bilinmesine, bir evvelki kongreden bugüne dek yapılan çalışmaların, başarıların, başarısızlıkların doğru olarak bilinmesine bağlıdır. Merkez Genel Kurullarının KATKI işlevini görmesi ancak bu şartlarda mümkün olur. ... Siyasette taraf tutacağız ama sol, sosyalizan unsurlara karşı değil, gerici burjuva ideolojisi ve siyasetine karşı. ... Yeri gelmişken belirteyim, yıllardır bu sendikanın değişik bölge ve kademelerinde örgütçü olarak görev yaptım, başarılarım, başarısızlığım elbette tartışılır, ancak rapordaki örgütlenme politikasının yazılı olduğu biçimde hayata geçirilmesi mümkün olmayıp kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur. Örgütlenme, yayılma, gelişme, nicel olarak büyüme demektir. Ve çok önemli iki şartın yerine getirilmesine bağlıdır. Birincisi; genel olarak ülkedeki ekonomik ve politik durum ile özel olarak örgütlenmenin hedef alındığı bölgedeki durumun, örgütlenmeye elverişli olması. Burada hemen şunu da belirteyim, örgütlenmeye elverişli ortamların yaratılması da sendikaların görevleri arasındadır. İkincisi ve en önemlisi ise sendika içi organların iyi ve uyumlu bir bicimde çalışması, kan dolaşımının sağlanmasıdır. Bu ise, kesin olarak sendika içi demokrasinin uygulanmasına bağlıdır. Örgütümüzde son iki yıldır sendika içi demokrasinin uygulanmamasından dolayıdır ki, önce duraklama, sonra da gerileme başgöstermiştir. Bu duraklama ve gerilemede ülkenin ekonomik ve politik durumunun, örgütümüzün tekelci sermayenin saldırılarının her zamankinden daha çok hedefi olması da elbette etkendir. Ancak bunların da göğüslenebilmesi sendika içi demokrasinin uygulanmasına bağlıdır. ... [S]eçimle göreve getirilmiş olmama rağmen, Bölge Temsilciliğimin kaldırılmasını ve en son olarak bu kongreden 5 gün önce iş akdimin fesh edilmesini Genel Yönetim Kurulundan sormayacağım... Bölge Temsilciliğimin kaldırılması, iş akdimin fesh edilmesi bir yanlış sendikal anlayışın birçok olumsuz sonuçlarından sadece bir tanesidir. ... Sonuç olarak; uzun yılların mücadelesinden sonra işkolumuzda tek sendika, tek demokratik örgüt olma hakkını kazandık. Ve bunu dosta düşmana kabul ettirdik. Son iki yıllık uygulama ile tartışılmayan konuyu tekrar tartışma ortamına soktuk. Ve tartışmalar örgütümüzün lehine değil aleyhine gelişmektedir. Geç kalınmış değil. Bu Genel Kurul bu konuyu çözecek güçte. Unutmayalım ki, üyelerimizi anti-faşist, anti-emperyalist mücadeleye sokmak için, salt en iyi ekonomik hakları sağlamak kâfi değildir. Bir şartı da demokrat olmaktır." Selim Mahmutoğlu, Yürüyüş Dergisi, Sayı 127, 13 Eylül 1977,[148] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/29 Memurlar, Teknik Elemanlar ve Öğretmenler Grevli, Toplu Sözleşmeli Sendika Hakkını Almaya Kararlıdır 5 Haziran 1977 Genel Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi Ankara milletvekili adayı Tüm-Der Genel Başkanı Erhan Tezgör'ün konuşmasından: "İşçiler, Köylüler, Öğretmenler, Teknik Eleman ve Memurlar, İlerici Gençler, Türkiye İşçi Partisi, işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisidir. İşçi sınıfımızın en fedakâr, en cesur ve en bilinçli evlatları, kendi öz partisi, Türkiye İşçi Partisi saflarında yer alarak, tek kurtuluş olan sosyalizmi gerçekleştirme mücadelesi vermektedir. Bu mücadelede işçi sınıfımız yalnız değildir. Yoksul köylüler, küçük esnaf ve zanaatkarlar, öğretmenler, teknik elemanlar ve memurlar, sosyalizm mücadelesinde, işçi sınıfının yanıbaşında yerlerini hızla almaktadır. Çünkü, sosyalizm yalnız işçi sınıfının değil, onun müttefiki durumunda bulunan tüm emekçi sınıf ve tabakaların kurtuluşu demektir. Yüzbinlerce memur, Vehbi Koç'larla, Sabancı'larla, tüm olarak sermaye sınıfıyla çelişkilerinin artık farkındadır. Çok üst düzeyde bir avuç yönetici durumundaki bürokratın önemli bir kısmı ise bu parababaları ile içli dışlı durumdadır... Günümüzde, memurlar, öğretmen ve teknik elemanlar da emperyalizme bağımlı büyük sermaye sınıfının yoğun sömürüsü altında bulunuyor. Sosyal Sigortalar Kurumuna işçilerden, Emekli Sandığına memurlardan, Bağ-Kur'a küçük esnaf ve zanaatkardan kesilen milyonlarca lira sermaye sınıfına dolaylı yollardan kredi olarak aktarılıyor... Kâr, daha çok kâr, kapitalizmin değişmez kuralıdır. Bu mantıkla hareket eden büyük burjuvazi, emperyalizmle ortak sömürüsüne yeni bir kaynak daha buldu. Bu yeni kaynak, memurlardan her ay yardımlaşma kurumu, MEYAK'a kesilen milyarlarca liradır. Merkez Bankasında birikmesi gereken bu kesintilerden geriye, yalnız faizleri kalmıştır... Para babalarının kâra doymaz gözü, şimdi, İşçi Yardımlaşma Kurumu (İYAK) kanalıyla işçilerin ücretlerinden kesilecek milyarlardadır. İYAK yasa tasarısı Meclis gündeminde sıra bekliyor... İYAK ve MEYAK'ın tek kuruluş amacı vardır. O da, kanun zoruyla sermaye sınıfına, işçinin, memurun sırtından kredi aktarmaktır... 1970'ten sonra emekli olanlara daha çok emekli maaşı bağlanırken, 1970 öncesi emeklilere, aynı haklar verilmiyor. Getirilen yan ödemeler sistemiyle memurlar arasında uçurumlar yaratılıyor. Gelmiş geçmiş bütün burjuva iktidarlarının, tüm burjuva partilerinin amacı, emekçiler arasında farklılıklar yaratıp onları birbirine düşürmek ve böylece sömürü düzenlerinin pisliklerini, örtbas etmektir. Vergi yükünün tüm ağırlığı işçilerin, memurların omuzlarındadır. Parababaları vergilerini bir yıl gecikmeyle, özel arabasının benzinini, lüks otellerde eşe dosta verdiği ziyafetleri de masraf gösterip, vergi kaçırarak öderken; biz işçiler ve emekçilerin vergileri, her ay, kaynaktan peşin olarak kesilmektedir. ...Emperyalist-Kapitalist sistemin, memurlar üzerinde de kurduğu sömürü ağından kurtulabilmek, işçinin, emekçinin memuru olabilmek için örgütlü mücadelenin şart olduğunu artık memurlar anlamıştır. Bu bilinçle yola çıkan öğretmenler, teknik elemanlar, sağlık personeli ve memurlar, ülkenin genelinde verilen bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi için kendi ekonomik-demokratik talepleri için hızla örgütlenmektedirler. Toplumun bu kesimlerinin gündeminde grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak alma mücadelesi yer alıyor. İşçi sınıfının kanı, canı pahasına söke söke kazandığı grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı, bu hakkı 12 Mart döneminde kıskançlıkla koruma mücadelesi, memurlara, teknik elemanlara ve öğretmenlere örnek oldu. Bu kesimler, hak verilmez alınır ilkesinden hareketle, mutlaka grevli sendika hakkı almaya kararlıdır... Türkiye İşçi Partisi, Devlet Personel Yasasının 4. Maddesinde değişiklik yapılarak, devletin yönetim ve denetim işlerini görenler dışında kalanların, devlet memuru tanımı ve kapsamından çıkarılması ve bugünkü işçi-memur ayrımına son verilerek, memurların işçi sınıfının ilerici sendikalarda örgütlenmeleri gerektiğini Büyük Kongre kararına bağlamıştır. Böylece öğretmenler, teknik eleman ve memurlar sendikal haklara, grevli olmak kaydıyla kavuşabilecek, siyasi haklarını da alabileceklerdir. Bütün bunlar Anayasa değişikliğine gerek kalmadan gerçekleşecektir." Erhan Tezgör, 1977 Genel Seçimi Radyo Konuşmaları Türkiye İşçi Partisi, Başbakanlık Yayınevi, 1977. s. 39-43. (Radyo konuşması tarihi; 30 Mayıs 1977).[149] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/30 İşçi Sınıfımız Sarı Sendikacıların ve Sendika Aristokratlarının Koyduğu Engelleri Aşacaktır DİSK'e bağlı Kimya-İş Sendikası Başkanı ve TİP Başkanlık Kurulu Üyesi Dinçer Doğu'nun 17 Nisan 1977 tarihinde yayınladığı seçim bildirisi: "Seçimlere adım adım yaklaşılmaktadır. Birbirlerinden özde önemli farkları bulunmayan burjuva partileri yine gözlerini işçi sınıfının oylarına diktiler. İşçi içerisinde beşinci kolları durumundaki bazı sarı sendikacıları ve sendika aristokratlarını harekete geçirdiler. Aslında bu yöneticiler kitle tabanlarındaki saygınlıklarını yitirmiş, kitlelerinden kopmuş kişilerdir. Bugün koltuklarında kitlelere rağmen oturmaya çalışmaktadırlar. Bunu başarmak için, işçi sınıfı aleyhine pazarlıklarla çeşitli oyunlar çevirmektedirler. Bu pazarlıklar ve oynanan oyunlar işçi sınıfımızın kendi politik örgütüne sahip olmasıyla boşa çıkmaktadır. Bunun ilk adımı atılmıştır. Bütün engellemelere rağmen işçi sınıfımızın bilimsel sosyalist partisi olan Türkiye İşçi Partisi seçimlere katılma hakkını elde etmiştir. 5 Haziran seçimlerinde işçi sınıfımız artık bağımsız politik hareketiyle yer almaktadır. Türkiye İşçi Partisi seçimlere katılıyor. İşçi sınıfımız, sınıfından kopuk, sosyalizme inanmayan, işçi sınıfı adına ahkâm kesen sarı sendikacıların ve sendika aristokratlarının koyduğu engelleri aşacaktır. Çünkü sendikalarda tabanda bulunan işçiler, bugün için kendilerini yönetmekte olan sendikacılardan daha bilinçli ve ileridirler. İşçi sınıfının bağımsız politik hareketi Türkiye İşçi Partisi işçilerin yolunu aydınlatmaktadır. Bu ışıklı yol işçi sınıfını sosyalizme götürmektedir. İşçi sınıfımız bu yolda önemli bir adım olarak faşizan saldırılara ve sendika aristokratlarının aldatmalarına rağmen Türkiye İşçi Partisi ile mecliste sesini duyuracaktır." Dinçer Doğu, Çark Başak Dergisi, Sayı 30, 1 Mayıs 1977.[150] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/31 Sendikalar Bizimdir 5 Haziran 1977 Genel Seçimlerinde, Türkiye İşçi Partisi Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Selim Mahmutoğlu'nun yaptığı radyo konuşmasından: "İşçi ve emekçi arkadaşlar, sizlere sesleniyorum... Biz işçiler, daha yüksek ücretler, daha iyi çalışma şartları, iş güvenliği ve öteki ekonomik-demokratik taleplerimiz için sendikalarda örgütleniriz. Sendika hakkı olmayanlarımız ise, bu hakkı elde etmek için mücadele ederler. Sendikalar bizimdir. Aidat ödeyerek, sahip çıkarak, geliştirip, güçlendiririz sendikalarımızı. Sermaye sahipleri, patronlar, bizim olan bu örgütleri de kendi kontrolları altına almak, ya da doğru yolundan saptırmak için bir sürü oyun tezgâhlıyorlar, bize ve örgütlerimize karşı. Bunun için yönetici durumunda olanların zaaf ve ters politik tutumlarından yararlanıyorlar. Biz Türkiye İşçi Partililer, sendikaları, işçi sınıfımızın ekonomik ve demokratik hakları için mücadele ettiği, kitle ve sınıf örgütleri olarak görüyoruz. Sendika içi demokrasinin, tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesinin lafta kalmamasını, bu örgütlerin başarıya ulaşmasının temeli sayıyoruz. Sendikaların, gelir ve yaşamıyla işçi sınıfından kopmuş bir avuç sendika aristokratı tarafından yönetilmesine karşı çıkıyoruz. Biz Türkiye İşçi Partililer, işçi sınıfının sendikal hareketini patronların belirlediği sınırlar içinde tutmayı amaçlayan, işçi sınıfını kapitalizme mahkûm eden sınıf uzlaşmacılığı anlayışını reddediyoruz. Bu anlayışı etkisizleştirmek ve giderek sendikal hareketten bütünüyle tasfiye etmek için mücadele ediyoruz. Biz Türkiye İşçi Partililer, aynı zamanda, ilerici sendikal hareketi yörüngesinden saptırarak, CHPlileştirmek isteyenlere karşı duruyoruz. İlerici sendikal hareketin, burjuvazinin belli bir kesiminin yedeğine girmesi sonucunu doğuracak her akım ve görüşlerle, ödünsüz olarak mücadele ediyoruz. İşçi ve emekçi arkadaşlar, Daha yüksek ücretler daha iyi çalışma şartları, iş güvenliği ve öteki günlük hedefler için verdiğimiz mücadele ile, kalıcı kazanımlar elde edemediğimizi, sömürülmekten kurtulamadığımızı, günlük yaşamımızda görmekteyiz. Sömürünün kaynağını kurutmak ve kendimizle birlikte tüm emekçileri, köylüleri, memurları, esnaf ve zanaatkarları, bütün çalışanları, her türlü baskıdan, sömürüden, kurtarmak, biz işçilerin, işçi sınıfının görevidir. Geleceğimiz, gençlerimizin, çocuklarımızın mutluluğu, buna bağlıdır. Kurtuluş, kapitalizme karşı, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini güçlendirmektir. Kurtuluş sosyalizmdir." Selim Mahmutoğlu,1977 Genel Seçimi Radyo Konuşmaları Türkiye İşçi Partisi, Başbakanlık Yayınevi, 1977. s. 21-26. (Radyo konuşması tarihi; 27 Mayıs 1977).[151] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/32 Disk Genel Kurulunda Sosyalistler "DİSK 5. Genel Kurulu sona erdi. Genel kurul, burjuvazinin, tekelci büyük sermayenin, işçi sınıfının zaten kısıtlı olan ekonomik ve demokratik haklarına yeni yeni saldırılar planladığı ve bunu açıkça ilan ettiği günlerde yapıldı. Burjuvazinin Genel Kuruldan aldığı cevap ise açık oldu: İşçi sınıfı demokrasiden demokratik hak ve özgürlüklerden ve bunların geliştirilmesinden yanadır. İşçi sınıfı, emperyalizme ve faşizme karşı ısrarlı mücadeleye kararlıdır... DİSK'in 5. Genel Kurulunu sosyalistler de doğru değerlendirmek zorundadırlar. İlkin şu söylenmelidir ki, Genel Kurul, işçi sınıfının ulaştığı ileri bilinç düzeyinin açık göstergesidir. Genel Kurul, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının ve birliğinin yansıdığı bir olaydı... Genel Kurul bir kere daha gösterdi ki, DİSK her geçen gün daha büyüyor ve hızla gelişiyor. İşçi sınıfı, Amerikancı sarı sendikacılığın çemberini her geçen gün hızla kırıyor ve gerçek sendikalarda, sosyalist çizgideki sendikalarda toplanıyor. Bu, işçi sınıfının ekonomik mücadelesindeki bölünmüşlüğü bir süreç içinde ortadan kaldıracak ve işçi sınıfının bu düzeydeki birliğini sağlayacak olumlu bir gelişmedir ve sosyalistler bu oluşumu hızlandırmayı kendilerine ödev bilirler. ...Sosyalistler sorunlara ve sorunların çözümüne günlük hesaplarla bakmadıklarını ve DİSK'in birliğinden bütünlüğünden yana olduklarını, bunun gerçek savunucularının kendileri olduğunu Genel Kurulda açıkça kanıtladılar. Çünkü sosyalistler 'işçi sınıfı hareketi içinde yollarını yitirmiş konuklar değildirler'. Sosyalistler ilerici işçi örgütlerini bölme, tabanı yeterli ölçüde hazırlamadan örgüte üstesinden gelemeyeceği görevler yükleme yanılgılarına düşmez. Sosyalistler ne bu yanlışları yaparlar ne de DİSK'in burjuvazinin ve onun ajanlarının cirit attığı bir alan haline gelmesine göz yumabilirler. ...İşçiler DİSK'e koşuyorlar. Bunu önleyemeyenlerin ise yapabilecekleri tek şey var: tezgâhlarını yeni çatıları altında kurabilmek. DİSK'in dışında dümen tutamaz hale gelenler, içeride bazı yandaşlar bulabilseler de ne kadar öttürebilirler borularını? Bunu zaman gösterecek. Olumlu bir gelişme olan DİSK'in büyümesi gerçeğini bu olumsuz eğilimlerin DİSK içinde iyice çöreklenme tehlikesini göz önünde tutarak ele almak gerekiyor. DİSK'in büyümesi, sosyalistlere, sosyalist sendika yöneticilerine ve samimi demokratlara yeni görevler yüklüyor... Sosyalist sendikal hareket, devrimci sendikacılık, sosyalist politikadan soyutlanamaz. İşçi sınıfının ekonomik, politik ve ideolojik mücadelesi bir bütündür ve birbirine diyalektik bağlarla bağlıdır. Bu gerçeği gözden kaçırmak, işçi sınıfının ekonomik mücadelesini de sekteye uğratır ve sonunda burjuvazinin kuyruğuna takar. DİSK'in 5. Genel Kurulu, bu bakımdan da sosyalistler için uyarıcı olmalıdır." Can Açıkgöz, Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi, Yürüyüş Dergisi, Sayı 8, 3 Haziran 1975.[152] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/33 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sorununun Gerçek Çözümü İşçi Sınıfının Örgütlü Mücadelesinden Geçmektedir Türkiye İşçi Partisi Demokratikleşme İçin Plan '78-'82'den: “ Türkiye İşçi Partisi, yaptığı bu çalışma ile, sorunun gerçek çözümünün işçi sınıfının ve emekçilerin soruna sahip çıkarak, sendikalarını bu alana da yönelttikleri oranda gerçekleştirebileceğini göstermektedir. Dünya işçi sınıfı bu konudaki hakları doğrultusundaki mücadelesini sendikaları aracılığı ile yapmaktadır. Ülkemizde bugüne kadar sendikaların bu sorunu arka plana ittiklerini ve önceliği dar anlamda ekonomik mücadeleye bıraktığını söylemek gerekir. Sendikalarda gözlenen yanlış yaklaşım, hastalık sonunda alınan tazminatların, işçinin sağlıklı yaşamasından üstün tutulması, diğer bir deyişle önemsenmemesinden kaynaklanmaktadır. Kısaca, sorunla ilgilenmek salt tazminat koparabilmek amacı ile sınırlı kalmaktadır. Gerçekte ise sendikalardan beklenen, işçinin hastalanması ya da sakatlanmasına karşılık tazminat alabilmesi değil, işçinin sağlıklı ve güvenli bir ortam içinde çalışmasının sağlanmasıdır. Çünkü işçi ve emekçiler, yaşamlarını sağlıklı bir biçimde sürdürebildikleri oranda en önemli varlıkları olan işgücünü verimli ve sürekli olarak kullanabilme olanağına sahip olabilirler. Bugün konuya nasıl yaklaşılması gerektiğini gören ve bu yolda çalışmalar yapan bazı sendikalarla değişik kuruluş ve örgütlerin kamuoyuna bu çabalarını yansıtması ile birlikte öteki sendikaların da girişimde bulunduğu görülmektedir. Ancak denetlenebilir yükümlülükler getirilmedikçe de sorun çözümlenmiş sayılmaz. Çünkü işverenin, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yapacağı yatırımların göstermelik olabileceğini unutmamak ve sürekli denetlenebilir bir yükümlülük getirmek gerekir. ... İşçinin bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden sağlığını bozacak her türlü zararlı etkenin ortadan kaldırılması, mücadelenin temel amacıdır. Bunun için; — İşyeri çalışma koşullarının sağlığa zarar vermeyecek bir biçimde iyileştirilmesi, — İş ile işçi arasında bedensel ve ruhsal uyum sağlanması yönünde önlemler alınması, — İşyeri koşullarının ve isçinin sağlık durumlarının sürekli korunması ve en üst düzeye yükseltilmesi, — İsçi sağlığının ve iş güvenliğinin en üst düzeyde tutulabilmesi için gerekli koruyucu, iyileştirici ve esenlendirici sağlık hizmetlerinin çağdaş ilke ve yöntemler doğrultusunda, birlikte ele alınması ve tek elden yürütülmesi gereklidir." https://turkiyeiscipartisi.org/dip/ Demokratikleşme İçin Plan '78-'82, Türkiye İşçi Partisi, Aralık 1978. s. 438-439.[153] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/34 Mart 1965 Zonguldak-Kozlu Maden İşçileri Direnişi TİP Merkez Yönetim Kurulu Yedek Üyesi, Merkez Haysiyet Divanı Yedek üyesi Moris Gabbay anlatıyor: “ Türk- İş yönetimi ile TİP arasındaki ilişkiler, daha TİP'in kuruluş yıllarından beri sorunluydu. Türk- İş'e bağlı sendikalar, Amerikan sendikalarının örgütlenme modellerine benzer. Türk- İş'e bağlı sendikalar Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO) vasıtasıyla Avrupa ve Amerikan sendikacıları ile ilişki kurmuşlardır. Bu sendikacılar yurtdışından Türkiye'ye gelir sendikacılık ve örgütlenme üzerine bilgiler verirlerdi. Zamanla, Türkiye'deki sendikalar ve yöneticileri de siyasal yönelimlerinde bu eğilimlerden etkilendiler. Maden-İş, Lastik-İş gibi sendikalar daha çok İskandinav ve Alman sendikacılığına yakın durdukları için sosyal-demokrat eğilimli, diğer sendikalar da Amerikan sendikalarına yakın durdukları için sağ eğilimliydiler. TİP kurulduğunda da ağırlıklı olarak solda bulunan sendikacılar çok önemli roller üstlendiler. Sosyalist bir partide üye ve yönetici olmaları diğer Türk-İş yöneticileriyle sürtüşmeye ve anlaşmazlıklara neden oldu (Bu anlaşmazlıklar 1967 Şubat ayında DİSK'in kurulmasına yol açtı). 1965 yılı Mart ayı başlarında Zonguldak-Kozlu'da maden işçileri, liyakat priminin sadece kıdemli işçilere değil, tüm işçilere eşit dağıtılması amacıyla greve gittiler. 12 Mart 1965 günü Zonguldak-Kozlu'da direnişteki işçilere polis ve jandarmanın saldırması sonucu iki işçi öldü. Türkiye İşçi Partisi, Genel Sekreteri Rıza Kuas imzasıyla yayınladığı bildiride bu olayı protesto etti. Bunun üzerine TİP'e ve Genel Sekreteri Rıza Kuas ile ilgili Türk- Başkanı Seyfi Demirsoy, Genel Sekreteri Halil Tunç karşı propagandaya giriştiler. Yaptıkları açıklamalarda Rıza Kuas ve TİP'in Türk işçisini orduya karşı kışkırttığını ve ihtilâl provası yaptıklarını açıkladılar. Bu olay Türk- İş içinde bulunan TİP'li sendika yöneticisi ve üyeleri ile Türk- İş'in başına çöreklenmiş Amerikan sendikacılığı yapan yöneticilerin arasını daha da açtı. Parti, yayınladığı bildirilerle Türk-İş yöneticilerinin bu asılsız ithamlarına cevap verdi. Başbakan Suat Hayri Ürgüplü gelişen bu olayları fırsat bilip TİP hakkında soruşturma açılmasını emretti. Bunun üzerine Genel Başkan Aybar'ın önerisiyle MYK hemen toplandı. Mehmet Ali Aybar bu toplantının ardından basın mensuplarını toplayarak çok sert bir dille TİP'e karşı girişilen bu oyunlara yanıt verdi. Basın açıklamasında '... tarih önünde davacı biziz. Tertiplerden, yalan ve iftiralardan pervamız yoktur' dedi. Kısa bir süre sonra bu soruşturmanın durdurulduğunu öğrendik." Moris Gabbay, Cumhuriyetle Birlikte Büyüdüm, Yayına Hazırlayanlar Ersin Tosun-Mehmet Üner, Sosyal Tarih Yayınları, 2013. s. 182-183.[154] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/35 Yapıcı Muhalefet Örgüt Sorumluluğumuzun Gereğidir TİP Kayseri Milletvekili Adayı, TİP Yozgat Senatör Adayı İlhan Alkan ile TÖB-DER seçimlerine yönelik olarak Demokrasi İçin Birlik Grubu adına yapılan söyleşiden: "Demokrasi İçin Birlik grubu, grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkını alabilmeyi, TÖB-DER'in örgütsel bağımsızlığını ve bütünlüğünün sağlanmasını, genel demokrasi mücadelesinde üzerine düşenleri yerine getirmesini isteyen ilerici, sosyalist öğretmenlerin oluşturduğu bir gruptur. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğunun bilincinde, aceleciliğe kapılmadan, seçim kazanma pahasına hiçbir yanlışa açık kapı bırakmadan TÖB-DER'in 3. Olağan Kongresi'ne katılmış ve ilgi görmüştür. Kendiliğinden ortaya çıkmamış, içinde bulunulan durumu ve yapılması gerekeni işçi sınıfının bilimsel gözlüğü ile gören, tabandaki öğretmenlerin çabası ve zorlamasıyla oluşmuştur. ... Tüm anti-faşist, anti-emperyalist örgütlerle birlikte, TÖB-DER demokrasi mücadelesinde daha etkin biçimde yerini almalıdır. Kazanılmış hak ve özgürlüklerin korunması, bunların hayata geçirilmesi, giderek yeni hak ve özgürlüklerin elde edilmesi bu mücadelenin sağlıklı bir biçimde verilmesine bağlıdır. ... Demokrasi mücadelesi pek çoklarının zannettiği gibi, salt soyut haklar ve özgürlükler mücadelesi değildir. Demokrasi mücadelesi tüm çalışanların yeni haklar kazanma, geçim koşullarını iyileştirme uğraşısını da içerir. Bu mücadele, işçi sınıfının politik hareketiyle uyumlu ve onun öncülüğünde yürütüldüğünde başarılı olur. ... Öncelikle TÖB-DER'in anti-faşist, anti-emperyalist mücadelede etkinliğini sağlamak, dışa dönük mücadelesinin boyutlarını genişletmek, anti-faşist unsurların birliğini sağlamak ve bunları örgüt çatısı altında toplamak gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek için, kitlenin somut taleplerinden hareket etmek, burjuvazi ile öğretmenlerin neden karşı karşıya olduğunu ortaya koymak, emperyalizmin öğretmen sorunlarındaki yansımalarını açığa çıkarmak ve bunları öğretmen kitlesine mal etmek gerekir. Bunlar hayata geçirildiği an, daha geniş öğretmen kitlesini TÖB-DER'in bünyesinde toplayabiliriz. Örgüt birliğini ve bütünlüğünü geliştirebiliriz. ... Özellikle güçlü ve birliğini koruyabilen bir TÖB-DER için atılan her adımı, grevli toplu sözleşmeli sendikalaşma için her çabayı göstereceğiz. ... Kısaca, TÖB-DER'i temsil edecek bir yönetimin işbaşına gelmesi için, örgütümüze en ufak bir yara vermeden, kongre kararlarına ve örgütümüzün tüzüğüne bağlı kalarak muhalefet görevimizi ve sorumluluğumuzu yerine getireceğiz." İlhan Alkan, Yürüyüş Dergisi, Sayı 70, 10 Ağustos 1976.[155] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/36 Örgütlü Mücadelemiz Sürecektir Türkiye İşçi Partisi Ankara milletvekili adayı ve Tüm-Der Genel Başkanı Erhan Tezgör'ün TÖB-DER, TÜM-DER, TÜTED Genel Başkanlarının Yürüyüş Dergisi'ne verdikleri özel demeçlerinden: "TÖB-DER, TÜM-DER ve TÜTED Türkiye'de öğretmenlerin, memurların ve teknik elemanların en güçlü örgütleridir. 200 bin üyeye sahip bu örgütler, kitle tabanının ekonomik-demokratik talepleri doğrultusunda yükselen ve ülke genelinde verilen bağımsızlık-demokrasi mücadelesinin bir parçasını oluşturan etkin bir mücadele içindedirler. Özellikle son yıllarda, doğru demokratik kitle örgütü anlayışının bu örgütlerde kök salmaya başlaması, bireyci mücadelenin, yerini hızla örgütlü mücadeleye terk etmesini ve dolayısıyla, örgütlerimizin üye ve şube sayılarının hızla artması yanında üyelerin bilinç düzeylerinin de yükselmesini beraberinde getirmektedir. Küçük küçük ekonomik hak taleplerinin zaman içinde büyük kitle hareketleri yaratacağı ve bu kitle hareketlerinin anti-faşist, anti-emperyalist ve nihayet anti-kapitalist bir öz taşıyacağı gerçeği, TÜM-DER'in de büyük bir güçle katıldığı son Ankara miting ve yürüyüşünde bir kez daha kanıtlandı. İlerici demokrat 100 bini aşkın bir kitlenin katıldığı mitingde, sosyal demokrat ve sosyalistler bir yandan ekonomik-demokratik taleplerini dile getirirken aynı anda emperyalizme ve faşizme olan kinlerini de vurguladılar. ... Örgütlerimizin haklı mücadelesi bir kez daha sınav verirken, örgütlü mücadelenin yıkılmazlığı ve büyük kitle hareketlerinin, her çeşit provokasyona, tüm olumsuzluklara rağmen kapalı olduğu gerçeği somut olarak ortaya çıkmaktadır." Erhan Tezgör, Yürüyüş Dergisi, Sayı 97, 15 Şubat 1977.[156] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/37 İlerici Sendikal Hareketin Birliği "İlerici sendikal hareket, en temel ifadesini sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışının varlığında bulur. Sendikal hareketin sınıf yanıyla kitle yanı, biri diğerinin karşısına çıkartılarak değerlendirilemez. Bu iki unsur birbirini tamamlayan, geliştiren diyalektik bir bütün oluşturur. Kitle yanı, dini, dili, milliyeti, siyasal inancı ne olursa olsun, bütün işçilerin, ekonomik-demokratik hak mücadeleleri doğrultusunda eylem birliği oluşturmalarını sağlayabilecek örgütün örgütsel işleyiş açısından mutlak anlamda eşit haklara sahip üyeleri olabilmelerinin titiz ve ödünsüz savunucusu ve uygulayıcısı olmak yönünde tutarlı ve kararlı bir tutumun içerisinde gerçekleşebilir. Sınıf yanı ise, 'partilerüstü sendikacılık' gibi burjuva ideolojilerinin dayatmalarına rağmen, işçi sınıfının ekonomik ve politik mücadele bütünlüğünü hiçbir koşulda gözardı etmeden, sürdürülen günlük ekonomik-demokratik mücadele ile politik mücadelelerin uyumlulaştırılması için uğraş vermekle sağlanabilir. Bu unsurlardan birinde yaratılacak bir zaaf diğerini, giderek de örgütsel hareketin tümünü etkiler, güçsüzleştirir. Bilimsel sosyalistler işçi sınıfının gerek ekonomik-demokratik hareketi, gerekse politik hareketi açısından sorunlara eğilirken ve sonuçta çözüm önerileri geliştirirken, o alandaki sorunlarını, hareketin bütününün çıkarları çerçevesinde ele alır ve çözümler. Bunu esas almadan işe koyulanların, dar çıkar hesaplarına tutsak olduklarına, oportünizmin ve komploculuğun batağına girdiklerine, hem dünya hem de Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihinde sayısız örneklerle rastlanmıştır, rastlanmaya devam edilmektedir. İlerici sendikal hareket bakımından başbela sayılan oportünizm ve komploculuğun ise en somut biçimi tasfiyeciliktir. ... Diğer önemli bir nokta da, işçi sınıfı ilerici sendikal hareketinin bütünün çıkarlarını en yüksekte tutmak, dar politik hesap ve planları geride bırakmaktır. ... İşçi sınıfı bilimsel sosyalist hareketi adına yola çıkanlar, işçi sınıfına hesabını veremeyecekleri hiçbir işe girişmemek durumunda ve mecburiyetindedirler." Zeki Kılıç, Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi, Yürüyüş Dergisi, Sayı 207, 27 Mart 1979.[157] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/38 "TÖB-DER'in Birliğine Karşı Yeni Bir Tuzak" TÖB-DER Demokrasi İçin Birlik grubu sözcüsü, TİP Kayseri Milletvekili adayı ve TİP Yozgat Senatör Adayı İlhan Alkan, TÖB-DER'in 1979 yılında İçişleri Bakanlığınca zorlandığı Olağanüstü Kurultay'la ilgili sorulara verdiği yanıtlardan: "TÖB-DER; 12 Mart döneminde kapatılan TÖS'ün devrimci mücadele geleneğini devralarak ve öğretmenlerin faşizme karşı kenetlenmesinin bir ürünü olarak kuruldu. Egemen sınıflar, TÖB-DER'i kurulduğu günden itibaren faşist güçlerin hedef tahtalarından biri haline getirdi. TÖB-DER'in örgütlü mücadelesini kırmak, demokrasi güçlerinden soyutlamak için her türlü baskı yöntemlerini kullandı. 12 Mart'ın İçişleri Bakanları, TÖB-DER üyelerini izlemeleri için valiliklere, kaymakamlıklara emirnameler çıkardı. Örgütümüzün Genel Başkanı ve binlerce üyesi zindanlara tıkıldı. Binlerce üyesi kıyıldı, aç ve açıkta bırakıldı. Bir yandan da TÖB-DER'i ekonomik çıkmaza sürüklemenin hesapları yapıldı. Tüzük ‘yasaya aykırıdır' gerekçesi ile defalarca geri çevrildi. Zorunlu olağanüstü kongreler birbirini izledi. Ne var ki, TÖB-DER'in mücadelesi engellenemedi. Örgütlü öğretmen hareketi her geçen gün serpilerek gelişti. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde bir köşe taşı oldu. Şimdi de 1977 seçimlerinde öğretmenlere sendika hakkı vereceğini ilan eden CHP hükümeti, TÖB-DER tüzüğünün bazı maddelerini ‘yasaya aykırı' buldu. Yeniden düzenlenmesini istedi. İçişleri Bakanlığı'nın bu tasarrufu haklı gösterecek hiçbir yasal gerekçe yoktur. Çünkü ‘yasaya aykırıdır' diye nitelenen bu maddelerin çoğu 12 Mart döneminde kesinleşmiş ve ‘MC' dönemlerinde de uygulanmış maddelerdir. Öyleyse, İçişleri Bakanlığı durup dururken neden bu maddeleri geriye çevirme gereği duymuştur? Bu sorunun yanıtını, siyasal iktidarın egemen sınıflar adına sürdürdüğü, demokratik güçleri bölme ve demokratik hakları yok etme politikasında aramak gerekir... Demokratik kitle örgütlerini işçi sınıfının politik hareketinin ilkeleri doğrultusunda değerlendiren ilerici, demokrat ve sosyalist öğretmenler, bu kongrede de üzerlerine düşen görevi büyük bir sorumlulukla yerine getireceklerdir." İlhan Alkan, Yürüyüş Dergisi, Sayı 219, 18 Haziran 1979.[158] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/39 Saldırlar mutlaka göğüslenip püskürtülmelidir 13 Kasım 1979 tarihinde yayınlanan politik gelişmelerin değerlendirildiği Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu Bildirisinden: "...toplu sözleşmeler döneminin başlamasıyla birlikte büyük burjuvazi, kendisi için daha elverişli gördüğü bu koşullardan da yararlanarak, işçi sınıfına karşı yeni bir saldırının hazırlığı içindedir. Planlar yapılmış, stoklar ayarlanmış, lokavt, yani işçiyi topluca işten çıkarıp aç bırakma tehditleri şimdiden başlatılmıştır. Buna karşı işçi sınıfımızın ekonomik mücadelesinde kazanılmış mevzileri korumak, gün günden yükselen enflasyon ve artan hayat pahalılığı ortamında belirli ücret düzeyini tutturabilmek dahi bir kat daha önem kazanmaktadır. Bu saldırı mutlaka göğüslenip püskürtülmelidir. Bunun yolu ise, mücadelede en geniş birlikteliklerin ve olabildiği ölçüde en geniş demokratik, politik güçlerin desteğinin sağlanmasından geçmektedir. Bu, aynı zamanda demokratik toplumsal muhalefetin örgütlü direnişinin de önemli bir ögesini oluşturacaktır. Oysa son günlerde açıklanan karara göre, DİSK yönetiminin, sendikaların bu esas görevini bir yana bırakarak yeni bir parti kurmaya yöneldiği görülmektedir... Bu da, öznel nedenler ne olursa olsun, nesnel olarak burjuvazinin niyet ve istemleri doğrultusunda, DİSK'in sosyal demokratlaştırılması sürecinin politik planda ifadesi olacaktır. Bu girişimle işçi sınıfı mücadelesinin iki ayrı alanı olan ve bundan dolayı da ayrı ayrı örgütlenme durumundaki ekonomik ve politik alanlar birbirine karıştırılmaktadır. Ve her iki alandaki mücadele ve örgütlenmeye de zararlı olmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. DİSK yöneticilerinin sorumluluğu, sendikal görevlerin gereği gibi yerine getirilmesindedir, bunu gerçekleştirmektir. Bu son girişimle birlikte, yukarıda belirtilmeye çalışılan tablo tamamlanmakta, görüntü net olarak ortaya çıkmaktadır. Büyük burjuvazi, başta işçi sınıfımız ve ekonomik, politik örgütleri olmak üzere tüm demokratik güçlere karşı yeni bir saldırıya hazırlanmaktadır. Ancak bu istemin gerçekleşip gerçekleşmemesi yalnızca kendisine değil, demokratik toplumsal muhalefetin güçlülüğüne ve direncine, demokratik güçlerin işbirliğinin ölçü ve düzeyine bağlıdır ve önümüzdeki dönemi asıl belirleyecek olan, egemen sınıfların bilinen niyet ve istemleri değil, demokratik güçlerin mücadele azim ve kararlılığı ile bu mücadeledeki düzey ve boyutları olacaktır. Bu durum, bilimsel sosyalist, sosyal demokrat, ilerici, yurtsever tüm güçlerin iş ve güç birliği sorununun yaşamsal önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Ve de bu sorunu çözecek olan, sadece özlem ve iyi niyet değil; ilkeli tutum ve buna bağlı, kararlı adımlar olacaktır. Yineleyelim: Örgütlü birleşik bir halkı hiçbir kuvvet yenemez, örgütlü birleşik güç yenilmez." Yürüyüş Dergisi, Sayı 241, 19 Kasım 1979.[159] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/40 Yığınların Mücadelesi Olmadan Faşizm Durdurulamaz Türkiye İşçi Partisi Kurucularından (1975), Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Turizm-İş Sendikası Genel Başkanı Turgut Gökdere'nin 28 Şubat 1976 tarihinde Ankara'da yapılan toplantıdaki konuşmasından: “Bizim dilimizle, yani işçi sınıfı diliyle söylersek, sermayedarlar bir yandan işçiler üzerinde sömürüyü arttırmak istiyor, diğer yandan işçilerin ve gerçekten işçiden yana devrimci sendikaların sömürüyü uysallıkla karşılamalarını, ses çıkarmamalarını istiyorlar. Fakat işte bu mümkün değildir. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Sömürü ve baskının olduğu yerde uysallık olamaz. Sömürü ve baskıya dayanan kapitalist sistem içinde işçi sınıfının mücadelesi durmaz, durdurulamaz. Yıllardır hem sendikal ve hem de siyasal özgürlükleri ağır baskılar altında tutulan işçi sınıfımız mücadelede gerilememiştir. Bugün daha da güçlenmiş olarak mücadelesini sürdürüyor. ... İşçiler toplu sözleşme haklarından, yani parasal çıkarlarından dahi vazgeçerek, üyesi olduğu devrimci sendikanın içinde kalmayı, bunun için de mücadele etmeyi göze almışlardır. Ve bu mücadelelerini de sürdürmektedirler. Bu husus son derece önemli ve altı çizilecek bir durumdur. MC [Milliyetçi Cephe]'nin Çalışma Bakanının, Bölge Çalışma Müdürlerinin verdiği emir uyarınca sarı, gerici sendikalara yetki verilmesi onlar açısından çözüm yolu olmadığını, politize olmuş işçilerin verdikleri mücadeleden anlamışlardır. İşte işçilerin gerçek devrimci sendikalara gösterdikleri bu yaklaşımı önlemek için MC hükümetinin başvurduğu baskı ve şiddet giderek artmakta, işçilerin özgürce sendika seçmelerinin bir yolu olan referandum hakkına da bu nedenle karşı çıkmaktadırlar. ... Faşizme karşı demokrasi için mücadelede parlamentodaki demokratik güçlerin mücadelesi ve parlamentonun bileşimini daha demokratik kılmak elbette son derece önemlidir. Ancak faşizmin tırmanmasını geriletmek, parlamento içi ve parlamento dışı mücadelenin bir bütün olarak birleşmesiyle mümkündür. Yığınların aktif desteğini almadan ve onu faşizme karşı seferber etmeden faşizmin tırmanışı durdurulamaz. İşte bu nedenle en başta devrimci sendikaların yığınsal ve örgütlü gücü önem taşıyor. Elbette yığınsal mücadele sadece işçi sınıfının eylemlerinden ibaret olamaz. Bütün demokratik güçler bu mücadelede örgütlü biçimde yer alarak, faşizme karşı demokratik güçlerin meyvesini oluşturmalıdırlar. İşçi sınıfı aynı zamanda iktidar için mücadele veriyor. Gerek sosyalizme varma mücadelesinde gerekse faşizmin tırmanışı karşısında verilecek mücadelede işçi sınıfının siyası gücü ve siyası partisi belirleyici bir rol oynayacaktır. İşçi sınıfımızın demokratik ve sosyalist mücadelesini güçlendirmek, örgütlenmesini pekiştirmek önde gelen bir görevdir. Bütün bu çok yönlü gelişme, örgütlenme ve mücadeleyle faşizm geriletilebiIir. Demokrasi için yeni mevziler kazanılabilir." Turgut Gökdere, Yürüyüş Dergisi, Sayı 48, 9 Mart 1976.[160] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/41 İlerici Memur Hareketinin Güvencesi Sosyalistlerdir 12 Eylül sonrası Türkiye İşçi Partisi Merkez Komite üyesi ve TÜM-DER Kurucusu, Ankara Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Fatih Üstün'ün Ankara şube kongresi yaklaşırken Yürüyüş Dergisine yazdığı yazıdan: “...ilerici, demokrat, sosyalist memurlar, TÜM-DER'in bugün tek ve güçlü memur örgütü olmasını başardılar. TÜM-DER Ankara şubesinin 12 bin üyeli, nitelik ve nicelik olarak Türkiye'nin en büyük şubesi olmasında, kuşkusuz demokratik kitle örgütlerine bilimsel sosyalist yaklaşım en büyük etkendir. Bunun yanısıra örgüt içi işleyişte çok duyarlı olunması gereken bir konu da, örgüt içi demokrasidir. Yani tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesidir. Kongrelerden seçilip gelen yöneticilerin "merkeziyetçilik" adına tabanın sesine kulak tıkaması, en geniş tartışma ve öneri özgürlüğünü yok etmesi, giderek yönetimlerin tabandan kopuk, onun gereksinimlerine yanıt veremez hale düşmelerine yol açmaktadır. Ve bunun sonucu olarak örgütü elden bırakmamak, her ne pahasına yönetimde kalmak anlayışı gündeme gelmektedir. Bu da kitle örgütlerinde önemli tahribatlara yol açmaktadır. Örgüt içi demokrasi ve tabanın söz ve karar sahibi olma ilkesinde çok duyarlı olunması gereken ikinci bir konu da kitle örgütlerindeki "demokratiklik" ilkesidir. Sorumsuz bir takım grupların örgütte merkez tanımayan, başına buyruk, "demokrasi" adına, "devrimcilik" adına örgütte anarşizmi körüklemeye, laçkalığı hâkim kılmaya yönelik anlayışları sonuç itibariyle kitlelerde bozgunu getirir. Örgütü yok eder. Demokratik merkeziyetçiliğin örgütte tam olarak uygulanması, tabanın birlikte karar üretebilmesi ve kararların uygulanması aşamasında en geniş kesimin bu uygulamaya katılması, örgütün tabanını bütünüyle kucaklayıp kendi özgün görevlerini yerine getirmesinin ve yığınların antiemperyalist, antifaşist mücadeleye sokmasının temel koşuludur." Fatih Üstün, Yürüyüş Dergisi, Sayı 202, 20 Şubat 1979.[161] |
TİP (1961-1988) ve Sendikalar/42 Memurlar Demokrasi Cephesine 12 Eylül sonrası Türkiye İşçi Partisi Merkez Komite üyesi ve TÜM-DER Kurucusu, Ankara Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Fatih Üstün'ün Yürüyüş Dergisine yazdığı yazıdan: “Günümüzde sayılan 1,5 milyona varan memurların, en geniş kitleyi kucaklayacak ve harekete geçirecek, kitleleri mücadeleye katmada bir manivela olma işlevini eksiksiz yerine getirecek bir örgüt yapısına her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. En küçük işyeri birimine kadar inebilen, demokrasi mücadelesinde yeri olan herkesi örgütleyebilen ve kitlesini somut hedefler doğrultusunda mücadeleye sokan canlı dinamik bir kavga aracını hızla tekrar yaratmak zorundayız. Bu amaçla TÜM-DER'i bu yaşamsal ilkelerle donatmak, memurların faşizme karşı direnişlerinde, 20 Mart eylemlerindeki direnişçiliğine, örgütlülüğüne hızla getirmemiz bugün temel görevimizdir. Bu görevimizin üstesinden gelebilmek, baskıya, saldırıya, sürgün ve kıyımlara, faşist işgallere, sömürüye, sefalete açlığa karşı mücadelemizi yükseltmek, tekellere ve onun iktidarına karşı, antifaşist demokrasi cephesinde örgütlü olarak işçi sınıfının yanıbaşında yeralmamızla kurtuluşumuz yakınlaşacaktır. Ve bilimsel sosyalistler bu onurlu görevin de üstesinden gelmeyi bileceklerdir." Fatih Üstün, Yürüyüş Dergisi, Sayı 268, 27 Mayıs 1980.[162] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/1 20 Temmuz 1971, Salı: Anayasa Mahkemesi, Türkiye İşçi Partisi'ni kapatma kararı verdi 1962'de sosyalist aydınların katılmasından ve sosyalist kimlik kazandığı ilk günlerden başlayarak Türkiye İşçi Partisi'nin kapatılması için soruşturmalar ve dava girişimleri hiç eksik olmadı. 1960 sonrasında yükselen toplumsal muhalefetin baskısı bu girişimleri sonuçsuz bıraktı. Nihayetinde 12 Mart Askeri Darbesi'nden sonra kurulan baskıcı siyasal iktidar eliyle açılan dava ile TİP kapatıldı. Anayasa Mahkemesi Kararı: "TİP Genel Yönetim Kurulunca 4'üncü büyük kongreye sunulan rapor, 4'üncü büyük kongrenin kararının 6 sayılı bölümü (Faşizme karşı birleşelim) adlı bildiriler ve merkez yönetim kurulu kararı üzerine eğitim ve örgütlenme bürosunca eğitim gereği ile hazırladığı anlaşılan ders notları içinde açıklanan fikirler, anayasanın 57'nci maddesi ilkesine ve 648 sayılı siyasi partiler kanununun 89'uncu maddesindeki yasaklara aykırı nitelikte görüldüğünden, böylece anayasaya aykırı duruma düştüğü sonucuna varılan TİP'in temelli kapatılmasına 20 Temmuz 1971 gününde oybirliği ile karar verildi." Böylece Anayasa Mahkemesi kendisine defalarca Anayasaya Aykırı Kanunlar nedeniyle başvuran ve bu başvurulardaki görüşlere katılarak yasa iptalleri yaptığı bir partiyi kapatmış oldu. Hatta TİP'in kapatılmasından aylar sonra bile birçok konuda TİP'in başvurularını haklı bularak yasa iptallerine devam etti. Örneğin 15-16 Haziran Direnişi'ne konu olan 274-275 sayılı yasa, sıkıyönetim yasasının bazı maddeleri gibi. Behice Boran, Anayasa Mahkemesinde yaptığı sözlü savunmada kapatma kararının sonuçları hakkında mahkemeyi uyardı. Türkiye'de 1961'e kadar da anayasalarda ve yasalarda hak ve özgürlüklerin olduğunu, ancak baskıcı iktidarların engellemelerinin yanı sıra hakların halk yığınlarınca bilinmediğini ve kullanılmadığını anlattı. TİP'in, 1961'de yürürlüğe girdiği günden başlayarak Anayasa'yı savunduğunu, kitlelere ulaştırdığını, özgürlüklerin kullanılması ve sınırlarının genişletilmesi için etkin bir mücadele verdiğini söyledi. Eğer TİP kapatılırsa, Anayasa'yı korumak durumunda olana Anayasa Mahkemesi eliyle ülkemizde çok tehlikeli bir sürecin başlayacağına dikkat çekti. Boran, “Şimdi bu kuvvetler, eğer bu hakları kullanılmaz hale getirirse, kurumların yetkileri, denetleme yetkileri kısıtlanırsa, özgürlükler, hak ve özgürlükler kısıtlanırsa, bunların mücadelesini yapan partiler kapatılır, sendikalar vesaire kapatılır, yöneticileri tutuklanırsa Türkiye'deki demokrasinin bundan sonra kâğıt üzerinde kalacağı, uygulamada çok kısıtlı, çok sınırlı, belki de nefes aldırmayan bir ortama gidileceği söylenebilir...". Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1197.[163] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/2 Anayasa Mahkemesi: Vatandaş Yanlış Anlar Anayasa Mahkemesi, kapatma kararının gerekçesini altı ay sonra, Resmi Gazete'nin 6 Ocak 1972 Perşembe tarihli 14064 sayısında yayınladı. https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/14064.pdf /sayfa: 3-16 Gerekçeli Karar davayı geniş biçimde özetler. Kapatmaya gerekçesini açıklarken “bu kararı okuyan veya duyan kimselerin büyük çoğunluğu hukuk ve toplum-bilim öğrenimi, yapmış, birçok toplumsal öğretiler incelemiş kimseler olmayıp okuma yazması olan ve belki de olmayan ve fakat çevresinde geçen olaylar üzerinde ortalama bilgisi bulunan kimselerdir. Genel durum budur. Bu durumda olan bir kimsenin anayasal vatandaşlık haklarından anlayacağı kavram, Anayasanın yurttaşlara tanıdığı bütün haklar ve bu anlayışa göre cümledeki diğer tüm demokratik özlem ve istekleri" sözleri, bunların dışında kalan konulara ilişkin birtakım özlem ve istekler olabilir" demesi hayli ilginçtir. Anayasa Mahkemesi'nin “halk anlamaz, hatta yanlış anlar" cümlelerini yazdığı tarihlerde işçiler ve köylüler ceplerinde 1961 Anayasası ile eylem yapıyorlardı. Karar şöyle bitiyor: “... Siyasî partiler Türk dilinden ve kültüründen gayrı dil ve kültürleri korumak veya geliştirmek veyahut yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler..." Kararda görüleceği gibi, TİP Anayasa'ya aykırı olduğunu defalarca söylediği, gündeme getirdiği, Siyasi Partiler Kanunu'nun bu faşizan, şoven maddeleri gerekçe gösterilerek kapatılmıştır. [164] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/3 TİP'in Kapatılma Davası Üzerine İngiliz Tarihçi E. J. Hobsbawm'ın Görüşü Türkiye İşçi Partisi, Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davası iddianamesi üzerine Türkiye'deki ve yurtdışındaki akademisyenlerden görüşler aldı. Ünlü toplumsal tarihçi Hobsbawm'ın yolladığı yanıt Tarih Vakfı TİP Arşivi'ndedir. Zafer Toprak, “TİP Kongreleri, Kürt Sorunu ve E. J. Hobsbawm" başlıklı yazısında mektubun çevirisini yayınladı. Toprak yazısında, “bu savunma herhalde “mahkeme" kapısından içeri girmemişti. Ama, o tarihte Hobsbawm'ın Türkiye'yle ne denli yakından ilgilendiğinin kanıtıydı. Hobsbawm'ın satırları emek sorununun küreselliğini bir kez daha gündeme getiriyordu" diyor. Hobsbawm, TİP'in kendisine ilettiği mektup ve belgeler çerçevesinde “Türk Ceza Kanunu'nun 141. ve 142. maddelerinin TİP'in 4. Büyük Kongresi'nde alınmış karar tasarısına uygulanabilirliği konusunda" görüşlerini yazdı. Altı ana maddede toparladığı görüşünde “4. Büyük Kongre'de kabul edilen karar tasarıları ile formüle edilen TİP faaliyetlerinin, demokratik bir cumhuriyette bir siyasal partinin meşru hedeflerini aşıp aşmadığını görmeliyiz" sorusuna “Anladığıma göre, karar tasarısı, Türkiye'nin, bir tarihsel değişim süreci içinde olduğu, fakat 'emperyalizmin baskı ve sömürüsü altında çarpık ve dengesiz' bir gelişme çizgisi içinde bulunduğu ve bu nedenlerle de 'gerçek kalkınmayı, yani Türkiye'yi çağdaş, toplumsal ve ekonomik kalkınma düzeyine çıkarmayı' gerçekleştiremeyeceği varsayımından hareket etmektedir. Bir tarihçi olarak bana öyle geliyor ki, ileri sürülen hedef, yani 'Türkiye'yi çağdaş düzeye çıkarma vb' 141. ve 142. maddelere aykırı olamaz. Karar tasarısından anladığıma göre, bunlar tarihsel değişim sürecinde olan Türkiye'nin önünde alternatif yolları göstermektedir. Bu inkâr edilemez. Bu durumda bu süreci devam ettirme alternatiflerinden birisi sosyalizm olmaktadır ve TİP'in Türkiye için teklif ettiği yol da budur" yanıtını verir. Zafer Toprak, "TİP Kongreleri, Kürt Sorunu ve E. J. Hobsbawm", Tarih Vakfı Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı: 236, Ağustos 2013. s. 56-62.[165] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/4 TİP'in Kapatılma Davası Üzerine Fransız Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi Profesörü Maurice Duverger'in Görüşü Türkiye İşçi Partisi, Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davası iddianamesi üzerine Türkiye'deki ve yurtdışındaki akademisyenlerden görüşler aldı. Ünlü bilim insanı Maurice Duverger'in görüşü TÜSTAV Nihat Sargın Arşivi'ndedir. https://www.tustav.org/.../nihat-sargin-arsiv-fonu-zarf.../ Yedi sayfalık görüşüne, “başka her türlü mülâhaza dışında, sadece, hukukun gereklerine dayanarak, aşağıdaki görüşü ifade eder" diye başlayan Duverger, Türkiye İşçi Partisi'nin on yıllık siyasi çalışmasını, bu çalışmanın Anayasa ve demokrasinin geliştirilmesi ile bağlantısını değerlendirir. Duverger, son söz olarak TİP'in kapatılmasının vahim sonuçları olacağı konusunda uyarır: “Bugünkü duruma göre, Türkiye İşçi Partisinin kapatılması, Anayasanın bir değişiklik geçirmesini şart koşar, bu değişiklik Anayasanın kendi niteliğini derinliğine başkalaştıracaktır. Çünkü böylece, pratik olarak, çok partililiğe ve Cumhuriyetin demokratik niteliğine son verilmiş olacaktır. Böyle bir değişiklik ise, Anayasa Mahkemesinin 7 Haziran 1971 kararındaki yoruma göre, Anayasanın 9. maddesi çerçevesinde mümkün değildir." Duverger, kapatma istemi nedenlerinden olan 4. Kongre Kürt Sorunu Kararı konusunda şunları söyler: “Dördüncü kongrenin Kürtlerle ilgili kararları, Türkiye İşçi Partisinin ulusun birliğini ve bölünmezliğini geliştirme yolundaki genel yönelişine uygundur. Gerçekten kararlar üç temel ilke koymaktadır: a) Kürtlerin yaşadığı bölgenin iktisaden geri kalışındaki temel neden, bu bölgenin Kürtlerle meskûn oluşundan çok, yönetici sınıflarca güdülen ekonomik ve sosyal politikadır; b) Türkiye İşçi Partisi, Kürtlerin, vatandaşların Anayasal haklarını kullanmaları ve demokratik özlemlerini gerçekleştirmeleri yolundaki çabalarına destek olur; c) Kürtler, demokratik gelişmelerini gerçekleştirmek ve sosyalizmi kurmak için öbür Türklerle ‘Parti içinde yan yana çalışmak' ödevindedirler." Duverger, kapatma davasını eleştirirken şu görüşleri yazar: “Türkiye İşçi Partisinin 13 Şubat 1961 de kurulduğunu ve on yılı aşkın bir süredir Anayasa ve yasalar çerçevesinde siyasal hayata katılmış olduğunu belirtmekte de fayda vardır. Parti kanunî koşullara uygun olarak çeşitli mahalli ve genel seçimlerde aday göstermiş, 1965 de Büyük Millet Meclisinde 15 milletvekilliği kazanmıştır. Örgütlenişi 17 Mayıs 1965 yasasına uygundur ve hesapları bu yasa gereğince düzenli olarak Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi tutulmaktadır. ... Türkiye İşçi Partisinin, böylece on yıldır Anayasa Mahkemesinde açılmış herhangi bir dâvaya konu olmadan faaliyet göstermekte bulunuşu kendi lehine bir çeşit nizamilik karinesi yaratmaktadır. Aksi takdirde Anayasa mahkemesinde dâva açma hakkına sahip olan Cumhuriyet Başsavcısının ya da Bakanlar Kurulunda görüşüldükten sonra Adalet Bakanının geçen on yıl içinde kendilerine düşen ödevi yapmamış olduklarını kabul etmek gerekir ki, böyle bir şey tasavvur dahi edilemez. ... Türkiye İşçi Partisinin başlıca amaç saydığı sosyalizmin, demokratik devrimle kazanılanları (Cumhuriyet, hukuk devleti, fertlerin hakları ve özgürlükleri) ortadan kaldırmayacağını, tersine, bugün bunları zayıflatan emperyalizmi ve sınıf egemenliklerini ortadan kaldırarak söz konusu kazançları daha da güçlendireceğini ve tamamlayacağını, bundan daha açık bir şekilde belirtmek mümkün değildir. Aslında, bu anlayışta orijinal bir yön de yoktur, bu telâkki bütün sosyalist partilerin ortak telâkkisidir." ... [166] |
TİP Tarihi'nde 24 Temmuz 1968: Vedat Demircioğlu Yaşamını Yitirdi, TİP'in İlk Kaybı Amerika'nın 6. Filo'su 1960 yıllarda ABD emperyalizmine yönelik protestoların odağında oldu. Özellikle anti-emperyalist gençler bu filonun limanlarımıza gelişinin her seferinde, bu ziyareti kınamak ve toplumu uyarmak için eylemler düzenlediler. ABD'nin Vietnam'da sürdürdüğü kirli savaşa tepki duyan herkes 6. Filo'yu ve onun denizcilerini ülkemizde görmek istemiyordu. Temmuz ayının 17-18'inde Amerikan 6. Filo'sunun İstanbul'a gelişini protesto etmek isteyen gençlerle polis çatıştı. Bu olaydan sonra gece sabaha doğru saat 4.30 sıralarında polis İTÜ Öğrenci Yurdu'na baskın düzenledi; yataklarında uyuyan gençlere copla şiddetle saldırdı. Birçok genç yaralandı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğrencisi, TİP Eminönü İlçe üyesi Vedat Demircioğlu ağır yaralandı. İTÜ Öğrenci Derneği Başkanı, öğrenci gençlik önderlerinden Harun Karadeniz "Olaylı Yıllar" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Vedat Demircioğlu dövülüp pencereden atılmış ve sonra da üç yüz metre kadar ayaklarından tutularak yerde tekmelenerek sürüklenmiş ve PTT önüne öldü diye terk edilmişti." Vedat Demircioğlu bu vahşice saldırıdan sonra koma halinde hastaneye kaldırıldı. Onunla birlikte ağır yaralı üç öğrenci daha hastanede yoğun bakıma alındı. Vedat Demircioğlu bir hafta komada kaldıktan sonra 24 Temmuz 1968 Çarşamba günü yaşamını yitirdi. Vedat Demircioğlu TİP'in ilk kaybıydı. TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, Vedat Demircioğlu'nun ölümünün ardından şunları söyledi: “Ölümünü sonsuz acılarla öğrendiğimiz yurtsever, kahraman, genç partili kardeşimiz Vedat Demircioğlu'nun polislerce öldürülmesinden manevî sorumlu, o mevkide bulunan Demirel hükümetidir. Bu cinayetin hesabı mutlaka sorulacaktır." Vedat Demircioğlu'nun öldürülmesinden birkaç gün sonra, 28 Temmuz günü, TİP Çankaya İlçe aday üyesi, Ankara Erkek Öğretmen Yüksek Okulu öğrencisi 22 yaşındaki Atalay Savaş, Ankara'da polisten kaçarken trafik kazası geçirdi ve beyin kanaması sonucu ertesi günü Hacettepe Hastanesinde yaşamını yitirdi. Bazı görgü tanıklarının ifadelerine göre de “Savaş'ı bir polis aracı bilerek" ezdi. [167] |
TİP Tarihi'nde 24 Temmuz 1968: TİP'in İlk Kaybı Vedat Demircioğlu'nu TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın anlatıyor: “6'ncı filo gene Dolmabahçe'nin önündeydi. Teknik Üniversite'nin karşısındaki bir otel de, karaya çıkacak erlerin cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere yetkililer tarafından özel bir genelev haline getirilmişti. Aynı cadde üzerinde ve İTÜ yurdu ile kapıları karşı karşıya, tam nişan almışçasına. Gündüz gösteriler, polisle köşe kapmaca... Akşam da Amerikan erlerini korumak üzere tam kadro toplum polisi yurdun kapısında. Kapının iç yanında yurdun bahçesinde sloganlar, bağrışmalar. Giderek yükselen tansiyon. Kapının dışına çıkacak gibi olanlar hemen sesi soluğu kesilip derdest edilerek Emniyet arabasına alınıyor, bir Emniyet Amiri de karşılık olarak yurda götürülüyor. Neyse ki, polisle öğrenciler arasında jandarma birliği var. Alınıp götürülenler karşılıklı olarak iade ediliyor. Gecenin ilerlemiş saatleri, ertesi gün başlamış. Ortalık yatışmış gibi. Bahçede kimse kalmıyor. Öğrenciler yataklarında. Amirlerinden, ne gibi bir emir aldığı bilinmiyor, ama jandarma birliği bahçe kapısını terk ediyor. Ve birden büyük hışımla polisin yatakhanelere taarruzu başlıyor. Derin uykularındaki gençler yatakta coplanıyor; arkasından tekme, yumruk ne rast gelirse... Yatak hali ile, üstlerine bir şey geçiremeden kan revan içinde gençler toplanıyorlar; güya gözaltına alınacaklar. O arada bir genç başına gelen coplarla beyin travması geçiriyor, bir genç pencereden atılıyor, yerde kan içinde kendinden geçmiş, bir diğeri gözünü yitirme tehlikesinde. Dört genç ister istemez hastaneye kaldırılıyor, diğerleri don gömlek, yara bere içinde üst üste nezarethanede. Pencereden atılan ve komaya giren Vedat Demircioğlu, partimizin ve FKF'nin üyesi, Hukuk 3'üncü sınıf öğrencisi. Konya'nın Hadım İlçesi Taşkent bucağından, 25 yaşında, narin bir delikanlı. Parti'ye bu olaydan tam bir yıl önce 16 Temmuz 67'de kaydolmuş. Kaydolduğu Eminönü İlçesinin Başkanı, yönetimle görüşmüş, İlçenin 68 kongresinde Demircioğlu İlçe YK aday tavsiye listesinde yer alacak. Zaten sosyal yaşamda eskiden beri aktif, Taşkent'liler Derneği'nde etkin, FKF'nin önde gelen üyesi, İstanbul Hukuk Fakültesi Fikir Kulübü'nün Yönetim Kurulu'nda. Zengin akrabaları üstüne düşmüş, bu yoldan vazgeçmesi kaydıyla çok geniş maddî olanaklar önüne serilmiş. Ancak o, bildiği, inandığı yoldan dönmemiş; malî açıdan da bağımsızlığını kesin olarak kazanmak üzere şoför ehliyeti almış, "şoförlük yapmak suretiyle ekonomik baskılardan kurtulmasını bilmiş". İlçe Başkanı Erdoğan Yamaç anma töreninde gözleri dolu, sesi kırık devam ediyordu: "O, verilen bütün görevleri, görevin niteliğine bakmadan sessiz sedasız kabul edip en iyi şekilde yapan, Kültür Bürosu'ndaki eğitici görevinden tutun da bildiri dağıtmak, afiş yapıştırmak, sandalye, masa taşımak, ağaçlara, duvarlara tırmanıp mikrofon yerleştirmekten, ilçe binasını süpürüp temizlemekten, çay kahve pişirip bağış ve aidat toplamaya kadar aldığı bütün görevleri sanki kendisi yapmamışçasına, kendine en ufak bir şeref payı ayırmadan yapan, sosyalist ahlâk numunesi bir arkadaşımızdı." Kısacası, bilgili, uyanık, yiğit bir militan kardeşimiz, üye adına tam anlamıyla lâyık bir Türkiye İşçi Partili." Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 525-526.[168] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/5 Behice Boran TİP'i Savunuyor/1 “Doğuda yaşayan Kürt halkı konusu [sadece] partimizin 4. Büyük Kongresinde ele alınmış değildir. 1964 yılında İzmir'de hazırlanan Büyük Kongrede programda doğu kalkınması başlığı altında bu konu ele alınmıştı. Üçüncü Büyük Kongrede yine aynı şekilde doğuda yaşayan bölge sakinleri ve alevi vatandaşlarla ilgili bazı konuşmalar olmuş ve üçüncü büyük kongre kararına da geçmiştir. Ne var ki 1970 yılında doğu bölgesini kapsayan komando hareketi şiddeti göz önüne alınarak Kürt halkı partimiz yönünden bir problem olarak ele alınmış ve 9 Temmuz 1970 tarihinde Cumhurbaşkanına Partimiz adına verilen bir muhtıra ile bu bölge halkına karşı girişilen hareketin Anayasanın 3 ve 12. maddelerine aykırı düştüğü belirtilmiştir. Bu ana kadar doğu bölgesi halkı ve Kürt asıllı vatandaşlar olarak nitelenen bir kitlenin doğrudan doğruya Kürt halkı şeklinde düşünülmeye başlanılması partimizce yapılan bir incelemenin sonucu olmuştur. Bu incelemede 1960 yılında doğu bölgesinde Kürtçe konuşanların sayısının 2,5 milyonun biraz üzerinde olduğu tespit edilmişken, 1970 yılında bu sayının daha da artmış olduğu düşüncesiyle bu kadar büyük bir topluluğa halk denilmesinde herhangi bir sakınca olmadığı kanısına varılmış ve bu şekilde düşünmekte haklı olduğumuz Devlet İstatistik Enstitüsü kayıtlarındaki sayılarla da doğrulanmıştır. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığının yayınlarından İslâm Ansiklopedisi'nin Kürt maddesinde 20 sahifeyi aşan büyük bir yer ayrılmıştır. Burada Kürtlerin tarihi, etnik özellikleri, etraflıca belirtilmiş, yerleşmelerinden söz edilmiştir. Bütün bunlardan başka Atatürk ile Lozan konferansı sırasında İsmet İnönü'nün Türk ve Kürt diye iki topluluğu birbirinden ayrı sıfatlarla göstermiş olmaları ve Kürtler hakkında övücü nitelikte yaptığı konuşmalar da vardır. Bu durumda Anayasanın, tanımladığı ölçüler içinde vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan ve yine Anayasanın tanımlarına göre Türk vatandaşı dışında da sayılmadıklarına göre bu konunun sosyalizm ve Anayasa açısından olduğu kadar sosyolojik ve objektif gerçekler açısından da bir sorun olarak ele alınmış olmasında partimiz yönünden bir sakınca yoktur. Türkiye'de büyük bir sosyolojik bütünleşme gelişirken ve bütünleşmeye giderken çeşitli nedenlerle bu topluluğu ayrım gözeten işlemlere maruz bırakılmasını ve üzerlerinde baskı ve şiddet uygulanmasının aleyhinde olduğumuzu Cumhurbaşkanına bildirmiş ve bunun bütünleşmeye mani olabileceğini ifade etmiştik." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1165-1166.[169] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/6 Behice Boran TİP'i Savunuyor/2 “Kararda (Kürt halkının mücadelesi) deyimiyle Kürt halkının Anayasal vatandaşlık hakları ve anayasal diğer demokratik haklarını elde etmek için yaptığı mücadele kastedilmiştir ki bu mücadelenin bir örneği 1967 yılında yapılan Doğu mitingleridir. Parti olarak bu tarz mücadeleyi desteklemek kararında olduğumuz ifade edilmektedir. Bu mücadeleleri anayasada ifade edildiği şekilde toplantı, gösteri yürüyüşü ve mitinglerle yapmak demokratik haklar arasında kabul edilmelidir. Bu mücadeleyi bütün demokratik güçlerin yapması gerektiği kanaatindeyim. Anayasal düzen bu haklara sahip çıkmakla gerçekleşir. Anayasal vatandaşlık hakları Anayasada siyasal haklar başlığının altında özel ve hukuki deyim olarak yer almaktadır. Fakat diğer bir bölümde ilk üçüncü bölümde tüm insan haklarından, sosyal ve ekonomik haklardan söz edilmektedir. Kararımızda Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak hakkından gayrı diğer tüm demokratik özlem ve istekler deyimine yer verilirken Anayasanın yukarda sözünü ettiğim bölümlerine paralellik düşüncesi hâkim olmuştur. Bu ifadenin bir başka şekilde anlatılması da mümkündür. Bir tarafta objektif haklar, diğer yanda da bu objektif hakların gerçekleşmesine duyulan özlemin sübjektif yansıması söz konusudur. Bunu bir misalle anlatacak olursak bir vatandaşın anayasa ile sahip olduğu objektif bir hakkının gerçekleşememesinden duyduğu üzüntü ve özlem bu objektif hakkın sübjektif yansıması şeklinde mütalaa edilmelidir." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1166-1167.[170] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/7 Behice Boran TİP'i Savunuyor/3 Ayrıca 3. maddesinde "Resmi dil Türkçedir" diyor Anayasa. Bu da gösteriyor ki dil birliğini, gene milletin esas, temel unsuru saymıyor. Yani Anayasa diyor ki: "Ancak resmi muamelelerde, resmi ilişkilerde Türkçe kullanmak mecburidir. Onun dışında mecburiyet yoktur". Öyleyse onun dışında vatandaşlar, dilediği dilde -ister ana dili olsun, ister ikinci bildiği dil olsun, diğer dillerde- yazmak, konuşmak serbesttir. Nitekim Türkiye'de yalnız Lozan Anlaşmasıyla kendilerine azınlık statüsü, hakları tanınmış olan Müslüman olmayan faaliyetler değil, başka dillerden de neşriyat vardır bugün Türkiye'de. Mesela Ankara'da, Daily News zannediyorum adı, bir İngilizce gazete çıkıyor. Fransızca gazeteler çıkar oldum olası, Osmanlı İmparatorluğundan dolayı İstanbul'da. Ama eğer bir dergide bir sayfa Kürtçe şiir olursa yahut bir yerde iki tane Kürtçe mani söylerse o vatandaş apar topar alınır, götürülür, mahkemeye verilir, mahkûm edilmeye çalışılır. Ama mahkûm edilemeyeceği de, biraz evvel anlattığım gibi, mahkeme kararıyla tespit olmuştur. Demek ki, 3. maddesi resmî dil Türkçe demekle gene dil birliğinin, zorunluğu, temel unsur olmadığını gösteriyor. Ondan sonra tabii bildiğimiz 12. madde var, "dil, din vesaire ayrılıkları gözetilmeksizin kanun önünde eşittir". Bu ne demektir? Bu demektir ki Anayasa Türkiye'de din vesaire ayırımlarına göre birtakım farklı nüfus ayırımları, toplulukları olduğunu kabul ediyor. Çünkü eğer hiçbir dil farkı yoksa Türkiye'deki nüfus içinde, o zaman "dil farkından dolayı ayırım gözetilmez" hükmü manasız kalır. Eğer herkes aynı dili konuşuyorsa bu olmaz. Demek ki bunların var olduğunu veya var olabileceğini kabul ediyor Anayasa, ama bunlara rağmen, "hepsi kanun önünde eşittir" diyor." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1187-1188. © Fotoğraf: Saim Tokaçoğlu'na teşekkür ederiz.[171] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/8 Behice Boran TİP'i Savunuyor/4 “Anayasanın 12. maddesi, herkesin, dil, ırk, cinsiyet, felsefi inanç, siyasi düşünce, din ve mezhep ayırımı gözetmeksizin kanun önünde eşitliği hükmünü getirmiştir. Bu demektir ki, Anayasa, Türk milletini oluşturan nüfus topluluğu içinde dil, ırk, vs. farkları olduğunu veya olabileceğini kabul ile bunların kanun önünde eşitliğini öngörmektedir. 13. maddede de yabancıların durumunun ayrıca düzenlenmesinden, bu hükmün, esas olarak vatandaşlar için konduğu anlaşılmaktadır. Yine Anayasanın 3. maddesinin 2. fıkrası "resmî dil Türkçe'dir" hükmünü koymuştur. Buna göre ancak resmî işlemlerde ve ilişkilerde Türk dilini kullanmak zorunludur, bunun dışında vatandaşlar başka dilleri konuşup yazmakta hukuken serbesttirler. Esasen bu sorun, Türk Mahkemeleri için de yabancı bir konu değildir. Ekteki bilirkişi raporlarından da anlaşıldığı gibi bu konuda çeşitli davalar açılmış fakat Kürt gramerinin var olduğu, Kürt dilinin kullanılabileceği mahkeme kararlarında da tespit olunmuştur. (Ek. 3) Herhalde Anayasamızın 10. maddesinde yer alan "herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir" hükmündeki "temel hak ve hürriyetler" arasında 12. maddede yazılı "dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep" hürriyeti en başta yer almaktadır. Zaten böyle olduğu içindir ki, "Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1225.[172] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/9 Behice Boran TİP'i Savunuyor/5 "İddianame, 4. Büyük Kongre kararındaki "Kürt Halkı" deyiminin, aslında, "Kürt Ulusu" anlamında kullanıldığını ileri sürmekte ve Partimizi bundan ötürü suçlu göstermektedir. İddianameye göre, Kongre kararında "Kürt Halkı" deyiminin kullanılması, "teknik terimler arkasında, asıl amacı saklamak çabasının bir ifadesi olarak düşünülmektedir." (İddianame, s. 15). Yine iddianamede, "... (Kürt halkı) deyiminin sadece bir kavram veya nüfus çoğunluğunun ifadesi olmaktan çok ötede, milliyetler teorisinin, Marksist-Leninist teorideki anlamını ve bilimsel sosyalizmin (Milletlerin Kaderlerini Tayin Hakkı ve Ayrılma) ilkesinin siyasi açıdan değerlendirilmiş şekli" (İddianame, s. 15) denilmektedir. Bu ithamdan da anlaşılacağı üzere, Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, "Kürt Halkı" deyiminin kullanılmasını başlı başına suç saymış değildir. Bu kavramın sosyolojik bir terim olarak, etnik özellikleri bulunan bir nüfus kitlesi anlamında kullanılmasını normal kabul etmektedir. Sayın Başsavcı, ülkemizin doğusunda, farklı etnik özellikleri olan kalabalık bir yurttaşlar topluluğu bulunduğunu reddetmemektedir. İddianamenin 19. sayfasının 7. paragrafında, "etnik özellik sahibi bir kısım vatandaşlar" ibaresini kullanan Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, Kürtçe konuşan bu yurttaşlarımızın sayısının 2 milyon civarında olduğunu da ayrıca ifade etmektedir (İddianame, s. 18). Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi, iddianamenin suç saydığı fiil, "Kürt halkı" deyiminin kullanılması, bu yurttaşlarımızın farklı etnik özellikleriyle kalabalık bir kitle teşkil ettiklerine parmak basılması değildir. Suç sayılan husus, karar metnindeki ifadeler değil, bu ifadelerin altında yattığı varsayılan gizli anlam, amaç ve niyetlerdir. Ancak, iddianame, varsaydığı bu gizli anlam, amaç ve niyetleri "kanıtlamak" için hukuk ilkeleri ve gerçeklerle bağdaşmayan bir yol seçmiştir." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1202.[173] |
TİP (1961-1988) ve 1971 Kapatma Davası/10 Behice Boran TİP'i Savunuyor/6 “Binaenaleyh Türkiye'de bir gelişme olduysa 1961 Anayasası'nın hak ve özgürlüklerine sahip çıkacak güçlere sahipti ve örgütler meydana getirdi. Böyle kurumlar meydana getirdi ve bu kurumlar sahip çıkarak vazifelerini gördüler. Ara tabakalar mücadele verdi, işçi sınıfı örgütlendi, haklarına sahip çıkmaya başladı, köylüler öyle. Köylere gidiyorsunuz, Anayasadan bahsediyor. Ben Atalar Köyü'ne gittiğim zaman, toprak işgalinde, beş metrelik şey üzerinde Anayasanın toprak reformuna ait hükmünü yazmışlar, beş metre üzerine ve onu asmışlardı. Köyde bu, kaç tane köyde rastlamışımdır. Köylü çıkarır ufak Anayasayı cebinden. Bununla uygulandı bu Anayasa. Şimdi bu kuvvetler, eğer bu hakları kullanılmaz hale getirirse, kurumların yetkileri, denetleme yetkileri kısıtlanırsa, özgürlükler, hak ve özgürlükler kısıtlanırsa, bunların mücadelesini yapan partiler kapatılır, sendikalar vesaire kapatılır, yöneticileri tutuklanırsa Türkiye'deki demokrasinin bundan sonra kâğıt üzerinde kalacağı, uygulamada çok kısıtlı, çok sınırlı, belki de nefes aldırmayan bir ortama gidileceği söylenebilirdi. ... Binaenaleyh bir demokrasi ki orada işçi sınıfının sosyalist partisi yok. Bir demokrasi ki orada bu iki kutup sınıflar siyasal alanda, Anayasa çerçevesi içinde, fakat o çerçeve içinde serbestçe örgütlenecek, mücadele etmek ve denge kurmak imkânını bulamıyorlar, o demokrasi demokrasi değildir ve biz Anayasanın tam ve eksiksiz uygulanmasını istedik. Korkarım ki böyle bir uygulamaya doğru gidilirse tam ve eksiksiz uygulamanın gerçekleşmesi değil, daha da eksik uygulamalara gideceğiz ve demokrasi iddiaları ve hukuk kurallarında ortaya konulan sistem bir göstermelik sistem olmaktan başka, kâğıt üzerinde kalmaktan başka hayata geçme, orada gerçekleşmek ve gelişmek imkânını bulmayan hak ve özgürlükler olmaktan öteye gidemeyecektir. Sayın Mahkemenizden bu hususları da dikkate alarak, Partimizin niteliğini dikkate alarak kapatma isteminin reddini saygılarımla arz ve talep ederim." Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1197-1198.[174] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/1 TİP, 10 Ekim 1965 tarihinde yapılan milletvekili seçimleri için Seçim Bildirgesi'ni o yılın 1 Ağustos tarihinde yayımladı. Yokluklar, ağır baskılar ve saldırılar altında sürdürülen bu kampanyada Türkiye, siyasette o güne kadar görülmeyen mahir bir propaganda diliyle karşılaştı; çekmekten çok, çarpma, sarsma ve silkeleme tarzıyla parti yoğun bir ilgiyi üzerinde topladı ve başarılı bir seçim kampanyası gerçekleştirdi. Seçimler sonucunda Türkiye tarihinde ilk kez işçi ve emekçi sınıf ve katmanların temsilcisi olarak 15 sosyalist milletvekili Meclis'e girdi ve TİP parlamentoda bir grup kurdu. Böylece yıllarca dillerden düşmeyecek ve kritik noktalarda hep örnek verilecek 'TİP Parlamento'da' süreci de başlamış oldu. Bu nedenle, Bildirge'nin yayımlanma tarihi vesilesiyle, Ağustos başından itibaren Türkiye İşçi Partisi'nin 1965 Seçimlerine yönelik çalışmaları ve seçim sonrasında yaşanılan süreç üzerine bir dizi başlatıyoruz. "İŞÇİLER. IRGATLAR, KÖYLÜLER, ZANAATKÂRLAR, SUBAYLAR, MEMURLAR, EMEKLİLER, ATATÜRKÇÜ TOPLUMCU AYDINLAR TÜM EMEKÇİLER SEVGİLİ YURTTAŞLAR Millî Kurtuluş̧ Savaşımızı zafere ulaştırdıktan 43 yıl sonra istiklalimizi, bağımsızlığımızı yeniden kazanmak zorundayız. Yardım bahanesiyle gelen Amerika 1947'den beri yurdumuza adım adım yerleşmiştir. Vatan topraklarının 35 milyon metre karesi Amerikan işgalindedir. Bu üslere Türk polisi, Türk hâkimi, Türk komutanı, hatta Türk bakanı giremez. Bu üsler, Türk toprakları üzerinde Amerikan bayrağının dalgalandığı birer küçük Amerikadır. Önce yardım heyetleri olarak Başkentimize yerleştiler. Şimdi her Bakanlıkta uzmanları var. Bunlar Amerikan hükûmetinin uzman adı altında iş gören ajanlarıdır. Artık devlet sırrı kalmamıştır. Amerikalılar her işimizi bilirler. Bilmekle kalmazlar, bizi istedikleri yola sürüklemek için gerekirse baskı da yaparlar... Emekçi kardeş̧, yurttaş, Bu şartlar altında senin birinci vazifen yurdu yabancı hâkimiyetinden kurtarmaktır. Millî Kurtuluş̧ Savaşını kazandığımızdan 43 yıl sonra, yedisinden yetmişine kadar bütün yurttaşlar seferber olacağız. Türkiye hiç bir devletin peyki, uydusu olamaz. Amerika ne yoldan gelmişse o yoldan dışarı atılacaktır. Halkımız elinin tersiyle küstahlara hak ettikleri cevabı verecektir: Amerikaya imtiyaz veren Anlaşmaları feshedeceğiz. İstiklalimizi bağımsızlığımızı yeni baştan kazanacağız. Bu, yalnız millet olarak haysiyetle yaşamamız için değil, kalkınabilmemiz için de başta gelen temel şarttır. Tam bağımsız olmadıkça ne toprak reformu yapabiliriz, ne sanayi kurabiliriz, ne işsizliği önleyebiliriz, ne sosyal adaleti sağlayabiliriz. Çünkü, Amerika yurdumuzda toprak ağalarına, kapkaççılara dayanıyor, Türkiyemizi iflâsa sürükleyen borçlandırma politikası ağaların, kapkaççıların gittikçe daha zengin, daha nüfuzlu, daha güçlü olmalarını sağlıyor. Hür olmak, milletçe ve halk olarak hür olmak, insanca yaşayabilmek için önce bileklerimizdeki şu ağır zincirleri kırmamız şarttır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 3-4.[175] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/2 "Emekçiler, Bu seçimlerde durum başka. Simdi, seçimlere senin öz partin, Türkiye İşçi Partisi de katılıyor. Bizim partimizin milletvekili adaylarına bir göz at; 382 kişi bunlar. Bu 382 kişinin 216'sı senin gibi kol emekçisi, ekmeğini bedeni ile çalışarak kazanan yurttaş̧. Yâni isçi, yani ırgat, yani yoksul köylü, yani zanaatkâr, yani teknisyen, yani küçük esnaf... Geriye kalan 166'sı da hayatlarını senin yoluna koymuş̧ kafa işçileri: Yani senin haklarını savunan, senin içinden çıkıp okuyabilmiş̧ olan aydınlar, halktan yana avukatlar, doktorlar, mühendisler, emekli subaylar, öğretmenler, yazarlar... Yani namuslu aydınlar. Aşağıdaki rakamlar iyice incele. Bak öteki partilerin listelerinde senden olan, yani yoksul halkın içinden çıkmış̧ ya da yoksul halktan yana kaç milletvekili adayı var? Sana biz söyleyelim: AP'de 8, CHP'de 18, CKMP'de 41, MP'de 33, YTP'de 25 kişi. Bunlar da sırf senin oyunu avlamak için listelere konmuş̧, karşılarında Türkiye İşçi Partisi var diye birkaç emekçiyi listelerine serpiştirmişler. Sonra bunları da seçilecek yerlere koymamışlar, dikkat et. Türkiye İşçi Partisinin listelerinde yer alan 216 kol emekçisinin 91'i ilk dört sırada bulunuyor, yani seçilecek yerlerde. Buna karşılık öteki partilerin listeleri tüccarlar, toprak ağaları ve onlar hesabına çalışan sermayeci avukatlar, mühendisler, müteahhitlerle doludur. Gözlerinin önüne serdiğimiz bu gerçeği, oy verirken sakın unutma. Tüm oylarını Türkiye İşçi Partisi'ne verdin mi, Mecliste senden 382 milletvekili olacaktır. Ve senden olan bu milletvekilleri seni bugünkü yoksulluğundan kurtaracak kanunları en kısa zamanda çıkartacaklardır. Türkiyemizi ileri bir toplum haline getirmek, tam bağımsızlığa yeniden kavuşturmak için gereken bütün adımları atacaklardır. Kardeşler, Çilekeş Yurttaşlar, Her işin başı senin temsilcilerinin, yani emekçi halkımızın iktidara gelmesidir. Çünkü bağımsızlığı da, reformları da, sosyal adaleti de, demokrasiyi de ancak senin temsilcilerin gerçekleştirebilir. Çünkü bu işlerin başarılmasında yalnız senin menfaatin vardır. Ve yaratıcı güç yalnız sendedir, emekçi halkımızdadır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 5.[176] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/3 "1- DIŞ POLİTİKA Türkiye İşçi Partisi tam bağımsızlığı bütün meselelerimizin çözümü için temel şart sayar. Bundan dolayı tam bağımsızlık haysiyetli bir varlık hâlinde yaşamanın şartı olduğu kadar ekonomik kalkınmanın da temel şartıdır. Türkiye İşçi Partisi emperyalizmin, sömürgeciliğin, devletlerin içişlerine karışılmasının ve her türlü harp kışkırtıcılığının kesinlikle karşısındadır. Türkiye İşçi Partisi tam bağımsız, yüzde yüz milli bir dış politika izleyecektir. Bu, Kurtuluş Savaşının Atatürk politikasına dönüştür. Böyle bir politika Birleşmiş Milletler Anayasası ilkeleri ışığında bütün devletlerle karşılıklı saygı ve tam eşitlik esasına göre ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanlarda dostluk münasebetleri kurmayı amaç bilir, Bundan dolayı Türkiye İşçi Partisi: a) Yabancı devletlerle yapılmış bütün andlaşma ve sözleşmeleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile imzalanmış ikili andlaşma ve sözleşmeleri gözden geçirecek ve bunlardan milli bağımsızlığımız ve milli menfaatlerimizle bağdaşmayanları derhal yürürlükten kaldıracaktır. Şöyle ki: Türkiye Cumhuriyetinin imzalamış olduğu bu andlaşmalara dayanarak yabancı devletlerin elde ettikleri siyasi, ekonomik, mali ve kazai mahiyetteki her türlü imtiyazlara son verilecektir. Yabancıların kurduğu askeri üsler kaldırılacaktır. Misakı Milli toprakları üzerinde memleket dışı statüsüne tabi bir karış toprak kalmayacaktır. Böylece artık Büyük Meclisin kararı olmadan yurdumuzda üslenmiş yabancı devletler tarafından bir savaşa sürüklenmemiz ihtimali de kesinlikle ortadan kalkacaktır. b) Komşu devletlerle dostluk münasebetleri kurmak ve geliştirmek Atatürk dış politikasının temel ilkesi olmuştur. Bu ilkenin mirasçısı olan Türkiye İşçi Partisi Sovyetler Birliğiyle münasebetlerimizin iyileştirilmesi için son zamanlarda atılan adımları memnunlukla karşılar. Ve bu yöndeki gelişmelerin karşılıklı saygı, itimat ve menfaate dayanan samimi dostluk münasebetleri şeklini almasını ister. Ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk ile yakın münasebetler kurulmasını tarafların menfaatlerine uygun görür. Emperyalist entrikalar yüzünden Yunanistan'la bozulmuş olan münasebetlerimizin Atatürk devrindeki seviyeye ulaştırılmasını, Irak, Suriye ve bütün Arap devletleriyle kardeşçe münasebetler kurulmasını zorunlu görür. İran ve Pakistan'la münasebetlerimizin tam bağımsız, antiemperyalist dış politika mihveri etrafında yeniden ele alınmasını ve sağlam dostluklar halinde geliştirilmesini amaç bilir. Türkiye İşçi Partisi özellikle Millî Kurtuluş Savaşı yapmış veya yapmakta olan milletlerle münasebetler kurulup geliştirilmesini dış politikamızın temel bir hedefi sayar. Amerika Birleşik Devletleri dahil, büyük-küçük bütün devletlerle, tam bağımsızlık ve egemenlik esasları dairesinde münasebetlerimizin karşılıklı menfaat, saygı, eşitlik, içişlere karışmama ilkelerine göre yeniden düzenlenmesini ve samimi dostluklar hâlinde geliştirilmesini gerekli görür. Milletlerarası anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesini ister." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 6-7.[177] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/4 “KIBRIS MESELESİ VE TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİNİN TEZİ : C — Kıbrıs davasının Türkiye'nin ve Kıbrıs'taki Türk topluluğu aleyhinde gelişmesi İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin Yunanlı ortaklarını desteklemelerinin bir sonucudur. Oysa, bizim hükümetlerimiz Kıbrıs davasını yine de Amerikalıların ve İngilizlerin yardımı ile çözmek istemişler ve bu istekleri Kıbrıs davasını büsbütün bir çıkmaza sokmuştur. Türkiye İşçi Partisinin bu meseledeki görüşü şudur: Kıbrıs meselesini herşeyden önce emperyalistlerin elinden çekip almak, bunun için de emperyalizme karşı olan devletlerin bu davada bizi desteklemesini sağlamak şarttır. Bu maksatla Türkiye İşçi Partisi, milli menfaatlerimize ve Kıbrıs'taki Türklerin menfaatlerine en uygun çözüm şekli olmak üzere Kıbrıs'ın yabancı üslerden temizlenmesini, silahsızlandırılmasını ve milletlerarası garanti altında her iki topluluğun haklarına saygılı, bağımsız bir devlet olmasını teklif etmektedir. Ve Türkiye İşçi Partisi, yalnız ilgili tarafların, yani Türkiye'nin, Yunanistan'ın ve Kıbrıs'taki Türk ve Rum topluluklarının temsilcileriyle Birleşmiş̧ Milletler'den bir temsilcinin bir Yuvarlak Masa toplantısı yapmasını ister." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 7.[178] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/5 “2 — MİLLİ SAVUNMA: Türkiye İşçi Partisi barışçıdır. Halkımızın hiç bir milletin topraklarında gözü yoktur. Herhangi bir saldırı savaşını düşünmez. Ve bir saldırı savaşına alet olmaz. Ancak saldırıya uğradığı zaman yeniden bir milli kurtuluş savaşı yapacaktır. Bundan dolayı savunma politikamızın amacı bağımsızlığımızı, milli varlığımızı, Anayurt topraklarının bütünlüğünü ve Cumhuriyetimizi korumaktır. Saldırı nereden ve kimden gelirse gelsin, gücü ne olursa olsun, Anayurt toprakları milletin son ferdine kadar inatla karış karış savunulacak; Yeni bir Millî Kurtuluş Savaşı verilip zafere ulaştırılacaktır. Bunun için silahlı kuvvetlerimiz halkla en yakın dayanışma ve işbirliği içinde, modern milli kurtuluş savaşı stratejisi ve taktiğine göre donatılıp eğitilecektir. Gerekli silâh ve malzemeyi yabancıya muhtaç olmadan kendi kaynaklarımızdan elde etmek için milli silah sanayiinin hızla geliştirilmesi sanayileşme programımızın amaçlarından biri olacaktır. Üçüncü bir dünya savaşının insanlığa getireceği sayısız ve tarifsiz acıları ve felaketleri açık olarak gören ve kavrayan Türkiye İşçi Partisi savaşın kanun dışı edilmesini ve genel silâhsızlanmaya gidilmesini ister. Türkiyemiz gibi geri kalmış bir ülkenin kısa zamanda kalkınıp ilerlemesi ancak devamlı bir barış düzeninin kurulmasıyla mümkün olacaktır. Bundan dolayı herkese inan ve güven verecek milletlerarası denetim altında nükleer denemelerin durdurulmasını, nükleer silahların yok edilmesini öngören, klasik silahları içine alan genel silahsızlanmayı barış̧ düzeninin gerçekten kurulması için şart sayar." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 7-8.[179] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/6 “3 — KALKINMA: İktisadî kalkınma, bir taraftan yoksul halkın sefaletten kurtuluşu ve sosyal adaletin sağlanması, diğer taraftan da dünya milletleri içinde bağımsız, eşit ve haysiyetli varlığımızı korumanın şartıdır. Bu sebepten hızlı bir kalkınma sağlamak Türkiye İşçi Partisi'nin baş davasıdır. Kalkınma deyince, ileri memleketlerin sanayileşme ve her sahadaki üretim düzeyine ulaşmayı anlıyoruz. Bu, üretimde en yeni tekniklerin kullanılmasını ve temel ağır endüstrilerin yurt içinde kurulmasını gerektirir. Böyle yapılmazsa, Türkiyemizin kendi gücü ve gayretiyle kalkınmasını gerçekleştirmesine imkân kalmaz ve yabancı desteğine muhtaç, ikinci üçüncü derecede bir memleket olmaktan kurtulamaz. Türkiye böyle bir kalkınmayı kapitalist yoldan gerçekleştiremez. Bu yol en az yüz elli yıl önce kapanmıştır. Cumhuriyet devrinin 40 yıllık kapitalist yoldan kalkınma çabalarının beyhudeliği de bunu teyid etmektedir. Gerçekten, bunca yıllık çabalara, dış̧ yardımlara, çeşitli teşvik ve himayelere rağmen özel sektörde beklenen sanayileşme hamlesi sağlanamamıştır. Özel sektörün bu güçsüzlüğünü telafi etmek için, memleket kapıları yabancı özel sermaye yatırımlarına açılmış̧ ve ‘ortak pazar'a girmek gibi akıl almaz yollara sapılmıştır. Bunlar millî bir sanayi kurmamızı bütün bütün çıkmaza sokmuştur. Halbuki Türkiyemiz hızlı bir kalkınmanın ön şartlarına sahiptir. Türkiye İşçi Partisi kalkınmamızı yurdumuzun ve dünyanın gerçeklerine uygun olarak, halktan yana plânlı bir devletçilikle yürütecektir. Bu sistemde kamu sektörü esastır. Ağır endüstri ile büyük işletmeler devlet eliyle kurulup işletilecektir. Ancak bu herşeyin devletleştirileceği şeklinde anlaşılmamalıdır. Özel sektördeki gerçek sanayici ve millî ekonomiye hizmet eden müteşebbislerle, uzun müddet olumlu bir işbirliği yapılacaktır. Diğer bir deyimle Türkiye İşçi Partisi Türkiye'nin ekonomik hayatının uzunca bir süre karma ekonomi çerçevesi içinde yürütülmesi zorunluluğunu kabul eder. Ancak bu karma ekonominin şimdikinden farkı, yönetim ve denetime emekçilerin de katıldığı kamu sektörünün gittikçe büyümesi ve milli ekonominin ağırlık merkezini teşkil etmesidir. Buna karşılık özel sektör gittikçe önemi azalan bir yardımcı durumunda olacaktır. Bu sürenin uzunluğunu tarihi gelişme tayin edecektir." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 8-9.[180] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/7 “3 — KALKINMA (DEVAM): a- DEMİR ÇELİK VE AĞIR SANAYİ: Türkiye İşçi Partisi zaten büyük ölçüde devlet sermayesiyle kurulup, özel sektöre peşkeş̧ çekilmiş̧ olan Ereğli Demir Çelik Tesislerini ve benzerlerini devletleştirecektir. Makine yapan makine sanayiine ve kimya sanayiine öncelik verilecek, bunlar millet malı olarak millet yararına millet eliyle hızla kurulup geliştirilecektir. b — YABANCI ÖZEL SERMAYE: Yabancı özel sermaye, yerli sanayiimizin kurulup gelişmesini önleyen başlıca bir unsurdur. Memleketimizdeki tecrübe, yabancıların memlekette hemen hiçbir ciddi sınaî tesis kurmadıklarını, yeni ve modern üretim usulleri getirmediklerini, buna karşılık aşırı kârlar yaparak bunları yurt dışına transfer ettiklerini ortaya koymuştur. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince, yabancı özel sermayeyi millîleştirecek ve mevcut yabancı sermayeyi teşvik kanununu derhal yürürlükten kaldıracaktır. c — ORTAK PAZAR: Ortak pazar üyeliği, yurdumuzun kapılarını yabancı sermaye yatırımlarına açan diğer bir yoldur. Ortak pazarın ikinci bir kötülüğü de, yerli sermayenin de yurt dışına çıkmasını serbest bırakmasıdır. Bugün çeşitli kontrollere rağmen sermayenin dışarıya kaçmakta olduğu göz önüne alınırsa, ortak pazarın tam üyesi haline geldiğimiz zaman yerli sermayenin ne hızla dışarı akacağını tahmin etmek güç değildir. Ortak pazarın üçüncü kötülüğü de gümrükleri ve her türlü dış̧ ticaret tahditlerini ortadan kaldırarak, yerli sanayimizi ortak pazarın sanayileşmiş̧ üyelerinin rekabeti karşısında himayesiz bırakmasıdır. Bu durumda mevcut sanayimizin de çöküp gideceği muhakkaktır. Bütün bu iktisadi mahzurlarına rağmen geçmiş̧ iktidarların Ortak Pazar'a girmekte bunca ısrar göstermeleri, Türkiye'nin bugünkü sosyal yapısını, yani toprak ağalarının ve kapkaççı sermaye çevrelerinin nüfuz ve hâkimiyetini teminat altına almak ve toplumcu bir gelişme yolunu kapatmak düşüncesidir. Türkiye İşçi Partisi, bütün bu sebeplerle, Ortak Pazar'a üye olmamıza kesinlikle karşıdır. Ve iktidara geldiği zaman Ortak Pazar'dan çıkacaktır. Bu takdirde Ortak Pazar üyeleriyle olan ticarî münasebetlerimizi özel anlaşmalarla geliştirecektir. d — PETROL VE MADENLER: Türkiye'de petrolün bulunduğu ilk defa Türk uzmanları tarafından söylenmiştir. Petrolü bulan, çıkaran, tasfiye edenler de gene Türk uzmanları, mühendisleri ve işçileridir. Bugün en çok petrol çıkaran Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'dır. Ayrıca, petrol sondaj aletlerinin de Türk uzmanları tarafından yurt içinde yapılması imkânları vardır. Hal böyleyken, kendi petrollerimizi kendimizin çıkarıp işleyemeyeceğimizi ve yabancı şirketlere muhtaç olduğumuzu iddia etmek, her türlü temelden yoksundur. Bu gibiler, milletinin yaratıcı gücüne inanmayan ya da yabancılara aracılık etmekle geçinen zavallılardır. Türkiye İşçi Partisi Meclise girer girmez petrol kanununun yürürlükten kalkması için sonuna kadar savaşacaktır ve petrollerimizin münhasıran devlet eliyle çıkarılmasını, tasfiyesini ve dağıtımını sağlayacaktır. Diğer madenlerimiz için de esas olan budur. Yani millet malının millet eliyle millet yararına işletilmesidir. e — İKTİSADİ DEVLET TEŞEKKÜLLERİ: İktisadi devlet teşekkülleri bugünkü halleriyle büyük şikâyet konusudur. Buralarda yatan 50 milyarı aşkın sermayenin gereği kadar verimli çalıştırılmadığı söylenmektedir. Bu iddiaların, hiç değilse kısmen haklı olduğu muhakkaktır. Çünkü gelmiş̧ geçmiş̧ siyasî iktidarlar bunların iyi işlemesini engellemişlerdir. Gerçekten bu teşekküllerde esas itibariyle bazı sınıf ve zümrelerin yararına transferler yapan bir fiyat politikası takip edilmektedir. Diğer bir deyimle bu teşekküllerin zararları özel sektörün yaptığı kârların kaynağıdır. Ayrıca bu teşekküller, basit parti politikası oyunlarına da alet edilmekte ve başlarındaki idareciler sık sık değiştirilerek rasyonel bir işletmecilikten ve kâr imkânından yoksun bırakılmaktadır. Türkiye İşçi Partisi'nin devletçiliği bugünkü devletçilikten ve Türkiye İşçi Partisi'nin iktidarındaki iktisadi devlet teşekkülleri de bugünkülerden kesin olarak farklı olacaktır. Türkiye İşçi Partisi'nin halk yararına planlı devletçiliği iktisadi devlet teşekküllerinin bugünkü sosyal ve politik bozuk yapıdan gelen arızalarını kökünden kaldıracak ve verimli bir işletme idaresinin kurulması yollarını açacaktır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 9-11.[181] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/8 " 3 — KALKINMA (DEVAM): f — DIŞ TİCARET: Dış̧ ticaret, Türk ekonomisinin en hassas ve önemli bir kilit noktasıdır. Bu sektörde her yıl asgari iki milyar civarında bir kâr teşekkül etmekte ve bu muazzam meblağ̆ pek küçük bir azınlığın cebine girmekte ve kısırlaşmaktadır. Ayrıca köylümüzün ihraç mahsullerini değerlendirmek, yeni sınai mamullerin ihracını sağlayacak rasyonel bir ihracatı teşvik politikası tatbik edebilmek için ihracatın esas itibariyle devlet kurumları eliyle yapılmasında büyük yarar vardır. Dış̧ ticaret hemen hiç emeksiz çok büyük kârlar sağlayan bir sektördür. Emeği en yüce değer sayan ve ekonomik faaliyetlerin ancak halk yararına yürütülmesini isteyen partimiz bu bakımdan da dış̧ ticaretin özel şahıslar elinde olmasına karşıdır. Nihayet bugünkü dış̧ ticaret düzeni çeşitli kombinezonlarla döviz kaçakçılığı yapılmasına imkân vermektedir. Her yıl bu suretle kaybedilen dövizin küçümsenmeyecek miktarlarda olduğu tahmin edilmektedir. Bu sebeplerden Türkiye İşçi Partisi iktidara geldiği zaman dış̧ ticareti devletleştirecek ve buradan sağlanan muazzam kârların, halkın yararına kullanılmasını sağlayacaktır. g — BANKACILIK VE SİGORTACILIK: İktisadi faaliyetlerin ağırlık merkezinin kamu sektörüne kaydırılacağı ve dış̧ ticaretin devletleştirileceği bir düzende bankacılığın özel ellerde bulunmasının hiçbir manası kalmayacaktır. Ayrıca kredilerin plan çerçevesi içinde dağıtımı da Bankaların devlet elinde olmasını zorunlu kılmaktadır. Sigorta şirketleri de memleketimizde emeksiz para kazanmanın bir vasıtasıdır. Bu sebeplerle Türkiye İşçi Partisi bankacılığı ve sigortacılığı bütünüyle devletleştirecektir. Banka kredilerinin diğer büyük bir önemi, küçük esnaf, zanaatkâr, köylü müstahsili fırsatçı aracı tüccarın ve tefecilerin pençesinden kurtaracak tek araç olmasıdır. Gerçekten, banka kredileri müstahsile zamanında ve yeteri miktarda verilmemektedir. Böylece küçük müstahsil çok ağır şartlarla tefecilere gitmekte ya da mahsulünü çok düşük fiyatlarla aracı tüccara kaptırmaktadır. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince küçük müstahsilimizi ezen bu büyük soyguna son vermek üzere gerekli kooperatifleri kuracak ve Banka kredilerini yalnız müstahsillerimizi desteklemek için kullanacaktır. h — VERGİ REFORMU: Türkiye İşçi Partisi vergileri bir taraftan kamu sektöründe sermaye birikiminin, diğer taraftan da sosyal adaleti sağlamanın başlıca bir vasıtası sayar. Vergi gelirlerini arttırmak için, vergi kanunlarındaki kaçakçılığa imkân veren boşlukları doldurmak ve idari kontrolü sağlamak için derhal ciddi tedbirler alınacaktır. Bunun yanısıra, yoksul halkın sırtına yüklenmiş̧ olan ağır vergi yükü hafifletilecek ve her halde asgarî ücretlerden vergi alınmayacaktır. Emekçilerden tasarruf bonosu için kesinti yapılmayacak, beyannameli mükelleflerin tasarruf bonoları da vergi haline sokulacaktır. i — BÖLGELER ARASI DENGE: Memleketimizin çeşitli bölgeleri aynı derecede gelişmiş̧ değildir. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimiz Batı bölgelerine kıyasla çok daha geri kalmış̧ durumdadır. O kadar ki, buralara ‘mahrumiyet bölgesi' denilmektedir. Türkiye İşçi Partisi, Doğu ve Güney Doğu illerimizin bu utanç verici durumuna en kısa zamanda son vermek üzere yeni sınai tesislerin kurulmasında, okul, hastane ve her türlü bayındırlık işlerinde bu bölgeye öncelik tanıyacaktır. Türkiye İşçi Partisi aynı zamanda, halkımızın köylerden şehirlere, özellikle büyük şehirlere göç etmesinin sebep olduğu gelişigüzel şehirleşmeye son verecektir. Köylerden şehirlere doğru olan bu göç hareketini sanayileşmenin kaynağı ve dayanağı olarak değerlendirecek ve düzenleyecektir. " Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 11-12.[182] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/9 “4 — TOPRAK MESELESİ: Türkiye'de 3 milyon köylü ailesi vardır; çalışan nüfusumuzun yüzde 70'ten fazlası geçimini tarım işleriyle, tarla işleriyle sağlıyor. Oysa, bunlardan 510 bin ailenin hiç toprağı yoktur; ırgatlık, rençberlik ederek geçinmeye çalışırlar. 2 milyon 122 bin ailenin de işlediği toprak parçaları 1 ile 100 dönüm arasındadır. Yani çoğunluğunun işledikleri toprak, ailelerini geçindirmeye yetmemektedir. Buna karşılık 30 bin, 50 bin, 100 bin dönümlük ve 100 bin dönümden aşkın, memleket kadar geniş̧ topraklar bir avuç toprak ağası ailenin elindedir. Bu duruma kesinlikle son verilmesi kalkınma davamızın temel meselesidir. Çünkü tarımda üretimin artırılması sanayileşmemize destek olacağından başka işsizliğin kısmen önlenmesi de gene toprak ve tarım reformlarının bir an önce gerçekleştirilmesini zorunlu kılar. Türkiye İşçi Partisi'nin toprak reformu anlayışı ekonomik ve politik olmak üzere iki hedef gütmektedir: Toprak reformu ile hem topraksız veya toprağı yetmeyen köylü aileleri toprağa kavuşturulacak ve tarımda verim artırılacaktır, hem de toprak ağalarının yoksul köylü vatandaş̧ ve genellikle memleket politikası üzerindeki antidemokratik, tutucu ve gerici nüfuz ve hâkimiyetleri sona erdirilecektir. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince, Anayasamızın emrettiği gibi derhal çıkarılacak Toprak Kanunu ile topraksız ve toprağı yetmeyen köylüler, üzerinde çalıştıkları toprağa sahip olacaklardır. Bunun için büyük toprak sahiplerinin ellerindeki topraklar kendilerine en çok beş̧ yüz dönüm bırakılarak Anayasanın öngördüğü şekilde kamulaştırılacaktır. Kamulaştırılan bu topraklar ve bugüne kadar ağalara peşkeş̧ çekilen hazine toprakları parasız olarak köylüye dağıtılacaktır. Ve tapuları ellerine verilecektir. Toprak reformu kanunu merkezdeki uzmanlardan kurulu teşkilat ile köy kurulları tarafından birlikte uygulanacaktır. Topraksız ve toprağı yetmeyen köylüler kendi aralarında köy kurullarını seçeceklerdir. Köy kurulları toprak reformunu bölgelere, tarımın çeşidine, toprağın verimliliğine göre kanunun tespit ettiği esaslar dairesinde uygulayacaktır. Ailesini geçindirecek kadar toprağı bulunan orta halli köylülerin toprağına dokunulmayacaktır. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince toprak reformu bölge bölge değil, bütün memlekette derhal uygulanacaktır. Ve toprak dağıtımı sürüncemede bırakılmayacaktır. Hileli ve danışıklı yollara baş vuran büyük toprak sahiplerinin bütün tertiplerini boşa çıkaracak tedbirler birer birer alınacaktır. Türkiye İşçi Partisi'nin iktidara gelmesiyle toprağa kavuşan yoksul köylüler ile orta halli köylü ailelerine, bugüne kadar toprak ağalarının faydalandıkları banka kredileri, ucuz tohumluk, gübre, ilaç gibi yardımlar yapılacak; bunlar traktör, biçer-döğer gibi araçlardan yararlandırılacaktır. Bu maksatla memleket çapında Devlet Tarım İstasyonları kurulacaktır. Böylece hem verim artacak, hem de fakir köylü tefecilerden, faizcilerden kurtarılacaktır. Ayrıca Devlet, mahsulü değerine satın alarak fakir köylüyü kapkaççı tüccardan kurtaracaktır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 13-14.[183] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/10 “5 — ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK: Türkiye İşçi Partisi, Anayasamızın öngördüğü köklü dönüşümlerle insanın insanı sömürmesine son veren bir düzen kuracaktır. 8u düzende isçiler ve bütün emekçi halkımız emeklerinin tam karşılığını alacaktır. Türkiye İşçi Partisi haftada beş̧ gün ve 40 saat çalışma esasını kabul eder. Bu çalışma süresi için, yapılan işe uygun ve işçi ailesine insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış̧ seviyesi sağlayacak miktarda ücret ödenir. Bundan fazla çalışıldığı takdirde fazla mesai sayılacak ve zamlı ücret ödenecektir. Ücretler "oynak merdiven" sistemine göre hayat pahalılaştıkça ona paralel olarak arttırılacaktır. İş kanunu, Deniz-İş kanunu, Sendika kurma, Grev hakkı bugünkü Anayasamıza aykırı kısıtlamalardan tamimiyle temizlenecek; çalışma hayatına tam bir demokratik ruh ve düzen hâkim kılınacaktır. Türkiye İşçi Partisi, zaten Anayasamızda da bulunmayan ve işverenlere işçiyi aç bırakmak suretiyle pazarlık imkânını veren lokavt müessesesini kesinlikle yasaklayacaktır. Bugünkü iş kanunu yürürlükten kaldırılacak ve işçinin yararına olarak yeni bir iş kanunu çıkarılacaktır. Yeraltı işçileriyle sağlık için tehlikeli işkollarında çalışan ağır isçiler için özel hükümler getirilecektir. Yeniden düzenlenecek İş kanunu, tarım işçilerine ve tek işçi çalıştıran yerlere de uygulanacaktır. Ancak çıraklığın özellikleri gözönünde tutularak usta ile çırak arasındaki münasebetler ayrıca düzenlenecektir. İşsizlik sigortası kurulacak ve bütün sosyal sigortalar ve diğer sosyal güvenlik tedbirleri, işçi, köylü, zanaatkâr, küçük esnaf, memur ve dar gelirli serbest meslek sahiplerini ve ailelerini kapsayan şekilde genişletilecektir. Böylece hiçbir emekçi yurttaş̧ hastalık, kaza, ölüm, işsizlik ve ihtiyarlık hallerinde kaderiyle baş başa yalnız bırakılmayacak, toplumun yardım ve himayesine kavuşturulacaktır. Sosyal sigorta kanunu bu amaçla değiştirilecektir. Sosyal sigorta fonlarının, işverenlere kredi şeklinde çarçur edilmesine Türkiye İşçi Partisi kesinlikle son verecektir. Bu fonlar yalnız işçiler yararına harcanacaktır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 14-15.[184] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/11 “6 — GENÇLİK VE EĞİTİM: Gençlik, özellikle yüksek öğrenim gençliği yurdumuzun ilerici, dinamik kuvvetleri arasındadır. Bütün az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizde de gençlik hareketleri tümünde antiemperyalist, halkçı bir nitelik taşımaktadır ve bu niteliği gün geçtikçe kuvvetlenmektedir. Toplumun ilerleme ve kalkınma isteklerini dile getirmede, bunları memleket halkoyuna ve dünyaya duyurmada, halkı uyandırmada ve iktidar çevreleri üzerinde bir baskı grubu etkisi yapmada gençlik teşekküllerinin önemi büyüktür. Esasen yüksek öğrenim gençliğimiz 27 Mayıs'ı ve yeni Anayasamızı getiren toplumsal şartların gelişip belirgin hale gelmesinde büyük rol oynamış ve zamanın baskı idaresine karşı demokratik hak ve hürriyetleri canını tehlikeye sokarak, kurbanlar vererek savunmuştur. 27 Mayıs'tan bu yana da gençliğimiz, sömürücülüğe ve emperyalizme karşı, halktan ve emekten yana olan her harekette başta gelen bir unsur olmuştur. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince Türk gençliğini köyde ve kentte, çalışma ve öğrenim hayatında demokratik esaslar üzerinden teşkilatlandıracak, gençliğin memleket hayatında ve kalkınmasında daha etken bir rol oynaması şartlarını sağlayacaktır. Gençlik meselesi eğitim meselesi ile doğrudan doğruya ilintilidir. Türkiye İşçi Partisi'nin görüşüne göre eğitimde ilerleme ve gelişme ile ekonomik kalkınma birbirine bağlıdır ve birbirini karşılıklı etkiler. Çünkü daha çok ve daha iyi okullar yapmak, öğretmen yetiştirmek, öğretim araçları temin etmek bir mali imkân meselesidir. Ve ancak emekten yana plânlı bir devletçilikle eğitimin imkân ve araçları hızla ve memleket çapında temin edilebilir. Yeni kuşaklar hem verimli bir üretim veya hizmet unsuru olarak, hem de kişiliği bütünleşmiş, kültürlü, bilinçli birer yurttaş olarak yetiştirilecektir. Bu maksatla bütün eğitim müesseseleri toplumun üretim hayatiyle doğrudan ilişkiler kurulacak şekilde yeni bir düzene sokulacaktır. Genel kültür eğitimi ile mesleki öğretim kaynaştırılarak verilecektir. Köyde kentte çalışan gençlere de mesleki bilgilerini, genel kültürlerini ve kişisel istidat ve kabiliyetlerini geliştirmek imkânlarını sağlayacak gece okulları, bilim, sanat, edebiyat, teknik enstitüleri açılacaktır. Türkiye İşçi Partisi, toplumun çeşitli sınıf ve tabakaları arasında görülen eğitim imkânları eşitsizliğini ortadan kaldıracaktır. Her dereceden okullar ve üniversiteler devletin mali imkânları geliştikçe tüm parasız hale getirilecektir. Geniş bir burs sistemi uygulanacak, yatılı devlet okulları çoğaltılacaktır. Köyde, kentte üstün kabiliyetli halk çocuklarını bulma ve bunlara, kabiliyetlerine uygun bütün eğitim ve yetiştirme imkânlarını sağlamak üzere tedbirler alınacaktır. Çocuk ve gençlerin eğitimi yanı sıra yetişkinlerin eğitilmesi ve yetiştirilmesi de önemle ele alınacak, bir Halk Eğitim Teşkilatı kurulacaktır. Orta ve yüksek öğrenimin özelliklerini kapsayan kısa devreli Halk Akademileri açılacaktır. Türkiye İşçi Partisi Köy Enstitülerini yeniden açacaktır. Türkiye İşçi Partisi, köy enstitülerinin, köyde eğitim meselesini çözecek, memleket gerçeklerine en uygun ve yüzde yüz milli ve başka yerlerde benzeri olmayan bir eğitim metodu olduğuna inanır. Köy Enstitüleri'ne öğretmen yetiştirmek amacı ile aynı ilkelere uygun olarak öğretim yapan Yüksek Köy Enstitüsü'nü de yeniden açacaktır. Türkiye İşçi Partisi, kültürel bağımsızlığın, politik ve ekonomik bağımsızlık kadar önemli olduğuna inanır. Bunun için her seviyede eğitim ve bilimsel araştırma kurumlarımız yabancı devletlerin mali ve kültürel nüfuzundan kurtarılacak, milli bir eğitim ve araştırma sistemi kurulacaktır." Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 15-16. [185] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/12 “7 — DEMOKRASİ VE TEMEL İLKELER: Türkiye İşçi Partisi yukarıda açıklanan ve memleketimizin kalkınması için şart olan işleri en geniş bir demokratik anlayışla ve aşağıdaki ilkelerin ışığı altında yürütecektir: a — HER ŞEY İNSAN İÇİN; EMEK EN YÜCE DEĞERDİR: Türkiye İşçi Partisi her şeyin insan için olduğuna inanır. Maddi ve manevi bütün zenginliklerin yaratıcısı da insandır, onun yaratıcı emeğidir. Bundan dolayı Türkiye İşçi Partisi, emeği toplumda en yüce değer olarak kabul eder. Bütün nimetler emeğe göre paylaştırılmalıdır. Haklar, yetkiler emek değerine göre kazanılmalıdır. Atatürk'ün dediği gibi "Çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde hakkı yoktur, yeri yoktur". Atatürk böyle diyor. Bunun içindir ki Türkiye İşçi Partisi her vatandaşın, harcadığı emeğe göre değer almasını ve kazancının gene harcadığı emeğe göre hesaplanmasını zorunlu görür. Türkiye İşçi Partisi, milli geliri vatandaşlar, sınıflar ve bölgeler arasında paylaştırırken emeği biricik ölçü olarak kabul etmektedir. Emek sadece ekonomik bir değer değil, aynı zamanda ahlâki bir değerdir. Türkiye İşçi Partisi şu inançtadır ki, emeği en yüce değer sayan bir toplum düzeninin kurulması yepyeni bir insan anlayışının doğmasına sebep olacaktır. Kardeşçe dayanışma ve işbirliği esasına göre yepyeni bir hak ve ödev anlayışı ile hareket eden vatandaşlarımız demokratik, toplumcu ve tam bağımsız bir Türkiye'nin kuruluşunda en yüksek derecede yaratıcı bir güç haline geleceklerdir. Sosyal münasebetler insana saygı ve sevgi temeli üzerine kurulacaktır. Ve böylece yepyeni bir iktisadi ve politik düzende yaşayan vatandaşlarımız insanı en son dereceye kadar yücelten, en temiz ahlâk kurallarına bağlanmış bulunacaklardır. b — "HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR": Türkiye İşçi Partisi her işte bilimin en sağlam yol gösterici olduğuna inanmaktadır. İnsanlar bilim ve teknik sayesinde daha çok hürriyete ve mutluluğa kavuşmak için tabiatı, toplumu ve kendilerini değiştirme gücüne sahip olurlar. İnsanlar bilim kanunlarını bula bula dünyayı gittikçe daha güzel, daha iyi, daha doğru ve kendileri için daha yararlı hale getirmişlerdir ve getirmektedirler. Hâlbuki sömürücü ve çıkarcı düzenden yana olan partiler, bilimin bu imkânlarından, temsil ettikleri sınıf ve zümrelerin çıkarlarıyla çatıştığı için yararlanamazlar. Çünkü toplum düzenini halk yararına değiştirmek bunların işine gelmez. Türkiye İşçi Partisi nüfusumuzun yüzde 99'unu kapsayan büyük emekçi kütlesinin partisi olduğundan bu niteliği icabı katıksız olarak bilimden yanadır. Ve bundan dolayı Türkiye İşçi Partisi, politikasını bilime göre çizer ve gene bilimin ortaya koyduğu gerçekleri göz önünde bulundurarak yürütür. c — MİLLİYETÇİLİK VE HALKÇILIK: Türkiye İşçi Partisi milliyetçiliği halkçılıktan ayrı düşünmez. Memleketin bütün fertlerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün sayar. Milletimizi dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip kişiliği olan bir üyesi olarak, bilimde, teknikte, kültürde, ekonomide ve toplum hayatının her alanında daima yüceltmeyi amaç bilir. Türkiye İşçi Partisi milliyetçiliği dünya halklarının, insanlık, demokrasi, hürriyet, bilim ve ilerleme yolunda kardeşçe ve barış içinde yarışmalarının itici, manevi kuvveti sayar. Her halde Türkiye İşçi Partisi’nin milliyetçilik anlayışı vatandaşlarımız arasında din, mezhep, dil, ırk ayrılıkları bakımından eşitsizlikler yaratılmasına kesinlikle karşıdır. Türkiye İşçi Partisi başka milletleri aşağı gören emperyalizmin yayılma politikasına bayraklık eden, saldırgan, faşist milliyetçilik anlayışını kökten reddeder. Kökü Milli Kurtuluş Savaşımızda bulunan milliyetçiliğimiz, antiemperyalisttir ve halkçıdır.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 16-18.[186] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/13 “7 — DEMOKRASİ VE TEMEL İLKELER (DEVAM): d — DİN VE LÂİKLİK: Türkiye İşçi Partisi vatandaşın dini inançlarına içtenlikle saygı duyar. Anayasa teminatı altında olan dini inançlarından dolayı hiçbir vatandaşın ibadeti yasaklanamaz ve hiçbir vatandaş dini inançlarından dolayı kınanamaz, hor görülemez. Kamu düzenine veya genel ahlâka veya bu amaçlara aykırı olmayan ibadetler, dinî ayin ve törenler serbesttir. Türkiye İşçi Partisi doğrudan doğruya halkımız tarafından kurulmuş̧ bir parti olduğu için üyelerinin büyük çoğunluğu müslümandır. Küçük bir kısmı da başka dinlerden veya felsefi inançlara sahip olan Türk vatandaşlarıdır. Bundan dolayı çıkarcı çevrelerin Türkiye İşçi Partisi’ne yönelttikleri dinsizlik suçlaması bir iftiradan ibarettir. Halkın partisi elbette ki onu kuran, onu geliştiren ve yaşatan halkın dinine samimiyetle saygı duyacaktır. Bu gayet tabiî bir hâldir. Beri yandan Türkiye İşçi Partisi’nin gerçekleştirmek kararında olduğu ekonomik, sosyal, politik toplum düzeninin dini inançlarla çelişen bir yanı yoktur. Esasen hiçbir din, sömürücülerin, çıkarcıların eline düşüp de ilk saf şeklini kaybetmediği sürece, çalışan insana karşı değildir. Dinimiz ve öteki dinler ilkeleriyle her zaman çalışanın yanında ve sömürücünün karşısında olmuşlardır. Dinin ilkeleri cümle kötülüklere karşı olmaktır. Müslümanlık da, dinler arasında sosyal yardımlaşmaya, sosyal adalete en çok yer vereni, fakir fukaranın, ezilmişin, hakkı yenmişin en çok yanında olanıdır. Ancak Türkiye İşçi Partisi, halkımızın temiz dini inançlarının çirkin politikacılar ve çıkarcılar tarafından istismar edilmesine, dünya işleriyle din işlerinin birbirine karıştırılmasına ve böylece masum vatandaşlarımızın toplum reformlarına karşı çıkarılmasına izin vermez, vermeyecektir. Hiç kimse dini inançları istismar ederek, devletin sosyal, ekonomik, politik ve hukukî temel düzenini din kurallarına dayattırmaya kalkışamaz. Lâikliğe aykırı olan bu gibi davranışların Türkiye İşçi Partisi kesinlikle karşısındadır. Fakat Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince vatandaşlarımız dinî ve felsefi inançları bakımından bugünkü ile kıyaslanamayacak derecede hür ve serbest olacaklardır.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 18-19.[200] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/14 “7 — DEMOKRASİ VE TEMEL İLKELER (DEVAM): e — MÜLKİYET: Türkiye İşçi Partisi, mülkiyet ve miras haklarını tanır. Vatandaşların yarına güvenle bakabilmeleri, insanca yaşayabilmeleri için mal, mülk, ev, bark sahibi olmalarını zorunlu görür. Bugün yokluk içinde yaşayan vatandaşı bir eve kavuşturmak, ihtiyaç duyduğu malları yeteri kadar tüketecek duruma getirmek başlıca amacımızdır. Ancak, Türkiye İşçi Partisi, hiç kimsenin malına mülküne dayanarak vatandaşı sömürmesine göz yumamaz. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına da olmak gerekir. Çünkü mülkiyet, hak sahibine ödevler de yükler. Türkiye İşçi Partisi milli ekonominin kilit taşı durumunda olan büyük üretim araçlarını (Demir çelik tesisleri gibi, petrol gibi, madenler gibi, aslında millete ait olan servetleri) millet malı haline getirecek ve halkın eliyle millet yararına işletecektir. Çünkü bunlar özel kişilerin mülkü olarak işletildiği takdirde, insanın insanı sömürmesine yol açmaktadır; halk kitlelerinin mal, mülk edinmesine engel olmaktadır. Bu durum ayrıca ilerlemeyi, ekonomik kalkınmamızı kösteklemekte ve başta işsizlik olmak üzere türlü ekonomik ve sosyal afetlere yol açmaktadır. Bugün mülkiyet hakkını savunur görünenler ve Türkiye İşçi Partisi’ni mülkiyete karşı imiş̧ gibi gösterenler aslında küçük bir azınlığın mülkiyet hakkını savunmaktadırlar; köyde kentte büyük halk çoğunluğunun insanca yaşayabilmek için gerekli mal mülkten mahrum, yoksulluk içinde yaşamasını ise hiç umursamamakta, hatta engellemektedirler. Bundan dolayıdır ki, Türkiye İşçi Partisi büyük üretim araçlarının özel mülk olmasına prensip itibariyle karşıdır. Bunun dışında Türkiye İşçi Partisi’nin amacı vatandaşı daha çok mal mülk sahibi etmektir.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 19-20. [201] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/15 “7 — DEMOKRASİ VE TEMEL İLKELER (DEVAM): f — AİLE VE KADIN: Türkiye İşçi Partisi aileyi toplumun temel müessesesi sayar. Gelecek nesiller ilk terbiyeyi aile çevresinde aldığı için ailenin düzenli, mutlu, kültürlü bir hayat seviyesine eriştirilmesine önem verir. Bugün hayat pahalılığı, gelir darlığı, geçim sıkıntısı ailelerde geçimsizliklere yol açmakta, aile hayatını huzursuz kılmaktadır. Ana ve babalar çocuklarının ihtiyaçlarını gönüllerinin dilediği gibi karşılayamamak, onları okutamamak mutsuzluğu içindedirler. Yoksul halk çocukları daha okul ve oyun çağındayken ve okumak, oynamak, tatil aylarını zevkle geçirmek onların en tabiî hakkıyken, ailenin geçimine yardımcı olabilmek için en ağır iş şartları altında fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Daha ergin çağa gelmeden hayatın bin bir çilesi, maddi ve manevi tehlikeleriyle karşılaşıyorlar. Türkiye İşçi Partisi iktidara gelince aileyi bu durumdan kurtaracaktır. Türkiye İşçi Partisi’nin gerçekleştireceği ekonomik ve kültürel kalkınma ile aile müessesesi kuvvetlenecek, aile refaha ve mutluluğa ulaşacaktır. Kadının gerek aile içinde ana olarak, gerek yurdumuzun bütün çalışma ve üretim alanında en ağır hayat şartları içinde bulunduğu bir gerçektir. Mevcut kanunların kadına tanıdığı haklar sağlam bir ekonomik ve sosyal temele dayanmadığı için, toplumumuzda kadın, en çok sömürülen varlıktır. Türkiye İşçi Partisi, her alanda kadın haklarını sağlam temellere dayayarak Türk kadınına lâyık olduğu özgür ve şerefli yeri kazandıracak, özellikle ekonomik eşitsizliğe ve kadını hor gören anlayışa son verecektir. Çalışan kadının aile hayatı içindeki ödevlerini yerine getirmesine engel olan şartları değiştirecektir.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 20.[202] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/16 ”BİLDİRİMİZDEKİ EN ÖNEMLİ NOKTALARI KISACA ÖZETLİYORUZ (1): • Türkiye İşçi Partisi milli bağımsızlığımıza gölge düşüren bütün andlaşmaları feshedecektir. Türkiye’nin dış̧ politikasını Atatürk dış̧ politikasına döndürecektir. • Yurdumuzdaki bütün yabancı üsleri kaldıracaktır. • Dünya barışının kurulması için silahsızlanma meselesinin çözüme bağlanmasında gerçekten gayret sarfedecektir. • Eşitlik, karşılıklı menfaat ve saygı esasına göre, başta komşularımız olmak üzere bütün dünya devletleriyle dostluk münasebetleri kuracaktır. • Türkiye İşçi Partisi Kıbrıs meselesinde, yabancı üslerden temizlenmiş̧ ve milletlerarası denet altında silahsızlandırılmış̧ Türk ve Rum topluluklarının eşit haklarına dayanan bağımsız, federatif bir Kıbrıs devleti tezini savunmaktadır. • Millî Savunma gücümüzü daha da artırarak yurt topraklarının ve Cumhuriyetimizin korunmasında en etkin bir seviyeye çıkaracaktır. • Toprağı olmayan ya da yetmeyen köylülere parasız toprak dağıtacak ve tapularını ellerine verecektir. Toprak ağalarının elinde en çok 500 dönüm bırakılacaktır. • Tarımda verimi arttırmak için köylülere her türlü teknik ve mali yardımda bulunulacaktır. Köylü, tefecinin ve aracı tüccarın elinden kurtarılacaktır. • Petrol kanunu yürürlükten kaldırılacak, verilen imtiyazlar kanunlarla geri alınacaktır. Milletin malı olan petrolümüz ve madenlerimiz iç ve dış̧ sömürücülerin elinden kurtarılacak, millet malı olarak halk yararına işletilecektir.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 22.[203] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/17 ”BİLDİRİMİZDEKİ EN ÖNEMLİ NOKTALARI KISACA ÖZETLİYORUZ (2): • Demir Çelik sanayii millet malı yapılacak ve bu gibi işletmeler halkın eliyle, işçilerin denetiminde, halk yararına çalıştırılacaktır. • Yabancı sermayeyi teşvik kanunu derhal yürürlükten kaldırılacaktır. Yabancı şirketler millîleştirilecek, Ortak Pazar’dan çıkılacaktır. • Türkiye İşçi Partisi kapitalizme karşıdır. Türkiye İşçi Partisi halktan, emekten yana ve halkın doğrudan doğruya denetimine ve yönetimine katıldığı bir planlı ekonomi sistemi uygulayacaktır. Bu sistemde halk yararına olan kamu sektörü ağır basacaktır. Özel sektör, planın ön gördüğü yatırım hedeflerine uygun olarak çalışacaktır. Ve millî ekonominin yararlı bir kesimi haline sokulacaktır. • Vergi adaleti mutlaka sağlanacaktır. Verginin ağır yükü zengine yükletilecek, herkesten kazancına göre vergi alınacaktır. Asgari ücretten vergi alınmayacak ve bu ölçü bütün kazançların vergi indiriminde esas alınacaktır. • Tasarruf bonoları kaldırılacaktır. • Toplu sözleşme, grev, sendikalar, İş, Deniz-İş, Sosyal Sigorta kanunları, Anayasaya tam uygun bir şekilde, yani işçinin yararına değiştirilecektir. Lokavt yasaklanacaktır. • Haftada 40 saat çalışma esası uygulanacaktır ve bu çalışma süresi için işçiye ailesini insanca yaşatabilecek bir ücret ödenecektir. • Ücretler Oynak Merdiven sistemine göre düzenlenecektir. Yani, hayat pahalılaştıkça ücretler de otomatik olarak artacaktır. • İşsizlik sigortası kurulacaktır ve bütün yaşlılara emeklilik hakkı tanınacaktır. • Herkes sosyal sigortalardan yararlandırılacaktır. Tarım işçisinin teşkilatlanması, toplu sözleşme ve grev haklarını şehirli işçi gibi kullanabilmesi imkânları sağlanacaktır. • Sosyal sigorta fonları yalnız emekçiler yararına kullanılacak, is ̧verenlere kredi olarak verilmeyecektir. • Eğitim eşitliği sağlanacaktır. Bu maksatla kabiliyetli halk çocuklan bütün ihtiyaçları devlet tarafından sağlanarak üniversiteyi bitirene kadar okutulacaktır. • Köy enstitüleri açılacaktır. • Millî eğitim ve kültür yabancı devletlerin her türlü nüfuzundan kurtarılacaktır. Kültür ve sanat müesseseleri halkın istifadesine açılacaktır. • Türkiye İşçi Partisi Doğu ve Güney Doğu bölgelerinin kalkınmasına öncelik verecektir. • Türkiye İşçi Partisi bütün temel hürriyetlere saygılıdır. Ve herkesin saygılı olmasını sağlayacaktır. Özellikle dini, felsefi ve siyasi inançların tam özgürlüğü gerçekleştirilecektir. Kamu düzenine aykırı olmamak ve politikaya alet edilmemek şartı ile bütün vatandaşlar dini ve felsefi inançları bakımından bugünkünden çok daha hür olacaklardır. • Türkiye İşçi Partisi mülkiyet ve miras haklarını tanır. Ancak, hiçbir kimsenin malına mülküne dayanarak başkalarını sömürmesine müsaade etmez.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 23-24.[204] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/18 ”SONUÇ Emekçi kardeşler, vatandaşlar; Biz öteki beş̧ partinin beşinin de karşısındayız. Beşinden de temelden ayrıyız. Çünkü biz emekçilerin partisiyiz. … Aslında iki parti var: Biri ağaların, kapkaççıların çıkarlarını savunan partiler, biri de senin, emeğin partisi olan Türkiye İşçi Partisi. 10 Ekim seçimleri bundan önceki seçimlere benzemiyor. Çünkü bu seçimlere tarihimizde ilk defa olarak senin öz partin, Türkiye İşçi Partisi katılıyor; hem de ağaların, kapkaççıların partilerini şaşkına çevirerek katılıyor. Bu seçimlerde bütün ağırlığınla sen varsın. Bu seçimlerde işçiler, ırgatlar, köylüler, esnaflar, zanaatkârlar ve toplumcular var. Türkiye’de 1877’den beri seçim yapılmıştır. 87 yıldır seçim sandıklarının başına gitmişsin. Önceleri iki dereceli idi seçimler. Sen ikinci seçmenleri seçerdin, onlar da milletvekillerini seçerlerdi. Osmanlı Devleti zamanında ikinci seçmenlerin de, milletvekillerinin de varlıklı kimselerden olacağı kanunda yazılı idi. Yani Meclise sen giremezdin. 1946’dan beri milletvekillerini artık doğrudan doğruya seçiyorsun. Ama bugüne kadar karşına çıkanlar, yani seçime giren partiler arasında senden olan bulunmadığı için, oylarınla hep başkalarını, senden olmayanları soktun Büyük Meclise. 10 Ekim’de ilk defa öz partine, Türkiye İşçi Partisi’ne oy vereceksin. Emekçi kardeş̧, Gözlerini aç, kendi partini tanı. Bugüne kadar seni aldattılar; yine de aldatmaya çalışıyorlar. Seçimlere Türkiye İşçi Partisi de katıldığı için onlar da sana onun ağzı ile konuşmaya başladılar; toprak vereceğiz diyorlar; işçiye iş vereceğiz, dolgun ücret vereceğiz diyorlar; küçük esnafa kredi vereceğiz diyorlar; herkes için ihtiyarlık sigortası kuracağız diyorlar; vergileri herkesin gücüne göre alacağız diyorlar... … Kaçtır tekrarlıyoruz: Bizim aday listelerimizle öteki partilerin listelerini karşılaştır. Bizim listemizde yalnız kol ve kafa emekçileri, senden olan adaylar var. Ve kol işçileri çoğunlukta, 382 adayımızın 216’sı, yani yüzde 57’si işçi, ırgat, köylü, zanaatkâr, küçük esnaf, yani kol işçisi. Geri kalan 166’sı da kafa işçisi ve senden yana olan namuslu kişiler, senin yoluna baş koymuş̧ aydınlar. ... İşçiler, ırgatlar, köylüler, zanaatkârlar, küçük esnaflar, subaylar, memurlar, Atatürkçüler, Biz toplumcuyuz. Toplumcu olmak halkla tek bir vücut halinde olmak demektir. Bizim halkçılığımız halka dışardan bakmak, halka dışardan yardım elini uzatmak demek değildir. Bizim halkçılığımız, halkın içinde olmak ve halktan kopmamaktır. Toplumculuk her işte, her yerde, her zaman halkla beraber olmanın, halkı her işte, her yerde, her zaman söz ve karar sahibi etmenin yoludur. Toplumculuk halkın kendine sahip çıkması, halkın iktidarı almasıdır. Toplumculuk kula kulluk etmenin son bulmasıdır. … Demek ki kardeşler, dertlerimizin kaynağı, toprakların, madenlerin, bankaların, ticaretin ve fabrikaların bir avuç sermayecinin tekelinde toplanmış̧ olmasıdır. Emeğini değerlendirecek olan vasıtalar, araçlar senin elinde değil. Senin elinde yalnız emeğin var. Senin emeğini de değerlendirecek vasıtalar bir avuç kapkaççının malı. Bundan dolayı sen hep bu bir avuç sermayecinin eline bakar durumdasın. Emekçi kardeşler, Toplumculuk işte bu duruma son veren düzenin adıdır. Anayasamızın emrettiği gibi toprak köylüye dağıtılacaktır; madenler ormanlar millet malı olarak halk eliyle millet yararına işletilecektir. Dış̧ ticaret, bankacılık ve sigortacılık da millet yararına işleyecektir. Bir avuç vurguncunun sağladığı milyarlık kârlar halka hizmet için harcanacaktır. Dış̧ ticaret, bankacılık ve sigortacılıktan elde edilen milyarlık kârlarla hastahaneler, okullar, köy yolları yapılacak köye su getirilecektir. Toplumculuk, demir çelik sanayii gibi millî ekonominin kilit taşı durumunda olan büyük işletmelerin de millet malı olarak halkın eliyle ve millet yararına işletilmesi demektir. Böylece vatandaş̧ kendine ait araçlar, vasıtalarla kendisi için çalışan hür bir emekçi durumuna gelir. Bir başkasının kulu kölesi olmaktan kurtulur. Toplumculuk, hayatın, işin, gücün ve de sağlıkla ihtiyarlığın sigortalı olması demektir. Toplumculuk insanca yaşamak, boş zamana kavuşmak, boş zamanlarını insanca değerlendirmek, daha çok mal mülk sahibi olmak; toplumculuk, okumak, yazmak, cehaletten kurtulmak, kültüre kavuşmak demektir. Toplumculuk hürriyet demektir. İnsanı köleleştiren zincirlerin kopmasıyla insanlar özgürlüğe kavuşacaklar ve kazandıkları insanlıklarını yeniden ve daha zenginleşmiş̧ olarak bulacaklardır. Toplumculuk ahlak demektir. Kardeşçe dayanışma halinde olan ve insanı en yüce değer olarak tanıyan bir toplumda ahlak kuralları yepyeni bir temel üzerine oturur. Toplumculuk doğruluk demektir. Toplumculuk insana saygı ve sevgi demektir. Hiç kimseye zorla bir iş yaptırmamak demektir. Toplumculuk yurtseverlik, milletseverlik, însanseverlik demektir. Toplumculuk bütün milletlerin kardeşçe, barış̧ içinde yaşaması demektir. Dinler, mezhepler, ırklar arasında kardeşlik demektir. … Gün ışıyor. Sen ak koyunlarla kara koyunu artık ayırt etmeğe başladın. Bak bu partiyi bir avuç emekçi kurdu ve dört buçuk yılda parasız pulsuz, hem de iftiralara, suçlamalara, taşlı sopalı saldırılara rağmen işte bugünü bulduk. 51 ilde seçimlere katılıyoruz. Her yerde Türkiye İşçi Partisi’ni konuşuyorlar. Artık Türkiye İşçi Partisi gerçek bir güç haline geldi. Ve bu seçimlerde sen ona oy vereceksin. Senden olanlar Büyük Meclise girecekler ve güzel, mutlu günler başlayacak; emekçinin baştacı olduğu ailesi, çoluğu çocuğuyla efendice yaşadığı, mutlu günler sürdüğü, ileri, toplumcu, bağımsız Türkiye’yi el birliği ile mutlaka kuracağız. Yaşasın emekçiler, yaşasın Türkiye.” Türkiye İşçi Partisi Seçim Bildirgesi, Yenilik Basımevi 1965. s. 24-30.[205] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/19 Nebil Varuy, TİP’in Seçim Propagandasını Anlatıyor Türkiye İşçi Partisi’nin emektarlarından Nebil Varuy, Parti tarihinin ana kaynaklardan olan “Türkiye İşçi Partisi, Olaylar-Belgeler-Yorumlar (1961-1971)” kitabında 1965 Seçimlerindeki ana vurguları anlatıyor: “Seçim propagandasında TİP'e etkin olan ve kullananların da içtenlikle inandığı ana tema şudur: İşçiler, köylüler tüm emekçiler gittikçe uyanmaktadır, şafak sökmek üzeredir. Ve uyanan kitleye canlı bir biçimde şöyle çağrı yapılmaktadır: "Emekçi Kardeş, Türkiye İşçi Partisi'nin aday listelerini, diğer parti listeleri ile karşılaştırdın mı? Türkiye İşçi Partisi'nin aday listelerinde yalnız sen ve emekten yana aydınlar vardır. Oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne vermen demek, kendin için oy kullanman demektir. Oyunu yalnız senden olanlara ver" "Uyanmaya başlayan emekçi halk yığınları" teması altında, hiç olmazsa 1946 seçimlerinde görülen oy değişiminin umudu da yatmaktadır. ... “Merkez Yürütme Kurulunun Raporunda belirtildiğine göre, Merkez Bilim ve Araştırma Bürosunun yardımı ile Başkanlık Bürosunca hazırlanan Seçim Bildirisi, TİP Programının ana hedeflerini açıklamaktadır.” "Böylece Merkez Yürütme Kurulu seçimde propaganda taktiği olarak -gecekondu meselesi, tütünde taban fiyatı gibi- mahalli ve pek somut örneklerden çok, -gereğince bunlardan da yararlanmakla beraber- halk oyunun karşısına bütünü ile ilk defa çıkma imkanına kavuştuğu sırada, Partimizi ana karakter ve hedefleriyle tanıtmak ve bu güne kadar alışılmışın dışında hiç değinilmemiş konular üzerinde halkı düşünmeye zorlamak istemiştir. Bir yabancı gazetecinin deyimiyle "Çekmekten çok sarsma", silkelemek amacını gütmüştür." “Gerçekten TİP'in propagandası bu yolda olmuştur. Örgütte genel olarak bu ilkeyi uygulamakla birlikte, belli seçmen gruplarına seslenen yayınlar da olmuştur. Birinci ilkenin uygulanmasının ilginç örnekleri vardır. Türkiye İşçi Partisi Senin Partindir (TİP Kadıköy İlçe Yönetim Kumlu yayını, resimli, İstanbul, 1965), "Gün ışıyor artık, Sen uyanmaya başladın emekçi kardeş. Milletçe mutluluğa erişeceğimiz günler yakındır" diye biten Türkiye İşçi Partisi başlıklı bildiri (basım yeri ve yılı belli değil), "İçinde yaşadığımız çağa akıl çağı deniyor. Bu çağda her iş kafa kuvvetiyle yapılıyor. Türk işçisi olarak uyan. Kol kuvvetine akıl gücünü de kat, memleketin kaderi üzerinde payına düşen görevini yerine getir. Bu seçim, senin bir sınavın olacaktır. Oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne ver, sınavından yüzakıyla çık. Oyunu Türkiye İşçi Partisi'ne ver, Türk işçisinin akıl çağına girdiğini ispat et" diye biten bildiri, Türkiye İşçi Partisi Sesleniyor: İşçi Yurttaş Kendi Partini ve Kendini Seç başlıklı bildiri (basım yılı belli değil, Tarık İş-Matbaa Reklâm). Belli seçmen gruplarına seslenen yayınlara iki örnek: "Şoförler; ezilen, hor görülen milyonların ilk uyanan öncüleri..." diye başlayan ve "Sizler, halk çocukları tam yirmi dokuz buçuk milyonsunuz ve bu kütlenin en uyanıkları, direksiyonda cin gibi bütün Türkiye'yi görüp anlamış olan siz şoförlersiniz. Türkiye'nin kurtuluşunda öncülük görevi sizdedir. Bu görevi kardeşçe başarmanın aşkı ve heyecanı içinde mutlu yarınlara doğru yürümeliyiz. Oylarımızı kibarlar ve onların tefecileri için değil, ezilen, hor görülen emekçi halkımız, yani kendimiz için kullanmalıyız. Onları yendiğimiz gün Türkiye kurtulmuş olacaktır. Bunun da en büyük şeref payı siz çilekeş Türk çocuklarının olacaktır. Bu azim, bu inat ve bu dayanışmayla dimdik zafere doğru ileri" diye biten Türkiye İşçi Partisi İstanbul bağımsız adayımız gazeteci Çetin Altan'ın şoför kardeşlerimize çağrısıdır, başlık ve "Şoför Dostlar Merhaba" diye devam eden bildiri (basıldığı yer ve tarih belli değil); Yunus Emre'nin… şiiri ile başlayan, Karacaoğlan, Serdarı, Meslekî, Aşık İhsanî, Aşık Ali İzzet, Aşık Rusati'nin de şiirlerinin de bulunduğu ve Pir Sultan Abdal'ın… dörtlüğü ile biten broşür, Gelin Canlar Bir Olalım, Türkiye İşçi Partisi, İstanbul (Matbaa ve tarihi belli değil).” Nebil Varuy, Türkiye İşçi Partisi, Olaylar-Belgeler-Yorumlar (1961-1971), Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 142-143.[206] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/20 Nebil Varuy, TİP’in Yerel Örgütlerinin Seçim Yayınlarını Anlatıyor Türkiye İşçi Partisi’nin emektarlarından Nebil Varuy, Parti tarihinin ana kaynaklardan olan “Türkiye İşçi Partisi, Olaylar-Belgeler-Yorumlar (1961-1971)” kitabında 1965 Seçimlerinde yerel örgütlerin yayın çalışmalarını anlatıyor: “... seçim yılında Partililer yerel gazeteler yayınlamıştır. Bkz.: • Memet Emekçi Halkın Sesi, Haftalık Siyasi Gazete, Sahibi: Güner Eliçin, Sorumlu Müdür: Mehmet Ressamoğlu, İzmir, fiyatı 25 krş, 4 sayfa. • Karanlığa Işık "Her Ayın Birinde ve Onbeşinde Çıkar Toplum Gazetesi", Sahibi ve Sorumlu Müdürü İlhan Tezel, Mersin, fiyatı 25 krş., 4 sayfa. • Alınteri "Haftalık Siyasal Toplumcu Düşün Gazetesi", Sahibi İsmail Çeliker, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cahit Büyükispir, Tokat, fiyatı 25 krş., 4 sayfa. • Kırklareli "Halka Sesleniş - Halkın Sesleri", Kurucusu M. Çakır, Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Ayata Beğensel, Kırklareli, fiyatı 25 krş., 4 sayfa. • Toplum, "Alınteri, Göz Nuru, El Emeğinin Savunucusu", çarşamba günleri çıkar solcu gazete, Sahibi Güner Samlı, Sorumlu Müdürü Ayhan Sabun, Gaziantep, fiyatı 25 krş. • Çaltı, "Haftalık Siyasal Toplum Gazetesi", Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Oğuz Koyutürk, Samsun, fiyatı 25 krş. • Rençper, "Haftalık Köy Gazetesi", Sahibi Abdurrahim Uluğer, Yazı İşleri Müdürü Remzi İnanç, Ankara, fiyatı 10 krş., 1 yaprak. • Uyanış, Sahibi Kemal Aksoy, Yazı İşleri Müdürü Ahmet Aydın, Ordu, fiyatı 25 krş. • İşçiye Çağrı, Aylık Gazete, Sahibi ve Mesul Müdürü Şinasi Yeldan, İzmit, fiyatı 10 krş. • Halkın Derdi, "Haftalık Toplumcu Halk Gazetesi", Sahibi Hayrettin Abacı, Malatya, fiyatı 10 krş. • Emekçi, Sahibi Şaban Erik, Yazı İşleri Müdürü Yılmaz Halkacı, İstanbul, fiyatı 25 krş. • Kurtuluş, "Nasırlı Eller Meclise", haftalık, Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Günnur Ormanlar, İstanbul, fiyatı 25 krş.” Nebil Varuy, Türkiye İşçi Partisi, Olaylar-Belgeler-Yorumlar (1961-1971), Sosyal Tarih Yayınları, 2010, s. 140.[207] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/21 Kasımpaşa’da Bir Kahve Toplantısı “İstanbul’da geniş bir propaganda çalışmasına giriştik. Propaganda çalışmalarımızın çoğunluğunu kiraladığımız kahvelerde veya salonlarda yapardık. Toplantıların programını Yılmaz Halkacı ve Naci Ormanlar hazırlardı. Toplantı yapılacak kahve ve konuşmacıların listesi günlük olarak hazırlar ve Genel Merkezde bulunan tabloya yazılırdı. Her gün konuşmacı bulmakta zorlanıyorduk. Beyoğlu, Beşiktaş, Eminönü, Eyüp, Kadıköy, Şişli ilçeleri, düzenledikleri toplantılara, Aybar, Boran, Çetin Altan, Yaşar Kemal gibi konuşmacıların gelmesini istiyorlardı. Bu gibi talepler tüm örgüt kademelerinden geldiğinden, karşılanması kolay olmuyordu. Yöneticilerimizin ve adaylarımızın propaganda yerlerini ve günlerini yurt çapında sıraya koyduk. Ben de Beşiktaş’ta ve Kasımpaşa’da iki konuşma yaptım. Kasımpaşa’daki toplantıya Safiye Ayla ile beraber katıldım. Bu ünlü sanatçı birkaç ay evvel, ilçemizde üye olmuştu. Semtte bulunan üyelerimizle beraber halktan da oldukça önemli kalabalık kahveye gelmişti. Safiye Ayla çok etkili bir konuşma yaptı. Hayat hikâyesini anlatırken Kasımpaşa’nın öksüz bir kızı olduğunu söyleyerek dinleyenleri hem ağlattı hem de coşturdu. Konuşması bir saatten fazla sürdü. Konuşma sırası bana gelince, bir propaganda konuşmasından farklı olarak, hazır bulunanların, seçim günü nasıl davranmalarını gerektiğini anlattım. Sandığa giderken kimlik kartlarını yanlarında bulundurmalarının önemli olduğunu, oy pusulasında parti amblemine bastıktan sonra, pusulanın zarfa konmadan evvel nasıl katlanması gerektiğini gösterdim. Katlanırken mührün mürekkebinin partinin amblemine değmesini önlemek gerekirdi. Zira mühür mürekkebin diğer bir partinin amblemini kirletmesi verilen oyun iptal edilmesine açabilirdi. Konuşmamı bitirirken, üyelerimizin sandıklarda oy sayımı başladığında hazır bulunmalarını istedim.” Moris Gabbay, Cumhuriyetle Birlikte Büyüdüm, TÜSTAV Yayınları Sarı Defter Dizisi, 2013. s. 196-197.[208] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/22 İstanbul/Harbiye Spor ve Sergi Sarayı Toplantısı, 19 Eylül 1965 “Genel Merkez olarak ilk toplantımızı İstanbul Harbiye'deki Spor ve Sergi Sarayı’nda, 19 Eylül 1965 günü yapmaya karar verdik. Spor ve Sergi Sarayı İstanbul’un en büyük kapalı salonuydu. Oyun sahasını da kullanarak on on beş bin kişiye kadar toplayabilirdik. Nitekim toplantı günü, Mehmet Ali Aybar ve diğer arkadaşlarla salona girdiğimizde, bizi karşılayan toplantıyı hazırlamakla görevli üyelerimizden emekli yarbay olan arkadaşımız, Aybar’ın elini büyük heyecanla sıkarken “Başkanım içerisi dolu, yirmi bine yakın dinleyici toplandı. Salon yıkılacak diye endişe duyuyorum” dedi. Üç bin kadar kişinin içeriye giremediğini gördük. Dış kapının üstüne büyük boyda üç pankart: “Kulluk Yetsin Artık!”; “İnsanın İnsanı Sömürmesine TİP Karşıdır!” ve “Emperyalistler ve İçerdeki Ortakları Dışarı!” asılı duruyordu. Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, Çetin Altan, Behice Boran, Genel Başkan ve diğer arkadaşlarımızla beraber içeriye girdiğimizde, büyük bir coşku ve heyecanla karşılandık. Salon lebaleb doluydu. Oyun sahasında oturacak yer olmadığı gibi tribünlerde de iğne atsan yere düşmeyecekti. Kendime zar zor bir yer buldum. Toplantıyı Kemal Nebioğlu yönetti. Büyük bir heyecanla söylenen İstiklâl Marşı’ndan sonra, ilk sözü Genel Başkan aldı. Dakikalarca süren slogan ve alkışların durmasını bekleyen Başkan, işçi, köylü, emekçileri, İstiklâl Savaşının kahraman telgrafçılarını selamlayarak konuşmasına başladı. Bu bir ilkti. Gerçekten Savaşın ilk yıllarında telgraf makinelerinin başından ayrılmayan bu işçilerin katkıları çok önemli olmuştu. Yaptığı konuşmanın içeriği, Millet Meclisinde savunacağımız siyasi hattın genel portresiydi. NATO ile yapılan gizli anlaşmalar ve Amerikan üsleri sorunundan yurdumuzda ilk kez söz ediliyordu. Bu konu ilk kez açıkça ortaya atılıyordu, artık ABD ve NATO ile yapılan antlaşmaların gözden geçirilmesi zamanı gelmişti: Tam Bağımsız bir Türkiye istiyorduk. Bu konuşmanın çok olumlu etki yarattığını gördük. Aybar konuşmasını bitirdi; dakikalar süren coşkulu bir gösteriden sonra, Nebioğlu diğer konuşmacılara söz verdi. Rıza Kuas, Behice Boran, Çetin Altan ve diğer üye ve adaylarımızın konuşmaları aynı heyecan ve coşkuyla sürdü. Birçok arkadaşın kürsüye çıkma sırası gelmediği gibi benimki de gelmedi. Çünkü Çetin Altan ve diğer arkadaşlar ısrarla defalarca kürsüye davet ediliyordu. Toplantının sonunda birkaç arkadaşla beraber Mehmet Ali Bey’in evinde buluştuk. Bu ilk toplantımız hepimize umut vermişti. Sergi Sarayı’na gelen TRT muhabirine, elimde bulunan konuşmaların listesini ve konuşma özetlerini verdim. Toplantı bitmeden ajansa yetişen özetler akşam ajansında verildi. Konuşamayanların da ad ve konuşma özetlerinin verildiğini duyduk. TRT, YSK’nın kuralını uyguluyordu. ... Milli bakiye, Taksim Mitingi, Spor Sergi’deki etkinlik gibi lehimize gelişen olumlu olayların etkisiyle Meclise 10 ile 15 arkadaşımızın girebileceğini tahmin ediyorduk ve aday listelerimizi buna göre hazırladık.” Moris Gabbay, Cumhuriyetle Birlikte Büyüdüm, TÜSTAV Yayınları Sarı Defter Dizisi, 2013. s. 197-198.[209] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/23 YÖN’ün Gözüyle: İstanbul/Harbiye Spor ve Sergi Sarayı Toplantısı “İlk Gün, En Büyük Kalabalığı Türkiye İşçi Partisi Topladı” “Geçen Pazar, İstanbul’un tenha sokaklarını üstü açık bir Cadillac’la boydan boya geçen Amerikalı iki feza (uzay) adamı seyrek kalabalıkları el sallayıp selâmlar ve mukabilinde alkış beklerlerken, giriş kapısının üstünde «İşçi Kardeş, TİP senin nasırlı ellerinin eseridir» yazılı bir bant bulunan Spor ve Sergi Sarayı, coşkun bir kalabalığın alkışları ile sarsılıyordu. TİP, seçim kampanyasını, halkın bütün tahminleri aşan büyük ve sıcak ilgisi içinde açtı. Salon tıka basa doldu. İlgililerin çökme tehlikesini ileri sürmeleri üzerine kapılar kapatıldı. Dışarıda kalan 3 bin kişilik topluluk -içerde de 7 bin kişi vardı- konuşmaları sonuna kadar hoparlörden izledi. Salon, TİP bayrakları, seçim afişleri ve çeşitli dövizlerle süslenmişti. Dövizler arasında «Kula kulluk yetsin artık», «İnsanın insanı sömürmesine yalnız TİP karşıdır», «Emperyalistler ve içerdeki ortakları dışarı» vb. vardı. TİP’in seçim kampanyası hep bir ağızdan söylenen İstiklâl Marşı ile açıldı. Konuşmalar başladı. Genel Başkan Aybar, konuşmalar devam ederken geldi. Aybar’ın salona girişi, sevilen futbol takımlarının sahaya çıkışından daha az hararetli olmayan gösterilere yol açtı. «Ya ya ya, şa şa şa... Aybar, Aybar çok yaşa» sesleri ve alkışlar arasında salonun ortasına yürüyen Aybar, çok heyecanlı idi. Taşlı sopalı toplantılardan, bu büyüklük ve coşkunluktaki toplantılara erişmenin mutluluğu TİP Genel Başkanı’nın gözlerinde birkaç damla gözyaşı olarak belirdi. TİP Genel Başkanı Aybar, partisinin seçim bildirisini bu toplantıda açıkladı. Konuşma, mükemmel bir hitabet örneği oldu. Aybar, coşkun topluluğa tam anlamıyla hâkim oldu ve partisinin fikirlerini açık seçik bir dille ve en inandırıcı net üslûpla anlatmayı başardı. TİP'in seçim bildirişinin temel düşüncesini, memleketin bugün içinde bulunduğumuz şartların tabiî bir neticesi olarak bir milli kurtuluş hareketi zorunluluğu teşkil ediyordu. Aybar bu düşünceyi, şöyle özetledi: «Milli Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştırdıktan 43 yıl sonra istiklalimizi, bağımsızlığımızı yeniden kazanmak zorundayız. Yardım bahanesiyle gelen Amerika 1947'den beri yurdumuza adım adım yerleşmiştir. Vatan topraklarının 35 milyon metre karesi Amerikan işgalindedir. Bu üslere Türk polisi, Türk hâkimi, Türk komutanı, hatta Türk bakanı giremez. Bu üsler, Türk toprakları üzerinde Amerikan bayrağının dalgalandığı birer küçük Amerika’dır." YÖN Dergisi, Sayı 130, 24 Eylül 1965, s. 4.[210] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/24 YÖN’ün Gözüyle: Ankara Büyük Sinema Toplantısı, 26 Eylül 1965 “TİP, Ankara'da Demokratik Hayatın En Büyük Kapalı Salon Toplantısını Yaptı” “Saat 14.00'de başlayacak TİP toplantısında yer bulabilmek için pek çok Ankaralı, sabahtan itibaren Büyük Sinemanın önünde yer aldı. Daha açıkgözler ise sinemanın Pazar 12 matinesine bilet alıp içeri girdiler ve film bitmesinden sonra da salonu terk etmediler. Saat 14.00'de film bitip kapı önünde biriken binlerce kişi içeri gitmek istediğinde, sinema koltuklarının çoktan dolmuş olduğunu hayretle gördüler. Zira, TİP toplantısına katılmak için erken geldiklerini sananlardan da erken gelenler vardı. Salondan sinema seyircilerinin boşaltılmamış olması, TİP'in Ankaralı yöneticilerini bir hayli endişelendirdi. İçerde aleyhte gösteri yapmaya gelmiş yüzlerce kişinin kaldığı söylentileri çıktı. Fakat söylentilerin gerçekle hiç bir ilgisi olmadığı hemen anlaşıldı. Toplantıdan önce "Çılgın İhtiras" adlı filmi seyretmek eziyetine katlanarak, yer bulmayı garanti edenlerin çoğu, öldürücü sıcağa rağmen içerde altı saatten fazla kalmayı göze alan gençlerdi. İstanbul Spor ve Sergi Sarayındaki TİP toplantısına bir nazire yapmak isteyen Ankaralı TİP yöneticileri, gerçekten iyi hazırlanmışlardı. Sinemanın bütün iç ve dış kapılarının önceden krokisi çıkarılmış, her kapıda ve geçitte görev alacak TİP gençlik kolları üyeleri isim ve numara ile tesbit olunmuştu. İçeride en ufak bir olaya meydan vermemek için gerekli tedbirler alınmıştı. Film biter bitmez bu ekipler derhal duvarları önceden hazırlanmış pankart, döviz ve afişlerle süslemişler, bayrakları yerlerine asmışlar, görev yerlerinde mevki almışlardı. Zaman zaman mikrofondan bir gür ses yükseliyordu. - 1, 2, 3, 7, 9, 12 numaralı ekipler... Geçitleri kesiniz! - 17 numara, 17 numara, merdiveni kestin mi? Fakat bütün bu dikkatli hazırlığa rağmen, kapı önünde birikenler öylesine umulmayan bir kalabalık teşkil etmişti ki, salonun kapılan açıldığında, içerde oturanların üstüne dalgalar halinde insanlar aktı. İçeriye ille de girmek arzusu öylesine coşkundu ki, kapılarda ve geçitlerde alınan bütün tedbirler boşa gitti. 1800 kişilik Büyük Sinema Salonu, dev partilerinki de dâhil pek çok kalabalık kongre ve gösteri toplantısına tanık olduğu halde, ilk defa bütün bunları gölgede bırakan bir insan seli gördü. 1800 kişilik salona üçbinden fazla insanın yığılı olduğunda hemen herkes ittifak halindeydi. Bir tek koltuk araları, koridorlar ve hatta salonun giriş yolları ile sahne gerisi bile tıklım tıklım dolmuştu. İçerideki bu kalabalığa rağmen, dışarıda kalanların sayısı gene de binlerin üstündeydi.” (Toplantıda sırasıyla Sadun Aren, Rıza Kuas, Behice Boran, Hamdoş - Hamdi Doğan, Yaşar Kemal, Çetin Altan, Muzaffer Karan, Mehmet Ali Aybar konuştular.) YÖN Dergisi, Sayı 131, 1 Ekim 1965, s. 4.[211] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/25 İstanbul Taksim Mitingi, Ekim 1965 “Merkezin taşra gezilerinden sonra 3 Ekim 1965 Pazar günü İstanbul Taksim Alanı’nda yapılacak miting hazırlıklarına koyulduk. O güne kadar CHP ve AP yaptıkları mitinglerde büyük topluluklarla bu meydanı doldurmuşlardı. Spor ve Sergi Sarayı’nda yaptığımız ilk toplantıdaki izdiham bizi ümitlendirmişti ve büyük bir halk kitlesini toplayabileceğimize inanmıştık. Ancak her türlü karşı gösteriye ve provokasyonlara karşı önlem almamız gerekiyordu. Bu bakımdan ilk hedefimiz, konuşmanın yapılacağı kürsü etrafını güven altına almaktı. Kürsüyü alana hâkim noktasında bulunan İnönü Gezisi’ne çıkan merdivenlerin başına kurduk. Kemal Nebioğlu güvenliği sağlama sorumluluğunu üstlendi ve merdivenlerin etrafına Tekirdağ’dan ve Trakya ilçelerinden gelen üyelerimizi yerleştirmeye karar verdi. Böylece Genel Merkez ve Genel Yönetim Kurulu üyeleri ile konuşmacılar ve davetlilerden başka hiç kimse kürsünün etrafında bulunmayacaktı. Miting saat 14.00’da başlayacaktı. Saat 10.00’a doğru Genel Merkeze uğramadan Taksim’den geçmeye karar verdim. Nebioğlu’nun il yönetim kurulu üyeleriyle beraber hazırlıklara başladıklarını gördüm. Etraflarında, başlama saatinden çok evvel gelen heyecanlı oldukça kalabalık bir üye grubumuz vardı. Meydandan ayrılırken, bir genç üyemizden, her saat başı meydandaki durumu Merkeze telefon ederek bildirmesini istedim. Genel Merkezde hazırlık çalışmalarına devam ederken miting saati yaklaştıkça Taksim’den gelen telefonlardan meydandaki kalabalığın hızla büyüdüğünü öğreniyorduk. ... [Meydana geldiğimizde] tamamen dolduğunu gördüm. Nebioğlu’nun Genel Başkan ile diğer konuşmacılar geldiğini ilân etmesi üzerine coşkulu alkış ve çağrı sesleri yükselirken Genel Başkan’ın kürsüye çıkmasıyla beraber tezahürat arttı. Konuşmasına başlamadan alkışların ve çağrıların bitmesini uzun süre bekledi. Taksim Alanı’nı coşkulu büyük bir kalabalık doldurmuştu. O anda 30-35 bin kişinin geldiğini düşündük. Ertesi sabah gazetelerin birçoğu bundan daha yüksek rakamlar veriyordu; Akşam gazetesi 50 bin, YÖN dergisi 40-50 binden söz ediyordu. ... Yıllardan beri her seçimde Taksim’e gidip parti mitinglerini izlerdim. Bu merak bilgi edinmek arzusundan doğmuştu. Bir iki konuşmayı dinledikten sonra ayrılırdım. İktidar veya muhalefet partilerinin mitingleri birbirine çok benzerdi. Toplantıya katılan halk kitleleri, partilerin temin ettikleri otobüs, minibüs ve kamyonlarla miting alanına getirilirdi. İstanbul’a yakın çevrelerden planmış, büyük çoğunluğu parti üyesi olmayan bir kalabalık olurdu. Basında bu katılma şekline bindirilmiş kıtalar denirdi. Bizim mitingimize ise çok farklı, bilinçli bir kalabalık katılmıştı. Yön dergisi bu ilk açık hava mitingimizle ile ilgili haberinde bu farkı belirtiyordu: “...Bu kalabalık alışılmış miting kabalıklarından çok farklı idi. İlk fark bu kalabalığın partice sağlanmış vasıtalarla miting yerine taşınan meşhur «bindirilmiş» kıtalarla şişirilmemiş olmasıydı. Herkes miting meydanına kendi arzu ve imkânı ile gelmişti. İkinci fark topluluğun niteliğinde görülüyordu. Mitinge katılanlar toplumun çeşitli tabakalarına mensup kimselerdi. Bayram yerine gider gibi, en temiz kıyafetlerini giymişlerdi. Eşlerini ve yetişkin çocuklarını da beraber getirenler az değildi. Bu bakımdan TİP’in Taksim Mitingi kadını en bol siyasi toplantı oldu...’’ Bu siyasi açık hava toplantısında kadınların tek başlarına veya eşleriyle beraber gelmeleri birçok tanıdığımın dikkatini çekmişti. ... Taksim mitinginden sonra, sağ basında ve çevrelerinde aleyhimize yazılar sürüp gitti. Seçimden birkaç gün evvel de “TİP’i Kimler Yönetiyor" [https://bit.ly/2NQsWwT] başlığını taşıyan bir broşürde Partiyi yönetenlerin komünist olduğu, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Nihat Sargın ve diğer Parti yöneticilerinin (bu arada ben de) bu eylemlerinden dolayı geçmiş yıllarda, tutuklandıklarını bildiriyorlardı. Bunun yanında radyo konuşmalarımız devam ederken AP taraftarı gazetelerin köşe yazılarında Partimizin gelişmesinin bu çevrelerde yarattığı endişe okunabiliyordu.” Moris Gabbay, Cumhuriyetle Birlikte Büyüdüm, TÜSTAV Yayınları Sarı Defter Dizisi, 2013. s. 199-201.[212] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/26 Türkiye İşçi Partisi’nin 26 Eylül 1965’te Ankara’da Büyük Sinema’da yapılan ve çok ilgi gören toplantısında Genel Başkan Mehmet Ali Aybar özetle aşağıdaki konuşmayı yaptı: ”…Bu seçimler ötekilere benzemiyor. Bu seçimler, milli kurtuluşumuzun ilk seçimleri. Bu seçimlerde ilk defa bütün ağırlığınla sen varsın. Uyanık, aydınlık kafanla sen varsın. Ey, mutlu yarınların emekçi, aydın genç kuşakları! Bu seçimlerde ilk defa senin olan, senin kurduğun, taşlı-sopalı saldırılara karşı senin koruduğun, senin partin, emekçilerin, toplumcuların partisi: Türkiye İşçi Partisi seçimlere katılıyor. Ve de, Türkiye’yi yeniden bağımsızlığa kavuşturacak olan, emekçilere mutlu yarınlara hazırlayacak olan; sen, emekçi, aydın kardeşim, Büyük Meclise ilk defa bu seçimlerde gireceksin. İlk defa kendi partini Büyük Meclise bu seçimlerde sokacaksın… Atatürk’ün ölümünden sonra yurdun üzerine karanlık gölgesi düşen esaret ağacı haline geldi. Yeniden dış borçlara, yabancı sermayeye kapılarımız açıldı. Yeniden ortaklıklar kuruldu, yabancı heyetler başkentimize yerleşti. Tıpkı 19. Yüzyıl sonlarında ilan edilen ilk iflasımız gibi: 1958’de yine iflas beratımız yazıldı ve de Düyunu Umumiye idaresinin bir başka türlüsü olan A.I.D ve Konsorsiyum idareleri memleketimizin kaderine hâkim oldu. Ve Türkiye böylece ilk Milli Kurtuluş savaşını verdiğimiz çilekeş halkımız, kurtuluştan 43 yıl sonra tıpkı Osmanlı Devleti gibi yarı sömürge, Avrupa’nın hasta adamı oldu. Bugün, toprak ağalarının ve kapkaççı tüccarların davet ettiği Amerika içimize adım adım girmiştir. Hemen her Bakanlıkta, hemen her Devlet dairesinde adamları vardır. Ve de 35 milyon metre karelik vatan toprağı bugün Amerikan işgalindedir… Senden oy isteyenlere sor bakalım. Türkiye’yi bağımlı bir hale düşüren andlaşmaları, Amerika ile imzalanmış ikili sözleşmeleri feshedecek misin? Şartlı yabancı yardımlara son verecek misin? Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanununu yürürlükten kaldıracak mısın? Anayasanın emrettiği gibi toprağı ağalardan alıp, topraksız köylüye, toprağı yetmeyen köylüye dağıtacak mısın? Dış ticareti, bankacılığı, sigortacılığı millet malı haline koyup, millet yararına işletecek misin? Ve de bütün bu işleri başarmam için beni; emekçi vatandaşı Büyük Meclis’e sokacak mısın diye sor. Ayrıca bütün partilerin aday listelerini de incele, adaylar arasında senden olanlar bulunup-bulunmadığına dikkat et. Senden olanlar yalnız Türkiye İşçi Partisi’nin listelerindedir. Çünkü bu parti senin kurduğun bir partidir. Taşlı-sopalı saldırılara karşı senin koruduğun partidir. Ve her kademesinde senin yer aldığın, senin yönettiğin partidir… Türkiye İşçi Partisi toplumcu bir partidir. Toplumcu olmak halkla tek bir vücut olmak demektir. Toplumculuk her işte, her yerde, her zaman halkla beraber olmanın; halkı her işte, her yerde, her zaman söz ve karar sahibi etmenin yoludur. Toplumculuk, halkın bilinçle kendine sahip çıkması demektir. Toplumculuk, kula kulluk etmenin son bulması demektir… Şimdi Türkiye İşçi Partisi’ne ve bütün toplumculara kimlerin, neden iftiralarla, taşlar ve sopalarla saldırdıklarını anlıyorsun değil mi? Ama artık ne yapsalar nafiledir, boştur. Türkiye İşçi Partisi bir çığ gibi gelişiyor. Eli nasırlısı, aydını ile emekçi milletvekilleri Büyük Meclis’e girecektir. Bunu önlemek kimsenin elinde değildir. Güzel, mutlu günler gelecektir.” Mehmet Ali Aybar, Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm, Seçmeler 1945-1967, Gerçek Yayınevi, Şubat 1968. s. 416-418.[213] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/27 Radyo Konuşmaları/1 1965 seçimlerinde yapılan propaganda konuşmalarında en etkili iletişim aracı tartışmasız radyoydu. Ve Türkiye İşçi Partisi radyo konuşmalarına en iyi hazırlanmış olan partiydi. Türkiye İşçi Partisi sözcülerinin yapmış oldukları radyo konuşmaları sosyalistlerin seçimde kazanmış olduğu başarıda önemli bir pay sahibi oldu. Türkiye İşçi Partisi sözcüleri radyo konuşmalarında emekçi halkımızın has evlatları olarak söylediler sözlerini; bu seçimde Meclise girecek olan TİP milletvekillerinin emekçi halkın öz temsilcileri olacağını, emekçi halkımızın kendisi olacağını vurguladılar. 1965 seçimlerinin öncesinde TİP’in sözlerine egemen güçlerin etkisi altındaki basın yayın organlarında yer vermekten kaçınılmış, partinin görüşlerine en az okunacak- duyulacak biçimde yer verilmişti. Radyo konuşmaları Türkiye İşçi Partisi’ne kendi sesini duyurmak için büyük bir olanak sunuyordu. TİP bu olanaktan yararlanarak ülke siyasetinin gündeminin başına gümbür gümbür yerleşti. Ülkemizin siyasetindeki katılaşmış-donmuş ortamı öylesine ısıttı ki, emekçi halkımız kendi sözcülerinin ilk kez duymakta olduğu konuşmalarını can kulağı ile dinledi; o güne kadar emekçi halkımızdan saklanmış olanların üzerindeki perde yırtılmış, atılmıştı. Halkımız ”35 milyon metre karelik vatan toprağının bugün Amerikan işgalinde” olduğunu TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’dan duydu; duydu ve sarsıldı. Türkiye’deki siyaset artık eskisi gibi olmayacaktı. Bundan sonraki paylaşımlarımızda, Parti tarihinde önemli bir yere sahip olan bu radyo konuşmalarından seçmelere yer vereceğiz. [214] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/28 Radyo Konuşmaları/2 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın Radyo Konuşmasından: “İşçiler, ırgatlar, azaplar, fakir köylüler. Zanaatkârlar, memurlar, subaylar, emekliler, esnaflar, toplumcular; ezilen, hor görülen eli nasırlılar, çilekeş yurttaşlar! Kardeşlerim, Emekçilerin, toplumcuların partisi Türkiye İşçi Partisi size sesleniyor. Sözümüz yalnız sizleredir. Senin yoksulluktan, açlıktan kurtulman için; senin işsizlikten kurtulman için; senin cahillikten kurtulman için; senin korkusuz, horlanmadan, başı dik yaşaman için; senin çocuğunu okutman için; senin toprağa kavuşman, hastalığında doktora, ilaca, bakıma kavuşman için önce Türkiye'yi yeniden bağımsızlığa kavuşturman gerekiyor. … Biz Türkiye İşçi Partisi olarak halkımızla el ele, bizi bağımlı duruma düşüren bütün anlaşmaları, bütün sözleşmeleri feshedeceğiz. Amerika'ya imtiyaz tanıyan ikili anlaşmaları feshedeceğiz. Bağımsızlığını çiğneyen anlaşmalardan kurtulmak, bir milletin en tabii, en kutsal hakkıdır. Bu hakkımıza mutlaka sahip çıkacağız. Türkiye hiçbir devletin peyki, uydusu durumuna düşürülemez. Amerika ne yoldan içimize girmişse, aynı yoldan dışarı çıkarılacaktır. Eksik olsun böyle yardım, istemiyoruz! … Türkiye İşçi Partisi'nin görüşüne göre; Türkiye, kapitalist yoldan kalkınamaz. Türkiye, özel teşebbüs eliyle kalkınamaz. Biz kapitalizme karşıyız ve bunu açıkça söylüyoruz. Çünkü kapitalizm, bizi bağımlı tutan iktisadi bir sistemdir. Çünkü özel teşebbüs, emekçinin sömürülmesi esasına dayanır. … Türkiye İşçi Partisi iktidara gelir gelmez ilk yapacağı iş, dış ticareti millileştirmek olacaktır. İkinci yapacağımız iş, topraksız köylümüzü veya toprağı yetmeyen köylümüzü topraklandırmaktır. … Türkiye İşçi Partisi'nin programında eğitim ve kültür işleri, ekonomi işleri kadar önemle ele alınmıştır. Ve esasen ekonomiyle kültür işleri birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Fakir fukara çocukları okumak ve yetişmek fırsatı eşitliğine kavuşturulacaktır. Kabiliyetli fukara çocukları üniversite dâhil parasız okutulacaktır. İşçisi, köylüsü için gece kursları, halk akademileri açılacaktır. … Bütün bu saydığım işler, senin yararına olan şeylerdir. Ve bugüne kadar bir türlü gerçekleştirilememiş olan işlerdir. Senin yararına olan bu işlerin yapılabilmesi için, senin yurt işlerinde söz ve karar sahibi olman gerektir. Yani senin Meclis'e girmen, senin partin olan Türkiye İşçi Partisi'ni Meclis'e sokman gerektir. … Türkiye İşçi Partisi dört buçuk yılda büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Fakat onu kuranlar, geliştirenler, yani yürekli yiğit emekçiler, yani yürekli yiğit aydınlar, partilerini taşlı, sopalı saldırılara ve tekmil baskılara karşı korudular. İşte onların sayesindedir ki bugüne eriştik. 51 ilde seçimlere katılıyoruz. Türkiye İşçi Partisi çığ gibi gelişiyor. Ve bu seçimlerde senden olanlar Büyük Meclis'e girecekler ve güzel, mutlu günler başlayacak. Emekçinin baş tacı olduğu; ailesi, çoluğu çocuğuyla efendice mutlu günler sürdüğü; ileri, toplumcu, bağımsız Türkiye'yi elbirliği ile mutlaka kuracağız. YAŞASIN EMEKÇİLER YAŞASIN TÜRKİYE 25 Eylül 1965" Mehmet Ali Aybar'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 5-16. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 163-169.[215] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/29 Radyo Konuşmaları/3 Yazar Yaşar Kemal’in Radyo Konuşmasından: “İşçiler, köylüler, subaylar, memurlar ve bilcümle emekçi Türk halkı, göz nurundan, alın terinden başka bir güvençleri bir dayanakları olmayanlar sözüm sizedir. Bizler ki emekçileriz yıl on iki ay ayazda kışta, gece gündüz demeden tezgâh başında, fabrikalarda, tarlada takımda, dağda bayırda yalınayak, başıkabak çalışıp üretenleriz. … Ben size buradan ilan ediyorum ki, cümle kötülüklerin bir tek sebebi var. O da şu, sömürücüler. Yani çalışmayanlar, yani ellerini ılıktan soğuğa vurmayanlar, yani yan gelip yatanlar. İşte suyun başını bunlar tutmuşlar. … Emekçiler, kardeşlerim, çağımızda bu sömürücülük düzeni insanlığa aykırıdır. Bizim Anayasamıza da aykırıdır, bunu böyle bilesiniz. Dev sülükler tarafından emekçilerimiz sömürülüyor. Avrupalı Amerikalı şirketlerle bu dev sülükler ortak olmuşlar, bizi sağ bire sağ ediyorlar. … Yeraltı, yerüstü servetlerimizi nasıl sömürüyorlar, tarifsiz. Elin zenginleri, başka milletleri soyup yurtlarına taşımışlar, memleketlerini zengin eylemişler. Ya bizimkiler ne yapıyorlar... Bizim fakir fukaramızı, bizim yirmi dokuz buçuk milyonumuzu, Amerikalı, Avrupalı şirketlerle birlik olup soyup soğana çeviriyorlar. Yukarda da söyledim. Bin kere de söylerim. İşte böylece paramız servetimiz yabancı ellere ak babam ak ediyor. … Bu her karışında beş, on, on beş şehit kanı olan toprak kimin? Bu topraklarda herkesin hakkı yok mu? Yoook, bu topraklar yalnız ve yalnız ağaların. Bu topraklar onu ekip biçenlerin değil. Onu alın terleri ile sulayanların değil. Bu topraklar, o topraklarla hiçbir ilişiği olmayanların. Ağaların. … Türkiye İşçi Partisi’ni bütün Türkiye’de işçiler ve köylüler kurdular, tam elli bir vilayette. İlk olaraktır ki, fakir fukaraya bir gün doğdu. Türkiye İşçi Partisi’ni kuranlar, onu kanlarını satarak kurdular. Ceketlerini satarak kurdular. Üniversite talebeleri Türkiye İşçi Partisi’ne para kazanmak için hâlâ inşaatlarda çalışıyorlar. Zenginlerin partileri, seçime girecek kendi partilerine milyonlarca lira dağıttılar. Yalnız Türkiye İşçi Partisi’ne, senin partine, çalışanların partisine, senin parandan bir kuruş bile vermediler. … Hakkı yenen yoksulların, tüyü bitmedik yetimlerin, topraksız köylünün, sömürülen işçinin hatırı için sandık başına geleceksiniz. Ezilmişin, hor görülmüşün, adam yerine konmamışın, hatırı için, şu zenginler eliyle talan edilmiş, viraneye çevrilmiş, bağımsızlığını yitirmiş güzel memleketinin, büyük milletinin hatırı için geleceksin. Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi, yurdumuzu bu sefer de kurtaracağız. Bu sefer kanla, ateşle değil, bir tek oy ile... Bu bir bakıma en kolay kurtuluştur. Bir bakıma da en zor. Yalanlarla uyutulan halkımızı uyandırmak belki biraz zor olacak. Emekçiler, kardeşlerim en büyük ödev bize düşüyor. Onların bin yalanlarına karşı bizim bir gerçeğimiz halkımıza ulaşırsa halkımız uyanacaktır. Her birimiz bir şahin gibi halkımızın arasına uçmalı, derdimizi onlara anlatmalıyız. Yeni bir gün doğuyor, yeni bir gün doğuyor... İŞÇİ PARTİSİ İLE EL ELE... EL ELE... EL ELE... EL ELE... 26 Eylül 1965" Yaşar Kemal’in konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 16-21. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 170-173.[216] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/30 Radyo Konuşmaları/4 Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri Rıza Kuas’ın Radyo Konuşmasından: “İşçiler, köylüler, sendikacılar, ırgatlar, memurlar, küçük esnaflar, yazarlar, öğretmenler, emekliler. Bir köylü kardeşimin dediği gibi, cephede ve de seçimde vatandaş, bunun dışında bir taş olanlar, size sesleniyorum. Yalnız ve yalnız size sesleniyorum. Tüm emekçiler ve emekten yana olanlar sizden olan tek parti Türkiye İşçi Partisi, sizin partiniz, tarihimizde ilk defa genel seçimlere katılıyor. Bundan sonra bizim de başımızı dik tutmamız, bizimde bir numaralı vatandaş olmamız için, emeğimizin hakkını alabilmemiz, yoksulluktan kurtulmamız için, toprağa kavuşmamız için, çocuklarımızı okutabilmemiz için, doktorsuz, ilaçsız kalmamamız için, geleceğe güvenle bakabilmemiz için, işsiz kalmamamız için, aile yuvamızda çoluk çocuğumuzla rahatça, insanca yaşayabilmemiz için, Türkiye İşçi Partisi seçimlere katılıyor, oylarınızı istiyor. Emekçi kardeşlerim, Bugüne kavuşmamız kolay olmadı. Ve de hiç kolay olmadı. Tarihimizde ilk grev, ilk işçi hareketi, bundan yüz yıl kadar önce yapıldı. Emekçiler haklarını savunan ilk parti 60 yıl önce kuruldu, ilk gazete gene o zamanlar çıktı. O günden bu yana bunca yıl geçti. Bize sözümüzü söyletmediler. Emekçiler uyanmasın, haklarına sahip çıkmasın, bu sömürücüler saltanatı, bu yalan dolan, bu dalavereciler saltanatı sürüp gitsin istediler. Doğruyu söyleyeni dudaklar mühürlendi. Gerçeği yazan kalemler kırıldı. Emekçilerin her şeye rağmen uyanan, bilinçlenen öncüleri, en yavuz, en gözü pek temsilcileri, direnen işçi, usta, sendikacı, direnen yarıcı, maraba, azap; bu uğurda hayatını adamış cesur ve bilgili yazarlar, düşünürler susturuldu. Hayatları kahredildi. Bu, tek parti devresinde de böyle oldu, çok parti devresinde de böyle oldu. Uyanmayı önlemek, hiç değilse geciktirmek için, çok particilik, demokrasicilik oyunu icat ettiler. Emekçi halka söz hakkı tanımadılar. Emekçilerin kendi partilerini kurup geliştirmelerine imkân vermediler. Çünkü emekçi halkın iktidara gelmesinden yurt yönetiminde söz sahibi olmasından korkuyorlardı. Kardeşlerim, Bu çıkarcılar işçilerin sendikalar kurup iktisadi hakları için mücadele yapmalarına da imkân vermediler. 1946’da kurulan hür sendikaları kapattılar, 1947’de toplu sözleşme yapmak, grev yapmak haklarından yoksun, göstermelik sendikalar kurdurdular ve başlarına da kendi adamlarını koydular. … Şimdi bazı partiler işçilere grev hakkı verdik diye övünüyorlar. Bize onlar grev hakkı vermediler... Tam aksine, 27 Mayıs Anayasası’nın tanıdığı grev hakkını kısıtlayıp kuşa çevirdiler. Üstelik işçileri açlığa mahkûm etmek demek olan ve Anayasamızda da bulunmayan lokavtı patronlara hak diye tanıdılar. İşte bunun için T.İ.P., yani sizin partiniz, bu kanunun kabul gününü matem günü ilan etmiştir. … (Seçim Bildirisi’ndeki maddeleri okur.) Görüyorsunuz ki arkadaşlar biz yapacağımız her şeyi açık seçik söylüyoruz. Hiçbir şeyi ağzımızda gevelemiyoruz. İşte bunun için öbür bütün partilerden ayrıyız... Kardeşlerim; bütün bu yukarıda saydıklarımın yapılmasını istiyorsan, hor görülmemek istiyorsan, kişiliğine saygı gösterilmesini istiyorsan, gerçekten hür ve mutlu olmak istiyorsan, yani yoksulluktan, evsizlikten, işsizlikten, doktorsuzluktan ve yabancı sömürücülerden kurtulmak istiyorsan TİP’nin açtığı kurtuluş savaşına sen de katıl. 27 Eylül 1965” Rıza Kuas'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 22-26. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 174-177. #TİP60Yıl[217] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/31 Radyo Konuşmaları/5 Gaziantep’in Çapalı Köyünden Hamdoş’un Radyo Konuşmasından: “Köylü kardaşlarım, Köylerde ağaların koltuğuna sığmayıp şehirlere göçen şehirlerde iş bulamayıp sürünen kardaşlarım, At arabası çalıştırıp da evini geçindiremeyen kardaşlarım. Patronların azabını çekipte işinden atılan kardaşlarım, Milletine canı yürekten hizmet eden okumuş kardaşlarım. Ben Gaziantepli Azap Ali’nin oğlu Hamdoş. Tozun toprağın içinden sürünerek geldim. Çektiğim ıstırabı size söylemek istiyorum. Benim ıstırabım yalnız benim değil, hepimizin ıstırabıdır. Kardaşlarım, Benim babam Gaziantep’in yüksek ağalarından birinin yanında yetimlikle büyümüş. Sonra bu ağa babamı kendisine eşkıya tayin etmiş. Vurdurmuş ve kırdırmış. Babam istemediği halde onu günaha sokmuş. Ve de suç işletmiş. Sadece babamı değil, daha daha birçok insanı böyle kullanmış. … Soralım kendilerine: acaba kendileri analarından libasla mı doğdular? Hayır kardaşlarım... “çevir kazı yanmasın-Köylü işçi uyanmasın...” … Kardaşlarım, bunları yalnız ben değil, Doğu Anadolu’daki bütün kardaşlarım çekiyor. Artık zaman değişti, çilemizin sonu geliyor. Gözlerimiz açılıyor. Ben zannederdim ki ağam beni besliyor. Onun için boyun kırardım. Ama öyle değilmiş. Öğrendim ki ben ağamı beslenmişim. Ağaların hizmetini görmekten parasız ve cebrî olarak çalışmaktan kurtulacağız, Bugün orta yere bir reform lafı attılar. Reform lafı geldi, kendi bir türlü görünmedi. Reform geliyor diye bizi ağalar köyden sürgün ettiler. Kalanlarımızı da köle gibi çalıştırabilmek için bizden senet aldılar. Nasıl senet? diye sorarsanız: “Toprakta hakkım yok köyde hakkım yok” diye senet aldılar. Bunun kölelikten ne farkı var kardaşlarım? … Ağalık yetsin, kölelik yerlerin dibine batsın artık: Ama yetsin demekle yetmez, batsın demekle batmaz kardaşlarım. Beni Gaziantep’ten köylü kardaşlarım gönderdi. Ankara’ya bu ikinci gelişim. Biri üç ay evvel biri şimdi. “Git arkadaş sesimizi Milletimize duyur” dediler. Yol masraflarımı onlar verdiler. Buraya geldim size onların derdini anlatmak için. Bu fırsatı bize veren, ağaların istemediği, Anayasanın savunucusu TÜRKİYE İŞÇİ PARTİMİZDİR. Bugüne kadar Milletin huzurunda hiçbir azabın ve köylünün çocuğunu konuşturdular mı? Onların aklına biz dört yılda bir REY ZAMANI geliyoruz. Meclise girince bizi unutuyorlar. Ankara’nın sıcak apartmanlarına yerleştikleri zaman, bizim gibi mağaralarda, kümes gibi evlerde kalmış vatandaşları hatırdan çıkarıyorlar. Bize gelene kadar burunlarının dibindeki gecekondularda veremden inleyen kardaşlarımızın durumunu bile görmüyorlar. Üstelikte onların bir yataklık odalarını yıktırıyorlar. Ama TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ fakirlerden, işçiden, köylüden, ırgattan kurulduğu için böyle olmayacaktır. Hiçbir zaman kendi aslını unutmayacaktır. Fakirliğin ve ırgatlığın acısını çeken bilir. Türkiye İşçi Partisi’nin listelerinde birçok fakirler ve ırgatlıktan kalma kardaşlarımız vardır. Milletimiz için bütün akıllarını sarf eden, fakirlerin halini çok iyi bilen okumuş kardaşlarımız vardır. … 10 Ekim günü Türkiye İşçi Partimiz güzel Türkiye’mize kutlu ve mutlu olsun sayın kardeşlerim. Cümlenizi candan selamlarım. 28 Eylül 1965” Hamdi Doğan - Hamdoş'un konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 27-31. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 178-181.[218] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/32 Radyo Konuşmaları/6 Türkiye İşçi Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Çetkin’in Radyo Konuşmasından: “Emeğini, alın teri göz nuru ile kazanan emekçiler. Milli kurtuluş savaşını başaralı 43 yıl oldu. Bu savaşın bir amacı, bağımsızlığımızı, istiklalimizi kazanmaktı. Diğer amacı ise geri kalmış derebeyi düzeninden kurtulmak, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmaktı. Hâl böyle iken 43 yıldır neden hâlâ kalkınmayı başaramadık, yoksulluktan kurtulamadık. Ve neden yine yarı bağımlı duruma düştük. Bu sorunun açık ve kesin cevabını vermeden çıkış yolunu bulamayız. Yurttaşlarım... Bu halimiz temel, sebebi halkımızın politikaya iştirak ettirilmeyişi ve böylece memleket işlerinde söz ve karar sahibi olmayışlarıdır. Memleket idaresi bir avuç toprak ağası ve büyük tüccarlardan ibaret küçük bir zümrenin elinde bırakılmıştır. … Yurttaşlarım, Demek oluyor ki huzursuzluk, düzensizlik, yoksulluk aslında böyle küçük bir zümrenin frensiz, tenkitsiz alabildiğine başıboş yurt idaresinde ağır basmasından olur. Ve bunu önleminin, memleket işlerinin kontrollü, frenli halk yararına yürütmenin yolu, tek yolu da, siyasi hayatımızda ve Büyük Mecliste, sermayeyi temsil edenlerin karşısına, emeği temsil edenlerin müstakil bir parti halinde çıkması, dikilmesidir. Ancak bu olunca demokrasi demokrasi olur. Çok partili rejim işlemeye başlar. Büyük Meclis dengesini bulur. Milletin göz bebeği ve ümit ışığı olur. … Yurttaşlarım, İşte bunun içindir ki, bizim sesimizden bu kadar korkuyorlar, telaşlanıyorlar. Çünkü Türkiye İşçi Partisi, emekçi halkımızın kendi kanuni haklarına sahip çıkarak, aşağıdan yukarı doğru kurduğu ve yönettiği bir partidir. Türkiye İşçi Partisi emekten, halktan yana olduğunu, toprak ağalarının ve kapkaççı sömürücü sermayenin karşısında olduğunu açıkça söyleyen bir partidir. Türkiye İşçi Partisi karşı taraftan bazılarının iddia ettiği gibi kanunların boşluğundan faydalanmıyor, tam tersine Anayasamıza ve kanunlarımıza dayanıyor. Bize hukuk dışı, kanun dışı iftira ve tehditlerle saldırılar, bu beyhude gayretten vazgeçsinler de sözümüze karşı söz, yolumuza karşı yol göstersinler. … İşte Yurttaşlarım, Sözlerimi bitirmeden, köylü kardeşlerimin bir hassasiyetini cevaplandırmak isterim. Bize niçin bütün, köyleri dolaşmıyorlar diye haber gönderiyorlar. Kardeşlerim biz elimizden geleni yapıyoruz. Türkiye İşçi Partisi, yani senin partin, diğer partiler gibi hazineden para almadı. Onlar hususi uçak tutuyorlar, toplantılara 30-40 otomobille gidiyorlar. Ve bunların masrafı senin kesenden, senin ödediğin vergilerden çıkıyor. Biz tutabildiğimiz bir jiple köylere ulaşmaya çalışıyoruz. Halkımızın kurtuluşunda bizim kadar sende görevlisin köylü kardeşim mutlaka bizi bekleme, sen de çalış, etrafını uyar. Unutma ki, mutlu günlere el-ele, omuz-omuza beraberce gideceğiz. Yurttaşlarım, Oy pusulasındaki Türkiye İşçi Partisi’nin işareti tırtıklı bir teker, yani bir çark ve üstünde eğik duran bir başaktır. Ve içinde iki satır yazı vardır, KÖYLÜYE TOPRAK-HERKESE İŞ. 29 Eylül 1965” İbrahim Çetkin'in konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 32-36. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 182-185.[219] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/33 Radyo Konuşmaları/7 Şair Can Yücel’in Radyo Konuşmasından: “… Sevgili Yurttaşlarım, Şimdi size okuduğum belge, sekiz yaşındaki, Tako adlı kardeşimizin polisteki eşkâl kâğıdıdır. Tako, bugün Türkiye’de kaldırıma düşmüş toplumun koruyucu elinden ırak, çoğu da suçlu, 450.000 Türk çocuğundan biridir. Elinden tutacak kimi kimsesi yoktur ama, hırsızlık ederken yakayı ele verdiğinde, Tako’yu kolundan tutup cezaevinin Sübyan koğuşuna atacak bir hükümeti vardır. Tako’nın doğum tarihi vardır ama, insan gibi yaşadığı yoktur. Tako’nun sabıkası vardır ama, geleceği yoktur. Tako’nun onu seven bir atası vardır, Tako’nun “Halkın öğretimi ve eğitimini sağlama, Devletin başta gelen ödevlerindendir,” diyen bir Anayasası vardır ama, Tako’ya babalık edecek devlet babası yoktur. … Kardeşlerim, Memleket çocukları arasında bir de nöker çocukları var. Doğu köylerinde süregelen yaygın bir kölelik düzenidir bu. Köle demezler de nöker derler, parayla satılan bu insanlara. Nöker çocukları, fukara çocuklar, kimsesizler anadan doğma nöker sayılırlar. Nöker çocuklarına da köle gözüyle bakılır. Genellikle ahırda yatar kalkarlar. Yatakları yüzsüz yorgan, eski bir hasırdır. Urbalarını açmaz, çarık çoraplarıyla girerler yatağa. Gecenin her saatinde tetik olmaları gerekir. Yazları güneşi dağların ardında görür. Yemeğini ahırda yer. Ev halkı yemek yerken nöker el pençe durur. … Evet. Bu güzelim topraklar üstünde gülüp oynamaya doğmuş körpecik çocukların ticaret metaı haline gelmesine göz yumanlar, toprak altındaki madenlerimizi, petrollerimizi yabancılara haydi haydi peşkeş çekeceklerdir. Kendi parçası, kendi kanından, kendi canından kopma vatan evlatlarına hayrı dokunmayanların memlekete ne hayrı dokunabilir ki? Bir tek hayırları varsa, o da bu adamlara denecek koskocaman bir Hayır’dır. Dış politikası Nato’ya araç, ahlakı vur kaç, ekonomisi kapkaç olan partilerin, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmeyen devlet adamlarının yurdun yarını, ulusumuzun geleceği olan çocuklarla ne ilgisi olabilir ki? … Kardeşlerim, İşçi Partisi’ne kızıl diye laf atanlar Erzurum’da yavrularımızın kızıldan, kızamıktan kırılması karşısında kıllarını bile kıpırdatmamış olanlardır. Canlarım, İşçi Partisi’ne “Camilerin kapısına kilit takacaklar” diye çirkef atanla, her doğan bin çocuktan yüz altmış beş tanesinin süt bebesiyken ölüp gitmesi karşısında vurdumduymazlık eden Allahsızlardır. İşçi Partisi’ne, “Dükkânınızı, evinizi, bırakınız, bir avuçluk tarlanızı elinizden alacak,” diye leke sürmeye kalkışanlar halkın eğitimi için tek toplu çare olan Köy Enstitüleri’ni halkın elinden alıp, kapatanlardır. İşçi Partisi’ni “Kökü dışarda” diye arkadan vurmaya özenenler Halk Evleri’nin dibine incir dikenlerdir. … Analar, babalar, kardeşler. Sandık başlarına giderken çocuklarınızı, kardeşlerinizi de yanınızda götürün. Götürün ki görsünler İşçi Partisi’ne oy verdiğinizi. Çünkü o oylardır ki çocuklarınıza, kardeşlerinize sütü ile, mamasıyla, yuvasıyla, çiçek bahçesi, çocuk bahçesiyle, doktoru, denizi, güneşiyle, renkli oyuncakları, gül gibi okulları, güpgüzel kitapları, yiğit öğretmenleri ve haktan yana olduğu için mutlu ana babalarıyla zengin ve dopdolu bir çocukluk sağlayacak, ve yine çocuklarınıza, kardeşlerinize aydınlık bir gelecek, iş, sosyal adalet, toprak, ekmek, güven, eşitlik, özgürlük, insan onuru, ve pırıl pırıl bir hayat kazandıracaktır. Yeter ki gönlünüz ve kafanız doğru yolda ve oylarınız İşçi Partisi’nden olsun ve yeter ki, yurttaşlarım, gazanız mübarek olsun. … 30 Eylül 1965” Can Yücel'in konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 37-42. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 186-189. #TİP60Yıl Can Yücel’in konuşmasını dinlemek için: https://www.tustav.org/gorsel.../can-yucelin-konusmasi-1965/[220] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/34 Radyo Konuşmaları/8 Yazar Çetin Altan’ın Radyo Konuşmasından: “Dostlarım, İşçileri, köylüleri, küçük esnafı, arkasız memuru, şoförleri, balıkçıları, demir yolcuları ve bütün ezilenleri, sürünenleri, hor görünenleri ile 29,5 milyonluk Türk halkı... Ben yalnız sizlere sesleniyorum. Benim işim yok sizleri sömüren ve sırtınızdan hak etmedikleri refahlı bir hayatı yaşayan tefeciler, komisyoncular, aracılar, ağalar ve bütün haramzadelerle. Ben bir avuç mutlu bir azınlık olan süs güzeli kibarların değil, sizlerin, yani Türk halkının yazarıyım. … Ben anlatacağım sana bütün dalavereleri, bu ülkenin nasıl soyulduğunu ve nasıl sömürüldüğünü... Devlet fabrikalarının ürettiği demirler, çelikler, Çimentolar zenginler tarafından peşin ucuza kapatılır. Sonra halka pahalı satılır. Aradaki milyonlarca liralık fark yine komisyoncuların, tefecilerin, büyük parti kodamanlarının cebine girer… … Ve bütün bu komisyoncular, aracılar, tefeciler yüz binlerce lira seçim masrafı yaparak sana boyuna yalan söyleyen partilerin listelerine girer, senin milletvekili adayın olurlar. Seni kurtaracaklarını, seni refaha kavuşturacaklarını vaat ederler. … Bunlar bol paralar harcayarak girdikleri partilerle devlet yönetimini de ele geçirirler. Ortakları olan müteahhitlere, ithalatçılara, armatörlere devlet bütçesinden milyonlar dağıtır, devlet eliyle fertleri zengin ederler. Sonra da sana dönüp işte devletçilik budur, iflas etmektedir, derler. İnsanlar bir devleti yönetmek için değil soymak için başına geçerlerse elbette iflas eder. … Meclis üniversite değildir, akademi değildir. Halk dertlerinin, halk ağzıyla söyleneceği yerdir. Sen Meclise girecek ve derdini söyleyeceksin. Devletin uzmanları, teknisyenleri senin dertlerine çare arayacak ve bulacak. Gerçek demokrasi böyle olur. Sen bizzat Meclise giremezsen, senin derdini senin namına kimse söylemez orada… Bizim bu konuşmalarımıza onlar tehlikeli ceryan demektedirler. Tehlikeli ceryandır. Ama kendi çıkarları için tehlikeli ceryandır. Onun için kızmaktadırlar bizlere. Meclise bizzat fıkara halkı sokmak istediğimiz için deliye dönmektedirler. Oyunlarının ortaya çıkacağını düşünmektedirler… … Bir de Amerika’yla birçok gizli anlaşma vardır aramızda. Seni bir Amerikalı ezse, öldürse hakkını Türk mahkemelerinde kimse arayamaz. Amerika’dan yana olan bir iktidar kendisini zor durumda hissederse Amerikan Askerî güçlerini yardıma çağırabilir. Ve Amerika’nın 35 milyon metre kare arazisi vardır Türk topraklarında... Oralara kimse giremez Türklerden. Durum budur işte... Sen artık düşün taşın... Ya şimdiye kadar verdiklerine yine ver oyunu ve sürün, Ya bütün adayları işçi, köylü, şoför, ırgat ve hayatını sana adamış toplumcu aydın olan İşçi Partisi’ne ver. Ve gör el mi yaman bey mi yaman... Sömürücüler mi yaman, yoksa gerçek halk çocukları mı? Sana saygı, sana selâm... 1 Ekim 1965” Çetin Altan'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 43-49. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 190-194. #TİP60Yıl[221] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/35 Radyo Konuşmaları/9 Türkiye İşçi Partisi Üyesi Muzaffer Karan’ın Radyo Konuşmasından: “İşçiler, köylüler dar gelirli vatandaşlar, toplumcu aydınlar, Atatürkçü ve 27 Mayısçı Subay Kardeşlerim, Sayın yurttaşlarım. Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana yıllar geçti. Atatürkçü kuşaklar birbirlerini kovaladılar. Nice altın yıllar yok oldu gitti. Bugün hâlâ aynı savaşın içinde geri kalmışlıktan kurtulma yollarını arama çabasındayız. Hâla özgürlüğe kavuşmak için kıvranıp duruyoruz. Çünkü Atatürk’ten, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk ulusunun idaresinde söz sahibi olan partiler, bilerek, ya da bilmeyerek çeşitli yollardan gene emperyalist ve Kapitalist kuvvetlerin ağına düştüler. Kapitülasyonlar devri tekrar hortladı. Halkımız gırtlağına kadar borçlandırıldı. Kurtuluş Savaşı ile tüm özgürlüklerini kazanmış olan ulusumuz, kısa zamanda ekonomik özgürlüğünü yabancı devletlere kaptırdı. Onların bir uydusu haline geldi. Muhtaç ve boynu bükük duruma düşürüldü. … Sevgili vatandaşlarım, 27 Mayıs Devrimi’de hızını ve hamle gücünü halktan alan bir itişle meydana gelmiştir. Çünkü, halkımız bu devrime en ufak bir tepki göstermemiş ve ondan yana çıkmıştır. Bu sebeple 27 Mayıs Devrimi’ni, tamamıyla halka dayanan, halkçı bir hareket olarak tanımlamak gerekir. Zira o, Kurtuluş Savaşımızın bir devamı, Kuvayi Milliye ruhunun yeniden şahlanması ve Atatürkçülüğün taşıp boşalışıdır. … Anayasa, halka dayanan halkçı bir planlamadan yanadır. Reformlardan yanadır. Sosyal devlet ilkeleri ile, gericiliğe ve tutuculuğa kapalı, yepyeni bir toplum düzeninden yanadır. Bu düzen, emekçi halkımızın söz sahibi olduğu 20. yüzyılın atom çağı düzenidir. Bu düzene ancak, toplumculuk metotları ile ulaşmak mümkündür. Bu sebeple Türkiye İşçi Partisi, diğer partilerin kapitalist yollarla kalkınma çabalarına karşıdır. Bu çabaları, boş yere harcanmış emek ve zaman kaybı olarak telakki eder. Sayın yurttaşlarım, Türkiye İşçi Partisi, 27 Mayıs devriminin temelinde yatan sosyal ve ekonomik zorunluluklardan doğmuş tek partidir. O, 27 Mayıs Anayasası’nın partisidir. Programı itibariyle, Atatürkçülüğün ve Anayasanın ön gördüğü devletçilik, devrimcilik ve halkçılık ilkelerini, toplum düzenimize en uygun ve en yararlı bir biçimde uygulamak isteyen bir partidir. Anti-emperyalist ve anti-kapitalist ilkeleri ile, Atatürkçülüğe ve Anayasaya içtenlikle bağlıdır. Tıpkı Atatürk gibi, her çeşit sömürücülüğün ve çıkarcılığın karşısında, alın teri, göz nuru ve emeğin yanındadır. Türkiye İşçi Partisi’nin 27 Mayıs öncesiyle bir ilişkisi yoktur. O, 27 Mayıs’ın bağrından doğmuş, 27 Mayıs Anayasası’nın partisidir. Geçmiş devirlerin vebalinden uzaktır. 27 Mayıs’tan sonraki mutlu günlerin ufkunda parlayan, gittikçe yükselen, yükseldikçe Türk toplumunu aydınlatan bir umut güneşidir. … Bugünlere kadar uyutularak ezilen halkımız, artık gerçekleri görmeye ve değerlendirmeye başlamıştır. Diğer partilerin korkuları bundadır. Sataşmaları bundadır. Saldırıları bundadır. Fakat Türk toplumu karanlıklardan sıyrılıyor. Gün geçtikçe bilinçleşiyor. Yavaş yavaş bir Ulus uyanıyor. 27 Mayıs’ın nedenleri yüzeye çıkıyor. Bu nedenlerin doğurduğu Türkiye İşçi Partisi çığ gibi büyüyor. Sömürme düzeninin kıldan ince, kılıçtan keskin köprülerini aşarak Atatürk’ün, 27 Mayıs’ın ve Anayasanın gösterdiği hedeflere doğru metin adımlarla ilerliyor. Köylüsü ile, işçisi ile, dar gelirli vatandaşı ile, Atatürkçü gençliği ile, devrimci ve toplumcu aydınları ile el ele, omuz omuza, halk içinde, halkla beraber kurtuluş yolunda yürüyor. Bu yol, Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün çizdiği yoldur. O’nun halkla beraber yürüdüğü yoldur. Ne mutlu halktan yana olanlara. 2 Ekim 1965” Muzaffer Karan'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 50-54. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 195-197.[222] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/36 Radyo Konuşmaları/10 Türkiye İşçi Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi Tarık Ziya Ekinci’nin Radyo Konuşmasından: “İşçiler, az topraklı köylüler, esnaflar, memurlar, subaylar, toplumcu aydınlar; Anayasamızın 12. maddesi her türlü ırk, din, dil ve mezhep ayrımını yasaklar. Oysa yabancı sömürücülerle el ele çalışan çıkarcı çevreler, yani toprak ağaları, tefeciler, vurguncular, yabancı sermaye güzel yurdumuzda vatandaşlarımızı Türk diye, Kürt diye, Ermeni, Rum, Çerkez ve Arap diye, Hıristiyan, Müslüman diye, Alevi, Sünni diye birbirinden ayırarak sömürmelerini yürütmektedirler. … Emekçi kardeşim, Sen sömürüldüğün için sömürmeye vasıta olan her türlü ayırıcılığın ve hor görmenin karşısındasın. Gerçekten de mensup olduğun ırk mensup olduğu din ve mezhep ne olursa olsun çalışarak geçinmek zorunda olduğun için çalışmadan senin sırtından geçinenler tarafından hor görülmektesin. Bu bakımdan Anayasamızın öngördüğü kardeşliği, beraberliği ve insan sevgisini ancak sen gerçekleştirebilirsin. Senin biricik siyasi partin olan Türkiye İşçi Partisi’nin, yani senin iktidara gelmenle her türlü sömürme, kula kulluk son bulacağından ırk, din, mezhep ve dil ayrılıklarıyla bunların sebep olduğu elim vaziyetler son bulacaktır. … Doğu Anadolu’nun mahrumiyet bölgesi olarak resmi dilde itirafını bulan bu acıklı halini milyonlarca insanın açlık, sefalet ve perişanlık içinde olmasına rağmen Doğu’nun kudreti bir avuç toprak ağası devlet eliyle ve halkın durmadan sömürülmesi pahasına zenginleşmektedir. … Oysaki hor görülen, aşağı yaratık olarak gösterilen Doğulu fukara emekçi halkımızın sömürülmesiyle semiren Doğulu ağalar ise üst tabakaların siyasi partilerinde görev almakta ve en yüksek makamlara getirilerek sömürmek için sahip oldukları ekonomik ve geleneksel kuvvetleri siyasal güçle de pekiştirilmektedir. Doğulu ağaların ve sömürücü sermaye çevrelerinin halkı sömürerek topladıkları zenginlikleri Batı illerimize aktarmaları Doğu’nun geri kalmışlığının bir diğer sebebidir… … Doğulu emekçi kardeşim; Şimdi yalnız sana sesleniyorum; … Mesela seni şaşırtan bu olaylardan birisi zaman zaman toplumda bir buhran belirince bazı Doğulu ağaların sürgün edilmeleridir. Sen sanırsın ki bunlar senden yana oldukları için gadre uğramışlardır. Bunun için onlara daha çok itibar eder, daha çok bağlanırsın. Böylece büsbütün bir çıkmaza girersin. Oysa onların sürülmelerinin asıl sebebi bir yandan Doğulu ağalar arasında sen ben kavgasıdır… İşçiler, ırgatlar. Topraksız az topraklı köylüler, esnaflar, memurlar, subaylar, toplumcu aydınlar, size sesleniyorum; bu güzel vatanda yaşayan kendi emekçi kardeşlerimize kin ve nefret duyguları beslemenin sizlere, yani bütün milletimize yarar değil zarar getirdiğini bu duygularla yapılan her davranışın toprak ağalarına, tefecilere, kapkaççı ticaret çevrelerine yaradığını, milletimizin geri kalmışlığına ve sefaletine sebep olduğunu bilmenizi isterim. Ayrıca bu türlü yurt bütünlüğünü bölücü fikir ve hislerin emperyalist devletlerin işine yarayabileceğini de bilmeliyiz. Bu yönden de uyanık olmalıyız. … Türkiye İşçi Partisi muhalefette dahi senin istediklerini dile getirecek ve ağa partilerinin karşısına dikilerek senin yararına işler yapılmasını sağlayacaktır. Emekçi ve aydın kardeşim; Doğu’nun değişmez sandığın kaderinin değişmesi ve özlemini duyduğun Doğu kalkınmasının gerçekleşmesi için oyunu Türkiye İşçi Partisi’ne ver. 3 Ekim 1965” Tarık Ziya Ekinci'nin konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 55-60. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 198-201.[223] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/37 Radyo Konuşmaları/11 Türkiye İşçi Partisi Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Behice Boran’ın Radyo Konuşmasından: “Radyolarının başında Türkiye İşçi Partisi’nin gür, umutlu sesini dinleyen çilekeş, sabırlı halkım, kardeşlerim, Seçim günü yaklaştıkça Türkiye İşçi Partisi’ne hücumlar artıyor. Bölücülükten, ihtilal havasından, eli nasırlıları kışkırtmaktan söz ediliyor. Delilsiz ispatsız en ağır isnatlar yapılıyor. Nedir bütün bu telaş, bu korku? Ne yapmaya çağırıyor halkı Türkiye İşçi Partisi? İhtilale mi? Gidin ağaların topraklarını işgal edin, zenginlerin malını talan edin mi diyor? Tam tersine, Türkiye İşçi Partisi kurulduğu günden beri Anayasanın eksiksiz tastamam uygulanmasını ısrarla istiyor. Bütün meselelerimizin Anayasa çerçevesi içinde çözülebileceğini savunuyor. Emekçi halkımıza senin de kendi partini kurman ve bu partiyi oylarınla Meclise sokman açık ve kesin kanuni hakkındır, diyor. Ve de 4,5 yıldır böyle bir parti, Türkiye İşçi Partisi, senin partin vardır, diyor. İşte, karşımızdakiler, halk bu hakkına sahip çıksın, bu gerçeği öğrensin istemiyorlar. … Bugüne kadar uygulanan ziraat, politikası ağaları kalkındırarak zenginleştirmek politikasıdır. Türkiye de makineli istihsal yapan büyük ziraat işletmeleri belirdi. Derebeyi artığı bir kısım toprak ağaları, büyük toprak kapitalistleri haline geldi. Topraklarından ortakçıları, yarıcıları, marabacıları kovup çıkardılar. Traktörlerini köy merasına, hazine topraklarına, yoksul köylünün tarlasına sürüp topraklarına toprak kattılar. Ağaların gelirleri 100 binleri, milyonları aştı. Ama öbür yanda milyonlarca topraksız ya da az topraklı köylü ailelerinden muazzam bir işsizler ordusu meydana geldi. Toprağı işleyenlerin ellerindeki topraklar da ufaldıkça ufaldı. İş peşinde büyük çiftliklerin bulunduğu bölgelere mevsimlik göçler, ya da devamlı bir iş umuduyla şehirlere akın başladı. Şehirlerimiz gittikçe büyüyüp genişleyen gecekondu mahalleleriyle sarıldı. Halkın yoksulluğunu, çaresizliğini yüzünüze haykıran bu gecekondular da şehirdeki sömürücüler için yeni bir kazanç kaynağı oldu. Düzinelerle gecekondu yapıp yoksul halka yüksek fiyatla kiraya veren vurguncular türedi. Öte yanda, dertli başını sokmak için bir göz oda yapan vatandaşın damı insafsızca, tekrar tekrar başına yıkıldı, sokak ortasında bırakıldı. … Türkiye İşçi Partisi’nin programına göre ağalara en çok 500 dönüm bırakılacaktır... Toprak dağıtma komisyonlarının işi sürüncemede bırakmaması için, ağalarla anlaşıp yoksul köylüyü mağdur etmemesi için köylüler teşkilatlandırılacaktır. Topraksız ve orta köylüler kendi aralarından serbest seçimlerle Köy Kurulları seçecektir. Toprak reformunun uygulanmasından bu Köy Kurulları devletin uzmanlarıyla işbirliği edecektir. … Türkiye İşçi Partisi toprağı parasız dağıtacak, tapusunu köylümüzün eline verecektir; onu borç altına sokmayacaktır. Ağadan aldığı toprakların bedelini ise Anayasa uyarınca ödeyecektir. Kardeşlerim, …Evet, köklü dönüşümlerle bugün bir avuç zengini daha da zengin etmeye yarayan, halk kütlelerini yoksulluk çukurunun daha derinlerine düşüren bu günkü bozuk düzeni değiştireceğiz. Yalnız bu efendiler uykuda mıdırlar nedir? Halk yararına bu köklü değişimleri Anayasa öngörüyor, emrediyor. Mülkiyet hakkıymış, servet düşmanlığı imiş! Anayasa mülkiyet hakkını sadece toprak ağalarına, kapkaççı sermayedara mı tanıyor? Emekleriyle bütün değerleri yaratan halkımızın toprak, ev bark sahibi olmak hakkı yok mu? Dünya nimetlerinden halk hiç mi tatmayacak? Anayasa mülkiyet hakkı kamu zararına kullanılmaz diyor. Yoksul köylüyü topraklandırmayı öngörüyor. Kamu yararı gerektiği hallerde özel mülklerin kamulaştırılması yetkisini devlete tanıyor. Ve nihayet Anayasa Sosyal Devlet anlayışını getiriyor. Anayasa’yı hiç mi okumamışlar? Anayasa halktan yana, emekten yana, bizden yana. Anayasa’ya aykırı düşen onlardır. Hizaya gelsinler. Türkiye İşçi Partisi Anayasa teminatı altında ve Anayasa’nın öngördüğü yollardan, ve de halkımızın güvenine, şevkli çabasına dayanarak refahlı, mutlu, tam bağımsızlığına yeniden kavuşmuş şerefli bir Türkiye’yi mutlaka yaratacaktır. 4 Ekim 1965” Behice Boran'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 61-66. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 202-205. [224] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/38 Radyo Konuşmaları/12 Yazar Mahmut Makal’ın Radyo Konuşmasından: “Kardeşler, Niğde’nin Demirci Köyü’nde doğmuş ve Köy Enstitüsü’nde okumuş bir öğretmen olarak sizlere sesleniyorum. Biz, Türkiye İşçi Partisi olarak, her doğan çocuğun Amerika’ya binlerce lira borçla doğduğu ve işleri Arap saçına döndürülmüş ülkemizi bağımsız ve kaynakları kendi insanına yönelmiş aydınlık bir Türkiye haline getirmek istiyoruz. Bunu programlaştırdık ve de açık açık söylüyoruz. Öteki partilerin buna yanaştığı yok. El emeğimizi, madenimizi, petrolümüzü yabancılarla ortaklaşa sömürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de tatlı vaatlerle bizi kandırmaya devam etmek istiyorlar. Yıllardır geveledikleri bir sürü cağız cuğuz arasında işçi ve köylü çocuğunu da okutacağız, diyorlar… Köylüm, kardeşim, …70 bin çocuktan 67 binini neden okullara almıyorlar, neden onlara yeni okul açmıyorlar? Çünkü, onların her biri, okursa en azından bir uyanık Necip Emmi olacaktır. Şehirlerin gecekondularını, köyleri dolduran yurttaşım. İşte budur senin çocuğuna yapılan. Sen uyanmazsan, sen kendi davalarına sahip çıkmazsan, Meclise kendin girmezsen, kanunlar hep bu anlayışla çıkar. Memleketin işleri de bu anlayışla yürütülür. Kanunları kendilerine göre yapar, kendileri için uygularlar. İşte petrol kanunu, işte yabancı sermaye kanunu işte yatılı okullar kanunu. … Bu kanunun çıktığı yıl 1300 çocuk parasız yatılı okullara alınmıştı. Kanun doğru dürüst uygulansaydı, 1965 yılında 30 bin halk çocuğunun yatılı ortaokul ve liselere alınması gerekirdi. Oysa bu yıl, sadece 1500 çocuk alınmıştır bu okullara. Bırakın halk çocuklarına yeni okullar açmalarını, eldeki imkânları bile büyük sermayedarların, yani halk sömürücülerinin çocuklarına kullanmışlardır: Danışıklı dövüşle fukara ilmühaberi alıp çocuklarını buraya verenlerin, büyük tüccar, müteahhit, toprak ağası ve siyaset kodamanları olduğu tespit edilmiştir. Onlar fakiriz diyor, onların adamları da senden topladığı vergilerle, onların çocuklarını okutuyor… Evet yurttaşlarım, tek dersten, çift dersten takılan yığınlarla çocuk sokaklarda kaldı. Bu utanç verici bir durumdur. Böyle eğitim olmaz. Ülkemizde her yüz kadından 97’si okuma bilmez, yüz kişiden 85’i ilkokulu bitirmez, yani halk çoğunluğu karanlıklar içinde kıvranır. Halk çocuklarının üniversiteye gitmesi hayaldir. Ayrıca gidebilenler için üniversite masrafları aile bütçelerinin kaldıracağı gibi değil. Doğru dürüst öğrenci yurtları yoktur. Kız öğrencilerimiz yurt yönünden daha da müşkül durumdadırlar. Gençliğimiz sanat ve spor ihtiyaçlarını karşılayacak kuruluşlardan ve imkânlardan yoksun bırakılmıştır. Ötede, ilköğretim çağında 1,5 milyon çocuk okulsuz, öğretmensizdir, it taşlar köylerde. 17 bin köyün semtine okul ve öğretmen uğramamıştır. Köylerimize o kadar hürriyet verilmiştir ki, isteyen açlıktan, isteyen kızamıktan, veremden, trahomdan ölmektedir. Demokrasimiz zedelenir diye, ilaç, doktor, hastahane düşünülmemiştir. Türkiye İşçi Partisi’ne saldıracakları yerde bu meselelere saldırsalar ya! … Öğretmenim, kardeşim, Kurtuluş yolundayız. Sürgünler, tehditler seni yıldırmasın. Anayasayı tastamam uygulayıp milli geliri hakçasına böldüğümüz gün hepimizin yüzü gülecektir. Güzel günlere gitmenin savaşını veriyoruz. Hürriyetin ve demokrasinin sahtesini getirenler eğitimin de kendisini değil, eğitim haftasını getirmişlerdir. Türkiye İşçi Partisi eğitimin gerçeğini tüm yurt çocukları için getirmeye kararlıdır. Köy Enstitüleri’ni hem açacak hem sayılarını artıracaktır. Bunu açık açık programına oturtmuştur. Halk akademileri ve gece üniversiteleriyle birlikte çalışmaların; çocuklarına anaokulları, kimsesiz çocuklara yetiştirme yurtları, halk çocuklarına yüksek öğrenim yurtları, köy okulları ve bölge köy ortaokulları devlet eliyle yapılacak ve yurt yüzeyinde her kademede öğretim parasız hale getirilecektir. Partimizin hemen el atacağı, yapılmasında direneceği kuruluşlardır bunlar. … Yurttaşlarım, Kel Ali’den, Kör Mehmet’ten ihtiyar kurul üyesi mi olur; köylü, işçi Meclise mi girer diyenlere karşı, Türkiye İşçi Partisi Meclise girecek ve halkın çocuklarını eşit şartlarla okutarak onların da yığın yığın öğretmen, mühendis, doktor olabileceğini gösterecektir. Halk, aydın, kol emekçisi, kafa emekçisi ayırımını ortadan kaldıracaktır. Hep birlikte uyanmak zorundayız. Ana meselelere gönül indirmeyenlerin elindeki bu bozuk düzen böyle gidemez, haberiniz olsun!.. 5 Ekim 1965” Mahmut Makal'ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 67-73. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 206-210.[225] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/39 Radyo Konuşmaları/13 Türkiye İşçi Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Sadun Aren’in Radyo Konuşmasından: “Emekçi ve aydın arkadaşlar, Memleketimizin temel davası iktisaden kalkınmak ve dünyanın ileri memleketlerinin seviyesine hızla ulaşmaktır. Bu bir taraftan dünya memleketleri arasında bağımsız varlığımızı muhafaza etmenin şartıdır, diğer taraftan da sosyal adaleti sağlamanın, halkımızı yoksulluk ve sefaletten kurtarmanın tek yoludur. … İktisadi bağımlılığı hedef alan gerçek kalkınmanın yolu nedir acaba? Bunun tek cevabı vardır: İleri memleketlerin üretim yaparken kullandıkları teknikleri, makineleri, bilgileri, kendi memleketimizde de kullanmak… O halde arkadaşlar, kalkınmamız için en ileri tekniklere göre, çok büyük, ileri memleketlerdeki rakipleriyle boy ölçüşebilecek kadar büyük fabrikalar ve tesisler kurmaya mecburuz. Hâlbuki memleketimizde bu çapta fabrika ve tesisler kuracak güçte sermayedar yoktur. Böyle bir sermayedar sınıfı devlet eliyle yetiştirmeye de Türk milleti hiç niyetli değildir. 1950-1960 devresinde böyle bir şey yapmak, yani her mahallede milyoner yetiştirmek denenmiş fakat bunun sonu, hepimizin bildiği gibi bir ihtilal olmuştur. … Bu gerçekler karşısında, memleketin kalkınmasında özel sektörü esas almak, yani fabrikalarımızı sermayedarlara yaptırmak çıkar bir yol değildir. Bu yolla kalkınmaya imkân yoktur. 40 yıllık kalkınma tecrübemizde bu hükmü doğrulamaktadır… Memleketimizde hem nüfus artmakta hem de halkımız daha iyi yaşamak istemektedir. Buna karşılık özel sektör güçsüzdür... İşte bunun için yerli özel sektör, yabancı özel sektörü imdadına çağırmak zorundadır. Çünkü çağırmazsa kendisi batacaktır. Ve yabancı sermaye memlekete girmeye başlayınca artık bağımsızlıktan bahsetmekte güçleşir. Yabancı sermaye, yani yeni emperyalizm memleketimize zorla ya da hile ile girmedi onu yerli sermayedarlar ve onların ağır bastığı hükümetler çağırdı. … Fakat işin daha fenası, asıl felaket yabancıların memleketteki fabrikaları, tesisleri arttıkça devlet idaresinde de ağır basmalarıdır. Bunun sonu millet olarak, devlet olarak, silinip gitmektir. Tüm müstemleke olmaktır. Ama 20. yüzyılın 2. yarısına yaraşır bir müstemleke, modern bir müstemleke, müstemleke olduğunu bilmeyen bir müstemleke. … Çıkar yol, gerçekten ve hızlı kalkınma yolu. Büyük fabrika ve tesisleri millet malı olarak kurmak ve işletmektir. Yani kalkınma da kamu sektörünü esas almaktır. Özel sektör gücünün yettiği küçük çapta işleri yapar. Ve millete yararlı olduğu müddetçe devam eder. İşte Türkiye İşçi Partisi’nin iktisadi kalkınma görüşü budur. Bu görüşte yabancıların memlekette fabrika kurmalarının yeri yoktur. Buna kesin olarak karşıyız. Fakat kredi şeklindeki yabancı sermayeden, hesabımıza gelirse elbette yararlanmak isteriz. … Arkadaşlar, bu husus davalarımızın can alacak noktasıdır. Kamu sektörü esas alınınca bugünkü dertlerimizin şikâyetlerimizin pek çoğu kendiliğinden ortadan kalkar; gerçekten bir plancılık yapılabilir. Vurgunculuk, devlet eliyle adam zengin etme, döviz kaçakçılığı, vergi kaçakçılığı, büyük suiistimaller kısacası sömürücülük düzeni ortadan kalkar. Çünkü bunlara ne imkân ne de lüzum kalır. Çünkü bu kötülükler özel sektör düzenindedir. … Yurttaşlarım, Türkiye İşçi Partisi 51 ilde ve teşkilatı olsun olmasın bu illerin bütün kaza ve köylerinde seçimlere girmektedir. Çarklı başaklı işaret Türkiye İşçi Partisi’nindir. 6 Ekim 1965” Sadun Aren'nin konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 74-79. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 211-214.[226] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/40 Radyo Konuşmaları/14 Türkiye İşçi Partisi Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Kemal Nebioğlu’nun Radyo Konuşmasından: “İşçiler, ırgatlar, köylüler, zanaatkârlar, esnaflar, dar gelirliler, Atatürkçü gençlik, ilerici aydınlar, Yurtdaşlarım. Ben Türkiye İşçi Partisi’ni kuran 12 işçiden biri Kemal Nebioğlu. Partiyi 13 Şubat 1961’de kurduk. Biz işçilerin 1947’den beri sendikalarımız vardı. Yeni Anayasa da grev hakkını getiriyordu. Çeşit çeşit siyasi partiler de mevcuttu. Hal böyle iken ayrıca bir İşçi Partisi kurmak lüzumunu niçin duyduk. Size bunu açıklayacağım. Biz, her şeyi, bütün değerlerini yaratan işçiler, değil memleket idaresinde, çalışma hayatımızda, işyerlerimizde bile söz ve karar sahibi olamadık. Yıllarca yalnız işverenin patronun keyfine, çıkarına göre çalıştık. Çalışmak değil ezildik. 1936 İş Kanunu işçiye haklar değil işverene bazı mükellefiyetler yüklüyordu. Bunları yerine getirmek işverenin insafına kalmıştı. Devlet işçinin haklarını korumakla görevliydi. Ama sermaye çevreleri siyaset ve idarede daima işçilerden çok daha ağır basıyordu. Bunun içinde kanunun işçiden yana hükümleri uygulanmıyor, kâğıt üzerinde kalıyordu. Sonra sendika hakkı geldi. Sendikalar kurduk. Fakat 14 yıllık sendika hareketi bize bir şey kazandırmadı. Aksine partiler siyasi mücadelelerine sendikaları oyuncak gibi kullandılar. Sonra Anayasamız grev ve toplu sözleşme hakkını getirdi; fakat tecrübelerimizle biliyoruz ki, bunlarda kanunlaşırken kısıtlanacak, bunlarda bir aldatmaca haline sokulacaktı. Çünkü kanunlar bizden yana olmayanlar tarafından yapılıyor. Bizim hakkımızı Büyük Meclis’te savunmayı amaç bilmiş kimse yok. İşte bunun için, işçilerin, emekçilerin, bütün ezilenlerin özlemi bizleri öne itti. Yıllar yılı emekçi halkımızın çektiği kahırlara dur demek için, kendi öz partimizi kurduk. Emekçi halkımızın da subaşına geçmesi ve kanunların yapıldığı Büyük Meclis’e girmesi lazımdır. Ancak bu suretle başkalarından sadaka ister gibi hak istemekten kurtulacak ve iktidara ortak olacaktır. … İşçi kardeşlerim, Adalet Partisi ve onun sözcüleri bir tekerlemedir tutturmuşlar. Türk işçisi hakkına razı olur, hak etmediği şeyi istemez diye. Doğru, hakkımızdan fazlasını istemeyiz. Ama hakkımızı alıyor muyuz? Mesele burada. Şu anda beni dinleyen işçi kardeşim, sen emeğinin karşılığını, hakkını alıyor musun? Aldığına inanıyor musun? Diğer emekçi kardeşlerim, yoksul köylüler, zanaatkârlar, küçük esnaf, küçük memurlar bilcümle dar gelirliler, sizler hakkınızı alıyor musunuz? Aldığınıza inanıyor musunuz? Biz emekçi halkımızın dertlerini bir bir ortaya dökünce, sefalet edebiyatı yapıyor deniyor. Buna edebiyat diyenler, gelsinler de ışıksız, susuz köylerimizin kerpiç evlerinden ya da şehirlerimizin etrafındaki gecekondularda yaşasınlar. Sefalet edebiyatı mı, yoksa gerçek mi o zaman anlarlar. Dün konuşan Adalet Partili sendikacı, Adalet Partisi’nin, sermaye ile emek arasında, denge kuracağını söyledi. Fakat nasıl kuracağını söylemedi. Şimdiye kadar patron partilerinin ne biçim denge kurduklarını biliyoruz. Neden bu arkadaş, biz emekçilerin Büyük Meclis’e girip, bu dengeyi kendi elimizle kurmamızı istemiyorlar. İşçi kardeşim, bu sendikacının kimden yana olduğunu artık sen anla. 7 Ekim 1965” Kemal Nebioğlu'nun konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 80-85. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 215-218.[227] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/41 Radyo Konuşmaları/15 Yazar Çetin Altan’ın 2. Radyo Konuşmasından: “Büyük Türk milleti, Gözümüzü kırpmadan ortaya serdiğimiz gerçekler önünde birdenbire dış cilası dökülen ve içindeki korkunç sömürücü iskelet rakam rakam ortaya çıkan bazı vurguncu siyaset şebekeleri, ciğeri kaparken suç üstü yakalanmış kendilerinin git gide bir köşeye doğru sıkışmakta olduklarını sezmekten doğan hırçınlığıyla Türkiye İşçi Partisi’ne saldırmaktadırlar. Bunlar Türkiye’yi yiyen ve batıran bir sömürücüler düzeninin insanlarıdır. Bunlar, iç ve dış sömürücülüğe karşı çıktığımız için bize saldırmaktadırlar. Saldırmaları boşunadır. Çoktan pazara çıkmış ipliklerini Türk halkı önünde tekrar lif lif çözmeye devam edeceğiz. Mesela kimdir şu AP’nin başındaki kişi? Bu kişi, Amerikan Casusluk Teşkilatı Başkanı General Porter’in İsmet İnönü’nün daha bağımsız dış siyaset gütme eğilimi karşısında Türkiye’de yeni bir başbakan aradığını açık açık ilan ettiği sırada 3 gün içinde AP başkanlığına oradan da başbakan yardımcılığına sıçramış bir Amerikan firması komisyoncusudur. Bunu el birliği edip bu mevkie getirenler kimlerdir? İktidarı ele geçirmeye çalışan bu Amerikan markalı kişinin ve çevresinin Türk milli menfaatlerini koruyacağı, fakir halkımıza hizmet edeceğiz düşünülemez. Düşünülemez, çünkü: Başkanları Morrison firması temsilcisi iken bu şirketin 11 milyon olan zararını devlete, yani fakir fukara halkımıza 80 milyon olarak sokuşturmaya kalkmış ve Amerikan şirketi ile kişisel çıkarına Türkiye’nin yüksek menfaatlerini feda etmiştir. Amerikan petrol şirketlerinin avukatlığını yapmış Petrol şirketlerinin %35 fazla kârını indirmeyi ve Amerikalı Max Ball’ın hazırladığı ve Amerikan baskısıyla vaktiyle eski iktidara kabul ettirdiği Petrol Kanunu’nu değiştirmeyi reddetmiş bunu Amerika’nın Türkiye’deki imtiyazlarına karşı bir gasp olacağını söylemiştir. AP Başkanı Morrison firmasının Türk işçilerini ezmesine ön ayak olmuş ve Amerikalı sendikacı Talmayer dahi kendisine karşı Türk işçilerinin haklarını korumak zorunda kalmıştır. Dış ve iç sömürücülerin belli başlı adamları olan bu çeşit insanlar için Türk halkının yüksek menfaatlerini çiğnemenin hiçbir önemi yoktur. Onlar sadece bir şeyi düşünürler. Bu kapkaç düzenini devam ettirmeyi, açıktan milyonlar kazanmayı ve daha çok kazanmayı... … Bunların hepsi Anayasa’nın halk çıkarları uğruna uygulanmasına, ağa topraklarının köylüye dağıtılmasına, dış ticaretin, bankacılığın, sigortacılığın millileştirilmesine karşıdırlar. Vergi yükünün zenginlere yükletilmesine karşıdırlar. Anayasamızın işçilere, emekçi halkımıza tanıdığı haklara karşıdırlar. Demokrasiye karşıdırlar. Zonguldak’ta bunlar 60 kuruş için işçileri kurşunlatanlardır. Şu sırada çevrilen dolapların açığa çıkmasını önlemek gayreti içinde bütün namuslu insanlara taşla, sopayla, yalan ve iftirayla saldırmaktadırlar. Ama bu sahtekârlar, bu vurguncular, bu yabancı ajanları başarıya ulaşamayacaklardır. Çünkü halkın gözleri açılmaktadır. Halk düşmanlarından Büyük Millet Meclisi’nde mutlaka hesap sorulacaktır. Her yıl milli gelirden 5 milyara yakın bir haksız kazancı cebine indirenlerden ve 2,5 milyar vergi yerine ancak 300 milyon vergi ödeyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır. Bunları koruyanlardan mutlaka hesap sorulacaktır. Ereğli Demir Çelik yolsuzluğunun hesabı sorulacaktır. Petrol rezaletinin hesabı sorulacaktır. Yolsuz ihalelerin, komisyonların, hesabı sorulacaktır. Vergi kaçakçılıklarının hesabı sorulacaktır. Hazine toprakları yağmasının hesabı sorulacaktır. Türk halkının alın terini sömürenlerden ve yabancılara sömürtenlerden mutlaka ama mutlaka hesap sorulacaktır. Sahtekârlar, iftiracılar ve bütün talancılardan hesap sorulacaktır. Türk halkı bu sefer bunun için kendisi Büyük Meclis’e giriyor. Ve Türkiye İşçi Partisi’ni bunun için Büyük Meclis’e gönderiyor. 8 Ekim 1965” Çetin Altan'ın ikinci konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 86-92. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 219-222.[228] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Seçimleri/42 Radyo Konuşmaları/16 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın 2. Radyo Konuşmasından: “Kardeşler, İşçi kardeş, ırgat kardeş, köylü kardeş, zanaatkârlıkla geçinenler, küçük esnaf kardeşlerim, subay kardeşlerim, Memurlar, emekliler, dar gelirliler, dullar, yetimler... Yarınımızın umudu Atatürkçü gençler, toplumcu aydınlar, Kardeşlerim... … Çok acı çektik. Çok ezildik. Yüzlerce yıl kanımızı verdik. Toprağımızı verdik. Üç kuruşumuzu verdik. Ağalara, beylere, içli-dışlı vurgunculara her şeyimizi sömürttük. Ama artık bitti. Bütün uğursuzluklar bitti. Sömürme düzeni çözülüyor. Çöküyor. Yarın 10 Ekim. Yeni bir gün doğuyor. Karanlıkları geride bıraktık. Yeni bir Türkiye’yi; çocukların güldüğü, yaşlıların çocuklara sevinçle baktığı, emekçilerin, namuslu insanların Türkiye’sini kurmaya başlıyoruz. İşte, Türkiye İşçi Partisi; senin uyanışın, senin umudun, senin ışıklı yarınlara gür bir nehir gibi akan hareketinle zafere yürüyor. … Sen artık biliyorsun. Kimin kimden yana olduğunu biliyorsun. Kimin toprağı ağalardan alıp sana dağıtacağını biliyorsun. Kim de topraklar üzerinde oturur biliyorsun. Kimin milli geliri hakça bölüştüreceğini; kimin de aslan payını aldığını biliyorsun. İşçilerimizi kimlerin kurşunlattığını biliyorsun. Kimin yurt kapılarını Amerikalılara açtığını; kimin petrolümüzü yabancılarla ortaklaşa sömürdüğünü ve kimin bunlara karşı çıktığını biliyorsun. Ve bildiğin içindir ki 10 Ekim’de ilk adımı atıyorsun; Türkiye İşçi Partisi’yle Büyük Meclis’e giriyorsun. … Yarın 10 Ekim halkımızın iktidara ilk adımı atacağı gün. Oysa, hâlâ seni iktidardan uzak tutmak için çırpınanlar var karşında. Bu bozuk düzeni sürdürmek için diretenler var karşında. “Dağıtılacak toprak yok” diyenler var. “Yoksul köylüye toprak dağıtılması komünistliktir” diyenler var. “Petrollerimizi biz işletemeyiz” diyenler var. “Amerikan Kumpanyalarının imtiyazlarına ilişemeyiz” diyenler var. Yabancı sermayeye “Buyur” diyenler var. Amerika’ya “Otur, gitme” diyenler var. Yok kardeşler yok... Bu direniş sökmeyecek. Sömürücülük yürümeyecek. Görüyorsun çözülüyorlar. Görüyorsun güzel günlere gidiyoruz. … Türkiye İşçi Partisi; bir hareket, halkın kendi varlığını tanımasından doğan bir hareket, ikinci Kurtuluş Hareketimiz... Bak, nereden başladık nereye geldik... Bir avuçtuk, yüz binler olduk... Karşı konmaz hünerli ellerinle, sağduyunla, aklın ve mantığınla sen geliyorsun. Yarın Büyük Meclis’te artık sen konuşacaksın. Büyük Meclis’te hiç duyulmadık bir ses yükselecek artık. Nasırlı ellerin, aydınlık kafan ve korkusuz yüreğinle sen, Türkiye’nin emekçi aydın insanı; karanlıkları sen yırtacaksın. … Biz Türkiye İşçi Partisi, senin partin, fukara partisi, emekçinin partisi; kapitalizme ve emperyalizme kesinlikle karşıyız. Biz bir toplumcu partiyiz. Toplumculuk, kula kul olmaya son vermek demektir. Köylünün toprağa kavuşması demektir, toplumculuk. İşçinin işe kavuşması demektir toplumculuk. Millet malı olan, millet eliyle işletilen koca fabrikalara kavuşmak demektir toplumculuk. Toplumculuk halkın efendiliği demektir... Emeğin en yüce değer olarak tanınması demektir toplumculuk. İnsanoğlunun kardeşçe dayanışarak çalışması demektir. Halkın gücüne sahip çıkması demektir. Toplumculuk hürriyet demektir. Toplumculuk ahlak demektir. Toplumculuk ilim demektir. Toplumculuk milli bağımsızlık demektir. Toplumculuk mutlu güzel yaşamak demektir. Toplumculuk yüzyıllarımızın düzenidir. Bütün esir milletlerin, sömürge halklarının biricik kurtuluş yoludur toplumculuk... … 10 Ekim’de ilk adımı atıyoruz. Türkiye İşçi Partisi Büyük Meclis’e giriyor. Emekçiler Meclis’e giriyor. Selama kalkın dostlar, kardeşler. Kara günleri arkada bırakıyoruz. YAŞASIN YARININ MUTLU TÜRKİYE’Sİ, YAŞASIN EMEKÇİ HALKIMIZ. 9 Ekim 1965” Mehmet Ali Aybar’ın konuşmasının tam metni için tıklayınız. Yaşasın Emekçiler, Yaşasın Türkiye, Türkiye İşçi Partisi 10 Ekim 1965 Millet Vekili Seçimi Radyo Konuşmaları, Sosyal Adalet Yayınları, t.y. s. 93-99. T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 223-226.[229] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/1 Adalet Partisi, komünizm karşıtlığını seçimde ana tema olarak belirledi. Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı İlhan Darendelioğlu: “TİP'in 37 ilçede kuvvetli teşkilâtı var, bu ilçeleri kara listeye aldık, onları oralarda teşkilât kurduklarına pişman edeceğiz”. (Yön Dergisi, S. 119, 9 Temmuz 1965) İsmet İnönü: Komünizmle Mücadele Derneği hakkında tahkikat yapılmalı, bütçeden verilen paranın nasıl harcandığını araştırılmalıdır. (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1965) Bu tarihte Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Komünizmle Mücadele Derneği Fahri Başkanı’dır. 1965 yılı geldiğinde mayanın artık tuttuğu, TİP’in kuşatılmışlık çemberini kırmaya başladığı, Partiye büyük bir ilginin olduğu ortaya çıktı ve bu da saldırıları artırdı. Toplumsal muhalefetin yükselişini durdurmak için ABD’nin ve Adalet Partisi’nin öncülük ettiği, resmi-sivil her türlü yöntemin kullanıldığı bir ortamda 1965 yılı başladı. Nihat Sargın genel durumu, “AP’lilerle iç içe Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde yurt çapında örgütlenen tosuncuklar ay sonunda Aydın, Şubat’ta da Adana Kongresinde boy gösterdiler. “Din elden gidiyor, mukaddesatçılar birleşin”, “Allahını seven yürüsün”, “Komünistlerin teşkilâtlanmasına fırsat vermeyeceğiz” gibi döviz ve sloganlarla harekete geçtilerse de alınan önlemlerle püskürtüldüler. Kongreler başarıyla sonuçlandırıldı” diye anlatır. (Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 225) 9-10 Ocak 1965’ta İstanbul’da Eski Eminönü Halkevi lokalinde yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısının kamuya açık bölümü saldırıya uğradı. Kapı çevresindeki resmî görevliler bir anda sır olup, kayıplara karışırlar. Partililer hazırlıklıdır. Sandalyeler parçalanır, sopa yapılır. Hazırlanmış kırmızı boyalar ve karabiberler saldırganlara atılır. Püskürtülen saldırganlar etraftaki kitabevlerini taşlarlar. Daha sonra parti binasına taş atmaya çalıştılar, kitabevlerine saldırdılar. Bu direnişten sonra İstanbul’da Parti toplantıları seçim boyunca saldırıya uğramadı. [230] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/2 Komünizmle Mücadele Derneği ve AP İşbaşında: Akhisar Mitingine Saldırı 5 Mart 1965’te Akhisar’da Türkiye İşçi Partisi, tütün piyasasının açılışında Genel Başkan’ın veya merkez yöneticilerinin katılacağı bir miting kararı aldı. Partinin üç bin-dört bin kişilik tütün mitingini sabote etmek isteyen, Komünizmle Mücadele Derneği üyelerinden ve çevredeki ağaların adamlarından oluşan iki-üç yüz kişilik bir grup, ”Kahrolsun Komünistler” diye bağırarak, taşlarla bir saldırı düzenledi. Önce, güya İstiklâl marşı okuyarak söz kesmeden tutun, adamlarına dağıttıkları düdükleri öttürerek, bağrışıp çağrışarak konuşmaların dinlenmesini önlemeye, kısacası mitingi bozup dağıtmak için elden geleni yapmaya başladılar. Başarılı olamadılar. Uğultular, bağırıp çağırma içinde konuşmacılar sırayla konuştular. Son olarak da Aybar kürsüye çıktı ve 40 dakika konuştu. Miting tamamlanmıştı. Asıl kıyamet o zaman koptu. Düdükleri bir yana koyup taşlarla saldırıya giriştiler. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar, Genel Sekreter Rıza Kuas, Partinin merkez yöneticileri Kemal Sülker ve Yahya Kanbolat belediye binasında dört saat kuşatılmış vaziyette kaldılar. Akhisar olaylarının sonra Genel Başkan Mehmet Ali Aybar başkanlığındaki TİP heyeti Başbakan Ürgüplü ile bir görüşme yaptı. Mehmet Ali Aybar’ın deyişiyle ”hiçbir şey değişmedi”, Anadolu’nun değişik yerlerinde benzer saldırılar eksik olmadı. Mart sonunda Partinin Kırıkkale Kongresi basıldı, ilçe merkezi tahrip edildi, Parti tabelâsı yerinden söküldü. Kongre’den Ankara’ya dönen Parti üyelerini taşıyan minibüs taşlandı ve kısmen tahrip edildi. Mersin’deki Parti toplantısı da saldırıya uğradı. Üç hafta sonraki Konya Kongresi de saldırıya uğradı. İslâm Enstitüsü öğrencileri başı çekiyordu. Ama Kongreyi engelleyemediler. Turgutlu’da 23 Nisan dolayısıyla ilçe yönetiminin koyduğu çelenk parçalandı. Çelengi korumak isteyen iki Partili saldırıya uğradı. [231] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/3 Başbakan, Türk-İş İşbaşında: Zonguldak işçi direnişini destekleyen, işçilerin öldürülmesini protesto eden TİP hedef gösteriliyor 10 Mart 1965’te Zonguldak’ta maden işçileri greve gitti. 12’sinde bir tümen asker getirildi. Askere ateş emri verildi; iki madenci öldü, birçok işçi ve asker de yaralandı. Olaya işçinin üzerine ateş açma ve işçi ölümleri de girince iktidar, Türk-İş dikkat dağıtmak için TİP’i hedef göstermeye başladı. Zaten olaylardan önce Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç, komünistleri, doğal olarak TİP’lileri tahrik ve teşvikçi olarak suçladı. Hedef olarak Genel Sekreter Rıza Kuas seçildi. İki işçinin ölümüne yol açan olaylarda Türk-İş’in nerede olduğunu soran Kuas ve onun kişiliğinde TİP’in, Türk işçisini ordu aleyhine kışkırttığı iddia edildi. İktidar gazetelerinde, hatta CHP’nin organı Ulus gazetesinde bile TİP aleyhine, yalan dolan yazılar yayınlandı. Başbakan Ürgüplü TİP hakkında soruşturma açılmasını emretti. Adlî merciler harekete geçirildi. İşçiyi kışkırttığı iddia edilen Genel Sekreter Rıza Kuas ve Zonguldak kongresindeki konuşmalarından dolayı Parti yöneticileri ve Zonguldak’taki Partililerin ifadeleri alınmaya kalkışıldı. Mehmet Ali Aybar’ın Zonguldak Kongresinde "kitleleri birbirine düşürücü" nitelikte konuşma yaptığı ileri sürüldü ve hakkında kovuşturma açıldı. Zonguldak savcısının talimatıyla İstanbul savcılığına çağrılan Aybar, o konuşmayı TİP Genel Başkanı olarak yaptığını, partilerin kapatılmasının ise Anayasa Mahkemesi’nin yetkisinde olduğunu belirterek ifade vermeyi reddetti. Aybar bir basın toplantısı yaptı: “Bu tümüyle yalandır. Tarih önünde davacı biziz” dedi. TİP’in seçimlere gireceği kesinleştiği için bu tertiplerle, olanaklı olursa TİP’in kapatılması veya seçmen karşısında itibarının kırılması amaçlanıyordu. Ancak gelişmeler tersine oldu. Basının saygın kalemleri, başta Cumhuriyet’te Nadir Nadi, Milliyet’te Abdi İpekçi bir oldu bittiye getirerek TİP’i kapatma tertiplerine karşı çıktılar. Anti-komünizmin hızla tırmanarak CHP’ye de yönelmesi üzerine İsmet İnönü de tavır alacaktır. Bu konuyu ayrıca paylaşacağız. [232] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/4 İstihbarat Raporlarıyla Saldırı Ankara ve İstanbul'da artarda etkili kitlesel toplantılar ve mitingler yapılınca TİP'e yönelik anti-komünist kampanyayı desteklemek için yalan yanlış istihbarat raporları sızdırıldı. Toprak Dergisi aracılığıyla dağıtılan "aşırı solcu, tevkif edilmiştir, mahkûm olmuştur" tanımlarıyla dağıtılan liste daha sonra "istihbarat fişleri"yle genişletilerek broşür olarak dağıtıldı. Broşürde, "arkadaşları arasında Fidel Kastro olarak çağrılır", "Aziz Nesin ve Sabahattin Ali'nin müşterek çıkardığı MARKOPAŞA gazetesinde musahhih ve tevzi memuru olarak çalışmağa başlamıştı", "Yılanların Öcü filminin rejisörüdür", "... bir ay tutuklu kalmıştır (başı ve sonu yok)", "Abidin Dino ve Orhan Kemal’le dostluk kurmuş", "Üniversite talebeleri arasında Marksist olarak bilinir. Üniversite'ye gelen genç ve körpe çocukları İşçi Partisine kaydetmektedir" benzeri bol bol istihbarat izleme raporlarından ve dosyalarından sızdırılmış bilgiler suçlama olarak kullanıldı. Liste için tıklayınız. Broşür için tıklayınız. [233] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/5 Komünizmle Mücadele Derneği ve AP İşbaşında: Bursa Saldırısı 1965 Temmuz başlarında Partinin Bursa Kongre’sinin yapıldığı salonun önünde toplanan Adalet Partililer ve Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri burada bir gösteri yaptılar, TİP Genel Sekreteri Cemal Hakkı Selek’e saldırdılar; Selek biraz ötede nöbet bekleyen askerler tarafından kurtarıldı; uzun süre yataktan kalkamayacak kadar hırpalanmıştı; onunla birlikte kongreye gelmiş olan Merkez yöneticilerinden Adnan Cemgil’in çenesi ve Ali Karcı’nın kaburga kemiği kırılırken, Bursa İl Başkanı ve bazı İl yöneticileri de yaralandı. Bursa olayları üzerine TİP Genel Başkanı M. Ali Aybar şu sözleri söyledi: ”…seçim tarihi yaklaştıkça saldırılar, aleyhte gösteriler olmaktan çıkıp, TİP ve yöneticilerini yok etmeyi amaçlayan vuruşlar niteliğini alıyordu. Akhisar ve Bursa’da sahnelenen bu imha hareketleri gerçekten korkunç olmuş ve ucuz atlatılmasını, Komünizmle Mücadele militanları, İmam-Hatip öğrencileri ve AP gençlik kolları kimi mensuplarının oluşturduğu saldırgan grupların halk yığınlarını sürükleyememiş olmasına borçluyduk.” (Mehmet Ali Aybar, TİP Tarihi 1, BDS Yayınları, s. 241-242). ”Hükümet isteseydi Bursa olaylarını önleyebilirdi. Olayların birinci derecede sorumlusu hükümettir. Saldırı yalnız TİP’e değildir. Bu Anayasaya, demokrasiye karşı bir suikasttır… Dördüncü koalisyon hükümetinin işbaşına gelmesinden sonra, Anayasayı çiğneyen bu gibi olaylar hızla çoğalmış ve şiddetini artırmıştır. Hükümetin Anayasayı korumaması, kanunları gereği gibi uygulamaması, bu zorbaları memleketin huzuru ve demokratik hayatını için çok ciddi bir tehlike haline getirmiştir… Hükümetten bu ağır suça uygun düşen ceza kanunu maddelerinin derhal tatbikini istiyorum. Komünizmle Mücadele Derneği ve benzerleri gibi, Anayasa’ya aykırı amaçlar peşinde olan ve mücadelelerini taşlar ve sopalar ile yapan fesat ocaklarının derhal kapanmasını talep ediyorum.” (Mehmet Ali Aybar, TİP Tarihi 1, BDS Yayınları, s. 246-247). Türkiye İşçi Partisi, yeni kurulmuş bir parti olmasına karşın, bu saldırılara karşı kendisini örgütlü ve kararlı bir biçimde savundu; saldırılar arttıkça da kendisini koruma çabalarını artırdı. 18 Temmuz 1965’te İstanbul’un Kadıköy İlçe Kongresi yapıldı. Kongreyi gençlerden ve işçilerden oluşan 200 kişilik Partili güvenlik gücü korudu ve toplantıya bini aşkın kalabalık bir dinleyici kitlesi katıldı. [234] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/6 İktidar İşbaşında: Önce Seçimlere Katılmaya İtiraz, Sonrasında Hazine Yardımına Engel Türkiye İşçi Partisi, Seçim Yasasının öngördüğü biçimde en az 15 ilin bütün ilçelerinde örgütlü olduğunu gösterir belgeleri İçişleri Bakanlığı'na verdi. Ancak süre geçiyor, İçişleri seçime katılacak partiler arasında TİP'i açıklamıyordu. Gecikmenin nedeni belliydi. TİP’in yasanın öngördüğü koşulları yerine getirdiğini bildirmeye, Bakanlığın bir türlü eli varmıyordu. Yüksek Seçim Kurulu, İçişleri'ne bir hatırlatma yazısı yazdı. TİP yöneticileri bir oldubittiye engel olmak için Bakanlığa gittiler ve belgeleri yeniden verdiler. İçişleri kuruluşların tamamında geniş bir denetleme yapmış, hiçbir eksik bulamamış, bir açık aramaktaydı. Bilecik’in bir ilçesinde eksiklik olduğunu iddia ediyorlar, bir yandan da baskı ile ilçe başkanını istifaya zorluyorlardı. Baskılar tutmadı, ilçe ayakta kaldı. Buna rağmen İçişleri, YSK’ya “TİP katılamaz” yazısı yazdı. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar, bütün belgelerle bizzat YSK’ya başvurarak katılma koşullarının tamamlandığını kanıtladı. İçişleri’ne rağmen YSK, TİP’in seçime katılması yönünde kararını verdi. Katılma hakkı elde edilince Meclisteki sağcı çoğunluk bu defa TİP’in hazine yardımından yaralanmaması için formül aramaya başladı. İlk başlardaki eğilim her partiye asgari bir yardım verme yönünde iken TİP katılma hakkını alınca bu defa “bir önceki seçime katılmış olma” şartını eklediler. Böylece bütün partiler istisnasız yardım alırken TİP dışarda tutulmuş oldu. [235] |
TİP (1961-1988) ve 1965 Yılı: TİP Çalışmalarını Hangi Koşullarda Sürdürdü?/7 TİP’in Direnişiyle Toplumsal Meşruiyetini Sağlamlaştırıyor, Anti-Komünist Saldırılara Tepki Genişliyor Türkiye İşçi Partisi iktidarın baskıları ve sivil terör karşısında geri adım atmadı. Nihat Sargın’ın deyimiyle hak ve özgürlerin en ileri noktasında, sınırlarda mücadelesini sürdürdü. Bir yandan TİP’in çözülmemesi, diğer yandan anti-komünizmin başta CHP olmak üzere bütün demokratlara, aydınlara yönelmesi yaygın bir huzursuzluğa neden oldu. Daha önce de paylaştığımız üzere Cumhuriyet’te Nadir Nadi, Milliyet’te Abdi İpekçi seslerini yükselttiler. YÖN Dergisi çevresi şiddetli bir karşı duruş gösterdi: "Komünizmle Mücadele Derneği'nin Genel Başkanı, daha geçenlerde Amerika’nın sağladığı bol paralarla Uzak Doğu'da bir Mc Carthy kongresine katılan ünlü komünizm tüccarlarından İlhan Darendelioğlu'dur. Dominik olaylarında görüldüğü üzere çıkarlarına karşı çıkan herkesi kıpkızıl gören Sam Amca, komünizm tüccarlarına dört elle sarılmaktadır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Türkiye Masası yetkililerinden George Harris - Türkçe de bilen bu yetkili, Türkiye’de uzun yıllar siyasî partilerden bilgi toplama görevi yapmıştır - memleketimizdeki komünizmle mücadele yayınlarıyla yakından ilgilenmektedir. ... Bu dış çevreler için, «TİP'in 37 ilçede kuvvetli teşkilâtı var, bu ilçeleri kara listeye aldık, onları oralarda teşkilât kurduklarına pişman edeceğiz» diyen Darendelioğlu gibi kafatasçılar muteber adamlardır. ... Senato'da konuşan tabiî senatör Suphi Karaman, Komünizmle Mücadele Derneği hakkında teşhisi iyi koymuştur: «Komünizmle Mücadele Derneği sahte adı altındaki bozguncu teşekkülde toplananların bir kısmı, komünizm düşmanlığının beynelmilel ticaretini yapan sahte kahramanlardır». ... en büyük destek AP'dir. Yabancı çevrelerin “Komünizmle mücadele”de kale saydıkları AP, fikirsizliğin de verdiği şaşkınlıkla seçim propagandasını komünizmle mücadele temasına oturtmuştur. AP, Komünizmle Mücadele Derneğini tabiî müttefiki saymaktadır. Dernek şubelerinin başında ekseriya AP teşkilâtının ileri gelenleri bulunmaktadır. AP gençlik kolları derneklilerle işbirliği yapmaktadır. Akhisar olayları gibi, Bursa olayları da bu sıkı işbirliğini ortaya koymuştur. ... AP'nin desteği, bu dernek için bütçeye 100 bin lira ödenek konmasıyla açıkça ortaya çıkmıştır. ... CENTO fonlarından da yardım görüp görmedikleri bir önerge ile Senato'da sorulan Komünizmle Mücadele Derneği bir sürü sapığı da bünyesinde barındırmaktadır. ... İftiradan başka silâhı olmayan bu zorba alayını AP'li basın var gücü ile desteklemektedir. «Bursa solu kovdu» diye başlık atan bu gazetelerin patronlarına bakmak dahi oynanmak istenen oyunun içyüzünü gözler önüne sermeye yeterlidir". (Yön, AP, Meşruiyet Dışına Düşüyor, Sayı 119, 09 Temmuz 1965, s. 4) Sonucunda CHP Genel Başkanı Temmuz’da Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i ziyaret ederek endişelerini dile getirdi. Komünizmle Mücadele Derneği’nin tamamen kontrolden çıktığını, hakkında acilen soruşturma açılması gerektiğini ve devletten aldığı parasal destekleri nasıl harcadığının denetlenmesini istedi. Böylece Komünizmle Mücadele Derneği’nin devlet destekli olduğu kanıtlanmış oldu. Kaldı ki görüşmeyi yaptığı Cumhurbaşkanı da söz konusu derneğin fahri başkanıydı. Bu tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Komünizmle Mücadele Derneği Fahri Başkanlığı’ndan ayrıldı. Saldırılar durmamakla birlikte toplumun gözünde TİP yıpratılamadı, meşruiyetini sağlamlaştırdı. [236] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/1 Türkiye İşçi Partisi, Mehmet Ali Aybar’ın Genel Başkan olduğu günden başlayarak 1965 yılı boyunca devlet kurumları, Adalet Partisi, Komünizmle Mücadele Derneği başta olmak üzere birçok sağcı, anti-komünist örgütün yasadışı taşlı sopalı, linç girişimlerine kadar varan saldırılarına karşı koyarak kendisine önemli bir meşruiyet alanı açtı. Varlığını herkese kabul ettirdi. Nihat Sargın’ın sözleriyle “mayayı tutturdu”, “taşlı sopalı saldırıların da içinde bulunduğu antikomünist kampanyalara karşın ve bütün bunları, bizzat kendi başlarına neler gelebileceğini bilerek Parti’yi yeğleyenler” sosyalist hareketin omurgasını oluşturdu. TİP, 1965 seçimlerinde 15 milletvekilliği kazandı. Katıldığı 51 ilde 276.101 oy aldı. Türkiye ortalaması ile oy yüzdesi %2.83, katıldığı illere göre oy yüzdesi %3.33 oldu. TİP'in %3 ve daha yukarı oy aldığı 23 il: Adana (3.2), Ağrı (4.9), Amasya (5.7), Ankara (4.3), Aydın (3.7), Bilecik (3.1), Burdur (4.3), Diyarbakır (8.0), Edirne (3.0), G. Antep (3.4), Hatay (4.6), İstanbul (7.9), İzmir (3.9), Kars (6.0), Kırklareli (3.1), Kocaeli (3.3), Malatya (3.?, Muş (3.7), Ordu (3.5), Tokat (4.0), Tunceli (5.?, Urfa (3.2), Yozgat (5.3). Sosyalistler bu başarıyı "Türk Parlamento tarihinde bir dönüm noktası teşkil ettiği ve uzun süren Türk toplumcularının tarihsel mücadelesinin tabii sonucu" (TİP MYK Değerlendirmesi) olarak değerlendirdi ve büyük bir coşkuyla karşıladı. Behice Boran bu sonuçlarla sosyalist hareketin “artık aydınlar arasında bir fikir akımı olmaktan çıktığını, halka mal olmaya başladığını ve politik bir hareket halini aldığını” söyledi (Sosyal Adalet, Sayı 20, Kasım 1965). Seçime katılım 1950'den bu yana % 71 gibi en düşük düzeyinde oldu. Adalet Partisi % 52.87 oy ile iktidar oldu. CHP % 28.75 oy ile önemli bir yenilgiye uğradı. TİP, mecliste güçlü temsili ve yüksek morali ile Çetin Altan'ın deyişiyle, artık bir kapitalist hükümetin sadece bir kapitalist muhalifi olmayacaktı. [237] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/2 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar: Bugün Türkiye’de 35 milyon m2'lik vatan toprağı ABD'nin egemenliği altında bulunmaktadır. “Kurtuluş Savaşımızın tarihsel nedenleri ve bütün Atatürk devrimlerinin temel hedefleri hep budur. Yani Türkiye’mizi yabancı nüfuzundan ve bu nüfuz ister politik, ister ekonomik, ister kültürel nitelikte olsun, daima masun bulundurulacaktır. Olaylara bu açıdan bakılınca, hükümet programının bu bölümünü de sözlerle öz arasında çelişir görmekleyiz. Herkesin bildiği gibi, Türkiye'miz Atatürk'ün ölümünden sonra gittikçe hızlanarak batı dünyasının nüfuzu altına girmiş ve uydusu haline gelmiştir. Gerekçesi ne olursa olsun, böyle bir politikanın Atatürkçülükle hiç bir ilişkisi bulunmadığı, tersine Atatürkçülüğe karşı bir hareket olduğu şüphesizdir. Bugün Türkiye’de 35 milyon m2'lik vatan toprağı ABD'nin egemenliği altında bulunmaktadır. (şiddetli gürültüler “utanmaz herif sesleri”... Sözünü geri alsın sesleri ayağa kalkıp bağrışmalar.) MECLİS BAŞKANI: Sayın hatip Türk Devletinin herhangi bir parçasının işgal altında olduğuna dair söylediğiniz sözü lütfen tavzih ediniz. (geri alsın sesleri). Mehmet Ali Aybar (Devamla) — Birleşik Amerika ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri arasında imzalanmış ikili anlaşmalar gereğince Türkiye’mizde bugün, 35 milyon metrekarelik vatan toprağı Amerikan üssü halinde bulunmaktadır. Bu bir gerçektir. ... Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili antlaşmalar, Amerika Birleşik Devletlerine Türkiye'de 35 milyon metrekarelik toprağı üs olarak kullanma yetkisi vermiştir. (Adalet Partisi sıralarından niçin sebebini de izah etsene sesleri...) İkili anlaşmalarla Amerikan Devletinin üsleri haline getirilmiş bu vatan topraklarına Amerikalıların izni olmadıkça devlet kademelerinde hangi yeri işgal ederse etsin hiçbir vatandaşımız ayak basamaz. Yurdumuzdaki Amerikan Üslerine Türk zabıtası giremez, Türk subayı, Türk komutanı, Türk hâkimi giremez. Milletin vekilleri giremez. Türk bakanları giremez, (Gürültüler). Bu üslerden havalanacak uçaklar, füzeler bizim haberimiz olmadan, Büyük Meclis'in onayı alınmadan yurdumuzu her an vahim tehlikelerle karşı karşıya bırakabilir. Yurdumuzdaki Amerikan askeri ve sivil personeli diplomatik dokunulmazlıklara benzer imtiyazlarla donatılmıştır. Milli bağımsızlığın temel unsurlarından biri olan yargı bağımsızlığımız ve özgürlüğümüz gözlerimizin önünde çiğnenmektedir. Yurdumuzda suç işleyen Amerlka'lılar, suç işledikleri zamanda ödevli bulundukları bahanesiyle, Türk Adliyesinin elinden alınmaktadır. Amerikan heyetleri için ithal edilen mallar yurdumuza gümrüksüz girmektedir (hatibe ihtar ediniz bağırışları). ... Kıbrıs buhranı sırasında Amerikalılarla eşit olmayan ittifaklara girmiş olmamızın bizlere nelere mal olabileceğini açıkça gördük, üstelik bu ikili sözleşmelerin bir kısmı Büyük Meclisin onayından da geçmemiştir. Sayın Milletvekilleri, hal böyle iken Hükümet programında bu durumun sona erdirileceğine dair tek bir kelimeye rastlamadık. Tersine Amerika ile olan münasebetlerimizin daha da kuvvetlendirileceği söylenmektedir. Bu şartlar altında bugünkü bağımlı durumumuzun ortadan ne yoldan kaldırılacağına dair somut teminat verilmedikçe ve hele Amerika ile olan münasebetlerimizin daha da kuvvetlendirilip geliştirileceği ifade edilirken, Hükümetin Atatürk dış politikasını İzleyeceğine dair sözlerini şüphe ile karşılarız. ... TİP'e göre kendi bağımsızlığımızı, egemenlik haklarımızı herkese karşı aynı titizlik ve kıskançlıkla korumak zorundayız. Bundan dolayı biz bütün devletlerle olan münasebetlerimizde aynı ölçülerin titizlikle uygulanmasını isteriz. Birleşik Amerika Devletleri ve Sovyetler Birliği ile münasebetlerimizin milli bağımsızlığımızı koruma bakımından aynı uyanıklık ve aynı titizlikle ayarlanmasını ve bu iki büyük devletle münasebetlerimizin aynı mesafede bulunmasını isteriz. Bizim için bağımsızlığımız pahasına bir tercih yapmak söz konusu olamaz. Biz TİP'liler olarak daima Türkiye’yi tercih ederiz.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 7, 7 Aralık 1965 Pazar. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 81-106. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 4[238] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/3 Çetin Altan: "Hükümetimiz kapitalist bir hükümettir. Kapitalist bir program getirmiştir. Kapitalist bir programı eleştirirken olayları sıralıyorum. ... Bu memlekette adam başına ayda bir tek yumurta düşer (Adalet Parti sıralarından gürültüler, müdahaleler). ... Şimdi gelelim pek övülen, Türkiye'yi kurtaracağı iddia edilen ve ancak öyle kurtarılacağı iddia edilen bu kapitalist iktisat, ancak kapitalizmle özgür, hür nasıl kalkınılır? (Soldan gürültüler.) ... Şimdi yabancılardan isim saymaya başladığımız zaman çok çıkar. Yalnız bunlardan hangisininki Türkiye'nin durumuna uygundur, onu seçmesini bilmeli. Demincek Feyzioğlu arkadaşım gayet iyi işaret etti. Batı kapitalizmi kendisini servete garkederken, yeryüzünde bugün 1,5 milyar insan aç ve biilâçtır. Onların sırtından, buradaki Türklerin çektiği sıkıntılar sayesinde, biraz da birikmiştir o paralar. Eğer Türkiye'de bundan 200 sene önce başlamış olan bir kapital birikimi havası içinde sömüreceği bir başka zavallı ülke bulacak ise ve orasının sırtından Türkiye'de millî geliri artıracak ve bölüşümünü de içerdeki emekçi partilerin denetimi altında taksim edecek ise hakikaten yapabilir. Ama ben zannediyorum ki ve sadece ben değil; iktisat ilmini bir görünüşün dış güzelliği olarak değil, gerçekte o memlekete uyan sistem olarak, araştırma yapanlar geri ülkelerin kapitalist düzenle, [k]atı kapitalist düzenle kalkınamayacağını ortaya koymuşlardır. ... Şimdi bütün bu felsefenin; yani ben kendi paçamı kurtardığım kadar kurtarayım, herkes çalıştığı kadar kendi paçasını kurtarır... Bu ferdiyetçi zihniyetin geri kalmış ülkelerde yarattığı korkunç bir durum vardır arkadaşlar. Bu her türlü yoldan, her türlü şekilde ille de daha çok parayı ben alıp cebime koyayım arzularını insanlarda kamçılar ve bu bir kalkınma dinamizmi değil, bir çözülme dinamizmi getirir. Muslukçu bir musluğu yapar, karşılığında fazla para ister. Bir camcı cam takar, karşılığında fazla para ister. O da en aşağı yerlerde, sıkıntı içindedir ve daha fazla kazanmanın yolunu yaptığından, yani topluma verdiğinden daha fazlasını almak çabası içinde olmasıdır. Kapitalizm bu demektir. Kendisinin topluma yarattığı ve verdiği değerden daha fazlasını toplumdan almak... Sosyalistler bunu kabul etmezler. Sosyalistler topluma verdiği kadarını toplumdan alacaksın prensibine inanırlar. Onun için, sayın arkadaşım çok imalı bir şekilde maraba diye takıldı. Bir maraba varsa bu memlekette hepimizin yüreği onun yanında çarpmalıdır ve çarpar. ... Efendim, hükümetimiz kapitalist bir hükümettir. Kapitalist bir program getirmiştir. Kapitalist bir programı eleştirirken olayları sıralıyorum. Yani kapitalist dengesi ağır basan bir Meclis’te, kapitalist milletvekillerinin macerasını anlatıyorum. Halk geldiği zaman kapıya, teker teker hastaneye hasta yatırmak için 50 kâğıt çıkarıp vermek, otobüs parasını ödemek, çocuğuna okul bulmak için teker teker uğraşırlar. Çünkü bu bir bireysel sistemdir. Teker teker uğraştırır hepinizi. Biz bunu temelinden düzeltmek isteyen görüşlere sahibiz. Onun için reform isteriz. (... Meclis Başkanı'ndan ve Adalet Partisi sıralarından itirazlar... sarhoşluğu meydanda muayene edin, mâni olun itiraları ...) ... Hakkâri'dekilerden, İstanbul'daki gecekondulardan gelecek sıkıntı mektuplarını okumaya sade bizim değil, çocuklarımızın da ömrü yetmez arkadaşlar. Bu gerçekleri bu şekilde konuşmakta, fayda vardır. Bunlar şimdiye kadar yasaklıdır, tehlikelidir. Niye tehlikelidir? Yani halkın fukaralığından bahsetmek, onun fukaralığının çareleri üzerine eğilmek ve bu fukaralığın sebeplerini bulurken bazen da ceplerde hak edilmemiş fazla paralar bulmak fena bir şey değildir. Doğru bir şeydir. Demokrasi bunun için faydalıdır. Meselâ biliyorum ki, seçimlerden evvel bu kapitalist düzenin hemen daha ilk adımında 35 milyon lira birkaç firmanın demir hikâyesinden cebine girmiştir. Eğer Hükümet programı aynı istikamette gelişecek ise yani bazı çevreleri Hükümet fabrikalarından ucuza kapattıkları maddeleri halka pahalı pahalı satma neticesinde elde edecekleri paralarla yatırıma gidecekler ve iş sahası açacaklar ise, bunun yüzü astarından çok daha pahalıya mal olacak bir sistem demektir. Yani hem vergi, pek o kadar alınmasın, mal beyanına tabi tutmayalım. Sermaye biriktirsinler. Bu sermayeleri yabancı özel şirketleriyle beraber yapsınlar. Bunlar iş sahası açtıkça her hangi bir iş bulan günde 5 lirayla, 10 liraya yevmiye ile çalışan kişi sosyal adalete kavuşmuş sayılır. Çünkü en büyük sosyal adaletsizlik işsizlikmiş. İş bulur bulmaz sosyal adalete kavuşmuş olur, memleket de kurtulur diye düşüneceksek biz, bu hakikaten sakat bir yoldur ve bu yoldan kalkınmış bir tek az gelişmiş ülke yoktur, yeryüzünde, bir ikinci örneği yoktur bunun. Bunun da misalleri vardır. Eğer öyle olsaydı bu sistem içinde Lâtin Amerika devletlerinin şimdiye kadar çok kalkınmış olmaları gerekirdi. Biz Lâtin Amerika devletlerini karikatür mecmualarından öğrenirdik eskiden, ikide birde ihtilâl olur diye... Ne zaman ki, Türkiye'ye Amerikan emperyalizmi kendi bayrağını dikmeye heves etti, o zaman o karikatürlerin anlamını yürekten kavramaya başladık.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 8, 8 Aralık 1965 Pazartesi Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 109-119. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 245[239] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/4 Adil Kurtel: Anayasa, Meclis ve Anayasa Mahkemesi “1961 Anayasası, demokrasi tarihimizde yeni bir dönemin başlangıcını oluşturur. Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla yasallığını yitirmiş bir iktidarın, milletin direnme hakkını kullanması sonucunda devrildiğini belgeleyen Anayasamız aynı zehirli tohumların bir daha filizlenmemesi için yeni bir düzenin kurulmasını öngörmüş ve bu yeni düzenin korunması için gerekli bütün güvence kurumlarını da beraber getirmiştir. Bir Anayasa kuruluşu olan Anayasa Mahkemesi, yasama faaliyetleriyle Anayasa ihlâllerini önleyecek güvence kurumlarından birisidir. Anayasa Mahkemesinin görevinin ve taşıdığı sorumluluğun önemini kavrayabilmek için 1961 Anayasasının kurulmasını öngördüğü ekonomik, sosyal ve siyasal düzenin nasıl bir düzen olması gerektiğini bilmek zorunluluğu vardır. 1961 Anayasası başlangıç kısmında da belirtildiği üzere “insan hak ve özgürlüklerini, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle” kurmayı başlıca amaç bilmiştir. Asıl güvencesini özgürlüğe, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğinde bulan Anayasamız her şeyden önce insan haklarına dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin bütün kuramlarıyla kurulup işler hale getirilmesini öngörmektedir. Anayasamız, kurulmasını öngördüğü yeni düzenin hukuki dayanakları olan temel ilkeleri belirlemekle yetinmemiştir. Çok partili sosyal Devlet düzeninin kuruluş yollarını, yapılması zorunlu olan dönüşüm ve reformları da bir bir göstermiş ve bu konuda Devlete düşen ödevleri saymıştır. Anayasamız, sosyal Devlet ilkesinin doğal bir gereği olarak mülkiyet hakkının kullanılışının toplum yararı aleyhine olamayacağını; topraksız ya da toprağı yetersiz olan köylüye toprak sağlamak üzere önlemler alınacağını; kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüslerin kamu yaran gerektirdiğinde devletleştirilebileceğini; çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadi ve mali önlemlerle çalışanları koruyup destekleyeceğini; işsizliği önleyici önlemler alınacağını; Devletin çalışanların yaptıkları işe uygun ve insanlık onuruna yaraşır bir yaşayış düzeyi sağlamalarına elverişli ve adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli önlemleri alacağını; herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu, bu hakkı sağlamak için Devletin Sosyal Sigortalar ve Sosyal Yardımlaşma Teşkilatı kurmak ve kurdurmakla ödevli olacağını; Devletin herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesi için tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevli olacağını; halkın öğretim ve eğitim ihtiyacım Devletin sağlayacağım kesin şekilde hükme bağlamış bulunmaktadır. ... Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Buna karşın Mahkemenin vermiş olduğu kararların hiçe sayılması ve Anayasada yer alan Anayasa Mahkemesinin görevleriyle ilgili hükümlerin hiçe sayılması anlamına gelir. ... Anayasayı bütün kurum ve hükümleriyle işler hale getirebilmek için yasama organının bir Anayasa sorunu yaratacak tasarruflarını Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutmak, Anayasa ihlallerini önlemek için düşünülebilecek tek çıkar yoldur. Esasen Batı devletlerinin bir çoğu, Anayasa Mahkemesinin denetimini, yasama organının bir Anayasa maddesiyle ilgili bütün tasarruflarım kapsar hale getirmiş bulunmaktadır. Bizde de yasama organının Anayasa ile ilgili bütün tasarruflarını Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi tutmak, demokratik düzenin korunması için zorunlu bir yoldur." Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 2, Birleşim 55, 8 Şubat 1967 Perşembe Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 38-43. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 120 [240] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/5 Yunus Koçak: Toprak Reformu İçin Adalet Partisi’nin Hiç Acelesi Yok “Daha önce bir Tapulama Kanunu çıkarılmıştı. Bu kanun, yeni birtakım hükümlerle, birtakım insanlara 100 dönüme kadar topraklan birtakım belgelerle veya bilirkişi raporlarıyla veya iki tanıkla tapuda kayda geçirilmesini öngörmekteydi. Bu kanunun Senatodan geçirilmesi hususu Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş ve kanun hükümsüz hale gelmiştir. Hükümet programında görüldüğü gibi, açıkça olmasa da topraksız veya az topraklı köylünün toprak sahibi yapılacağına dair bir düşünce vardır. Hükümet topraksız veya az topraklı köylünün bir an önce toprağa kavuşturulması için hiçbir acelecilik, hatta hiçbir çaba göstermemektedir. Ama toprak sahiplerinin, toprak ağalarının daha fazla toprağa sahip olmak için topraksız köylüden toprak kaçırması, iki tanıkla yüzlerce dönüm toprağa yeniden sahip olması yolunda bütün aceleciliği göstermekte ve Karma Komisyon kurulmasını istemektedir. Arkadaşlar, topraksız köylünün, yoksul işçinin hakkı söz konusu olduğu zaman hiç acelecilik yok. Ama büyük toprak sahiplerini, nüfuz sahiplerini toprak sahibi yapmak gerektiği zaman hükümet bütün çabayı ve aceleciliği gösterir. Toprak reformu söz konusu olduğu zaman kadastro sorunları öne sürülür. 25 yıl, 30 yıl zaman gerekiyor denilir. Ama fukaranın toprağım, fukaranın sürdüğü üç dönüm, beş dönüm tapusuz toprağı, ağanın, büyük toprak sahibinin tapulu malı yapmak gerektiği zaman hiçbir engel ileri sürülmez, hatta bunlar ortadan kalkar. (AP sıralarından ‘saçmalıyorsun, yalan söylüyorsun 'sesleri geliyor) Saçmalayan sizsiniz, yalan söyleyen sizsiniz. Biz gerçekleri söylüyoruz. Sosyalist elbette yalan söylemez. Konuyu gündem içinde açıklamaya çalışıyorum. Ama birtakım arkadaşlar nedense bu toprak kanununda kendileri için büyük çıkarlar görmektedirler ki, bu Tapulama Kanunu’nun aleyhinde konuşan olduğu zaman büyük alerji göstermektedirler. Arkadaşlar ne dersek diyelim, gerçekleri hangi kalıba büründürürsek büründürelim, nasıl saklamaya, nasıl gözden kaçırmaya çalışırsak çalışalım, Türkiye'nin, Türkiye halkının bir toprak sorunu vardır ve bu toprak sorununu ancak geniş bir toprak reformuyla çözmeye olanak vardır. Başka türlü çözüm yoktur. Bu bakımdan, yangından mal kaçırırcasına, Anayasa’yı ihlal ederek bu gibi yasaların geçici komisyonlarda hızla görüşülmesi bence çok tehlikelidir. Şunun için tehlikelidir; ne dersek diyelim, ekonomik sorun temel sorundur. Ekonomik sorun yarım yamalak önlemlerle, uydurma önlemlerle, bir zümrenin çıkarını koruyan önlemlerle çözümlenemez. Çözmeye kalkanlar, mutlaka sonunda zarara uğrarlar. ... Bu bakımdan, böyle yarım önlemlerle, sağından solundan Anayasa’yı kemirmek, yoksulun hakkını kemirmek, topraksız köylüyü, az topraklı köylüyü büsbütün toprak sahibi olma umudundan uzaklaştırmak doğru değildir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 43, 9 Şubat 1966 Çarşamba Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 194-195. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 16. ***Yunus Koçak, Toprak Reformu üzerine birçok konuşma yaptı.*** “Başbakan da bu ülkede dağıtılacak toprak olmadığını söylemek suretiyle AP’ye oy veren yoksul köylü vatandaşlarımızın toprağa kavuşma özleminin daha uzun yıllar yerine getirilemeyeceğini ve köylünün bu özlem içinde yaşayıp gideceğini ifade etmiş bulunmaktadır. Bizim özlemimiz, topraksız köylünün, toprağı yetişmeyen köylünün bir an önce toprak mülkiyetine kavuşturulmasıdır. Bu özlemi her konuda dile getirmekteyiz ve bundan sonra da her konuda dile getireceğiz. Anayasa’mızın 37. maddesini bir kere daha okuyalım: “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini gerçekleştirmek ve topraksız olan ve yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlamak amacıyla gereken önlemleri alır. Kanun bu amaçlarla değişik tarım bölgelerine ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini gösterebilir. Devlet, çiftçinin işletme araçlarına sahip olmasını kolaylaştırır. Toprak dağıtımı, ormanların küçülmesi veya diğer toprak servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.” ... Toprak reformu söz konusu olduğu zaman görüyorum ki birtakım AP’li arkadaşlarımız çok hassastırlar, çok alıngandırlar. Niçin alınıyor bu arkadaşlar? Bu topraksız köylüye nutuklar çekerek oy aldılar. Onların arzusuyla buraya geldiler. Fakat hala toprak reformu gelmedi.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 43, 9 Şubat 1966 Çarşamba Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 286-289. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 77.[241] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/6 Şaban Erik: Yoğun Müdahale ve Saldırılar Altında Konuşuyor. “İçinde bulunduğumuz çağa, akıl çağı, bilgi çağı denilmektedir. Türkiye’nin büyük sosyal ve ekonomik sorunları vardır. İş davası, ekmek davası, toprak davası, eğitim davası, sağlık hizmetleri davası vardır. Bunlar akla ve bilgiye dayanarak çözümlenecek işlerdir. Türkiye’de bir seçim olmuştur. Seçimin neticesinde AP iktidara gelmiştir ve AP bunun üzerine hükümeti kurmuştur ve ileriye yönelik Hükümet Programı sunmuştur. Şimdi Hükümet Programı bir yana itilmiş, tam anlamıyla gerici bir düzen içinde faaliyet gösteren bir hükümet kalmıştır ortada. (AP sıralarından tepkiler geliyor ve oturumu yöneten Başkan Vekili CHP’li İsmail Arar, yeterlik önergesi üzerinde konuşması için Erik'i uyarıyor.) Bugün Türkiye’de vaazlar verilmektedir: “Türkiye’de bundan böyle Başbakanlar Müslümanlardan olacaktır, Cumhurbaşkanı Müslüman olacaktır.” (AP sıralarından “Allahsız!” sesleri yükselirken, Başkanvekili yeterlik önergesi üzerinde konuşması için uyarıyor.) Ben şuraya getirecektim sözümü ve sözümün anlaşılması için onları söylüyordum. Bugün ülke bir cadı kazanına çevrilmiştir. Türkiye, üç kulhüvallahi ve bir elham okumakla yönetilmez. Bunu hükümete anlatmamız gerekir. (Başkanvekili uyarıda bulunarak konu dışı konuşmakta ısrar ederse Genel Kurulun oyuyla sözünün kesileceğini Şaban Erik’e bildiriyor.) Eğer camilerde, sosyal adalet isteyenler komünisttir denilirse, eğer camilerde... (Şaban Erik bu sözlerden sonra konuşma olanağı bulamadı. AP ve CKMP sıralarından, "İn aşağı komünist herif, ulan burası Moskova Radyosu mu, mukaddesata dokunamazsın, hiç inancın yok mu?" sesleri yükselmeye başladı ve bazıları ayağa kalkarak kürsüye doğru yürümek istediler. Bu arada TİP Ankara Milletvekili Rıza Kuas ile CKMP Kastamonu Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu'nun karşılıklı atışmaları ve birbirlerinin üzerlerine yürümeleri sonucu, Başkan Vekili her ikisine de birer ihtar cezası verdi. Daha sonra Şaban Erik'in konuşması Genel Kurulun oyuyla engellendi.)” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 47, 16 Şubat 1966 Çarşamba Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 268-269. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 70.[242] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/7 Ali Karcı: İşçilerin Bildiri ve Mektupları Meclis Kürsüsünde “Arkadaşımızın [Kemal Nebioğlu] gündem dışı konuşmasını gerektiren telgraflarından bir tanesi de şu; Malatya'dan gönderiliyor, Bayındır-İş Sendikası gönderiyor: "Maaşlarımızı alamadık, konuşmanızı umutla bekliyoruz". Konuşmadan sonra arkadaşımıza Malatya'dan gönderilen telgraf şu: "Maaş durumunu Mecliste savunduğunuzu minnetle dinledik. Söyledikleriniz tamamen gerçeğe uygundur. Bir hafta önce büyük çabalarımız sonucu ancak Ekim maaşımızı koparabildik. Kasım, Aralık maaşlarımız -yani iki aylık maaşları- içeride olup yılbaşı ikramiyemizin verilmesi kuşkulu. Sayın Osman Avcı [Köy İşleri Bakanı, AP] gerçeğe karşın Parlamentonun gözünü boyamaya çalışıyor. Bu yıl tek bir maaşı dahi zamanında alamadık. Perişan ettiler bizi. Bu telgrafımızı Mecliste aynen okuyabilirsiniz. Hiç çekinmiyoruz; zira çekinecek durumumuz kalmadı." Sayın milletvekilleri, gönderilen bir mektubu okuyorum: “22.12.1966 günü Mecliste gündem dışı yapmış olduğunuz konuşmada YSE işçilerinin aylıklarını alamadıklarını söylemiş, bunun nedenlerini Köy İşleri Bakanına sormuştunuz. 23.12.1966 günü Bakan verdiği yanıtta sizin yalan söylediğinizi Büyük Mecliste beyan etti. Oysa, biz Sayın Bakanın, Bakan koltuğunda oturarak gerçekleri konuşmasını beklerdik, örneğin Burdur YSE İşçileri... (AP sıralarından 'dedikodu bunlar' sesleri geliyor)... Burdur YSE işçileri, Ekim 1966 aylıklarını, aynı aya ait ikramiyelerini, Kasım 1966 aylıklarını ve belki de Aralık 1966 ayına ait aylık ve ikramiyelerini alamamışlardır. Evet, Köy İşleri Bakanlığı YSE işçilerine para gönderiyor. Fakat, bu paralar AP'li il daimi encümen azalarının ve işgüzar valilerin himmetleri ile AP Hükümetinin bayraktarlığım yaptığı müteahhitlere verilmektedir, işçi alacakları diye ödenek çıkarılmasına karşın. YSE işçileri, bakkala, kasaba, ev sahibine karşı rezil olmakta hatta aç durmaktadırlar. Bu gerçeği, bir Bakanın Meclis kürsüsünden yalanlamaya kalkışması örtemez. Bu işyerlerinde yasa dışı bir hareket olduğu zaman, Sayın Bakan hiç suçlu aramaya koşturmasın.' Yine aynı konuda 48 imzalı bir bildiri: "Biz, Burdur YSE İl Müdürlüğü işçileri, sendika görevlileri ve Antalya Yol-İŞ Sendikası Başkanı, bu gece Burdur’da toplanarak Burdur YSE 11 Müdürlüğü işçilerinin aşağıda madde madde sıraladığımız problemlerini çözümlemeye karar verdik. ..." [Ali Karcı, işçilerin 13 madde olarak sıraladıkları taleplerini Meclis kürsüsünden okur.] [Bildiri'den:] "... Bu problemleri halletmek, için, Anayasa ve yasaların bize tanıdığı dilekçe, toplantı, gösteri yürüyüşü, grev ve hâkime başvurma haklarımız başta olmak üzere, demokrasi anlayışının verdiği bütün imkânlardan faydalanacağız. Bu, Bildiri-İstek'imiz okunduktan şunun iyi anlaşılmasını istiyoruz: Şimdiye kadar günü gününe verilmesi gereken istihkaklarımızı vermemek suretiyle bunların her birini bir problem haline getirenler, bugünkü durumu tamamen suni bir şekilde paralamak gayret ve garabetini gösterenler, bu seneki terfi ve toplu-iş sözleşmesi meselelerimiz gösterdiğiniz anlayışsızlık ve hattâ bilgisizliğe rağmen malûm olduğu üzere sizlerin arzuladığınız gibi değil, bizim istediğimiz şekilde neticelenmiştir. Bu kere de gene topluca hareket ederek haklarınızı alacağız ve daha doğrusu hak edilmiş haklarımızı mutlaka alacağız.” ..." Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 2, Birleşim 59, 20 Şubat 1967 Pazartesi Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 110-112. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 71.[243] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/8 Cemal Hakkı Selek: Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu, TRT Kanunu ...: Anayasa Dışı Zincirleme Kanun Önerileri “Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun 77 nci maddesi ile, Hâkimler Kanununun 63 ncü maddesi hükümlerini, Anayasanın 137 nci maddesi hükmüne aykırı bularak, 18 Aralık 1967 tarihli kararı ile iptal etmiştir. Müzakeresini yapmakta olduğumuz tasarı, bu iptal kararı ile meydana gelmiş bulunan boşluğu doldurmak maksadıyla düzenlenip Parlâmentoya sevk edilmiş bulunmaktadır. Ancak, iptal kararı gerekçesinde; "Anayasanın savcılar için öngördüğü teminat, onların görevlerini siyasi güç sahiplerinin etkisi altında olmak kaygısına düşmeksizin belli hukuk kuralları uyarınca yapmaların sağlıyacak bir hukukî durum olmalıdır" denildiği halde tasarının düzenlenmesinde bu gerekçeye uyulmamış savcıların atanma ve nakilleri, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 77nci maddedeki atama ve nakil kuruluna bırakılmış, şu farkla ki, kurulun başkanlığına bu defa Adalet Bakanlığı Müsteşarı yerine Adalet Bakanı getirilmiş, böylece siyasi güç sahiplerinin savcılar üzerindeki etkisi daha da artırılmıştır. Bu tasarı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanununun Anayasa Mahkemesince iptal edilen 77nci maddesinden daha fazla Anayasaya aykırıdır. Tasarının bu yolda düzenlenip Parlâmentoya sevkedilmiş olması sebepsiz değildir. Seçim sathı mailine girmiş bulunuyoruz, AP iktidarı parlâmentoya sevk ettiği ve sevk etmeye hazırlandığı TRT "Anayasa Nizamını Koruma" gibi Anayasa dışı zincirleme tasarıları kanunlaştırıp seçim ortamını dilediği gibi yürütmek hedefi peşindedir. Müzakeresini yapmakta olduğumuz tasarı bu zincirin halkalarından birini teşkil eder. Gaye, savcıları seçim süresince siyasi gücün etkisi altında tutmaktadır. Kanunlaşacağı anlaşılan tasarıların Anayasa Mahkemesince iptali az çok bir zamana ihtiyaç gösterecektir. AP iktidarı bunu hesaplamaktadır. Tasarıda her ne kadar savcıların atama ve nakillerinin hizmetin en iyi şekilde görülmesini sağlıyacak olan prensipleri kapsıyan bir plâna göre yapılacağı, derpiş edilmişse [öngörülmüşse] de, her zaman değiştirilebilecek olan bu plân siyasi güç tarafından hazırlanacağına göre, Anayasanın 137 nci maddesinde öngörülen savcı teminatı gene sağlanmamış olacaktır Grubumuzun görüşüne göre savcıların, bütün özlük işleri, atama ve nakilleri dâhil, 1nci sınıfa ayrılmış savcıların en kıdemli olanlarından belli adedde teşkil olunacak bir kurul tarafından yürütülmelidir. Yürütme Organı bu kurul üzerinde hiçbir etkiye sahip bulunmamalıdır. Savcıların, Anayasada derpiş olunan teminatı ancak bu suretle sağlanabilir. Grubumuz bu tasarıya kırmızı oy [red] verecektir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 4, Birleşim 68, 24 Mart 1969 Pazartesi. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1969-1973, Cilt 5, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 197-198. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 28.[244] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/9 Yahya Kanbolat: Sağcı İktidarların "Aydın Din Adamını Yetiştirme" Esaslarını Sayıyor “Sayın Başbakanın deyimi ile zikrettiğimiz bu masum ve somut misallerden iktidarın bugünkü modern hayatın icaplarına uyacak aydın din adamını hangi esaslar dâhilinde yetiştirmek çabası gösterdiğini artık anlamak mümkündür. Bu eğitim esaslarını birer birer sayalım: 1. Nurculuğa karşı olmıyacaktır. Ama nurculuk lehinde faaliyette bulunabilecektir. 2. Yeni harflere düşman olacaktır, eski harfleri kudsal bilecektir. 3. Kadın - erkek eşitliğini reddecektir. 4. Kuranın yeni harflerle basılmasının ve okunmasının günah olduğuna inanacaktır. 5. Atatürk büstlerine düşman olacaktır, bunu bir putperestlik telâkki edecektir. 6. Erkeklerin bıyık ve sakal bırakmaları gerektiğine inanacaktır. 7. Namaz kılmıyan ve oruç tutmıyan şahısların dövülmesine ve hapsedilmesi gerektiğine inanacaktır. 8. Atatürk ve devrim aleyhtarlığı yapacaktır, Atatürk'e deccel diyecektir. (Gürültüler). BAŞKAN — Muhterem arkadaşlarım, hatibin şöyle veya böyle söylemesini mümkün kılacak tedbir var mı? Hatibin doğru veya yanlış söylediğini Hükümet cevaplandıracak. Çok rica ederim. YAHYA KANBOLAT (Devamla) : 9. Kadınların bugünkü giyimini günah bilecektir. 10. Çok kadınla evlenmeyi savunacaktır. 11. Bugünkü Anayasanın zararlı olduğuna inanacaktır, 12. Kız ve erkek öğrencilerin beraber okumasını günah bilecektir. 13. Aydınlara düşman olacaktır. 14. Öğretmenlerin dinsiz olduklarını savunacaktır. 15. Medeni Kanuna düşman olacak ve ancak şeriatın bu memleketi kurtaracağına inanacaktır. 16. Dini kıyafetin serbestçe giyilmesini istiyecektir. 17. Dinî hücrelerin serbestisini dinî icabattan sayacaktır. 18. Memlekette dinsizliğin alıp yürüdüğünü iddia edecek ve bu yolda mücadele ederek ölmenin insanı cennete götüreceğine inanacaktır. 19. Alevilerin Müslüman olmadığını iddia edecektir. 20. Lâikliğin dinsizlik olduğunu savunacaktır. 21. Ferdin, ancak ümmetçi olabileceğine inanacaktır. Sayın milletvekilleri, modern hayata intibak eden din adamlarımızın böyle esaslar dâhilinde eğitilmeleri, sayın iktidarın mantığı istikametinde bir mecburiyettir. Bütçe ve Plân Karma Komisyonunda iktidara mensup sayın milletvekilleri tarafından yapılan konuşmalar, İslâmda içtihat kapılarının kapanmadığına açık birer delil olmuştur. Sayın Mustafa Kemal Yılmaz "Mânevi sahada yeterli şekilde teçhiz edilmemiz gereklidir. Millet bu konuda seferber olmuştur. Milletin seferberliğini kimse durduramaz" deyince, Sayın Yaşar Akal "Seferberlik kime karşı?" diye sormuş ve Sayın Mevlût Yılmaz "Seferberlik sola karşı" cevabını vermiştir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 8, Birleşim 44, 18 Şubat 1968 Pazar Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967-1969, Cilt 4, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 262-268. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 55. [245] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/10 Yusuf Ziya Bahadınlı: Öğretmenlere Sorulan Soruşturma Soruları: Köylü Vatandaştan Niçin "Halkım" Diye Bahsettin? Öğrencilerinize Kitap Okumaları için Baskı Yaptığınız Söylenmektedir? “Sayın milletvekilleri, gün geçmiyor ki, gazeteler, dövülen, sürülen, bakanlık emrine alınan, görevine son verilen öğretmenden söz etmesin. ... Sayın milletvekilleri, elimde yüze yakın dosya var. Bunlardan birkaç tanesi. Bunlara bakmaya imkân verdiğinizde görülecek ki, iktidarın beğenmediği bu öğretmenler gerçekten Atatürkçü, yurtsever, Anayasanın buyruklarına bağlı, ellerindeki programları anlamış ve benimsemiş, görevini yapan öğretmenlerdir. Şunu iyice anlıyor ve görüyoruz ki, Hükümetin öğretmene olan tutumu, felsefî görüşünden, medeni davranışından ve Anayasaya bağlılığından ileri gelmektedir. ... Hükümet, öğretmenin felsefi görüşü, fikir yapısı, bir takım inançlarıyla ilgilenmektedir. Müfettişleri tarafından bu yolda sorular sorulmaktadır. Bu en azından bir işkencedir, bir baskıdır. Ve bu yine en azından Anayasaya karşı bir saygısızlıktır. ... Sayın milletvekilleri, şimdi size birkaç somut örnek vereceğim: İsimleriyle. SAİT ÇİLTAŞ: Yavuzselim İlköğretmen Okulu öğretmenliğinden Karadeniz Ereğlisi Ortaokuluna sürgün. Suçu: Belli değil. Müfettişin sorduğu sorular şunlar: 1. Tanrıya ve dine inanır mısın? 2. Köylünün perişan ve sömürülmüş olduğunu niçin söylüyorsun? 3. Köylü vatandaştan niçin "halkım" diye bahsettin? 4. Birtakım yayınları niçin okuyorsun? Sait Çiltaş, Eğitim Bakanlığının haksız tutumunu protesto etmek için öğretmenlikten istifa etmiştir. Ahmet Nuri Macit: Samsun İlköğretim Müfettişi iken Malatya ilkokul öğretmenliğine sürülmüştür. Müfettişin sorduğu sorular: 1. Niçin köy enstitüsü rozeti takıyorsun? 2. Dernekçilik ve sendikacılıkla neden ilgilisin? 3. Dergi ve gazetelere neden yazı yazıyorsun? 4. Ölen bir öğretmenin ailesine, yardımlaşma kampanyası açıp neden para topladın? Kars Lisesi Edebiyat öğretmenlerinden Şemsettin Özdemir, Ramazan Karagöz ve İhsan Demirci, Bakanlık emrine alınmışlardır. Müfettişin soruları: 1. Sınıflarda yeni Türk yazarları ve yabancı yazarları tavsiye etmişsiniz? Niçin Peyami Safa'nın eserlerini okutmadınız? 2. Öğrencilerinize kitap okumaları için baskı yaptığınız söylenmektedir? 3. Toprak reformundan bahseder, onunla ilgili kompozisyon ödevleri verirmişsiniz? Adıyaman Millî Eğitim Müdürü Tevfik Uğurlu, kanun dışı gizli Kuran kursu açanlar hakkında işlem yaptığı için başka bir ile sürülmüştür.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 61, 4 Mart 1966 Cuma Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 12. [246] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/11 Kemal Nebioğlu: İş Kanunu, denge gözetemez. İşçiye öncelik tanımak mecburiyetindedir Meclis'te, Şubat 1967 ile Temmuz 1967 arasında İş Kanunu Tasarısı görüşüldü. Görüşmeler, Millet Meclisi Tutanak Dergisi 12-21 Ciltlerinden okunabilir. Tutanaklara bakıldığında özellikle Kemal Nebioğlu, Rıza Kuas, Şaban Erik'in; Ali Karcı, Yahya Kanbolat ve Behice Boran'ın da katkılarıyla tartışmalara 150 maddelik değişiklik önerisi, yeni madde önerileri, sorular ve konuşmaları ile çok yoğun bir katılımı ve müdahalesi görülecektir. Önerge, soru ve konuşmaların her biri işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi için derin bir deneyim ve bilgi birikimini yansıtır. “Sayın milletvekilleri, öncelikle Sayın Devlet Bakanının değindikleri hususlar üzerinde durmak istiyorum. Sayın Bakan dediler ki, "işçi ile işverenin haklarını muvazene içinde bulundurmak gerekir". Kanun, işçiye öncelik tanımak mecburiyetindedir. 31 sene evvelki müzakerelerin tutanaklarından bir iki cümleyi Yüksek Kurula arz edersem, arkadaşlarım ondan sonra bu konudaki iddialarını keserler zannederim. Oturum: 5.6.1936 tarihli Tutanak Dergisinde: "Kanunun esas metin ve ruhu Türk işçisinin hak ve menfaatlerini korumak, say[emek/iş] ile sermaye arasında ahenk tesis etmek olduğuna göre, öncelik esas metin ve ruh Türk işçisinin hak ve menfaatlerini korumak, bilâhare aradaki muvazeneyi temin etmek. Mithat Altıok, Zonguldak Milletvekili." Bir başka milletvekili Sayın Fuad Sürmen: "Yalnız her iki tarafın vaziyetini görmediğimizden ve işçileri daha ziyade himaye edici bir kanun tanzimini derpiş ettiğimizden dolayıdır ki..." ve devam etmektedir. GEÇİCİ KOMİSYON BAŞKANI KAYA ÖZDEMİR (İstanbul) — Ne var peki bunda? KEMAL NEBİOĞLU (Devamla)- — Ne mi var? Öncelik tanımaktadır, işçilere öncelik tanımaktadır, deniyor. 31 sene evvelki düşünce ve görüş budur. Bugünkü görüş ve düşünce de biraz evvel Sayın Bakanın işaret ettikleridir. Anayasanın 2 nci maddesinin gerekçesinde "Devlet önceliği şu sınıflara tanıyacaktır" diyor. "Dar gelirlilere, işçilere ve başkalarının yanında çalışan kimselere" diyor. Orada işverenleri saymamış. Biz işverenleri hiç düşünmiyelim demiyoruz, ama öncelikle çalışan sınıfın düşünülmesi ve Devletin himayesinden istifade etmesi gerekir, diyoruz. "Bir diğer husus, bir başka şekilde antidemokratik olur ve Anayasaya aykırı olur" buyuruyorlar. "Anayasanın 2nci maddesindeki sosyal devlet kavramı içine girdiğimiz takdirde, bu beyanlar geçerli değildir. Bir zümreyi, haklarından mahrum edip, tasfiye etmektir" buyurdular. Biraz sonra maddenin eleştirmesine geçeceğim, göreceksiniz ki, 16 ncı madde nasıl tatbik edilmiştir? Hem de Türk-İş mecmuasından değerlendirmek suretiyle, kişilerin hayatını değerlendirmek suretiyle size meseleyi anlatacağım. O takdirde göreceksiniz ki, tadil önergesi vermemiş olduğumuz 16 ncı madde gerçekte, hayatta uygulanmıyan bir maddededir. Meselâ, buyurun Türk-İş mecmuası, tüyler ürpertici bu olayın sorumlusu kim? Cıva madenlerindeki insan hayatiyle oynanması üzerine yazılmış bir makale. "15 işçi ölmüş, 205 köylü malûl duruma düşmüş, yaşları 15 ilâ 45 arasında olan işçilerden 190'ı İşçi Sigortaları Kurumunca maluliyete sevk edilmiş." Peki, 16ncı maddenin sağlık sebepleri başlığını taşıyan fıkrası neden işlememiş bu işçilere? Neden bu maddeye dayanmak suretiyle hemen akitleri feshetmemişler? Neden hayatları pahasına dahi çalışmaya devam etmişler? Bunun sebebini Kaya Özdemir arkadaşımız verebilir mi? 16ncı madde hayatta uygulanmıyan bir maddedir. Memlekette beş milyon işsiz olacak, civa madenlerinde böylesine bir çalışma düzeni olacak, insanlar ölecek, insanlar maluliyete sevk edilecek, buna rağmen iş akitlerinin feshi cihetine gidilmiyecek. Bu yola, sendika bile gitmiyecek, sendika bile işçileri teşvik etmeyecek. Neden? Ayrıca iki maddeyi de mukayese etmek mecburiyetindeyiz. Getirilecek olan madde eski 17nci maddenin de gerisindedir. Neden gerisindedir? Müsaade ederseniz okuyayım. 17nci maddenin ikinci fıkrasının (Ç) bendi "tecavüz veya tehditte bulunmaktan" bahsetmektedir. Yeni maddede ne deniyor. RIZA KUAS (Ankara) — Gözdağı. KEMAL NEBİOĞLU (Devamla) — Gözdağı verirse diyor. Sataşırsa veya gözdağı verirse. Ben hukukçu değilim, meselelerin derinliğine hukukî yönden belki inemem ama, Yüce Mecliste birçok hukukçu arkadaşlar vardır. Acaba "tecavüz veya tehdit" sataşma veya gözdağı mânasına mı gelir? 16ncı madde ile 17nci maddeyi de mukayese edin lütfen. (Ç) fıkrasının karşılığı 16ncı maddede şudur. "İşveren işçiye veya onun ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesini üyelerinden birini karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler yahut işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse", diyor. Diğerinde (Ç) fıkrası ise, "İşçinin, işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka bir işçisine sataşması, veya gözdağı vermesi, yahut 77nci maddeye aykırı hareket etmesi. Nedir bu 77nci madde? İçki getirmesi… BAŞKAN — Sayın Nebioğlu, vaktiniz doldu efendim. KEMAL NEBİOĞLU (Devamla) — Müsaade edenseniz bağlayayım Sayın Başkan. BAŞKAN — Lütfen efendim, KEMAL NEBİOĞLU (Devamla) — Biz getirdiğimiz tadil önergesiyle, mesele mahkeme huzurunda çözümlensin diyoruz. Bu hususta mı Anayasaya aykırıdır? Eğer gerçekten meseleye âdil bir çözüm getirmek istiyorsak o halde konuyu mahkeme huzuruna götürelim, hiç olmazsa tadil önergemize iltifat etsinler. Saygılar sunarım.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 1, Birleşim 75, 17 Mart 1967 Cuma Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 16. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 224. İş Yasası Görüşmeleri Hakkında Genel Değerlendirme.[247] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/12 Rıza Kuas: Önerilen Madde 18 Senelik Sendikacılık Hayatımın Bütün Mücadelesini Yaptığım Maddedir Meclis'te, Şubat 1967 ile Temmuz 1967 arasında İş Kanunu Tasarısı görüşüldü. Görüşmeler, MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 12-21 Ciltlerinden okunabilir. Tutanaklara bakıldığında özellikle Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, Şaban Erik'in Ali Karcı, Yahya Kanbolat ve Behice Boran'ın da katkılarıyla tartışmalara 150 maddelik değişiklik önerisi, yeni madde önerileri, sorular ve konuşmaları ile çok yoğun bir katılımı ve müdahalesi görülecektir. Her birisi işçi sınıfının çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi için derin bir deneyim ve bilgi birikimini yansıtır. “Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Çalışma Bakanı söz almasalardı ve gerçeklere uymıyan beyanlarda bulunmasalardı ben ikinci defa söz almak lüzumunu hissetmiyecektim. Arkadaşlarım, Çalışma Bakanı buyurdular, dediler ki, "efendim, yaştan kuruya geçmek, kurudan yaşa geçmek gibi bâzı değişikliklerden, iktisadi zorluklardan dolayı topluca işçi çıkarmak hakkını işverenlere tanıyalım." Çalışma Bakanının hemen arkasında genel müdürler oturur. Lütfedip genel müdürlerden sorarlarsa her sene lâstik fabrikalarından, yaştan kuruya geçmek, beyazdan siyaha geçmek bahaneleri olmaksızın binlerce işçinin toplu işçi çıkarma maddesine dayanarak çıkardıklarını öğrenirler. 13 senelik sendikacılık hayatımda mücadele ettiğim madde budur. 3003 sayılı Kanunda bu yoktu. Sonra, işverenlerin tek tek işçi çıkartması 1936 senesinde çıkmış olan İş Kanununda toplu işçi çıkarma maddesi yoktur. Tek tek işçileri çıkartırlar istedikleri gibi. Sonradan yapılan bir tadilâtla 5318 sayılı Kanunun 3ncü maddesine toplu işçi çıkartma maddesi konmuştur. 5518 sayılı Kanunun 3ncü maddesindeki bu toplu işçi çıkartma maddesi 31 sene sonra yeni gelen kanunda da mevcut. İşverenler, eskiden lâstik fabrikalarında kışlıktan yazlığa geçeceğim, yazlıktan kışlığa geçeceğim diye sezon yaparlardı. Bunu, Millî Birlik Komitesi zamanında Temyiz Mahkemesi ve Danıştay kararlariyle kaldırdık. İşverenler bu sefer toplu işçi çıkarma maddesine dayanarak, bölge çalışma müdürlüğüne iki satır yazı yazarlar. Şu anda binlerce işçi lâstik fabrikalarından atılmaktadır, bu maddeye göre. 60-100 milyon civarında senelik kârları olan fabrikatörler, hiç bir sebep göstermeksizin, kıdemli işçileri bu maddeye dayanarak atmak suretiyle bir kapıdan çıkartıp öbür kapıdan ücreti az, ehliyetsiz işçileri almak suretiyle işçileri çalıştırmaktadırlar. Bugün Türkiye'de 4 milyona yakın işsiz, iş beklemektedir. Arkadaşlarım, Türkiye'de 3 - 4 milyon işsiz mevcut iken topluca işçi çıkarma yetkisinin burada hiçbir denetime tabi tutulmadan maddede açıkça yer verilmesi ne derece Anayasamıza uyar, bilmem. Arkadaşlarım, sonra, Çalışma Bakanı burada derler ki, "Efendim, işte böyle mücbir sebepler, iktisadi sebepler olduğu zaman işverenlere toplu işçi çıkartma hakkını tanımıyalım mı?" Arkadaşlarım ne diyor, burada? "İşverenler işlerini daraltma veya işlerini azaltma sebeplerinin doğruluğunu" demek ki, doğru ise, iktisadi sebebi varsa, doğru dürüst, namuslu çalışan işverene zaten madde hiçbir şey getirmiyecek ki. Benim söylediğim şekilde sahtekârlıkla, işine gelmiyen işçileri çıkartmak, hiçbir sebebe dayanmadan, milyonlar kazanırken Bölge Çalama Müdürlüğüne iki satır yazı yazmak suretiyle istediği gibi işçileri çıkartma yetkisinin işverenlere tanınmasının karşısında Bölge Çalışma Müdürlüğü tesbit etse ne olacak sanki? Hiçbir şey yok. Bölge Çalışma Müdürlüğü tesbit ettirecek. O işçilerini atacak, evet, Bölge Çalışma Müdürlüğü bir rapor verecek. Zaten her hangi hak alacağı yok. Topluca işçi çıkartılması hakkında yukardaki madde diyor ki; "Kanuni vecibelerini yerine getirerek" yani kıdem tazminatını, ihbar tazminattı verip eski işçileri attıktan sonra artık mahkemeye gidip bir hak isteme yetkisi yok, İşin enteresan tarafı arkadaşlarım, işverenler, ben fabrikamda tensikat yapacağım diyor, 1000 kişilik, 2000 kişilik bir fabrika, iki satırlık yazı yazıyor; "tensikat yapacağım" diyor. Kimi çıkartacak fabrikadan? Belli değil. 1000 tane işçi acaba piyango hangimize isabet edecek, hangimizi atacak diye o bir aylık müddet içerisinde hepsi kuşku içerisinde, hepsi rüyalarında fabrikadan hangisinin atılacağının hesabını yapmaktadır. Karşımızdaki madde 18 senelik sendikacılık hayatımın bütün mücadelesini yaptığım maddedir. Bu maddeyi bendeniz çok iyi bildiğim için, lütfetsinler de İstanbul Bölge Çalışma Müdürlüklerinden ve Türkiye'deki lastik fabrikalarının bulunduğu yerlerdeki Bölge Müdürlüklerinden sorup milyonlar kazanan işverenlerin hiç sebepsiz yere topluca sokağa attıkları işçilerin miktarlarını öğrenirlerse hüsnüniyet sahibi olmıyan işverenlerin mevcudiyetinin çokluğunu öğrensinler. Bu bakımdan Anayasa açısından da çok önemli olan madde hakkında Senatoca yapılan değişikliğin Komisyonca da benimsenmiş olmasının reddine oylarınızı kullanmanızı rica ederim.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 2, Birleşim 146, 24 Temmuz 1967 Pazartesi Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 14 Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 224. İş Yasası Görüşmeleri Hakkında Genel Değerlendirme.[248] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/13 Tarık Ziya Ekinci: Doğuda yaşayan vatandaşlarımızın etnik özelliklerinden ötürü bu bölgenin mahrumiyet bölgesi olarak kalmasını haklı göstermeye çalışmak millet bütünlüğüne yönelen faşist emellerin en hainane bir örneğidir “Geri kalmış Doğu bölgesinin kalkınması başlı başına bir hedef olduğu gibi, uzun vadede sosyal ve ekonomik hayatımız üzerinde de olumlu bir etki yapacak ve Türkiye'nin genel kalkınmasında müspet rol oynayacaktır. Doğu kalkınması, ekonomik kaynaklarımızın harekete geçmesini, sosyal adaletin ve toplumumuzun sosyal yapısında ileriye doğru bünyesel bir değişikliğin gerçekleşmesini sağlayacak ırkçı, turancı faşist akımların ayırıcı ideolojilerinin toplum hayatımızda yer etmesine engel olacaktır. Sosyal ihtiyaçlara öncelik veren kalkınma plânının hazırlanması bir iyi niyet işi değil, toplum yönetimi ile ilgili bir sistem meselesidir. Bu sebeple bölgeler arası dengesiz gelişmenin son bulması, geri kalmış Doğu bölgesinin gelişmesi, Türkiye'nin Doğusu ve Batısı ile kalkınmış bir ülke haline gelmesi, ancak insana değer veren ve halk yararına işleyen sosyal ihtiyaçlara öncelik tanıyan toplumcu bir iktidarın yönetimi ile mümkündür. Anayasamızın getirdiği sosyal ve ekonomik hakların toplum hayatında yaşantı haline gelmesi ve dengeli, adaletli, süratli kalkınmayı gerçekleştirecek bir kalkınma plânı da ancak bu nitelikte bir iktidar tarafındın gerçekleştirilebilir. Halktan yana, toplumcu bir düzende toprak reformu yapılarak halkın bizzat işleyeceği toprağa kavuşması, tarımsal teknik ve kredi ile donatılması, Devlet eli ile geri kalmış bölgelere öncelik tanımak suretiyle bütün altyapı yatırımları ile birlikte süratli bir sanayileşmenin gerçekleştirilmesi ve halk yararına işleyen bir eğitim ve kültür seferberliği ile Doğunun kalkınması mümkündür. Esasen Doğu kalkınmasının bilime dayanan tek yolu da budur. Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi toplum hayatında her sosyo-ekonomik alt yapının bir de ideolojik üst yapısı vardır. Bu üst yapı temel ekonomik yapıya dayanmakla, beraber mütekabil en altyapıyı etkiler, hatta bağımsız bir akım olarak toplum hayatında etkili bir rol oynamakta devam eder. Bugün Türkiye'de Doğu bölgesinin geri kalmış olduğundan bahsetmek ve bunu gidermek için tedbirler istemek âdeta bir suç olarak görülmekte, hiç olmazsa bu talep sahiplerine şüpheli gözlerle bakılmaktadır. Nitekim İkinci Beş Yıllık Kalkınma Plânının Bütçe ve Plân Komisyonunda yaptığı takdim konuşmasında Sayın Başbakan Demirel "Geri kalmış bölgelerin kalkınması bir tefrik [ayrım] yapma anlamında kullanılamaz" diyerek bu hususa özellikle parmak basmak ihtiyacını duymuştur. Hâlbuki geri kalmış bölgelerin özellikle Doğu bölgesinin kalkınmasını istemek bir tefrik yapmak değil, aksine tarihî gelişim içinde meydana gelen farklı gelişmenin ortadan kalkmasını istemektir. Dengesiz gelişmeye karşı çıkmak, Türkiye'nin topyekûn Doğusu ve Batısıyla gelişmiş bir ülke haline gelmesini dilemek ülke ve millet bütünlüğüne olan bağlılığın en samimî bir ifadesidir. Asıl Doğu bölgesinin kalkınmasına karşı çıkmak ve statükonun muhafazasına yardımcı olmak bir tefrik yaratmaktır. Hele Doğuda yaşayan vatandaşlarımızın etnik özelliklerinden ötürü bu bölgenin mahrumiyet bölgesi olarak kalmasını haklı göstermeye çalışmak millet bütünlüğüne yönelen faşist emellerin en hainane bir örneğidir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, Toplantı 2, Birleşim 126, 27 Haziran 1967 Salı Tarık Ziya Ekinci, Doğu Dramı, Türkiye İşçi Partisi Mecliste Serisi No: 5, s. 5-28. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 353-365. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 33[249] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/14 Sadun Aren: Çok Partili Demokratik Anayasal Düzene Tehdit ABD'den Gelmektedir “Muhterem arkadaşlar, sözlerimi rejimle ilgili çok kısa bir açıklama ile bitirmek istiyorum. Rejim meselesiyle çok partili demokratik Anayasa düzenimizi anlıyoruz, rejim dediğimizde. Rejim meselesi dendiğinde, bu düzeninin muhafazasını anlıyoruz. Bu düzen iktidara sadece seçimle gelindiği ve iktidardan yine sadece seçimle gidildiği bir düzendir. Bu anlamda rejim meselesiyle iktisadi sistem meselesini kesin olarak birbirinden ayırıyoruz. Yani, biz bu iktisadi sistemde düşünüyoruz, siz bu iktisadi sistemde düşünüyorsunuz o halde rejim meselesinde anlaşamayız demiyoruz. Çünkü bu alâka yoktur. Rejim meselesi, iktisadi sistem meselesiyle ayrıdır, böyle düşünüyoruz. Böyle olunca, yani rejim meselesi özü itibariyle doğrudur. Tabiî burada uzun boylu anlatmak istemiyorum. Bu rejimi muhafaza etmenin tek yolu Anayasa rejimini muhafaza etmek, böylece mevcut rejimin müesseselerini işletmektir. Bu müesseselerinin işlemesi bu düzenin çıkarabileceği her türlü güçlüğü kendi kendine halledecektir. Söz ve fikir hürriyetine, sosyal, siyasal haklara hürmet edilir, saygı gösterilir. Böyle olunca, yani bu yollar tıkanmayınca rejimimizin tehdit altına girmesi mevzubahis olamaz, yani hiç kimsenin aklına gelemez, böyle işleyen bir rejimi tehdit etmek. Rejimi korumanın, o halde Anayasa düzenimizi korumaktan başka yolu yoktur, çaresi yoktur. Ve Hükümetin de bu gerçeği anladığını veya anlayacağını ümit etmek istiyoruz. Ancak, bu konuda diğer bir tehlikeye dikkatinizi çekmek isterim. Bu tehlike, yani rejim konusundaki tehlike dışarıdan gelmektedir. Bilindiği gibi, Amerika Birleşik Devletlerinin dünyanın çeşitli yerlerinde alâkaları vardır. El atmıştır buralara. Bunların bazılarında harp halindedir. Meselâ Vietnam'da bütün bir halka karşı vahşet denilecek bir katliam halindedir. (A. P. sıralarından “Doğu Almanya öyle değil mi?” sesleri) Efendim, gidin bunu Ruslara filân sorun, bana sormayın ben onların avukatı değilim. Bu yanlış anlayıştan inşallah bir gün çıkarsınız. Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'yi de Vietnam gibi, Kore gibi, Formoza gibi bir memleket telâkki etmektedir. Bunu söylemiştir ve böyle telâkki ettiği için de memleketimizde üsleri vardır, askerleri vardır, ikili anlaşma ile gelmişlerdir ve saire... fakat, vardır. Şimdi bu memleketin kendisine mahsus menfaatleri Türkiye ve benzeri diğer memleketlerde gördüğümüz gibi, kendisine karşı mutlak bir itaat istemektedir, o memleketlerden. Binaenaleyh, Türkiye'den de böyle bir şey ister ve bu istenmektedir. Halbuki, Türkiye'de bir Anayasa düzeni vardır ve burada fikirler buna göre tartışılmaktadır. Bu memlekette gitsin, gitmesin, faydalıdır, zararlıdır diye tartışma vardır. Bu tartışma eğer devam ederse sonucunun neye varacağını yani gerçeğin anlaşılacağını bildiği için bu tartışmanın devam etmesini istemez. Bu yüzden çeşitli vasıtalarla, bunları ben delilleriyle söyleyemem, çünkü bunun için insanın onu bilecek mevkilerde olması lâzım gelir, Hükümet vasıtasıyla gayri resmî yollardan halkı kışkırtarak bugünkü Anayasa düzenimizin dışına çıkarmak, kargaşalık çıkarmak ve Anayasa düzenimizi lâğvetmek isteyebilir. Bundan. (Adalet Partisi sıralarından "kim" sesleri) Amerikalılar, Amerikan Hükümeti. İşte arkadaşlar bundan dolayı rejim meselemiz dış politika meselemize bağlanmaktadır. TİP'nin rejim meselesini aynı zamanda bir dış politika meselesi olarak görmesinde ve ısrar etmesindeki sebep budur. Ve kalkınmamız içindir, aynı zamanda. Böyle bir bağlantı vardır. Bu bağlantıya dikkatinizi çekmek isterim. Hâlbuki bu sebepten ötürü Anayasa düzenini korumak fikri dış politikada bağımsız olmayı istemeyi de icap ettirir. Bu bağ vardır ve Anayasa düzenini, bugün demokratik rejimi korumak istiyorsak, yabancı tesir ve nüfuza karşı çıkmamız ve kurtulması çok zor olan bu tesire şimdiden kurtulmanın çarelerini araştırmamız lâzımdır. Onun için Amerika Birleşik Devletleri’ne, çünkü yalnız bilhassa bu memleket, memleketimizde üsler kurmuş ve asker bulundurmaktadır. Eğer İngilizler olsaydı, İngilizler, Fransızlar olsaydı, Fransızlar, Ruslar olsaydı, Rus, Hintliler olsaydı, Hintliler için de aynı sözleri söylemek gerekir ve aynı sözleri söylerdim ve partim söylerdi. Bu sebepten dolayı bağımsızlığımız Amerikan Hükümetinin Türkiye'de söz ve karar sahibi olma imkânlarını azaltmak ve ortadan kaldırmak hedefine yönelir. Bu durumda, halkımızı Hükümetimizi veya bir sürü insanlarımızı Anayasa düzenini yıkmak maksadıyla tahrik etmek imkânlarını, eğer vaktiyle vermişsek ellerinden almalıyız ve hele yenilerini hiç vermemeliyiz. Ve bu bağımsız tutumu bütün memleketlere karşı, gayet tabiî olarak Sovyetler Birliğine de karşı muhafaza etmeliyiz. Yani Sovyetler Birliğine, Amerika'ya, Almanya'ya ve her memlekete karşı aynı bağımsız tutum içinde olmalıyız. Bu taktirde, memleketimizin Anayasa düzeni dış tesirlerden kurtulmuş olur ve bu yönden rejim tehlikeye girmez; kendi aramızda bazı gürültüler olabilir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, 45. Birleşim, 14 Şubat 1966 Pazartesi Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1963-1966, Cilt 1, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 204-230. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 70[250] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/15 Behice Boran: ABD İle Yapılan Metni Bizde Olmayan Ve Meclisin Bilmediği Anlaşmalar Behice Boran, Sadun Aren ve Tarık Ziya Ekinci, 24 İkili Anlaşmanın metinlerinin mevcut olmadığı, ikili anlaşma hükümlerinin "sınırını aşmış tatbikat" ve "hükümlerin dışına çıkmış haller" olduğu görüşüyle Meclis Araştırması yapılmasına için önergesi verdi. Önerge için tıklayınız. Sayfa 13 Behice Boran önerge üzerine konuşuyor: ... "İkili anlaşmaların zaten niteliği üzerinde daha önce uzun uzun durduk. Şimdi metinleri olmıyan ikili anlaşmalardan bahsediliyor, nükleer mayınlardan bahsediliyor, ne yaptığı belli olmıyan istasyonlardan bahsediliyor. ... Bir mesele var, egemenliğimize, bağımsızlığımıza, güvenliğimize dokunan bu konularla yakından ilgili, hayati bir mesele vardır. Bunun açıklanması lâzım ve biz mademki Meclisiz, millî egemenliğin en yüksek temsilcisiyiz. Bu konularda da bilgimiz yok, bir araştırma yapalım, bu konular hakkında bilgi elde edelim, hakikaten öyle midir, değil midir? ... Sonra, önergenin şimdi verilmesi meselesine gelince, tabiî Adalet Partisi sözcüsü her meselede olduğu gibi, yine partimize art niyetler ve saire atfetti. Bu biçim, biliyorsunuz, suçlamalara ben biç cevap vermiyorum. Kaç defa söyledim, meseleler böyle karşılıklı suçlamalarla halledilmez. Bir şeyler ortaya koyuyoruz, karşı gerçekleri korsunuz, bir mantık koyuyoruz, karşı mantık korsunuz, tartışırız. Budur Meclisteki müzakereler, mütemadiyen art niyet, şu ve bu suçlamalar değil. Ben daha berbat suçlamalar yapabilirim size ve belki de daha geçerli olur ama, mesele bu değil. Her seferinde art niyet, yok Moskova, yok kızıl, yok ideolojileri belli. Neyi hallediyor bu şekildeki konuşmalar? Hallediyor mu bugünkü ikili andlaşmalar meselesini, üsler meselesini, bu şekil suçlamalar ? CELÂL NURİ KOÇ (Kars): Kendinize göre Türkiye'yi yönetmek istiyorsunuz. BAŞKAN: Sayın Koç, rica ederim. BEHİCE HATKO BORAN (Devamla): ... Bizce asıl Amerika'da ikili anlaşmalar üzerinde görüşmeler yapılıyorsa, gazetelerin dediği gibi, asıl bu zamanda bu meselenin Meclise getirilmesi, orada müzakereleri yapan yetkililere destek olur. Böyle bu kadar mühim, dikenli ve zor olduğu, büyük devletlerle münasebetin zor olduğu, Sayın Dışişleri Bakanınca, kendisinin itiraf ettiği meselelerde, büyük devletler karşısında, aman dostuz, sesimizi çıkarmıyalım, 'gücendirmiyelim gibi, davranarak haklarımızı elde edemeyiz. Bilâkis bu müzakereler yapılırken Amerika'nın, Türk kamu oyunun bu mesele üzerinde hassasiyet gösterdiğini, Meclisin hassasiyet gösterdiğini, önemle üzerinde durduğunu bilmesi, bizim onlar karşısında ıslaha muhtacolduğu, iktidar çevrelerince kabul edilen bu andlaşmaların ıslahı konusunda yardımcı olur müzakerelere, onu engelleyici değil. Bir defa dış politikada bu şeyden, aman efendim gücendirmiyelim, şöyle olmasın, böyle olmasından çıkmak lâzımdır. Başka devletler karşı karşıya çekişiyor ve pazarlık ediyor, haklarını öyle elde ediyorlar. Kamu oyunun hassasiyeti bir ağırlıktır, bir kozdur, müzakereleri yapanların elinde. Binaenaleyh, gayet vaktinde verilmiştir o bakımdan da. Sonra, ikili anlaşmaların NATO uygulama anlaşmaları olup olmadığı meselesi. Bu mesele üzerinde biz bütçe görüşmelerinde 6 Ocaktaki Dışişleri Bütçesi üzerinde yaptığım konuşmada uzun uzun durduk ve ikili anlaşmaların NATO'nun üçüncü maddesine dayanan uygulama anlaşmaları olmadığını belirttik. Ama, biz ne istiyoruz şimdi? Bu hususta katî bir karar verilmesini istemiyoruz. Diyoruz ki, bir araştırma yapılsın, hakikaten uygulama kararları mıdır, değil midir, o zaman belli olsun, araştırılsın. Bizim kanaatimizce kesin deliller var olmadığına. Meclis bu kanaatte olmıyabilir. Ama bizim istediğimiz bir hüküm verilmesi değil, bir araştırma yapılması bu hususun. İkili anlaşmaların uygulama anlaşmaları olmadığı, beş tanesinin 1950 den önce, yani NATO'dan önce yapılmış olmasından belli. Sonra uygulama andlaşmaları hiçbir zaman esas ana andlaşmanın dışında ve onu çok aşan haklar ve imtiyazlar tanıyamaz. NATO'nun 3ncü maddesi; "müşterek savunma için yapılacak" işlerden bahseder. Amerikalılara, bilmem TRT Kanununa aykırı yayın yapma müsaadesi verme, gümrüklerden bilmem muafiyet verme meselesi NATO'nun ortak savunması ile ne derecede ilgilidir? Cürüm işliyen Amerikalıların Türk kanunlarına tabi olmaması ne dereceye kadar müşterek savunma ile ilgilidir? Bu hususlar pekâlâ cari sualdir. Anayasanın 65nci maddesine atıf yapan Sayın CHP sözcüsüne, aynı maddenin 4ncü fıkrasını da hatırlatmak isterim. Bir kere dediğim gibi, birinci mesele bu ikili andlaşmalar acaba hakikaten, Meclisten geçmesi zorunlu olmıyan uygulama andlaşmaları mıdır? Bunun tesbiti lâzım bir araştırma ile. İkincisi, diyelim ki, öyle karar verildi. Ama aynı maddenin 4 ncü fıkrası diyor ki: Türk kanunlarını ihlâl eden veya onları değiştiren" tam terimi şimdi hatırlıyamıyorum; Anayasayı yanıma almayı unutmuşum. "Türk kanunlarını değiştiren veya onlara karşı olan anlaşmalar aynı maddenin birinci fıkrasına tabidir." diyor. Yani Meclisin onaylamasına tabidir. İkili anlaşmaların ise Türk kanunlarını değiştirdiği, Türk kanunlarına aykırı hükümler ihtiva ettiği, hattâ Anayasaya karşı aykırı hükümler ihtiva ettiği bu kürsüden defalarca açıklandı. Binaenaleyh, bir an için uygulama andlaşmaları olduğu kabul edilse bile, 65nci maddenin 4 ncü fıkrası mucibince birinci fıkraya tabi olması. Yani, Meclisten geçmesi lâzımdı. Kaldı ki, yine hatırlatayım bizim burada istediğimiz şey, Meclisten geçmesi de değildir, Meclisin bir araştırma yaparak, bu kadar önemli bir konuda bilgi edinmesidir, bilgi elde edinelim sonra hükme varırız. Uygulama mıdır, değil midir, kanunlara aykırı mıdır, değil midir, bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi haleldar ediyor mu etmiyor mu? Karar safhası sonra gelir. Şimdi istediğimiz sadece bir araştırma yapılması hususunda Yüksek Meclisinizin karar vermesidir. Bildiri yayınlıyarak, işte, tekzibedildi, deniyor. E, okunan bildiride burada söz konusu olan hususlar hakkında, hiçbir sarih tekzip yok. Sadece, bu bildiride yer almıyan konulara inanılmamalıdır filân gibi, yuvarlak bir tâbir var. Kaldı ki, bir an için farz edelim, 24 andlaşmanın metni yoktur, dememiş olsun, Sayın Dışişleri Bakanı, bir an için böyle kabul edelim, bir an için kabul edelim ki, bu andlaşmalardan birini en vahim olarak nitelememiş olsun. Bir an için kabul edelim ki, ne yaptığı bilinmiyen, iklim şartlarını kontrol eden istasyonların mevcudiyetini söylememiş olsun. Ama ondan önce söyledikleri -ki bunu birinci konuşmamda hatırlattım- o hususlar kâfi derecede bir gerekçe değil midir bir araştırma açılması için? Çöpsüz üzüm değil demiş, büyük devletlerle münasebet kurmak zordur demiş, bu anlaşmaları meydana çıkarmak için aylarca uğraştım demiş. Eğer bütün yazılı metinler mevcut idiyse, arşivde neden acaba Dışişleri Bakanlığı aylarca uğraşmış, kendi ifadeleri ile, bunları meydana çıkarmak için? Neden Devletler Hukukuna aykırı hususlar, hükümetleri aşan uygulamalar vardır diyor? Bütün bunlar, 6 Ocak görüşmelerinde bir önerge münasebetiyle yapılan görüşmelerde Sayın Çağlayangil’in beyanatında ve Meclis tutanaklarında mevcut. Binaenaleyh, partinin ortak grup toplantısında söylediği, gazetelerde çıkan beyanlar doğru olmasa bile, bu Meclis tutanaklarına geçmiş beyanları, bu ikili andlaşmaların ele alınmasını ve tahkikini gerekli gösterecek ehemmiyettedir. Nasıl olur da bu kadar büyük, önemli bir konuda Meclisin hiçbir bilgisi olmaz. Binaenaleyh, bütün bu gerekçelerle yeniden Meclisin bir araştırma açılmasına karar vermesini arz ve teklif ediyorum.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, 84. Birleşim, 12 Nisan 1967 Çarşamba Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1967, Cilt 3, TÜSTAV Yayınları, 2005, s. 244-247. Konuşmanın tamamı için tıklayınız. Sayfa 25 Konuyla ilgili birinci konuşma için tıklayınız. Sayfa 25[251] |
TİP (1961-1988) ve 1965-1969 Meclis Konuşmaları/16 Behice Boran, Meclis Çalışmalarını Değerlendiriyor “Parti 15 milletvekiliyle Meclise girdi. Parlamentoyu da burjuva iktidarını ve partilerini eleştirmek, sosyalist görüş açısını ve önerilerini belirtmek için iyi kullandı. Meclis, ülke çapındaki kamuoyu önünde yapılan bir açık oturum, bir forum haline geldi. TİP sözcülerinin konuşmaları ne kadar kırpılsa da yine radyolarda ve basında yer alıyordu. Halk sosyal sınıfların ve sınıf açılarının ne olduğunu Meclisteki görüşmelerden de öğreniyor ve bu Meclis görüşmeleriyle bu kavramlar ve görüşler resmen tescil edilmiş oluyordu. Mecliste, dar parti çekişmeleri ötesinde ülkenin temel sorunları, özellikle ekonomik ve yapısal sorunları tartışılır oldu. Türkiye İşçi Partisinin Meclise girmesiyle Meclis görüşmelerinin niteliğinin değiştiğini burjuva partilerden birinin başkanı dahi Mecliste açıklamak zorunluğunu duydu. … TİP seçimleri, propagandasını yurt çapında yaymak, işçi sınıfı sosyalizminin sesini ülke genişliğinde yoğun bir biçimde duyurmak için kullanmıştır. Parlamentoyu, burjuva iktidarının ve partilerinin halka karşı, egemen sınıflardan yana tutumlarının iç ve dış politikalarının kamuoyu önünde sergilendiği, ülke sorunlarına sosyalist açıdan bakışın ve bu bakış açısından önerilen çözümlerin anlatılıp açıklandığı; işçi ve emekçilerin tüm ezilen, sömürülen kitlelerin, hak ve özgürlüklerinin savunulduğu bir forum haline getirmiştir.” Çark Başak, Sayı 11, 16 Temmuz 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1535-1537.[252] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/1 8 Ekim, Türkiye İşçi Partisi’nin Onur Günü’dür. 1978 yılında Ankara’da düzenlenen İl Temsilcileri Toplantısının ardından Bahçelievler’de hunharca öldürülen 7 Türkiye İşçi Partisi ve Genç Öncü üyesi yoldaşımızın anısını canlı tutma günüdür. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde bayraklaşan Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar’ı tüm yitirdiğimiz yoldaşlarımızla birlikte saygıyla, sevgiyle, onurla anıyoruz. Faşistler tarafından 6 TİP’li yoldaşımızın hunharca katledilmesi ve Serdar Alten yoldaşımızın beş kurşunla ağır yaralanması üzerine TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın 9 Ekim 1978 tarihinde verdiği demeçten: ”Bu arkadaşlarımıza sıkılan kurşunların asıl hedefi Türkiye İşçi Partisi’dir. Onların şahsında Partimize vurmak istediler. Bu, bir bireysel terör hareketi de değildir. Planlı, örgütlü bir terörün uygulanmasıdır. İki hafta önce Genel Merkezimize Genel Sekreterimizi hedef alarak yapılan saldırıyla bugünkü katliam birbirleriyle ilişkilidir. Partimize karşı planlanmış bir operasyonun iki değişik parçasıdır. Partimize karşı bu planlı, örgütlü saldırılarla faşist terörizmin tırmandırılışı yeni bir düzeye ulaştırılmıştır. Amaç, Parti hareketimizin engellenmesi, sindirilmesi, ellerinden gelirse yok edilmesidir. Böylece işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin kendi bağımsız partilerinden yoksun bırakılıp yalnızca çeşitli burjuva partilerine yaşama izni verilerek, “çok partili çoğulcu demokrasi” görünüm ve aldatmacası altında maskelenmiş bir faşist baskı rejiminin gerçekleştirilmesidir. [...] Bizim faşistlere cevabımız işçi, emekçi kitleler içinde örgütlenmemizi genişletip derinleştirerek daha da kök salmamız olacaktır. Katliamın Partimizin üye kazanma kampanyası açtığı gün yapılması rastlantı değildir. Burjuvazi ve emperyalizm işçi sınıfının politik hareketinin güçlenmesinden korkuyor. Burjuvazi ve emperyalizm Partimizden korkuyor. Korku ecele çare değildir. Yerli kapitalizmin ve emperyalizmin er geç tarih sahnesinden silinmesine de çare olmayacaktır.” https://8ekimiunutma.org/ Yürüyüş Dergisi, Sayı 184, 17 Ekim 1978, s. 4. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1859.[253] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/2 ”7 yiğit yoldaşımızın cenazeleri matem havası içinde değil, faşizme karşı nefreti ve mücadele azmini dile getiren gür sloganlarla kaldırıldı FAŞİZMİ EZECEĞİZ! Faşist çeteler bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm yolunda kararlı adımlarla yürüyen saflardan 7 yoldaşımızı düşürmüşlerdi. Amaçları işçi sınıfının ve emekçi sınıfların içinde öncü militanları vurarak yılgınlık yaratmaktı. Safları dağıtmak, yoluna engeller çıkarmak giderek yok etmekti. Darbe işçi sınıfının politik hareketi şahsında tüm anti-faşist güçlere vurulmuştu. 7 yiğit yoldaşımızın mücadele arkadaşları düne kadar yanıbaşlannda savaşan arkadaşlarını yitirmenin acısı içindeydiler. Bu acı büyüktü, bu acı dayanılmayacak düzeydeydi. Ama saflarda dağınıklığın ve yılgınlığın en ufak bir görüntüsü yoktu. Acı büyüktü ama yılgınlığı değil faşizme karşı mücadele kararlılığını körüklemişti. Arkadaşlarımızın katledilmelerinin hemen ertesi günü yeni yeni arkadaşlar mücadele bayrağını omuzlamak için görev başına koştular. Faşizme karşı, faşist teröre karşı en ufak bir geri çekilme söz konusu değildi. Faşist katillerce hunharca düzenlenen katliam ilerici, demokrat güç ve örgütler arasında da faşizme karşı nefreti alabildiğine körüklemişti. Faşist saldırıya karşı tepkiler yurt düzeyinde çeşitli biçimlerde dalga dalga büyüyordu. Birçok il ve ilçede ilerici demokrat, sosyalist kişi ve örgütler katliama karşı ilk tepkiyi Başbakanlığa ve İçişleri bakanlığına protesto telgrafları çekerek dile getirdiler. Ardından toplantılar, forumlar boykotlar ve yürüyüşler düzenlendi, faşizm lanetlendi. Kitle örgütleri yöneticileri, 7 yiğit yoldaşın üyesi oldukları örgütlere, Türkiye İşçi Partisi'ne, Genç Öncü'ye, Tüm-Der'e çektikleri telgraflarla ve bizzat gelerek başsağlığı dileklerini ilettiler, düzenlenecek cenaze törenine etkin bir şekilde katılacaklarını bildirdiler. Bu anti-faşist dayanışmaya ve birliğe duyulan sarsılmaz isteğin yüce bir ifadesiydi. Ama aynı gelişimi hükümet çevrelerinde görmek mümkün değildi. Her faşist saldırıdan sonra hükümet yetkililerinin demeçler vererek saldırganların yakalanması için gerekenlerin yapıldığını söylemeleri artık kanıksanmıştı, Faşist saldırganların yakalanması İçin ciddi bir çaba içine girmek ve faşist örgütleri dağıtmak bir yana, tersine hükümetin tavrı bu saldırılara karşı antifaşist tepkiyi önlemek veya asgariye indirmek için elinden geleni yapmak yönünde gelişmekteydi. Hükümetin bu tutumu, 6 yoldaşımızın katledilmesinden sonra da ortaya çıktı. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran cenazelerin kaldırılmasının engellenmemesi için Başbakanla görüşme yapmıştı. Olayın yarattığı büyük tepki cenazenin kaldırılmasının polis zoruyla engellenmesi olanağını ortadan kaldırmıştı. Bu yüzden direk olarak polis zoruyla engelleme ve cenazeleri tören yaptırmadan gömme yoluna gidilemedi. Ama düzenlenecek kitlesel töreni engellemenin başka yolları vardı. Eğer cenaze sahipleri 'ikna edilir de" hemen gömülme işlemi yerine getirilirse tören engellenebilirdi. Bunun için tüm yollar denendi. Tüm "saygın" kimlikler işin içine sokuldu. Yerine göre CHP milletvekilleri devreye girdi yerine göre tehditler savruldu, yerine göre de ordu mensupları "ikna" işinde görev üstlendiler. Sonunda 6 yoldaşımızdan 5'inin cenazeleri Ankara’daki törenden önce ya gömüldüler ya da memleketlerine gönderildiler. Ancak Salih Gevenci yoldaşımızın babasını tüm uğraşılarına rağmen ikna edemediler. Salih Gevenci kardeşimizin cenazesi Çarşamba günü Maltepe camiine getirildi. Maltepe camiinin önü sabahtan itibaren Türkiye’nin dört bir yanından akan ve Ankara’dan kitlesel bir şekilde katılan onbinlerle dolmaya başladı. Faşizme karşı nefret ve mücadele kararlılığı öylesine büyüktü ki, mesai saatleri olmasına karşın binlerce işçi ve memur cenazeye katılmak için örgütleri saflarında yer almışlar ve fiili olarak işlerini bırakmışlardı. Tören anti-faşist sloganların büyük bir uyum içinde atılmasıyla başladı. Maltepe'den Tandoğan’a yürüyüş tam bir disiplin içinde geçti. Belirli grupların artık alışkanlık haline gelmiş ve anti-faşist eylem birliğine ters düşen hareketleri bile, faşizme karşı sonsuz nefretin yarattığı hava ve bağlı olarak eylemin görkemli yapısı için de erimişti. Onbinler uzun süren yürüyüşten sonra Tandoğan alanını doldurdular. Cenazeye katılanların alana girmesinden sonra TİP Genel Başkanı Behice Boran kürsüye gelerek katledilen yoldaşlarımız ve tüm bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesi şehitleri için saygı duruşu çağrısı yaptı. Saygı duruşunu Behice Boran’ın yoldaşlarımız için yaptığı konuşma izledi. Tören bu konuşmadan sonra gür bir şekilde haykırılan FAŞİZMİ EZECEĞİZ sloganlarıyla sona erdi. Salih Gevenci kardeşimizin cenazeci mücadele arkadaşlarının bir bölümünün katılımıyla Çorum'a gönderildi.” Genç Öncü, Aylık Siyasi Gençlik Dergisi, Sayı 6, Kasım 1978, s. 8-9.[254] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/3 Erşen Sansal: Derin Devlet adamlarına hala sahip çıkıyor Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Avukat Erşen Sansal'la görüştü Bahçelievler Katliamı: Öldürülen oğlunun adını yaşattı “9 Ekim 1978 günü. Günlerden pazartesiydi. Neden hatırlıyorum? Hafta sonunda 7 ve 8 Ekim tarihlerinde TİP’in İl Temsilcileri toplantısı yapılmıştı. O gün bir duruşmam vardı, sabah erken çıkmış, radyo da dinlememiştim. Katliamdan haberim yoktu. Saat dokuz sıralarında yazıhanemin telefonu çaldı. TİP’in İl Başkanı Osman Sakalsız, telefonda “Acele partiye gelmemi” söyledi. Ne olduğunu sormadım. Önemli bir mesele olduğu anlaşılıyordu. Hemen çıktım. İzmir Caddesindeki il binasına gideceğim. Fakat Kızılay’dan geçerken bir şey dikkatimi çekti. Bir sonbahar sabahı. İnsanlar başları önlerine eğik geçiyorlar, kimse kimseyle konuşmuyor, herkeste bir suskunluk var. Hani filmlerde görürüz terk edilmiş kasaba diye, işte öyle suskunlaştırılmış, ağır bir hava çökmüştü Ankara’nın üstüne. Bu havanın nedenini İl Başkanlığı’na gelince öğrendim tabii. Haber duyulunca Behice Boran ve Nihat Sargın da İstanbul’dan çıkıp geldiler. Bir süre sonra da katiller yakalanmaya başlandı teker teker. Hayatlarında hiç tanımadıkları, yüzlerini bile hiç görmedikleri yedi genci, ellerindeki eterlerlerle, boğma telleriyle, 14’lü silahlarla donanmış olarak, altlarında çeşitli arabalarla gelip evlerinde baskın yapıp öldürmeleri terörün ne denli ürkütücü olduğunu gösteriyordu. Partinin kurucu üyesi olarak öldürülen gençlerin hepsini tanıyordum. Katliamda kaybettiğimiz gençlerden Serdar Alten bir hafta kadar yaşadı, daha sonra öldü. Geniş bir aileydi onlar. Ailesi de toplumsal meselelere açık ve aşina olan insanlardı… Haluk Kırcı’nın telle boğmaya çalışıp, sonra yastıkla havasını kesip öldürdüğü Osman Nuri Uzunlar, Bursalıydı. Babası İbrahim Uzunlar, katliamdan sonra doğan çocuğuna öldürülen oğlunun anısını yaşatmak için Osman Nuri’nin adını verdi. 34 yıl: O evi müze yapmayı düşünmüştük İlk andan itibaren davaya müdahil avukat oldum. 34 yıldır da Nezahat Gündoğmuş ve çok sayıdaki meslektaşımız ile birlikte takip ediyoruz. Bu davanın aydınlanmasında önemli ipuçları vardı. Mesela Serdar Alten, ölümünden önce arabanın plakasını verdi, eve giren dört kişiyi tarif etti. Bir önemli tanık da katliamdan iki gün önce pazardan alışveriş yapan yaşlı bir kadındı. Yorulunca elindekileri yere koyup, oradaki bir duvarın üzerine oturup soluklanmak istemiş. O sırada iki gencin konuşmalarını duymuş. Bir genç gelip, iri yapılı diğerine “Reis baktım. 5-6-2 Tamam” demiş. Reis dediği, “Git bir daha bak yanlışlık olmasın” demiş. Bir daha gidip gelmiş, “Tamam Reis” demiş. 56/2 numaralı adreste katliam meydana gelince o gün pazarda duyduklarıyla bağlantı kurmuş. Fotoğraflardan teşhis yaparak iki kişiyi gösterdi. MHP’nin Bahçelievler sorumlusu Ercüment Gedikli ile Tokat Yurdu’nun Reisi Duran Demirkıran’dı o gün konuşanlar. Abdullah Çatlı, organizasyonun başındaki büyük Reis! Bu tanık Mamak’ta ağustos ayında yapılan duruşmaya yakası kalkık bir kürk mantoyla, acemice bağlanmış başörtüsü ve siyah gözlüklerle geldi. Kendisini böyle kamufle ettiğini gören hâkim, kadının rahat konuşabilmesi için sanıkları salondan çıkardı. Kadın ayrılırken de güvenliğinin sağlanmasını istedi. Değerli bilim insanı Behice Boran, 1979 seçimleri nedeniyle yaptığı televizyon konuşmalarından birinde yedi gencin Bahçelievler’de öldürüldüğü günü, TİP’in onur günü olarak ilan ediyordu. Behice Boran hakkında bu konuşma nedeniyle “komünizm propagandası” suçundan ceza verildi. Öldürülen gençlerin anısını yaşatmak için bu evi muhafaza etmeyi düşündük. Evi müze yapmak aklımızdan geçmişti. Olmadı öyle bir şey. Öyle duruyor o ev. İnsanlar oturuyor. Tahliye: Derin devlet adamlarına hâlâ sahip çıkıyor Son tahliye kararında da AKP suskun kalarak onayladı, MHP açıkça savundu. Bu katillerin serbest bırakılmalarıyla adalet sağlandığını söyleyenler, önce evlerinde ders çalışan silahsız gençlerin saatler süren işkencelerle neden öldürüldüğünün cevabını vermeliler. Hatırlarsınız Abdi İpekçi cinayetinin tetikçi M. Ali Ağca’nın tahliyesi sırasında kurbanlar kesildi, lüks otomobillerle karşılayan grup “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye sloganlar attı. Cevat Yurdakul’un katili Muhsin Kehya’nın tahliyesinden sonra da yapıldı. Bahçelievler katliamının yargı sürecinde ve hapishanede kaldıkları süreçte haksızlıklar oldu. Haluk Kırcı nedense üç kere yanlışlıkla tahliye edildi. Üçünde de itiraz dilekçeleri verip kararın düzeltilmesini sağladık… Şimdi tahliye edilen Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu, 1999’da yakalanmışlardı. Bünyamin Adanalı daha önce kısa bir dönem yatmıştı. Onunla birlikte 14 yıl yatmış oluyor. İlginçtir ki, daha sonra yedi kez ölüm cezasına çarptırılacak olan Bünyamin Adanalı, altı ay kadar tutuklu kaldıktan sonra mahkemece tahliye edilmişti. Bugüne bu yollardan geçilerek gelindi. Derin devlet kendi adamlarına hala sahip çıkıyor. Bahçelievler katliamı kamuoyunda büyük nefret yaratmıştı. Katliam hafızalarda hala taze. Tahliyelerin ardından gazete ve televizyonların bu kadar ilgilenmesinin nedeni de bu. Tahliyeleri protesto için evin önünde yaptığımız etkinlikte “Hiçbir kanun vicdanlardaki mahkûmiyeti silemeyecek” dedim. Bu kararı veren hâkim de “Vicdanım sızlıyor” dedi. Bahçelievler katliamının 34 yıllık yargı sürecinde o kürsüden çok hâkim geldi geçti. Bir vicdan meselesi söz konusu ediliyorsa hangi vicdanların ne zaman neleri hissettiği meselesi de gözden geçirilmeli. Yedi idam kararının da çıktığı o kürsünün vicdanıyla şimdi katilleri serbest bırakan vicdan aynı vicdan mıdır acaba? Bu kararlarla toplumsal vicdan yaralanıyor, toplumun adalet duygusu yaralanıyor, çok şeyler kaybediyor. 1974 yılında çıkarılan Af Kanunu yanlış şekilde uygulanarak, müebbetlikler salıverilmişti. Bu yanlışlığın farkına varılması üzerine, bırakılan müebbetlikler yeniden toplanarak cezaevine kondu. Bu uygulama, günümüzde de tekrarlanabilir ve yanlış hesaptan dönülebilir. Kararı bu beklentiyle temyiz ettik. Davalar: Olağanüstü mahkemeler acı çektirdi …12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde öğrencilerin, aydınların davalarını aldım. Ankara, İstanbul, Eskişehir’de, Türkiye’nin hemen her yerinde davalara girdim… Gerek 12 Mart, gerekse 12 Eylül’de ve DGM’ler gibi olağanüstü mahkemelerde bütün ülkeye acı çektiren yargılamalar yapıldı. Günümüzde de bir yargı sorunu var Türkiye’de. Maalesef yargı kanayan yara halindedir. Hangi davaya baksak öyle, Sivas davası kanayan yara halindedir. Bahçelievler katliamı davasında aradan geçen 34 yıla rağmen hala yara kanatılmaktadır. Mekanizma ilginç işliyor; siyaset savcılarımızı, hâkimlerimizi çağırıp da “Şöyle dava aç, böyle karar ver” demiyor elbette. Açıktan talimatlar verilmiyor. Ama kimi zaman “Siz hiç benim şu tür suçlamalarla karşı karşıya bulunan insanların bu toplumda serbestçe dolaşmasına izin vereceğimi söylediğimi duydunuz mu?” demek yetiyor. Hangi yargıcın, savcının ne yapacağı onun idrakine bırakılıyor. Bir de hâkim ve savcılar, en üst düzeyde gelire sahip kamu kesimidir. Bu memnun edilme onlarda şükranlarını ifade etme duygusu yaratıyor. Kuşkusuz bu sözümüz hepsi için geçerli değil. Değerli Faruk Erem hocamız özellikle siyasetin yargıya karışmasını kastederek şöyle söylerdi; “Yüz gram altının içinde 10 gram yabancı madde olsa o yine altındır. Fakat 100 gram adaletin içinde bir miligram yabancı unsur olursa o adalet olmaktan çıkar”. Bugün için de durum budur.” https://8ekimiunutma.org/>https://8ekimiunutma.org/ t24.com.tr/.../ersen-sansal-derin-devlet...[255] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/4 8 Ekim 1978 Bahçelievler Katliamını Unutma! 8 Ekim 1978’de Ankara’da Bahçelievler’de vahşice katledildiler. Bilinçlerinden ve partilerinden başka silahları yoktu. Onlardan biriydi kendisinin ve arkadaşlarının katillerini yakalatmak için ölüme yüreğiyle direnen. Katillerin sırtlarını nerelere dayadıkları Susurluk’ta açıkça ortaya çıktı. Türkiye’nin demokratik güçleri, vahşete karşı hukuktan yana olan tüm onurlu insanlar elbirliğiyle katillerin cezalandırılmasını başardı. KARANLIK GÜÇLER TARAFINDAN ANKARA’DA BAHÇELİEVLER’DE KATLEDİLEN SEVGİLİ ARKADAŞLARIMIZ, SEVGİLİ KARDEŞLERİMİZ Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar’ı HİÇ EKSİLMEYEN SEVGİ VE ÖZLEMLE ANIYORUZ. UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ! TÜRKİYE İŞÇİ PARTİLİ ve GENÇ ÖNCÜLÜ ARKADAŞLARI [256] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/5 AVUKAT ERŞEN SANSAL İLE SÖYLEŞİ: ”HAZIRLANAN RAPORLAR MAHKEMEDEN KAÇIRILDI Bahçelievler Katliamı, avukat Nezahat Gündoğmuş ve sizin çabalarınızla gün ışığına çıkarıldı. Sizce neden öldürüldüler? Bugünden düne baktığınızda olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Önemli olan bir şey var: Bir terör olayı ne denli büyük boyutlara ulaşırsa yankısı o kadar büyük olur; ürkütücülüğü ve yıldırıcılığı büyük olur. Dehşet vericiliği artıracak bir boyut da, masum hedeflerin seçilmesidir. Bu tür olaylar tepki çekicilikleri ile kendi reklamlarını yaparlar. Kitleler kendilerini terörün hedefindeki masum insanlarla bütünleştirerek/özdeşleştirerek korkuya düşerler. (…) Bahçelievler Katliamı, planlaması (Mahmut Korkmaz’ın evinde toplantı), katliam hazırlıklarının yapılması (Ercüment Gedikli, Ömer Özcan ve Duran Demirkıran tarafından yapılan keşif), kullanılacak malzemelerin temini (katliamda kullanılan araçların, silahların sağlanması, Numune Hastanesi’nden eterin çalınması) dikkatle değerlendirilecek hususlardır. Ayrıca katliam gerçekleştiren kadro, ülkücü kanattaki en vurucu, en uzman kadrodur. Olayın başında yapılmış olan bu değerlendirme bugün için de geçerlidir. Dava sürecini ve sonraki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Davada, soruşturmanın uzun süre sonuçsuz kaldığı yolunda bir kanı doğru değildir. Davanın soruşturma aşaması, bu boyuttaki bir olay için uzun bir zaman sayılmaz. Üstelik o dönem, yıldırıcı faşist terörün boyutlarını yükselttiği bir dönemdir. O dönemin birçok cinayet olayı, daha sonra ‘faili meçhul’ler yığını içinde yer almıştır. Bahçelievler Katliamı’nın önemli bir özelliği, işte bu kategorinin dışında kalan tek tük olaylardan biri olmasıdır. Basında ve köşe yazılarında yansıtılan genel eğilim de bu yöndedir. ‘Olay yerinde parmak izi bile alınmadığı’ yolunda, Ercüment Gedikli’nin sözleri oldu. Ancak Gedikli, şimdi aradan 29 yıl geçtikten sonra bunu söylüyor. Dava devam ederken, ne Gedikli, ne de onlardan başka bir kimse böyle bir talepte bulunmadı. 29 yıl çok şeylerin izini silmiş olduğu kadar, artık ortada bir de kesinleşmiş kararlar var. Bu aşamada, sanki ilginç bir iddia ileri sürülüyormuş gibi, kafalarda karışıklık yaratma amacıyla söylenen sözler, mızrağı çuvalda saklamaya elvermez. Kaldı ki, parmak izi incelemesi yapmayı, polisiye olaylarda soruşturmanın yürütülmesini belirleyen kurallar çerçevesinde imiş gibi sunma da keza yersizdir. Bahçelievler olayının ortaya çıkarılması, tesadüflerin eseri değildir. Semiha Üstündağ, ‘Tamam reis, 5,6,2’ sözlerine tanık olduktan sonra olayı stajyer komiser oğluna anlatmıştır. Üstündağ, bu olayı, bir kadınlar toplantısında anlatmış, o mahallede oturan kadınların olaya ilgi göstermeleri ve son günlerde artış gösteren eylemli olaylar, Üstündağ’ın kafasında, olayın öneminin daha iyi idrak edilmesine neden olmuştur. Bir benzin istasyonunda bir arabanın plakasının değiştirilmesi bir izin sürülmesine neden olmuş olabilir. Ancak bu arabanın Alparslan Türkeş adına kayıtlı olması, olayın ülkücü kesimin bir eylemi olmuş olması nedeniyle, Türkeş ile ilgili kanıtların, özellikle de Türkeş’in ülkücülere tahsis ettiği bir arabanın soruşturulacağı da hesap edilebilecek bir olgudur. Tesadüf gibi görünen bir başka husus: Gözaltında İbrahim Çiftçi ile Duran Demirkıran’ın birbirleriyle konuşmalarıdır. Ancak bu da soruşturmayı yürüten emniyet ekibinin bilerek yaptığı bir izlemedir. (…) Abdullah Çatlı da iki defa yakalamasına rağmen serbest bırakılmıştı. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Abdullah Çatlı iki defa yakalanıp bırakıldı, doğrudur. Haluk Kırcı, hükümlü olarak kaldığı cezaevinden iki kez – nedense –yanlışlıkla tahliye edildi. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın başkanlığında hazırlanan raporda: Devlet Başkanı Kenan Evren’in, Abdullah Çatlı için, kısa bir süre hapis yatırtarak legale çıkarılmasını önerdiği bir yerde, başka ne beklenebilir? Daha sonra ne oldu? Aynı şey, başka kişilerle uzantı verdi. Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı sıfatını taşıdığı bir sırada, Abdullah Çatlı’yı kastederek, ‘Devlet için kurşunu yiyen kadar sıkan eller de şereflidir’ dedi; mesele bütün açıklığı ile görülmüyor mu? Bunların hepsi bir yana, Abdullah Çatlı’nın üst düzeyde bir emniyet görevlisi ve o zamanın iktidar partisine mensup bir milletvekili ile aynı arabada bulunması; aynı amaçla, aynı vasıtalarla, aynı yolda yürüme birlikteliğini en güzel şekilde örneklemekte değil midir? Susurluk kazasından sonra Bahçelievler Katliamı davası yeniden gündeme geldi ve yeni bir boyut kazandı. Bundan sonra davanın seyri nasıl gelişti. Susurluk kazasından sonra Bahçelievler Katliamı, faşizmin sürüp gitmekte olan boyutunun perspektifini göstermiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz, Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve başkaları, Susurlukçu kesimin yanında yer aldılar. Susurluk kazası, gerek TBMM’de, gerekse Başbakanlıkta yapılan soruşturmalar ile araştırıldı. Ancak soruşturmalar sonrasında hazırlanan raporlar, olayda hiçbir gerçeğin kendisinden kaçırılamayacağı, gerçeği araştırma makamından (Mahkemeden) kaçırıldı. Bu soruşturmalar sonrasında iki bakan (Meral Akşener, Mehmet Ağar) istifa etmek zorunda kaldılar. Susurluk olayının, Bahçelievler Katliamı’nın katilleri ile bütünleşen önemli isimleri, bugün de itibar mevkiindedirler. (…) Sizce adalet yerini buldu mu? Bahçelievler Katliamı davasında ulaşılan sonuç; yığınla faili bilinmeyen, daha doğrusu ‘bulunamayan’ olayların yaşandığı bir dönemde, halkta, kamuda yoğunlaşmış olan bir tepkiye bir cevap oluşturmuştur. Bu kamuoyundaki tatmin duygusu açısından değerlendirilmelidir. Birçok davada hükmün ‘Türk Milleti’ adına verildiğini görürüz; ama, kamunun duygularına tercüman olabilen kararlar pek azdır. Kamuoyunu yansıtan araçlardan bir tanesi basındır. Bahçelievler Katliamı hakkında basında çıkan çok sayıdaki değerlendirme yazıları bir araya getirilse, kamunun ‘bir dönemin adaletinden’ beklentileri konusunda ilginç bir derleme olurdu. Buna şunu da eklemek isterim: Bahçelievler Katliamı Ağır Ceza Mahkemesinde devam ederken, özellikle, Susurluk olayından sonraki aşamada, salondaki dinleyici sıraları hep dolu olmuştur. Bu da olayın üzerinden yirmiden fazla yıllık bir zamanın geçmiş olduğu bir aşamada dikkate değer bir olgudur. Bahçelievler Davası bugün ne aşamada? Bahçelievler Katliamı Davasında yakalanmayan tek sanık, Kürşat Poyraz’dır. Diğer sanıkların hepsi mahkeme önüne çıkarıldı. Yargılama sırasında Poyraz’ın Fransa’da olduğu nedeniyle, iadesinin istenmesi için Adalet Bakanlığı’na yazı gönderildi, fakat sonuç alınamadı. Öte taraftan bu sanık hakkında zamanaşımının dolduğuna dair karar verildi, fakat bu karar da temyiz edildiği için kesinleşemedi.” https://8ekimiunutma.org/ Görüşme, Eylül 2007- Orhan Tüleylioğlu, Neden Öldürüldüler? İkinci Kitap, Ekim 2007, um-ag Yayınları. [257] |
Behice Boran, 34. Yıldönümü İlanı "Dünyanın ve Türkiye'nin aydınlık geleceğine", barış, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine adanmış yaşamı ile siyasetçi ve bilimci Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran'ı, aramızdan ayrılışının 34. yılında saygıyla, sevgiyle anıyoruz. https://behiceboran.net/ [258] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/1 Öğrencilik yılları… 14 Mayıs 1910 ( eski takvime göre 1 Mayıs 1326) tarihinde Bursa’da doğdu. On yaşındayken ailecek İstanbul’a yerleştiler. Bursa’da başladığı ilkokula, İstanbul’da Fransız okulunda devam etti. Ortaöğrenim yılları Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde geçti. 1927’de Orta, 1931’de lise bölümlerini birincilikle bitirdi. Boran, genç Cumhuriyetin cehaletle mücadele çabaları içinde eğitimci olmaya karar verdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi. Öğreniminin ikinci yılında, isteği üzerine, Manisa Orta Mektebine İngilizce öğretmeni olarak atandı. 1934’te başvurusu olmamasına rağmen, kendisini kolej yıllarından tanıyan hocalarının önerisiyle, ABD Michigan Üniversitesi’ne burslu doktora öğrencisi olarak davet edildi. 1935-1939 arasında Amerika’da eğitim gördü. Üniversitede Marksizm ile tanıştı. Bu, sonraki bütün yaşamını belirleyecek doğrultunun seçilmesi anlamını taşıdı. Kendi sözleri ile “hayatının dönüm noktası oldu”. Marksizm’in, dünyayı yalnızca açıklamak değil değiştirmek gerektiği ilkesi, bir sosyolog olarak Boran’ın da yönlendirici ilkesi oldu. Doktora tezini, Amerikan toplum yapısının işleyişini ortaya koyan“Mesleki Hareketlilik Üzerine Bir Çalışma: Birleşik Devletlerde Mesleki Gruplaşmaların Yaş Gruplarına Göre Dağılımının Analizi (1910 – 1930)” başlığıyla tamamladı. 1939’da sosyoloji doktoru oldu. Öğretmenlik dönemi… ‘39 Mayıs’ında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim kadrosuna katıldı 1948’e kadar DTCF’de çalıştı, istatistik, şehir sosyolojisi, sosyolojiye giriş dersleri verdi. Sosyolojinin sorunlarını Marksist yöntemle ele aldığı bu dersler, üniversite çevresinde geniş etkiler yarattı. Sadun Aren, Aydın Yalçın gibi dönemin üniversite asistanları da derslerini dinleyenler arasındaydı. Öğrencilerine, yeni oluşmakta olan Ankara gecekondularında, Ankara ve Manisa köylerinde saha çalışmaları yaptırdı, eğitimle araştırmayı iç içe yürüttü. 1940 – 1948 üniversite dönemi, Boran’ın yazılarıyla ve eğitimde yaktığı ışıkla, Türkiye’de sosyolojinin kurulmasına önemli katkılar yaptığı verimli bir dönemdir. Belirginleşen ideolojik çizgi… Üniversite dergisinde yazıları yer aldı. 1941 yılında arkadaşlarıyla birlikte “Yurt ve Dünya” dergisini çıkarttılar. 1943’te “daha belirgin bir ideolojik çizgi”de yayın yapmak için Muzaffer Şerif ile birlikte Adımlar dergisini çıkarttı. Yurt ve Dünya 42. sayıda, Adımlar 11. sayısında ağır baskılar nedeniyle yayına son verdi. 1941’de Manisa’da gerçekleştirdiği “Bir köy üzerine sosyal yapı ve sosyal değişme tetkiki” çalışmasıyla doçentlik unvanını aldı. 1942’de çalışmasının kapsamını genişleterek “Toplumsal Yapı Araştırmaları: İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki” adıyla ilk kitabının yazdı (birinci baskı 1945-Ankara). Siyasete fiilen giriş… O dönemde Türkiye’de sosyalist bir parti kurulması yasaktı. Türkiye Komünist Partisi varlığını gizli olarak sürdürebiliyordu. Örgütlü sosyalist mücadeleye inanan Behice Boran 1942’de Türkiye Komünist Partisi’ne girdi. Adımlar’da Zeki Baştımar gibi partililerin yazılarına yer vermeye başladı. Önce gizli İlerici Demokrat Gençler Derneği, 1945’te de yasal Türkiye Gençler Derneği çalışmalarına katıldı, destekledi. Derneğin yayını Ant Gençlik’te faşizm üzerine yazdı. 1945’te, Tan gazetesinde demokrasi üzerine yazılar yazdı. Yine aynı yıl Görüşler’de yazmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı boyunca dünya çapında yaşanan demokrasi-faşizm kutuplamasının tam ortasında yer aldı. Ülkede başlatılan cadı avı Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yoğunlaştı. Hükümet, 1945’te başlattığı üniversiteden uzaklaştırma girişimlerini, yasal itiraz yollarını kapatarak 1948’de sonuçlandırdı. Behice Boran, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırıldılar. Her üçü de resmi makamlarca yurtdışına çıkmaya zorlandılar. Aynı zamanda yurtdışındaki üniversitelerden teklifler de almaktaydılar. Ama ülkede kalmak için yokluk, yoksunluk içinde uzun süre direndiler. Sonunda Boratav 1952’de Fransa’ya, Berkes 1950’de Kanada’ya gitti. Bu arada Boran ve çevirmen Nevzat Hatko 1946’da evlenmişlerdi. Ve Boran, üniversiteden atıldığında mesleğinin zirvesindeydi. Marksist bakışla sosyolojinin ana akımlarını ve temel konularını ele aldığı“Geriye Dönüp Baktığımızda Sosyoloji” yazısı yurtdışında yayınlandı, uluslararası platformda önemli yankılar yarattı. 1946’da TKP lideri Şefik Hüsnü Deymer’in kurduğu TSEKP’ye (Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi’ne) de destek verdi. Partinin Söz gazetesinde demokrasi, demokrasinin sınıf karakteri ve halkın siyasete katılımı üzerine yazdı. Davalar, mücadele, hapislik, yaşam sıkıntısı… Boran’nın yaşamı üniversiteden koparıldıktan sonra 1960’a kadar davalar, hapislik ve geçim sorunları içinde geçti. Dönem siyasal ve bilimsel yaşam açısından tam bir çoraklıktır. Türkiye’nin NATO’ya girmesini sağlamak amacıyla azgınlaşan anti-komünist politika NATO’ya girişin ardından doruğa çıktı, yoğun baskılar yaşandı, yasal sol partiler kapatıldı, 1951 tevkifatıyla TKP’ye ağır darbe vuruldu. Arkadaşları gibi Boran da derslerinden, konferanslarından dolayı 1948’de mahkemeye verildi. Mahkeme iki yıl sürdü, Boran ve Berkes önce ceza aldılar. Temyizin kararı beraat oldu. Nâzım Hikmet’e af çalışmalarına katıldı. “Örnek Sanatçı: Nâzım Hikmet” yazısını yazdı. 1950’de Türk Barışseverler Cemiyeti’ni kurdu. TBC, Türkiye’nin NATO yörüngesine girmesini eleştirdi, Kore’ye asker yollanmasına karşı çıkan bildiri yayınladı. Bildiri dağıtımına Galata Köprüsü’nde katılan Boran, arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı, 15 ay hapis, 5 ay sürgün cezası aldı. 1951’de oğulları Dursun Hatko doğdu. 1953’te TKP tevkifatına dâhil edildi. İki ay tutuklu kaldı, delil yetersizliğinden beraat etti. 1954-1960 arasında Nevzat Hatko’yla birlikte kurdukları tercüme bürosunda çalıştı. 27 Mayıs 1960 hareketiyle, ana iktidar odaklarının, farklı politik pozisyonları ve birbirlerini dengelemek için oluşturdukları siyasal ve hukuksal yapı, toplumsal hareketlerin de etkisiyle 1971’deki yeni müdahaleye kadar demokrasiye genişçe bir alan açmış, böylece Boran için de aktif siyasal yaşam yeniden başlamış oldu. https://behiceboran.net/index.php/873-2/[259] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/2 Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu… 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Kurucular önce aydınlarla ilişkiye açık değildiler. Ancak bir süre sonra bu görüş değişti. Şubat 1962’de Aybar’a başkanlık önerdiler. Aybar, Boran’ın da içinde bulunduğu çevreye danışarak öneriyi kabul etti. Boran Parti’yi zora sokmamak için hemen üye olmadı. Üye belgesini tarihsiz doldurup Aybar’a teslim etti. Kurucular da Boran gibi sivri bir isme sıcak bakmıyorlardı. Ancak yayınlarda TİP’i savunan güçlü kalemi, kurucuların desteğini kazandı, 1962 sonunda Parti’ye üye oldu. 1960 sonrasında sol düşünce hızla yayılırken ortaya iki ana görüş çıktı ve bu saflaşma 12 Mart 1971 muhtırasına kadar devam etti. Bunlardan biri, önce YÖN dergisinin, daha sonra Milli Demokratik Devrimcilerin temsil ettiği, aydınlara ve sivil-asker bürokrasiye özel önem veren anlayış idi. Diğeri ise TİP’in, işçi sınıfı hareketinin bağımsızlığına, öncülüğüne, emekçi halkın katılımına ve demokrasiye sahip çıkmaya özen göstererek sosyalizme ulaşmayı amaçlayan çizgisi. Aralık 1961’de geniş bir aydın çevrenin imzaladığı YÖN Bildirisi yayımlandı. Bildiri “çözüm sosyalizmdir” demesine rağmen “aydınlara, asker-sivil bürokrasiye, yukarıdan değişimlere” vurgusu nedeniyle Aybar ve Boran tarafından imzalanmadı. Bu dönemde Boran yazılarıyla, TİP’i önemsiz göstermeye çalışan YÖN’le ve Türk-İş çevreleriyle tartıştı. 27 Mayıs darbesiyle önemli bir toplumsal ve siyasal açılış yaşandığını ancak bunun tekrarlanmaması gerektiğini savundu. “Kestirme Yol”lara karşı çıkarak, işçi sınıfının ve halkın örgütlenmesinin, mücadeleye katılmasının önemini belirtti. O dönemde SÖZ ve Vatan gazetelerinde, YÖN ve Sosyal Adalet dergilerinde yazılar yazdı. TİP’te önce “Etüd ve Araştırma Bürosu”nda çalıştı. Yeni parti programının hazırlaması çalışmalarını yürüttü. Yeni programa işçi sınıfının demokratik öncülüğünü esas alan Marksist bakış açısının hâkim olması için çaba sarf etti. Hazırlık grubu içinde çıkan farklılıkta Boran’ın görüşü etkili oldu ve 1964’teki 1. Kongre’ye bu taslak sunuldu. 1964’teki 1. Kongre’de (İzmir) Genel Yönetim Kurulu (GYK)’na seçildi. 1965 seçimlerinde Ankara adayıydı. Ama Milli Bakiye seçim sistemi özel hesaplamaları sonunda Urfa’dan milletvekili oldu. 1969’a kadar TBMM çalışmalarına aktif olarak katıldı. TİP milletvekilleri o zamana kadar tek sesli olan Meclis çalışmalarına yeni bir boyut getirdiler. Behice Boran da dış politika, milli savunma, eğitim sorunları üzerine konuşmalar yaptı, komisyonlarda görev aldı. Konuşmalarında, bağımsız bir dış politikanın ülkemizin yararına olduğunu anlattı, NATO üyeliğinin ve yandaşlığının tehlikeleri üzerinde durdu. Hep etkin ve saygın bir Parti sözcüsü oldu. Konuşmaları hasımlarınca bile dikkatle dinlenirdi. Süleyman Demirel’in bile yıllar sonra da olsa belirttiği gibi, ”TİP’lilerle birlikte Meclis çalışmalarına kalite geldi”. 1966’da 2. Kongre (Malatya) sonrasında Merkez Yürütme Kurulu(MYK)’na seçildi. Bu kongrede YÖN’cülüğün parti içindeki uzantısı durumunda olan “Milli Demokratik Devrim (MDD)” tezine karşı parti çizgisini savundu. 1968 yılında “Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları” kitabı yayınlandı. Boran bu kitapta 27 Mayıs sonrasında sosyalist hareketin durumunu ve yönelimlerini, tarihsel ve toplumsal analizle birleştirerek açıkladı. Aybar’la anlaşmazlık… Kasım 1968’te 3. Kongre öncesinde Aybar’la anlaşmazlık baş gösterdi. Aybar, Parti’yi sınıf çizgisinden ziyade vatandaşlık ve vatandaşlık hakları çizgisine yöneltmeye çalışıyordu. Ancak bu çizgi değişikliğini öncelikle Parti organlarında tartışmıyor, Parti’yi atlayarak basın aracılığıyla yapıyordu. Boran, Sadun Aren ve Nihat Sargın’la birlikte Aybar’a karşı çıktı. 3. Kongre’de Aybar etkili oldu ve Boran GYK’ya seçilemedi. Parti süreç içinde giderek daha çok Aybar’a karşı tutum aldı ve Boran, Aralık 1968’te 2. Olağanüstü Kongre’de GYK üyeliğine seçildi. Ocak 1970’de MYK toplantısında Genel Sekreter oldu. Önce Parti muhalefetini toparlamak için, sonra da Parti görüşlerini savunmak üzere Emek dergisinin çıkışına katıldı. İşçi sınıfı, bürokrasi ve devrim üzerine yazılar yazdı. Kasım 1970’de toplanan 4. Kongre’de GYK üyeliğine ve sonrasında Genel Başkanlığa seçildi. 4. Kongre, 1975’te yeniden kurulan TİP’in de çizgisini, yapısını belirleyecek politik ve örgütsel kararlar aldı. Politik olarak “Ortodoks Marksist çizgi” diye tanımlanabilecek bir tutum benimsendi. Parti’nin yalnızca “yatay değil, dikey olarak da örgütlenmesi” gerektiği kararı alındı. Türkiye’de ilk kez, kanayan bir yaraya işaret edildi ve Kürt halkının varlığına ve haklarına ilişkin kararlar alındı. Bu kararların bir kısmı Parti yöneticilerinin sıkıyönetim mahkemelerinde mahkûmiyet gerekçesi oldu. Anayasa Mahkemesi ise, Kürt Sorunu kararını Parti’yi kapatma gerekçesi yaptı. Boran, 4. Kongre’den sonra Parti’yi toparlama mücadelesinin önünde yer aldı. TİP Genel Başkanı olarak, Meclis’in devre dışı bırakılmasına karşı çıktı, “Faşizm parlamenter kılığa büründürülmüş veya üniforma giydirilmiş şekliyle kapı ağzında boy göstermiştir” açıklamasıyla “Faşizme Hayır Kampanyası”nı başlattı. 12 Mart Muhtırasından sonra Mayıs 1971’de Boran tutuklandı. Temmuz 1971’de TİP “bölücülük”ten kapatıldı. Boran Anayasa Mahkemesinde ve Sıkıyönetim Mahkemesinde Parti’nin sözcülüğünü yaptı. TİP’in kazanımlarını savundu, yapılanların halka karşı antidemokratik özünü sergiledi. Ekim 1972’de 15 yıl ağır hapis, 5 yıl gözetim cezası aldı. Temmuz 1974 affıyla çıktı. 1974 yılında Boran’ın savunması Avukat Necla Fertan’ın hukuki savunması ile birlikte kitap olarak basıldı. TİP yeniden kuruluyor… Boran, 1975’te TİP’in yeniden kuruluşuna öncülük etti. Parti 4. Kongre’nin politik ve örgütsel yönelimlerini benimsedi ve çalışmaya başladı. Boran, “günümüzde işçi sınıfı partisini yasal olarak kurmak olanaklı değildir” diyen görüşlere de, “sol birleşsin” görüşlerine de uzak durdu. Boran’a göre TİP toplumsal meşruiyetini kanıtlamıştı. Bu meşruiyet üzerine bir yasallık inşa edilebilirdi. Birlik konusuysa “diğer” hareketlerin politik yönelimleri nedeniyle olanaklı değildi. TİP, yeniden 1970 öncesi mirası canlandırmaya ve kucaklamaya yöneldi. Demokratikleşme ve demokrasi mücadelesi sorununu en başa koydu. Boran’ın yazıları ve konuşmaları hep bu yönde oldu. Yürüyüş dergisinde, Çark-Başak ve Yurt ve Dünya dergilerinde yazılar yazdı. CHP’ye işbirliği önerildi, reddedildi. Demokratik bir Türkiye’nin gerekliliği ve gerçek bir demokrasinin savunulması için CHP’ye uzatılan el havada kaldı, bir işbirliği olanağı gerçekleşemedi. 1975 sonrasının artan ve tırmandırılan çatışma ortamında sağlıklı seslerin kendini duyurması hayli zordu. TİP, tam boy çatışma ortamına yuvarlanmış olan solun dikkatini, demokratikleşme konusuna çekmeyi başaramadı. Diğer yandan geniş yığınlarca CHP’nin hemen sonuç alabileceğinin düşünülmesi Parti’nin etki alanını daralttı. Bütün bu koşullarda yazan, konuşan, öneren, uyaran bir Behice Boran görüyoruz. 1978’de “Sosyalist bir partinin, önerilerini var olan durumun analizine dayandırması gerekir” önermesini somutladı. Bilimcilerin Türkiye’nin durumunu analiz ettiği ve öneriler geliştirdiği “Demokratikleşme İçin Plan” çalışmasına öncülük etti. Demokratik hakların savunulmasına önem verdi. 1 Mayıs 1979’da sıkıyönetimin, silahların gölgesinde sokağa çıkma yasağı ilan ederek milyonlarca insanı evlerine kapattığı bir günde, Partili ve Genç Öncü’lü yoldaşlarıyla birlikte sokağa çıktı, yasakları kırdı, 1 Mayıs geleneğine sahip çıktı. Aynı yıl, yaklaşan “faşizm karşısında” solun alanını genişletmek için birlik sorununu yeniden ele aldı. Partisinin demokratik ve siyasal birlikler kurması açılımlarını destekledi, öncülük etti. 1979 seçimlerinden sonra, 1975’e göre değişen durumları ve gerçekleşemeyenleri belirterek sosyalist partilerin birliği ve demokratik bir cephenin oluşturulması için ilk işaretleri verdi. Bu yönde TİP içinde “Tek Parti – Tek Cephe” kararlarıyla sonuçlanan bir genel tartışma açıldı. Bu tartışma TİP’in yeni rotasını belirledi. İleride Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kurulmasıyla sonuçlanacak birlik süreci böylece başladı. Zorunlu sürgün, kararlı mücadele, hüzünlü veda… 12 Eylül Darbesi sonrasında partili arkadaşlarının ısrarı sonucunda yurtdışına çıktı. Askeri cuntanın “yurda dön” çağrısına uymadı, yurttaşlıktan çıkarıldı. Ülke üzerindeki baskıya, zulme ve askeri vesayete karşı mücadeleyi aksatmadan sürdürdü. 1982 Anayasasına karşı Frankfurt Konferansı’na başkanlık yaptı. TKP ile birlik görüşmelerini sürdürdü. Bu sürecin “birlikle” taçlanmasını sağladı ve birleşik partinin (Türkiye Birleşik Komünist Partisi – TBKP) program yazımındaki yeni açılımları destekledi, yüreklendirdi. 1987 Ekim’inde birleşmenin açıklanacağı toplantıya katılarak kendini yormaması konusunda doktorların yaptığı tüm uyarılara rağmen “kararın açıklanması sırasında TİP, TKP üyeleri ve sol kamuoyu açısından bir kuşkuya yol açmamak için” ölümü pahasına toplantıya katıldı. Ve iki gün sonra yaşama gözlerini yumdu. Yaşamı sonrasında da kitlelerin önünde bir meşale gibiydi… Ölümünden sonra cenazesi ısrarlı bir uğraş sonucunda Türkiye’ye getirildi. Ülke çapında geniş bir toplumsal ve siyasal sahipleniş yaşandı. Sağlığında görüşleriyle hiçbir zaman mutabık olmayan devlet ricali, Meclis bahçesinde naaşı önünde saygı duruşunda bulundu. İstanbul’da partililerden, işçilerden, emekçilerden, gençlerden, aydınlardan oluşan binlerce kişinin katıldığı bir törenle Zincirlikuyu’ya defnedildi. Bu kararlı toplumsal sahipleniş, 12 Eylül’ün yoğun acıları ve baskısı altında yaşayan ülkeye büyük moral oldu, demokrasi mücadelesine güç verdi. https://behiceboran.net/index.php/873-2/[260] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/3 Sola Karşı Baraj "Türk-İslam sentezi, burjuvazinin Türkiye’deki sol akımlara karşı bir baraj olarak geliştirmeye çalıştığı bir ideolojidir. Türkiye burjuvazisi en baştan beri- bilimsel analizlerle, akli tahlillerle değil, ama sınıf insiyakıyla, sınıf içgüdüsüyle- Türkiye’nin nesnel olarak sol akımlara açık bir ülke olabileceğini hissetmiş ve solu baş engel olarak görmüş, baş düşman olarak görmüştür. Sola karşı baraj düşünülmektedir daima. Her ne kadar, baskı, zor kullanma yöntemleri revaçta ise de, bilinmektedir ki, yine de sadece bunlarla iş bitmiyor. İdeolojik barajlar lazım, ideolojik yöntemler lazım. Bunun farkındalar. Ve bu arada, milliyetçilik kâfi gelmedi, Atatürkçülük hiç kâfi gelmedi... Atatürkçülük adında ortaya sürülen ideoloji, sola karşı baraj olmak bakımından kifayetsiz geldi, yetmedi. Onun yanında dinsel ideolojiye sarıldılar. Dinsel ideoloji ve dinsel inançları, davranışları, burjuvazi gayet bilinçli ve sistemli olarak teşvik etti. Dinsel akımlar kendiliğinden Türkiye’de kuvvetlenmedi. Kendiliğinden büyük gelişme göstermedi. Kendiliğinden halkı şu veya bu şekilde etkilemedi. İstendi böyle olması. İrtica, irtica diye şikâyet ediyorlar, hâlbuki irticanın mesulü iktidardır. İktidarın arkasındaki tekelci büyük burjuvazidir, militarist çevrelerdir, emperyalist, emperyalizmle işbirlikçi olan sermaye çevreleri, bürokratlar ve ordu kadrolarıdır. Bunlar bilinçli olarak solun karşısına bir baraj, bir set çekebilmek için irticayı kışkırtmışlardır; kendiliğinden olmamıştır." Behice Boran, Yeni Yol, Sayı 1, 1 Kasım 1987. s. 8-9. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 2304.[261] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/4 Sosyalizm Ufkuna Doğru İleri Türkiye İşçi Partisi 2. (7.) Büyük Kongresi’nin kapanış konuşmasından (26 Şubat 1979): ”...Biz, İşçi Partililer tutuklandıktan ve mahkemeye verildikten sonra, mahkemeyi de bir demokrasi mücadelesi aracı olarak gördük ve kullandık. Partimiz kapanmıştı, yayın organlarımız yoktu, mevcut az çok ilerici yayın organları baskı altında ve çekingendiler; ama elimizde bir olanak kalmıştı, o da sanık olarak savunma hakkımızı kullanmak. Kendimiz için değil, Partimiz adına ve Partimiz için kullanmak. Onu yaptık. Sorgularımızda onu yaptık, en son savunmamızda onu yaptık; mahkeme salonunu, süngülerle çevrilmiş̧ askeri mahkeme salonunu, Türkiye İşçi Partisi’nin o gün için son kez sesini duyurduğu bir forum yaptık. Demokrasiyi, sosyalizmi, işçi sınıfını ve emekçi kitleleri savunma kürsüsü̈ yaptık, burjuvaziye son mücadelemizi verme arenası yaptık. Bunu yaparken iki düşünce vardı aklımızda. Birisi, demin dediğim gibi mücadele bitmemişti, mücadele devam ediyordu; içinde bulunduğumuz şartlar altında bu mücadeleyi olabildiğince sürdürmek bizim Partili görevimizdi. Bir ikinci düşünce de şuydu: Biliyorduk ki, birgün mutlaka ve mutlaka yeniden Türkiye İşçi Partisi var olacak ve çalışacaktır. Ve biliyorduk ki biz mücadeleyi geçici bir süre için durdurmak zorunda kalırken, o durdurma noktasını ne kadar yüksekte tutabilirsek, mücadelenin yasal kesiliş̧ noktasını ne denli yükseğe çıkarabilirsek Türkiye İşçi Partisi yeniden kurulduğu zaman o denli yüksek noktadan başlayarak devam edecektir. Mahkemede o noktayı düşürürsek; bundan gelecekteki işçi sınıfı partisi hareketi zarar görecektir. Biz de bu düşünceyle hareket ettik. Ve düşüncemiz doğru çıktı. 1971’den dört sene sonra Türkiye İşçi Partisi kurulduğunda 4. Büyük Kongrenin bıraktığı veya vardığı noktadan da daha ileri, daha gelişmiş̧ daha bilinçli olarak kuruldu. 4. Büyük Kongrede vardığımızdan daha açık, daha gelişmiş̧, daha sağlam bir işçi sınıfı partisi niteliğinde rayına oturdu. Ama dediğim gibi süreç̧ devam etti, devam ediyor, devam edecek... ” https://turkiyeiscipartisi.org/ Çark Başak Dergisi, Sayı 57-58, 16 Mart 1979. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1968.[262] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/5 Gençlik, Halk ve “Eski Nesil” ”Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş̧, öyle içimize sindirmiş̧ olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yöneltmelidir. Denilebilir ki, bir anlamda, “şahsiyet”in de bir üst ve alt yapısı vardır; yani, bir aklımızla, mantığımızla doğru bulduğumuz, düşünüşümüze konu olan fikirler vardır, bir de belirli objektif şartlar altında belirli uyarıcılara karşı yaptığımız tepkileri tâyin eden, düzenleyen değerler, inançlar vardır. Bir kişinin gerçek şahsiyet yapısının çizgilerini, vasıflarını bu ikinciler tâyin eder. Aklın konusu olan fikirleri, sinir sistemimizin uyarıcılara karşı yaptığı hissî ve harekî tepkileri düzenler hale getirdik mi, bu fikirlere göre davranış biz de itiyad halini aldı mı, o zaman bu fikirler gerçekten yaşanan fikirler olur. Ama o zaman da fikirler, fikir olmaktan çıkıp fizyolojik bir kuvvet, maddi kuvvet niteliğini kazanır. Bu da diyalektik bir olaydır. Kişiler için böyle olduğu gibi kütleler için de böyledir. Belirli fikirler büyük sayıda insanları, kütleleri kavrattığı, onların davranışlarını yönelttiği zaman, kütleleri örgütlenmesinde, sosyal mücadeleye geçmesinde büyük rol oynarlar; fikirler artık fikir seviyesinde tartışılmaktan çıkıp bir sosyal kuvvet niteliğini kazanır. Sosyal- politik hareketlerde ideolojilerin, sloganların önemi bundandır." Behice Boran, Vatan Gazetesi, 19 Kasım 1962. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 528-529. https://turkiyeiscipartisi.org/[263] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/6 DİSK: Bugünden Yarına ”Geniş anlamıyla politika, somut durumların ve koşulların somut tahlili ile varılması gerekli hedefe götürecek gerçekçi yolu saptamaktır. Pratikte izlenecek çizgi ve uygulanacak taktikler nesnel durum ve koşulların olanakları ve sınırlamalarıyla çerçevelenmiştir. Verili nesnel duruma pasif olarak uyulmaz, ama, kişilerin ve örgütlerin iradi mücadele ve eylemleri böyle bir tahlille saptanan çerçevelenme göz önünde tutularak hesaplanır ve yürütülürse ancak başarıya ulaşır. Bugün değilse, yarın. Sosyalistler yarınlara yöneliktir. Geçmişten oluşup gelen bugün’ü yarınların ışığında değerlendirirler. Bugün kaybedilmiş gibi görünen şeyler yarın daha üst bir düzeyde ve daha geniş çapta kazanılır.” Behice Boran, Çark Başak, Sayı 8, 1 Haziran 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1514-1515. https://turkiyeiscipartisi.org/[264] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/7 Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi Türkiye İşçi Partisi İstanbul Genişletilmiş̧ İlçe Temsilcileri toplantısında yaptığı konuşmadan (21 Ekim 1979): ”Seçimlerin neticesini bir cümleyle özetlemek lazım gelirse, galiba herkes şunda ittifak eder: Seçimler toplumumuzda bir sağa kayışı göstermiştir. 73 ve 77 seçimlerine kıyasla oylar daha büyük oranda sağda toplanmıştır. Hatta öyle anlaşılıyor ki, Demirel’in, AP’nin beklediği, umut ettiği orandan daha büyük bir oranda sağda toplanmıştır. Seçim sonuçlarının incelenmesinden şu sonuç da çıkmaktadır: CHP’nin kaybı, AP’nin kazancından büyük olmuştur. CHP’nin ne kadar kaybettiğine bir bakıyorsunuz, AP ne kadar kazanmıştır, ona bakıyorsunuz, ve CHP’nin kaybettiğiyle, AP’nin kazandığı arasında büyük bir fark olduğunu görüyorsunuz. Yapılan hesaplardan aşağı yukarı anlaşılıyor ki, CHP seçmenlerinin -77’deki seçmenlerinin- bir bölümü sandığa gitmemiş, oy vermekten uzak durmuştur. Sağa bir kayış olmakla beraber, sağın en ucuna değildir bu kayış. MHP’ye değildir bu kayış. Sağa kayan seçmenler, esas olarak AP’ye “Evet” demiş fakat MHP’ye aynı derecede “Evet” dememiştir. MHP’nin kazancı, o da belli bazı illerdeki yoğunlaşmalardan dolayı küçüktür ve genel olarak diyebiliriz ki, MHP, oylarını, durumunu korumuştur... Bu anlamda, yani büyüyüş hızının çok önemli ölçüde düşmesi anlamında, MHP’nin gelişmesi gerilemiştir diyebiliriz. Ancak MHP’nin niteliği düşünüldüğünde, faşist bir parti, terörizmi örgütleyen bir parti olduğu düşünüldüğünde, durumunu korumuş olması bile çok önemli bir sonuçtur. Şunu göstermektedir bu durum: MHP, yani Türkiye’deki faşizm, elde ettiği kitle tabanını henüz korumaktadır. Bu çok önemlidir. Hep bildiğimiz gibi faşizm, tekelci büyük burjuvazinin açık teröre dayanan en gerici, en saldırgan, en şoven yönetimini ifade eder. Ama faşist hareketler, büyük, tekelci burjuva kesiminin adına iş görse de, bir kitle tabanı edinmeden, etkin olamaz, kendinden beklenen işi göremez. 79 seçimleri göstermiştir ki, MHP’nin bir kitle tabanı vardır ve bu tabanı korumaktadır. Bundan dolayı da Türkiye’de, demokrasiye, sosyalizme karşı önemli, olumsuz bir güç, bir hasım güç halindedir. Bu çok önemli bir sonuçtur sağ oylar bakımından... Emperyalizme bağımlı bu geri kapitalist düzende, MHP tekelci burjuvazi için, büyük toprak ağaları için vurucu güç olarak gereklidir. Kamuoyuna açıklamalarda faşizm reddedilse, terörizm reddedilse dahi, el altından MHP desteklenmeye, terörizm örgütlendirilmeye devam edecektir. Onun için de AP, 1970 öncesindeki göreli olarak daha liberal konumuna dönmeyecektir, dönemeyecektir. 73, 77, 79 seçimlerinin sonuçlarına baktığımız zaman, şöyle bir tablo görüyoruz: Türkiye’de oylar ve seçmenler iki başlı bir kutuplaşmaya gitme eğilimi gösteriyor. 69’da oylar AP’ye gitti, AP tek başına iktidar oldu. AP’nin iktidarından seçmenler, halk memnun kalmadı, 73’de CHP’ye oy verdi ama CHP iktidarını sürdüremedi. 77’de bir daha denemek için yeniden CHP’ye oylar verildi. 21 ay önce de CHP nihayet tekrar hükümet kurma olanağı buldu. CHP, bu iktidarda kalışta yeniden yıprandı, ümit olmaktan çıktı. İşsizlik, pahalılık, kuyruklar, yokluk halkı bezdirdi ve bu sefer oylar yeniden CHP’den AP’ye aktı. Bu durum CHP’nin kendisine oy veren kitlelere sırtını dönerek emperyalizm ve iş ortağı büyük burjuvaziyle uzlaşmaya gitmiş olmasının sonucuydu. İki parti halinde bir kutuplaşma ve iktidarın bu iki kutup arasında el değiştirmesi, bu iki kutup arasında gelgit hareketi göstermesi, bu durum, yalnız Türkiye’de değil, gelişmiş kapitalist ülkelerde de görülen bir durumdur. İki partinin bir tahterevalli mekanizmasıyla nöbetleşe iktidara gelmeleri, politik bir gelgit olayı yaratmaktadır. Bu biçim bir mekanizma gelişmiş kapitalist ülkelerde geçerli olabiliyor. Türkiye gibi emperyalizme bağımlı geri bir ülkede ise geçerli değildir. Kaldı ki, gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi burjuva partilerinin bu ikili kutuplaşması ve bunlar arasında gelgit olayı aşılmaktadır, bazı ülkelerde aşılmıştır. İşçi ve emekçiler bilinçlendiği, örgütlendiği ölçüde işçi sınıfı partileri bir alternatif olarak ortaya çıkmışlardır ve bazı memleketlerde ikili kutuplaşma burjuva partisi ile işçi sınıfının partisi arasında bir kutuplaşma olarak belirmiş ve iktidarın iki kutup arasında bir gelgit hareketiyle el değiştirmekten de çıkmasıyla, ikinci kutup haline gelen işçi sınıfı partisi ile diğer kutbu teşkil eden burjuva partisi arasında kıyasıya bir mücadele biçimini almıştır. Kutuplaşmanın iki burjuva partisi arasında olması ve iktidarın bu iki burjuva partisi arasında gelgit hareketiyle el değiştirmesi, işçi sınıfı hareketinin zayıf olduğu, henüz iktidara namzet olacak güce gelmediği hallerde görülüyor... Türkiye, söz konusu ettiğimiz Batılı ülkeler gibi gelişmiş kapitalist düzeyde değildir. Burjuva partileri arasında ikili bir kutuplaşmaya ve bu burjuva partilerinin arasında iktidarın gelgit hareketiyle uzun süre el değiştirmesine Türkiye’nin yapısal durumu müsait değildir. Uzun süre devam edemez; çünkü Türkiye’nin sorunları kapitalizmin çerçevesi içinde göreli olarak dahi çözümlere kavuşturulabilecek gibi değildir. Türkiye’nin çözümü, emperyalizme bağımlı geri kapitalist düzenin dışındadır, sosyalizme gidiştedir. Türkiye’de bu çözümü getirecek olan parti herhangi bir burjuva partisi değil, işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisidir.” Behice Boran, Çark Başak, Sayı 69, 29 Ekim 1979. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 2037-2048. https://turkiyeiscipartisi.org/[265] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/8 7-8 Ekim 1978 günlerinde, 8 Ekim Bahçelievler Katliamı’nın hemen öncesinde, Ankara’da yapılan 7. İl Temsilcileri Toplantısı’nın açılış konuşmasından: ”Terörizmin Tırmanışı" Her gün birkaç can alan terörizm çözülmesi gereken en acil sorun olarak gündemdedir... Bugün Türkiye’de solu bastırmak, kırdırmak, yok etmek operasyonu sürdürülmektedir. Sol kurulu düzenin bozukluğunun, adaletsizliğinin nedenlerini sergilemekte, kitlelerin hak ve özgürlüklerini savunmakta, istek ve özlemlerini dile getirmektedir; kitleler sola yönelmektedir. Bu duruma son verilmelidir; burjuvazi ve emperyalizmin kararı budur. Tam boy açık faşizm veya cunta yönetimi yerine, veya ondan önce, terörist hareketlerle solu sağa kırdırtmak deneyi yapılmaktadır. Sağın bu amaçla örgütlendirilmesi 1970’den önce başlamış, 70’li yıllarda geliştirilmiş, son Milliyetçi Cephe döneminde doruk noktasına çıkarılmıştır. Solcu-sağcı öğrencilerin çatışması görünümü çoktan kalkmıştır. O görünüm varken de gerçek durum öğrenci çatışmasının çok ötesindeydi. Şimdi ise bu iç savaşı başlatma girişimlerine dönüşmüştür. Sağ hem devlet örgütünün içinde, hem dışında örgütlenmiştir. Bu açık faşist bir örgütlenmedir. Devlet örgütü içindeki açıktan faşist yuvalarla bunlar dışındaki öğeler, gruplar arasında çekişme, hatta mücadeleler vardır. Milliyetçi Cephenin iktidardan düşmesiyle bu faşist yuvalar ve öğeler iktidarda olmanın sağladığı olanaklarla elde ettikleri gücü ve imtiyazlı durumlarını yitirmeye yüz tutmuşlardır. Bunu büsbütün yitirmeme mücadelesini vermektedirler. Yitirmemek için de, ülkeyi tam boy açık faşizme götürecek, götürürken de demokrat, ilerici, sol, sosyalist, devrimci kim varsa kıracak bir operasyonu yürütme çabasındadırlar. Devlet örgütü dışında da faşistler güçlü bir biçimde örgütlenmişlerdir. Büyük bir sahtekârlıkla kullandıkları sol sloganlarla; kapitalizme karşı çıkma iddialarıyla; aklı, mantığı değil, heyecanları, içgüdüleri kamçılayan ırkçı, şoven milliyetçi ideolojileriyle; iş bulma, para verme gibi çıkar sağlamalarıyla bilinç düzeyi düşük gençlik ve halk arasında belli bir kitle tabanı da elde etmişlerdir… Faşizmin Doğu ve Güneydoğudaki Hesapları Ayrıca, Doğu illerinin bazıları faşist açık ve gizli örgütlerin özellikle yuvalandığı ve güçlü olduğu iller haline getirilmişlerdir. Bu iller Güney Doğu bölgesini kuşatmaktadır. Ayaklandırma kışkırtmaları ve girişimleri için adeta özel olarak görevlendirilmişlerdir. Buralardan bölgedeki diğer illere “takviye”ler, “bindirilmiş kıtalar” gönderilmektedir. Malatya, K. Maraş, Sivas, Elazığ bu çeşit illerdendir. Buralarda ayaklandırmalar başlatılacak sonra bu çeşit olaylar bir çayır yangını gibi diğer illeri sarıp genişleyiverecektir. Bu hengâmede Doğu ve Güney Doğu’daki tüm demokrat, ilerici, sol güçler, demokratik toplumsal mücadele kırılıp bastırılacak ve giderek tüm ülkeyi kapsayan bir faşist cunta yönetimine, en azından bölge bölge sıkı-yönetimlere gidilecektir. Plan budur. Malatya’da, Elazığ’da, Sivas’ta ve daha başka yerlerde bu doğrultuda yapılan girişimler bu sonucu vermemiştir. Ama denemeler sürmektedir. MHP, parti yapısı ve yan kuruluşlarıyla faşizm yanlısı güçlerin bu örgütlenişi ve eylemleri içindedir, ta boğazına kadar. MHP üç yıl iktidarı paylaşmanın olanaklarını sonuna kadar kullanarak devlet örgütü içinde ve dışında kendisini güçlendirmiştir. MHP’nin ne denli tırmandırılan terörün içinde olduğunun belirti ve kanıtları her geçen gün salkım salkım ortaya dökülmektedir. MHP’nin ve yan kuruluşları derneklerin üzerine gitmek için yasal dayanak ve nedenler fazlasıyla vardır. Geciktirilmiş olan bu işlem daha da geciktirilmeden bir an önce yapılmalıdır. Bununla beraber ülkede estirilen terör havası ve girişilen operasyonlar MHP’nin çapını aşmaktadır. Yerli ve yabancı "örtülü örgütler"in marifetleri bilinmektedir. Yerli örgütlerinki açık açık söylenir, yazılır, tartışılır olmuştur. Yabancı örgütlerinki ise dünya ve Türkiye pratiğinden bilinmektedir. Türkiye büyük burjuvazisi ve Amerikan emperyalizmi, politikacıları, askerleri, bürokratları ve ajanlarıyla birlikte Türkiye’nin üzerine bir demir kapak kapatmak için eylem içindeler... Denebilir ki, Türkiye’yi içinde bocaladığı ekonomik, politik, sosyal darboğazlardan kurtaracak bir çare, bir yol yok mudur? Var elbet. Ama bu, kısa sürede yağdan kıl çeker gibi sorunları çözecek bir hazır reçete değildir. Temel toplumsal sorunların hiç bir zaman böyle reçeteleri yoktur. Daha uzun vadeli açıdan bakıp, daha uzun vadeli hesaplar yapmak ve uzun vadede sonuç alabilmek için de her gün görülmesi gereken işi görmek, işe asılarak çalışmak gerekir. Bu hükümetin köklü tedbirler alarak durumu köklü biçimde değiştirmesi, iyileştirilmesi beklenemez. Her zaman belirttiğimiz gibi, sorunların, toplumsal rahatsızlıkların nedenleri yapısaldır, bu sorunlar ve rahatsızlıklar emperyalizme bağımlı geri Türkiye kapitalizminin acı meyveleridir. CHP’nin “düzen değişikliği” dediği ise, bu varolan düzen içinde, onun temel çerçevesini aşmamak üzere yapılacak ayrıntılarda bir takım değiştirmelerdir. Ama böyle de olsa bu düzen içinde ulusal bağımsızlıktan ve halk kitlelerinin çıkar ve yararlarından yana yapmayı vadettiklerini CHP hükümeti yapmalıdır. Sorunları kökünden çözemese de, ulusal bağımsızlık ve halkın çıkar ve yararları yönünde atılacak her adımı biz bilimsel sosyalistler önemseriz ve destekleriz. 'Kapitalizmden sosyalizme geçiş öngörülmedikçe ne yapılsa nafiledir, bizi hiç ilgilendirmez' gibi bir tavır asla bizim tavrımız değildir, işçi sınıfının bilimsel sosyalist partisi olan Türkiye İşçi Partisi hem güncel ivedi sorunlarla ilgilenip çözümleri için mücadele verir, hem de bu güncel hedeflere yönelik mücadeleyi sosyalizm için uzun soluklu mücadelesiyle bütünleştirir.” Behice Boran, Çark Başak, Sayı 53, 1 Kasım 1978. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1884-1886. https://turkiyeiscipartisi.org/[266] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/9 24-26 Şubat 1979 tarihleri arasında düzenlenen 2. (7.) Büyük Kongre için hazırlanan “MYK Raporu”nun Genel Başkan Behice Boran tarafından kaleme alınan ve sunulan ilk bölümünden: “Burjuvazi Ülkeyi Yönetemiyor" ”…1977 seçimleri öncesinde ve seçim kampanyası sırasında Parti olarak ısrarla vurguladık: Oyların çoğunluğunu almakla hukuken iktidar olunur ama gerçekten iktidar olunmayabilir. Gerçekten demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkan bir iktidar olunmak isteniyorsa durum özellikle böyledir. Demokrasiden yana bir iktidar olmak için destekleyen, oy yeren kitleleri aktif politik güç haline getirmek gerekir. Ecevit ve CHP ise, kitleleri örgütlemekten, politik harekete sokmaktan hep kaçındı. Demokratik kuruluşlarca yapılan eylemlere dahi razı olmadı, kışkırtma olur gerekçesiyle önlemeye çalıştı, karşı çıktı. Sayıca küçük diye CHP kendi solundaki güçleri küçümsedi; nitel ağırlığı olduğunu, kitleleri emperyalizme ve faşizme karşı örgütlemede ve eylemde birlikte çalışılabileceğini, çalışılmazsa sonuç alınamayacağını anlamadı veya anladıysa da bundan ürktü. Oysa CHP hükümeti terörizmi yok etmek, can güvenliğini sağlamak iddia ve vaadiyle iktidara gelmişti. Haziran ve Aralık 1977’de CHP, terörizm konusunu ve ona ilişkin vaadini seçim kampanyalarının temel direği yapmış, 1976 başında hükümeti kurarken de aynı iddia ve vaadi tekrarlamıştı. Türkiye İşçi Partisi seçimler öncesinde, sırasında ve sonrasında, CHP’nin iktidara gelmesiyle bu konuda önemli değişiklikler olmayacağını ısrarla vurguladı. Önemli değişiklikler olmayacaktı, çünkü terörizmin kaynağı sınıfsaldı. Emperyalizm ve işortağı büyük burjuvazi, sömürü düzenini sürdürebilmek, artık değer kitlesini büyütmek, bu amaçla da devleti kendi istekleri doğrultusunda daha iyi kontrol altına alabilmek için yasal ve yasa dışı terörle işçi ve emekçi sınıfları tüm demokratik, ilerici, sol güç ve hareketleri sindirmek, geriletmek yolunu izliyorlardı. CHP ise, bu gerici sınıf ve güçlere karşı politik dengeyi kurabilecek olan kitlelerin demokratik gücünden korkuyordu. Oysa demokratik hak ve özgürlükler kullanılmak içindir, kullanılmıyor, kullanılmaktan kaçınılıyor ise, kâğıt üzerinde kalır, demokrasi de bir sözcükten ibaret hale gelir. İktidar, kitlelere yaptığı vaadleri istese de yerine getiremez, çünkü demokratikleşmeye karşı olan emperyalizmin ve işortağı büyük burjuvazinin baskısına direnebilmesini sağlayacak toplumsal gücü yoktur. CHP’nin iktidar deneyinin öyküsü kısaca bu olmuştur. Bugün emperyalizm, CHP iktidarının arkasında ona destek olmuş kitlelerin bilinçli ve örgütlü politik gücünü görseydi, Türkiye’yi böylesine sıkıştıramaz, isteklerini böylesine dayatamazdı. CHP’nin 1978 başında iktidara gelmesinden bu yana, Türkiye ekonomik açıdan iflas noktasına geldiği gibi, faşist saldırı ve cinayetler de tüm ülke çapına yayılmış ve yer yer ayaklanmalara dönüşmüştür. Politik cinayetler ve ayaklanma kışkırtmaları, bu konuda eğitilmiş profesyoneller tarafından planlanmış, uygulanmaya konulmuş eylemlerdir. Tüm bu eylemler belirli bir merkezden yönetilmektedir. MHP ve yandaşı örgütleri aşan bir merkezin varlığı sözkonusudur. Böylece, Türkiye’de bir iktidar ikiliği başgöstermiştir. Bir yanda yasal yönetim, öbür tarafta ise, tüm faşist saldırı ve cinayetlerden sorumlu açık-örtülü odak ya da odaklar vardır. Çekingen ve ikircikli olan CHP iktidarı, faşist terörün üzerine gitme, kaynaklarına inme, ardındaki odakları açığa çıkarma cesaret ve becerisini gösterememektedir. Kahramanmaraş olaylarıyla sıkıştırılan hükümet faşist tırmanışın baş politik sorumlusu MHP’nin askeri yönetim çağrılarına kadar götürdüğü, AP tarafından da desteklenen sıkıyönetim talepleri önünde boyun eğmiştir. Sıkıyönetimin bugüne dek yaptığı başlıca uygulamalar ise, derneklerin kapatılması yayınlarının yasaklanması kısaca anti-demokratik kısıtlamalar olmuştur. Sıkıyönetimin ilan ediliş gerekçesi yönünde yaptığı faaliyetler, normal mekanizma içinde de başarılabilecek işlerden, kimi cinayet faillerinin yakalanmasından öteye geçmemiştir. Oysa demokratik dernek ve kuruluşların kapatılması, ya da eylemlerinin kısıtlanıp, baskı altına alınması, kitle gösterilerinin ve toplantılarının yasaklanması, afiş asanların ve bildiri dağıtanların yakalanması ile faşist terör ortadan kalkacak değildir. Bu tür gelişmeler, tam tersine, faşizmi daha da güçlendirmekte, işçi ve emekçileri faşizme karşı mücadelede demokratik araçlarından yoksun kılmaktadır. Faşist odaklar ortadadır. Bu odaklar ortadan kaldırılmadan, sorumluları hakettikleri cezalara çarptırılmadan, terör eylemleri son bulmayacaktır. Bunların yapılamamış olması, önceden planlanan cinayetlerin önlenmemesi, suçluların yakalanmaması, devlet kadrolarının, bu arada istihbarat ve güvenlik örgütlerindeki faşist unsurların etkinliklerinin kırılmayışından, iktidarın iki başlılığını sona erdirecek kararlılığın gösterilmemesindendir. Faşist terör eylemleri sıkıyönetim bölgelerinde dahi ortadan kalkmamıştır. Eğer bu tür eylemler azalmışsa, bu durum, faşist odakların kendi planlarının gereğidir. Nitekim, sıkıyönetimin başka illere de kaydırılması özlem ve dilekleri dile getirilmektedir. Bu iller ise faşist saldırı ve cinayetlerin giderek yoğunlaştığı illerdir. Demek ki, faşist militanlar bu bölgelere kaydırılmıştır. Kaldı ki, sıkıyönetim bölgelerinde işlenen cinayetler, örneğin gazeteci Abdi İpekçi’nin herkesin gözü önünde öldürülmesi ve katilinin kaçmayı başarması, faşist odakların gerek gördüklerinde saldırılarını sürdürebilmelerine sıkıyönetimin engel olmadığını göstermektedir. Bundan sonra ne olacak? Bütçeye red oyu verilip hükümet düşürülecek veya daha sonraki günlerde sorunların altından kalkamadığı için kendiliğinden çekilecek mi? Tırmandırılan terör karşısında bir darbe, bir cunta hareketi söz konusu mu? Bunlar tartışılan güncel sorunlardır.” TÜSTAV Arşivi, Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1957-1959 http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1936.pdf[267] |
TİP (1961-1988) ve Behice Boran/10 Behice Boran Kronolojisi Behice Boran dizisini, yaşamındaki önemli olayların vurgulandığı Kronoloji ve ölümünün ardından 11 Ekim 1987 tarihinde Brüksel’de yayımlanan Türkiye İşçi Partisi Merkez Komitesi Açıklaması ile tamamlıyoruz. Hiç kuşkusuz, Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) 60. Yıldönümü çalışmalarında Genel Başkan Behice Boran’dan alıntılar sürecektir. https://behiceboran.net/boran_kronoloji.php Türkiye İşçi Partisi Merkez Komitesi Açıklaması “Boran’ı yitirdik. Boran Türkiye İşçi Partili idi. Partimizin üyesi, 1964'deki kongresinden itibaren Genel Yönetim Kurulu ve Merkez Yürütme Kurulu üyesi, 1970 Kasımından bu yana da Genel Başkan idi. O, partimizin 27 yıllık mücadele tarihinin 17 yılına Genel Başkanımız olarak damgasını vurdu. Boran, Parti'nin yolunu çizen, teorisyeni, ideoloğuydu. Onun da ötesinde, en genç militan kardeşimizden daha genç militanımızdı. Sözcüğün tam anlamıyla, son nefesine kadar militanca uğraş ve mücadele içinde yoldaşımızdı. Genel Başkanımızı, militan kardeşimizi, yoldaşımızı yitirdik. Başımız sağ olsun. Boran komünistti. Daha 1940’larda genç bir öğretim üyesi bilim insanı olarak örgütlü mücadele içinde yer almış, kafası ve kalemiyle olduğu kadar gerektiğinde dergileri sırtlayarak, köprü başında bildiri dağıtarak, bütün benliği ile kendini işçi sınıfına adamıştı. 45 yıl boyunca hareketin gelişmesi uğruna, kaçınılmaz legalitesini bir an önce gerçekleştirmek uğruna, birliği sağlama uğruna işçi sınıfı davası uğruna yaşadı; mücadele etti. Son gün, son anda TİP-TKP birliğini müjdeledi. Tüm komünistlerin ve işçi sınıfımızın başı sağ olsun. Boran, enternasyonalistti; işçi sınıfı hareketinin uluslararası karakterini, kardeşliğini, dayanışmasını, birlik ve beraberliğini, bağımsızlık ve özgüllüğünü kurumlaştırmasını en iyi bilenlerdendi. Boran gerçek bir yurtsever, gerçek bir entarnasyonalistti. Boran özgürlükçüydü. O, her türlü baskı ve tahakküme karşı özgürlük için mücadele etti. Kürt halkının varlığının tanınması ve üzerindeki baskıların kalkması için mücadelede diğer kilometre taşı olan yazıları, sözleri, uğruna 15 yıl hapsi göze aldığı 4. Büyük Kongre kararları, mahkeme savunmaları, Meclis ve radyo konuşmaları ile. Kürt demokrat ve yurtseverlerinin başı sağolsun. Boran gerçek bir demokrat, tam bağımsızlık için savaşan gerçek bir yurtseverdi. 45 yıl boyunca ülkemizin demokrasi tarihine atılmış her ileri adımda onun katkıları vazgeçilmez değerdedir. Yurt ve Dünya’daki ilk yazılarından son basın toplantısındaki konuşmasına kadar. Demokrasi ve yurtseverlik mücadelesinde yer alan bütün kardeşlerimizin başı sağolsun. Boran barışseverdi; 1950'de barış mücadelesinin ilk örgütleyicisiydi. O günden bu güne barış için uğraş verenlere örnek oldu. Barış savaşçılarının başı sağ olsun. Boran, ülkede ve dünyada günümüzde ve gelecekte, her türlü sömürü ve baskıdan arınmış dopdolu, insanca bir yaşam özledi; bunun için yaşamının sonuna kadar mücadele etti. Onun yolu birlik ve mücadele yoluydu. O son anına kadar tüm barış ve demokrasi güçlerinin birliği, sol güçlerin birliği, işçi sınıfının birliği için çalıştı. Bu gün bizler, Partiyi dün ve bugün omuzlayanlar, O'nu izleyenler, O’na gönül ve destek verenler birlik için, mücadele için Boran’ın yolundan daha sıkı kenetlenerek yürüyeceğiz. Boran yoldaş bize mücadele kararlılığı öğretti. En güç koşullarda başımızı dik tutmayı öğretti. Biz, Boran yoldaşa layık öğrenciler olacağız; söz veriyoruz. Rahat uyu.” Gün Siyasi Haber ve Yorum Dergisi, Sayı 33, Kasım 1987. s. 12-13.[268] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/1 Türkiye İşçi Partisi, sosyalist aydınların 1962 yılında partiye girişlerinden sonra, anti-demokratik yasalar, baskı ve uygulamalar karşısında sosyalist terminolojiyi adım adım kullanabilmek için mücadele verdi; var olan engelleri-sınırları aştıkça da kendi bilimsel sosyalist niteliğini geliştirdi ve netleştirdi; Türkiye İşçi Partisi enternasyonalizm konusunda da böyle bir süreç yaşadı. Ülkemizin ABD ve NATO'nun güdümünde bir ileri karakol durumuna getirilmesine karşı çıkan ve bağımsızlık için mücadele eden TİP, ulusal egemenlikleri ve bağımsızlıkları için mücadele eden, hatta emperyalist ülkelerle sıcak savaş içinde olan bütün ülkelerin ve mazlum halkların yanında oldu. Türkiye İşçi Partisi dünyadaki çeşitli sosyalist ve işçi partilerinin dayanışması taraftarı olduğunu 1970 yılındaki 4. Büyük Kongresi’nde açıkladı. 1975 sonrasında da parti dünya çapında örgütlenen kapitalizmin, çok uluslu şirketler, askeri ve sivil kurumlar aracılığıyla dünyadaki azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde hegemonya kurmaya çalışması karşısında uluslararası işçi sınıfı hareketinin, dünya sosyalist sisteminin ve demokratik, ilerici hareketlerin daima bu hegemonyaya karşı etkin bir mücadele verdiği ve işçi sınıfı hareketinin özünde enternasyonal olduğu gerçeğinden hareketle, proleter enternasyonalizmini destekleyen partiler arasında yerini açık ve net bir biçimde aldı. Türkiye İşçi Partisi mücadelesini enternasyonalist bir parti kimliği ile yürütürken bu gerçeği eylemlerine de yansıttı, enternasyonalist dayanışmanın gereklerini yerine getirme çabası içinde oldu. Emperyalizme Karşı Ezilen Ulusların Yanında - "-Bağımsızlığı ve eşitliği bütün milletler ve halklar için birer temel hak olarak görür. Varlığının bilincine varmış her millet için, kendi kaderini bizzat kendisinin tayin etmesi en tabii bir haktır. Türkiye'nin bağımsızlığını ve egemenlik haklarını nasıl kıskançlıkla koruyorsa, başka milletlerin bağımsızlığı ve egemenlik hakları karşısında da öylece saygılıdır; - Sömürge halklarının, bağımlı milletlerin milli kurtuluş hareketleri'ni barışçı yoldan bütün gücü ile destekler. İlk kurtuluş savaşını yapmış bir millet olarak Türkiye’nin, kurtuluş savaşı yapan milletler ve halklarla dayanışma halinde bulunmasını sadece ahlaki bakımından değil, günümüzün şartları içinde politik bakımdan da gerekli görür; - Emperyalizme ve sömürgeciliğe kesinlikle karşıdır. Milletlerin boyunduruk altında tutulmasına, dolaylı da olsa milletlerin iç işlerine karışılmasına karşıdır." Türkiye İşçi Partisi Programı, 1964. s. 163. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_1964.pdf[269] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/2 Amerika'nın Vietnam'a uluslararası hukuk kurallarını ayaklar altına alarak, kaba ve sert bir biçimde müdahale ettiği ve onbinlerce asker gönderdiği günlerde, 1966 yılında Nobel ödülü sahibi İngiliz filozof Bertrand Russell ile Fransız filozof ve yazar Jean Paul Sartre tarafından ABD'nin dış politikasını ve Vietnam'a askeri müdahalesini araştırmak ve yargılamak üzere Russell Mahkemesi kuruldu. TİP Genel Başkanı M. Ali Aybar da 1967 yılında bu mahkemeye üye olarak çağrıldı. Genel Başkan Aybar Vietnam'a incelemeler için giden heyette de yer aldı. ABD'nin savaş suçlusu olarak mahkûm edildiği mahkemede etkin bir rol oynadı. M.Ali.Aybar bu mahkemenin çalışmalarına ilişkin daha sonra şunları yazdı: ”Hazırlık toplantısı 13-15 Kasım 1966’da Londra’da yapıldı… (Bu mahkeme) Devletler Hukuku kuralları karşısında, Amerika’nın Vietnam’da sürdürdüğü savaşın değerlendirmesini yapacak ve Hukuka göre hüküm verecekti… Devletler Hukukunda önemli bir adımdı Nurenberg Mahkemesi… Nurenberg Mahkemesi’ni kuran devletlerden birisi olan Amerika, Vietnam’a saldırmış. Nazi Almanya’sı gibi savaş suçları, insanlığa karşı suçlar işliyor, çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar gözetmeden. Vietnam halkını yok etmek için, bilyalı bombalar, Napalm bombaları kullanıyordu. Bu, ulusal kurtuluşları için, bağımsızlıkları için savaşan; emperyalizme başkaldırma cüretini gösteren ya da gösterecek olan tüm yoksul halklara gözdağı veren bir savaştı. Ama bu vahşete karşı olan insanların sayısı her ülkede gözle görülecek biçimde, hem de hızla artıyordu. Hatta Vietnam savaşını başlatmış olan ve sürdürenlerin karşısına pek çok Amerikan yurttaşı çıkıyor, savaşın durdurulmasını istiyordu. Hemen her yerde Vietnam halkına yardım komiteleri kuruluyordu. Böylece Nurenberg Mahkemesi gibi insanlığa karşı işlenen suçların hesabını soracak bir Mahkemenin kurulması düşünü, zihinlerde ve vicdanlarda yer ediyordu. Ama o günün koşullarında hiçbir devlet böyle bir Mahkeme kuramazdı. Nurenberg Mahkemesinin boşluğunu dolduracak Mahkemenin onun zaaflarını taşımaması gerekirdi. Yeni Mahkeme İnsanlığın Vietnam’da işlenen korkunç cinayetlerin, insanlık vicdanında uyandırdığı isyandan güç alan yansız ve de gayrı resmi bir girişimden doğmalıydı. Bertrand Russell’ın girişimi, dünyanın tüm namuslu insanlarının sessiz çağrılarına, bekledikleri yanıt olmuştur.” Mehmet Ali Aybar, TİP Tarihi 2, BDS Yayınları 1988. s. 133. https://www.tustav.org/.../vietnamda-amerikan-vahseti.pdf[270] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/3 1968 yılının Nisan ayında Roma'da "Akdeniz İlerici Partiler Konferansı" yapıldı; Türkiye'den de bu konferansa Türkiye İşçi Partisi çağrıldı ve TİP adına Sadun Aren ve Rıza Kuas konferansa katıldı. Türkiye İşçi Partisi Akdeniz'e komşu 12 ülkeden, aralarında İtalyan, Fransız, İspanyol, Yunanistan, Suriye ve Kıbrıs Komünist Partilerinin de olduğu 17 partinin desteklediği konferansa katıldığı için hükümet kanadından ve anti-komünist çevrelerden yoğun saldırıya uğradı. Bu saldırılara "Akdeniz'i emperyalist üsler ve müdahalelerden arındırmak ve böylece Akdeniz'i bir barış gölü haline getirmek hedefini güttüğü[nü]" bu nedenle, toplantının "mahzurlu olmak şöyle dursun, memleketimiz için yararlı" olduğu yanıtını verdi. Parti, konferansa katılımının çevresinde kopartılan fırtınayı uzunca bir süre göğüslemek durumunda kaldı. Konferansa Türkiye İşçi Partisi adına katılan Sadun Aren anılarında bu konuyu şöyle anlatıyor: ” 22-23 Ocak 1968 günleri yapılan birinci toplantı hazırlık niteliğinde olup burada, 9-11 Nisan 1968’de toplanacak olan asıl toplantının gündemi ve katılacakların (davet edileceklerin) kesin listesi tartışılıp karara bağlanmıştı. Tespit edilen gündem, Akdeniz’de barışı tehdit eden sorunları kapsıyordu. Bunlar, 1967 İsrail saldırısında işgal edilmiş olan Filistin topraklarından askerlerin geri çekilmesi sorunu, Kıbrıs sorunu, Portekiz, İspanya ve Yunanistan’daki faşist yönetimler ve emperyalizmin ülkelerin iç işlerine karışması sorunu, Akdeniz’den NATO ve Amerikan üsleriyle, 6. Filonun çıkarılması sorunu ve son olarak da ekonomik ve sosyal alanda yeni sömürgeciliğe son verme ve yeni ilişkiler geliştirme sorunu olarak belirlenmişlerdi. […] TİP heyeti, Konferans biter bitmez, hemen Türkiye’ye dönmüş ve konu ile ilgili olarak 17 Nisan 1968 günü basına şu açıklamayı yapmıştır: ‘Roma Konferansına katılmamız Partimizin barışçı bir dünya kurulması için öteden beri izlediği anti-emperyalist ve milli bağımsızlık politikasının tabii bir icabıdır. Çünkü Roma Konferansı, Akdeniz’i Amerikan emperyalizminin tasallutundan kurtarmak ve giderek bu bölgeyi bütün askeri bloklar ve yabancı kuvvetlerden arınmış bir barış gölü haline getirmek için toplanmıştır. Konferansın nihai bildirisinde Amerikan emperyalizminin Akdeniz’den çekilmesi lüzumu belirtildikten sonra aynen şöyle denmektedir: ” Bu Akdeniz’de yeni bir devrin başlangıcının ön şartıdır. Böylece Akdeniz bir barış ve işbirliği, nükleer silahlardan, askeri blok ve üslerden arınmış, askeri ittifaklardan çıkmış bir bölge olacak ve burada yaşayan halklara barış ve bağımsızlıkları, garanti edilmiş olacaktır.” Memleketimizin menfaatlerini Amerika ve Sovyetleri aynı uzaklıkta tutan bağımsız bir politika izlemekte gören Türkiye İşçi Partisi, yukarıdaki metni bu şekilde anladığını ayrıca zabıtlara geçirmiştir…’ Sadun Aren, TİP Olayı 1961-71, Cem Yayınevi, s. 122-125.[271] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/4 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın 29-31 Ekim 1970 tarihinde Ankara’da düzenlenen 4. Büyük Kongre’de yaptığı konuşmalardan: Enternasyonalizm/Dünya Çapında Kapitalist Sistemle Sosyalist Sistem Arasında Mücadele ”Ve nihayet dünya ve dünya içinde Türkiye meselesi... Bugün Dünyada temel çelişki, hep bildiğiniz gibi, sermaye ve emek çelişkisidir. Bu çelişki, kapitalist toplumlarda burjuva sınıfıyla proleter sınıf arasında çelişki ve mücadele olarak belirir. Sermaye[- emek] temel çelişkisi, dünya çapında kapitalist sistemle sosyalist sistem arasında bir mücadele olarak belirir. Ve nihayet sermaye-emek temel çelişkisinin bir diğer görüntüsü de, bir diğer belirtisi, tezahürü de, gelişmiş kapitalist toplumlarla azgelişmiş toplumlar arasındaki mücadele ve azgelişmiş toplumların verdiği milli kurtuluş ve milli bağımsızlık mücadeleleri, savaşları ve devrimleridir. Türkiye İşçi Partisi Türkiye’nin bağımsızlığı üzerinde, kuruluşundan beri en hassasiyetle durmuş, titremiş bir partidir. Bu hassasiyetimiz ve titizliğimiz devam etmektedir. Ama bağımsız olmak demek, dünyadaki çeşitli sistemler karşısında bir tavır almamak demek değildir. Türkiye işçi sınıfının partisi olarak TİP elbetteki işçi sınıfının hareketini, azgelişmiş memleketlerin milli kurtuluş hareketlerini ve sosyalist dünya sistemini parçalamak, yok etmek, onunla savaşmak, mücadele etmek için birleşmiş olan emperyalizm safhasındaki kapitalist dünya karşısında, sosyalist dünyanın ve sosyalist işçi partilerinin birleşmesi taraftarıdır (Alkışlar). Türkiye’nin bağımsızlığı üzerinde hassasız ve titiziz, her zamanki gücümüzle savunuyoruz, ama elbette ki Türk işçi sınıfının sosyalist partisi olarak, kapitalist ve emperyalist dünyaya karşı olan tavrımızla, sosyalist dünyaya karşı olan tavrımız, dünya işçi sınıfı hareketine karşı olan tavrımız, eşit ve aynı olamaz (Alkışlar).” Tarih Vakfı TİP Arşivi Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 841. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0832.pdf[272] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/5 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın 12 Mart dönemi Sıkıyönetim Mahkemesinde yaptığı Savunma’dan: Sınıf, Millet ”Çeşitli millet birimleri içinde yer alan işçi sınıflarının da ‘sınıf’ olarak ortak çıkar ve istekleri vardır: Sömürüden ve sömürü düzeninin doğurduğu sosyal kötülüklerden kurtulmak. Bu ise çeşitli milletlerin işçi sınıfları arasında sınıf olarak bir çıkar mücadelesi, rekabeti yaratmaz. Çünkü ortada paylaşılacak bir çıkar, kârlardan en büyük payı alabilme gibi bir sorun yoktur. Bundan dolayı da millet birimleri düzeyindeki çelişkiler, çekişmeler işçi sınıfı açısından esas itibariyle uzlaşmaz, hasım, çelişkiler değildir; barışçı yollardan çözümlenebilecek çelişkiler, anlaşmazlıklardır. Fiiliyatta, pratikte böyle olmuyorsa, bunun sebebi millet birimlerindeki işçi sınıflarının sınıf niteliğinde değil, başka şartlardadır. İşçi sınıfı ve sosyalizm açısından millilik ve milletlerarasılık uzlaşmaz hasım çelişkileri içermediğinden bu iki kavram ve olgu birbirini nakzeder, defi eder değildir. Sömürü, baskı ve şiddet ortamı ortadan kalksa, milli devletlerin eşitliği, bağımsızlığı, hükümranlığı esasları üzerinde milletlerarasılık, milletlerarası dayanışma, işbirliği, bütünleşme mümkündür. Millet birimlerindeki işçi sınıfları arasında uzlaşmaz ve hasım çelişkileri içermeyen ortak hedeflerin mevcudiyeti, her birimin kendi burjuvazisinin ve tümünün dünya çapındaki milletlerarası sömürü, baskı ve eşitsizliklerden kurtulma isteği, işçi sınıflarının milletlerarası dayanışma ve örgütlenmesine yol açar ve açmıştır. İşçi sınıfının dünya çapında ekonomik ve politik örgütlenmeleri, örgütlerarası temas ve toplantıları yer almaktadır. İşte burjuvazinin ve politik temsilcilerinin sosyalistleri milleti, milli farkları ve değerleri reddetmekle suçladıkları sosyalist enternasyonalizm anlayışı budur. Dikkate şayandır, millilik ve milletlerarasılık konusunda sosyalistleri, hakikati bilmeden veya kasten tahrif ederek, suçlayan zihniyet ve kişiler, sermayenin ve sermayeci sınıfların -burjuvazinin- milletlerarasılığından, milletlerarası da değil, milletlerüstü örgütlenme girişimlerinden hiç söz etmezler; bunu suçlamak akıllarının köşesinden bile geçmez. Bunu gayet doğal, olağan karşılarlar. Söz konusu zihniyet ve kişilerin hangi çıkarcı sınıfların şampiyonluğunu ettikleri böylece bir kere daha ortaya çıkıyor. Bunlar, gelişmiş Avrupalı kapitalist ülkelerin dünya pazarları ve kaynakları için rekabette daha güçlü, daha etkin olabilmek amacıyla oluşturdukları Avrupa Ekonomik Topluluğu (Ortak Pazar) içinde azgelişmiş Türkiye’nin yerinin ve durumunun ne olacağını, hele bu topluluk siyasal bir birlik haline dönüştüğünde Türk milletinin ve kendi milliyetçilik iddialarının ne olacağını hiç düşünmezler. Türk milliyetçiliği ve Atatürkçülük adına kendilerinden başka kimseye ağız açtırmak istemeyenlerin bu çok ciddi sorun konusunda sesleri solukları kesiktir.” İki Açıdan Türkiye işçi Partisi Davası, Bilim Yayınları, Mart 1975. s. 158-160. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1294-1295. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1233.pdf[273] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/6 Türkiye İşçi Partisi’nin 1975 Programı’ndan: Çağımız Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağıdır “Çağımızda kapitalizm devamlı gerilemekte, alanı daralmakta, sosyalizm ise güçlenmekte, genişleyip yayılmaktadır. Alanı daralan bu kapitalist dünya emperyalizm aşamasındadır ve hammadde kaynaklarını, pazarlarını ve özellikle sermaye ihracı ve yatırım alanlarını devamlı genişletmek zorundadır. Emperyalist aşamanın bu gerekleri ile dünyada sosyalizmin genişlemesinin doğurduğu fiili daralma durumunun çelişkisi, kapitalizmin kronik bunalımını daha da derinleştirmekte, çelişkiler keskinleşmekte, büyük köklü dönüşümlerin, devrimlerin koşulları oluşmaktadır. Gelişmiş kapitalist toplumlarda emek-sermaye çelişkisi şiddetini artırarak sürmekte, bu ülkelerde işçi sınıflarının barış, demokrasi ve sosyalizm için mücadeleleri güçlenmekte, dünya işçi sınıfı hareketi yeni aşamalara doğru yükselmektedir. Tüm toplumlar şu, ya da bu yoldan ve er geç sosyalizme geçecektir. Çağımız aynı zamanda emperyalizm aşamasındaki kapitalist dünya içinde yer alan sömüren ve sömürülen toplumlar arasındaki çelişki ve çatışmaların keskinleştiği, ulusal kurtuluş hareket ve devrimlerinin oluştuğu bir çağdır. Emperyalizmin sömürü ve etki alanı, ulusal kurtuluş hareketleri ve bu ülkelerin giderek bağımsızlığa kavuşmaları dolayısıyla da sarsıntı geçirmekte, dünya, emperyalist sistem için gittikçe güvensiz duruma gelmektedir. Yukarıda belirtilen ulusal çelişki ve çatışma, kapitalist ve sosyalist sistemler çelişkisinden bağımsız, kendi başına bir çelişki değildir. Emperyalist-antiemperyalist, sömüren-sömürülen ülkeler çelişkisi, son tahlilde kapitalizmin temelindeki emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmaktadır; onun toplumlararası düzeydeki belirtisidir. Öte yandan, söz konusu ülkelerin hem kapitalist dünyanın ilişkiler ağı içinde kalıp, hem de gerçek bir bağımsızlığa kavuşmaları ve bağımsızlıklarını perçinlemeleri mümkün değildir; bu ağın dışına çıkmaları, bunun için de sosyalizm doğrultusunda içyapılarını değiştirmeleri zorunludur. Ulusal kurtuluş hareketleri ve devrimleri, objektif olarak, dünyadaki kapitalizmden sosyalizme geçiş mücadele ve sürecinin bir parçasıdır. Günümüzde dünyanın üçte birinin, toplumsal evrimde kapitalizmle sosyalizmi ayıran nitel çizginin ötesine geçmiş, çeşitli biçim ve derecelerde sosyalizmi kurma ve gerçekleştirme yoluna girmiş olması, böylece kapitalizm karşısında sosyalizmin tarih sahnesinde yerini sıkıca almış ve bu yeri genişletmekte olması, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin ise gittikçe güçlenmesi ve yoğunlaşması, geri ülkelerde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin içiçe geçerek, bütünleşerek ve durmadan sosyalizmden yana güçlenerek yürütülmesini ve başarıya ulaşmasını kolaylaştırmaktadır. Türkiye'deki bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm hareketi de dünyadaki bu oluşum ve hareketlerin bir parçasıdır ve ondan soyutlanamaz. Bu gerçeği göz önünde tutan Türkiye İşçi Partisi, dünya sosyalizmindeki gelişmeleri, işçi sınıfı hareketlerindeki ilerlemeleri, antiemperyalist bağımsızlık mücadelelerindeki başarıları yakından izler, olumlu karşılar; bu oluşum ve hareketlerle kardeşçe dayanışmayı öngörür.” Türkiye İşçi Partisi Programı ve Tüzüğü, Haziran 1975. s. 3-5. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_tuzuk_1975.pdf[274] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/7 Şili Halkıyla Dayanışma Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın, 14 Kasım 1976 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi”nin açılış konuşmasından: ”Şili halkıyla dayanışma gecemize hoş geldiniz. Gelmenizle gücümüze güç kattınız. Bu toplantının önemi ve anlamı sadece bu gece burada binlerce insanın gönülden bir coşkuyla, şevkle buraya toplanmış olması değildir. Şu anda burada bulunmayan ama gönülleri ve düşünceleri bizimle beraber olan daha onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insan var Türkiye’de ve tüm dünyada. Şu anda bilmediğimiz ülkelerde bilmediğimiz insanlar bu çeşit toplantılar, gösterilerle, direniş ve mücadelelerle emperyalizme ve faşizme karşı mücadele vermektedirler. Aralarında fiili hiç bir bağ ve temas olmasa dahi, bunlar arasında, yani hepimiz arasında koparılmaz bir bağ, bir dayanışma, bir birlik vardır. Çünkü hepimiz ortak bir düşmana karşı ortak bir mücadele içindeyiz. Yaşasın bu mücadelemiz! Bu gibi toplantıların, gösterilerin hem simgesel hem de işlevsel bir anlamı, görevi, önemi vardır. Bir yandan dayanışma ruhunu, faşizme ve emperyalizme karşı ortak mücadelenin koparılmaz birliğini dile getirir, simgeleştirir; diğer yandan bu simgeleştirme ve dile getirme ile insanları harekete, coşkuya sevkeder. Aralarındaki birleşmeyi koparılmaz bir hale getirir, pekiştirir, perçinleştirir. Bu alanda çok etkili olur. Bu gece burada toplanmış olmakla, bilincimizi bir kez daha pekiştiriyor, keskinleştiriyoruz. Mücadele azmimizi, amacımıza olan azmimizi bir kez daha pekiştiriyoruz. Mücadele azmimizi dosta ve düşmana karşı bir kez daha kanıtlamış oluyoruz. Emperyalizme ve faşizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi çok yönlü bir mücadeledir. Siyasal ve ekonomik, sosyal alanda olduğu kadar, sanat edebiyat alanında, düşün alanında da verilen ve verilmesi gereken bir mücadeledir. Bu gece aramızda bulunmalarından sevinç ve onur duyduğum Şilili yurtsever sanatçılar İsabel ve Angel Parra, Patricio Castillo böyle bir devrimci bilinç içinde kendi halklarının, Şili halkının mücadelesini ve davasını dünyanın dört bir yanına duyurmak ve bu mücadeleye destek ve yardım sağlamak konusunda devrimci görevlerini yapmakta olan sanatçılardır. Yürekten selamlıyorum. Yine aramızda bu gece bulunan kendi sanatkârlarımız düşünürlerimiz yazarlarımız da aynı devrimci bilinç ve görev bilinci içinde Türkiye’deki antifaşist mücadeleye, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesine kendi alanlarında değerli katkılarda bulunan arkadaşlarımızdır. Onları da dostluk ve saygı ile selamlıyorum. Bu geceki gibi gösterilerin, toplantıların kısaca işaret etmeye çalıştığım önemi ve anlamı olmakla birlikte Şili halkıyla ve dünyada bağımsızlık, demokrasi mücadelesi veren diğer bütün halklarla dayanışmamızı asıl kendi ülkemizde faşizme ve emperyalizme karşı bağımsızlık, demokrasi mücadelesini vererek, yoğunlaştırarak da zafere ulaşacağı güne kadar azimle sürdürerek yerine getirebiliriz. Bugün dünyada mücadele aynı düşmana karşı verilmektedir. Viet-Nam’da Angola’da, Şili’de, Türkiye’de aynı düşmana karşı savaş verilmiştir ve verilmektedir. Yerli faşizmler ise emperyalizmin ortaklarıdır. Faşizm ve emperyalizm bir madalyonun dışa ve içe dönük iki yüzü gibidir. Tüm dünyada emperyalizm tek ve bütündür. Faşizm de tek ve bütündür. Faşizme ve emperyalizme karşı halkların, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin verdiği mücadele de tek ve bütündür… Şili halkı emperyalizme ve faşizme karşı Şili işçi sınıfı partisinin önderliğinde yürüttüğü mücadelede yeni nitelikler taşıyan bir deneye girişmişti. Bu girişime 1973 yılının 11’inde hunharca set çekildi. Şili halkının yiğit mücadelesi yenilgiye uğrar gibi oldu. Öyle bir görünüm aldı, öyle bir görünüm aldı diyorum, çünkü bu mücadele devam ediyor. Daha yoğunlaşarak, daha güçlenerek, daha büyük bir adımla, daha büyük bir hız ve hınçla devam ediyor. Zafer kazanılınca eski hatalar düzeltilecek, eksiklikler tamamlanacaktır. Ama mücadelenin dayandığı temel ilkeler doğruluğunu ve geçerliliğini koruyacaktır. Emperyalizme ve faşizme karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin yolu, sosyalizme giden mücadelenin yolu, dikensiz bir gül bahçesinden geçmez. Tersine, bu yol çok engebelidir, engellerle doludur. Zaman olur hareket duraklayabilir, hatta gerileyebilir. Hareketin durakladığı ve gerilediği haller tarihte görülmüştür. Ama her duraklama gerileme döneminden hareket, daha büyük bir birikim ve hırs kazanarak çıkar. Hiç kuşkumuz yok ki, Şili’de de öyle olacaktır. Şili’de de hareket, gün geçtikçe daha büyük bir birikim, daha büyük bir hız ve güç kazanacaktır. Şili’de emperyalizmin faşizmin günleri sayılıdır. Şili halkıyla dayanışmamızı dile getirmek üzere toplandığımız bu gecede, Şili’nin yiğit başkanı Allende’nin anısını saygıyla anıyorum. Ve Şili’deki tüm siyasal tutuklulara, Luis Corvalan’a özgürlük diliyorum. Dilemekten de öte talep ediyorum. Dünyada faşizme ve emperyalizme karşı mücadele veren tüm halklara özgürlük, faşizme ve emperyalizme ölüm! Yaşasın sosyalizm yolunda bağımsızlık ve demokrasi mücadelemiz!” Behice Boran, Çark Başak, Sayı 20, 1 Aralık 1976. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1598-1599. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1598.pdf https://www.youtube.com/watch?v=JGgAvybSguA&t=1s[275] |
TİP (1961-1988) ve Enternasyonalizm/8 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın, 9 Ekim 1976 tarihinde Ankara’da düzenlenen 3. İl Temsilcileri Toplantısı’nı açış konuşmasından: ”Dünya İşçi Sınıfı Hareketi Özünde, İçeriğinde Enternasyonaldir” “Öteden beri Batı basınında (…) eskiden dünya işçi sınıfı hareketi tek merkezliydi, sonra, şimdilerde, çok merkezli hale geldi diye (…) tartışmalar yapılagelmiştir. Kanaatim, kesin kanaatim odur ki, proleter enternasyonalizmi veya sosyalist enternasyonalizm sorununu merkez kavramı açısından ve merkezlerin yapısı açısından görmek yanlıştır. Meseleyi yanlış koymaktır. Tek merkezli, çok merkezli, bu biçime ait bir şeydir. Hâlbuki işçi sınıfı hareketinin, çeşitli toplumlardaki işçi sınıfı hareketlerinin uluslararası nitelikte oluşu, o hareketlerin kendi öz niteliğinden gelmektedir. Biçimsel örgütlenmesi şu veya bu biçimde olsa da gene işçi sınıfı hareketi, dünya işçi sınıfı hareketi özünde, içeriğinde enternasyonaldir. Örgütlenme biçiminden bağımsız olarak (böyledir).” Genel Başkan Boran’dan Seçmeler, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Nisan 1980. s. 146. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1577. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_genel_baskan_behice_boran_dan_secmeler.pdf[276] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/1 Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesi Cumhuriyet Yönetimine Asıl İçeriğini Kazandıracaktır Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu 29 Ekim I977 günü Cumhuriyetin [54.] yıldönümünü kutlarken aşağıdaki bildiriyi yayınlamıştır. “29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı iki yönlü bir mücadelenin zamanın koşulları içinde ulaştığı önemli bir aşamadır. Cumhuriyetin kuruluşu, ulusal bağımsızlığımızı yok etmek, Anadolu toprakları üzerinde yaşayanları emperyalizmin boyunduruğu altına sokmak isteyen saldırgan sömürücü güçlere ve işbirlikçilere karşı verdiğimiz kurtuluş savaşının bir sonucudur. Bağımsızlık yolunda elde edilen ve yeni bir devletin oluşturulmasını mümkün kılan kazanımlar binlerce işçi ve emekçinin canları kanları pahasına, çalışan halkımızın katlandığı ağır yoksulluklar pahasına sağlanmıştır. Bağımsızlığı için savaşan ve bu yolda öteki ezilen, sömürülen ülkeler halklarından ve dünyanın ilk sosyalist devleti, dostumuz Sovyetler Birliği’nden büyük maddi ve manevi yardım gören halkımız yurtseverliğin en güzel örneklerini verdiği uzun savaş yılları boyunca Cumhuriyetin temellerini atmıştır. Bu temeller emperyalizmin dolaylı, sinsi saldırılarına karşı direnişin sürdürüldüğü Kurtuluş Savaşı ertesi dönemde de korunmuş ve politik bağımsızlığa sahip bir devletin kurulması ancak bu kitlesel mücadele ve destekle mümkün olmuştur. 54 yıl önce Cumhuriyetin ilanı bir başka yanıyla da büyük önem taşımaktadır. Cumhuriyetin ilanı, başlangıcı çok gerilere uzanan, ancak en somut belirtileriyle o tarihlerde 100 yıla yaklaşan bir geçmişe sahip olan bir mücadelenin, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ulaştığı bir aşamadır. Cumhuriyetin kuruluşu, sömürgecilerle, emperyalistlerle işbirliği içindeki küçük bir azınlığın baskıcı, anti-demokratik, burjuva özgürlüklerin bile azılı düşmanı olan padişahlık yönelimine karşı, demokrasi ve özgürlük yanlılarının verdiği çetin mücadelenin bir sonucudur. Halkımızın daha geniş demokratik hak ve özgürlükler talebinden güç kazanan bir gelişmedir. İşçi ve emekçi halkımızın, tüm yurtseverlerin, demokratların verdiği bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi doğrultusunda atılmış büyük bir adım olarak Cumhuriyetin kuruluşunu kutluyoruz. Cumhuriyetin 54. yıldönümünde geçmişin bu olumlu mirasına en büyük içtenlikte sahip çıkıyoruz. Tarihimizin bu önemli deneyini de göz önüne alarak ekonomik, askeri ve kültürel bağımsızlıkla bütünlenmeyen politik bağımsızlığın gölgeleneceği, demokrasinin küçük bir azınlık için değil ancak geniş kitleler için demokrasi niteliğine kavuşabildiği takdirde gerçek anlamını kazanacağı gerçeklerine bir kere daha dikkati çekiyoruz. İşçi sınıfımızın ve tüm emekçilerin bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesi Cumhuriyet yönetimine de asıl içeriğini kazandıracaktır Kaybedilen mevziler tekrar kazanılacak, daha ileri, daha büyük adımlar atılacaktır.” Çark Başak, Sayı 42-43. 16 Kasım 1977. s. 4.[277] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/2 1964 Programı: Türkiye İşçi Partisi, Kurtuluş Savaşı Türkiye’sine yaraşır, kıskançlıkla bağımsız, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı, Birleşmiş Milletler ilkelerine bağlı, barışçı bir dış politika izler “Atatürk’ün ölümüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası, Kurtuluş Savaşı Türkiye’sine yaraşır nitelikte olmuştur. Kurtuluş Savaşı daha önce verdiğimiz savaşlardan hiçbirine benzemez. Bu savaşın hedefi Anayurdu düşman istilâsından kurtarmaktan ibaret değildi. Asıl hedef, halkımızın sömürgeci ve sömürücülerin boyunduruğundan kurtulması, bağımsız Türkiye’nin kurulmasıydı. "İstiklâlimizi emin bulundurabilmek için heyet-i umumiyemizce, heyet-i milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyet-i milliyete" savaşmıştık. Zaferden sonra onbeş yıl, Türkiye’nin dış politikası ve millî savunma işleri, Kurtuluş Savaşımızın felsefesi ışığında belirlenip uygulandı. Atatürk’ün sağlığında bağımsız bir dış politika izledik; kıskançlıkla istiklâlci, Millî Misakcı, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı ve de barışçıydık. Bağımsızlığımızı, Cumhuriyetimizi ve Anavatan topraklarını korumak için, iyi yetiştirilmiş, halkın fedakârlığı ile iyi donatılmış, bağımsız bir millî ordu meydana getirdik. Fakat aynı zamanda Türkiye’yi bir “emniyet kuşağı” ile çevrelemeyi de ihmal etmedik. Komşu devletlerle dostluk münasebetleri kurup geliştirmek, Atatürk devri dış politikasının başlıca hedefi olmuştur. ... Barışa içtenlikle bağlıydık. Dünyada sürekli bir barış düzeninin kurulmasını, savaşın milletlerarası anlaşmazlıkların çözümünde başvurulabilecek araçlar arasından çıkarılmasını, sade barışın bir ahlâk değeri taşımasından, bir insanlık ülküsü olmasından ötürü savunmuyorduk; barışı aynı zamanda hızla kalkınıp ilerlememizin vazgeçilmez şartı sayıyorduk. ... Yabancı sermayeye, dış yardım ve kredilere güvenmedik. Yabancı sermaye karşısında her zaman gereken uyanıklığı ve titizliği göstermesini bildik. ... Atatürk devrinde, Türkiye emperyalizmin, sömürgeciliğin kesinlikle karşısında olmuş; ilk millî kurtuluş savaşını yapmış bir devlet olmanın şerefli sorumluluğunu taşımış; sömürge halklarının, bağımlı milletlerin gözlerini kurtuluş umuduyla çevirdikleri ülke olmuştur. Fakat zaferden sonra, derebeylik kalıntısı toprak ağalığı, kökü ister istemez dışarda, milletlerarası finans dünyasında olan veya olmaya hazırlanan yerli sermayecilik tohumları zararsız hâle getirilemedi. Yani savaş yıllarının idareci kadro - halk işbirliği ve dayanışması sürdürülemediği için, gerekli dönüşümler, köklü reformlar yapılmadı. ... Türkiye İşçi Partisi, Kurtuluş Savaşı Türkiye’sine yaraşır, kıskançlıkla bağımsız, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı, Birleşmiş Milletler ilkelerine bağlı, barışçı bir dış politika izler.” Türkiye İşçi Partisi Programı, 1964. s. 157-161. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_1964.pdf[278] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/3 Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri Nihat Sargın’ın, Görev Gazetesi’nin 15. sayısında “Onbeş günde bir” adlı köşesinde yayımlanan yazısını paylaşıyoruz. Cumhuriyet 54 Yaşında: Padişahlık Gidip Cumhuriyetin Gelmesiyle İşler Bitmedi “Benim gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında doğmuş olanlar iyi hatırlayacaklardır. Şimdi artık böyle söylenip söylenmediğini bilmiyorum ama, bizlere ilkokulda üç türlü devlet biçimi olduğunu öğretmişlerdi: Mutlakıyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet. Mutlakıyet padişahların ve kralların tek başına yönetimi idi; bunlar yönetimde "mutlak" egemen olarak söz sahibi idiler. Meşrutiyette ise egemenliklerin bir bölümünü halk tarafından seçilen Meclis’le bölüşmek zorundaydılar. Tabii bu mutlakıyete göre daha iyi bir yönetimdi, ama yeterli değildi. Cumhuriyet’e gelince artık babadan kalma padişahlık filan söz konusu değildi. Halkın seçtiği Meclis ve Meclisin seçtiği hükümet yönetiyordu ülkeyi. "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun"du, daha iyisi olamazdı. Bizler de bu en iyi biçimde yönetiliyorduk. Ve bundan dolayı da çok mutluyduk. Amerika Cumhurbaşkanı A. Lincoln’a ait olduğunu çok sonraları öğrenebildiğimiz Cumhuriyetin bir tanımını da öğrenmiştik: "Halkın, halk için, halk tarafından idaresi." Gerçekten bundan iyisi olamazdı. Yıllar böyle geçti. Ancak II. Dünya Savaşının bitiminden sonra bir de "demokrasi" sözcüğü dilimize girdi. Gerçi Türkiye Cumhuriyetle yönetiliyordu ama, bu demokrasi değilmiş. Demokrasi olması için birden çok parti olması ve seçimlerin bu partiler arasında yapılması gerekiyormuş. Artık bu öğretiliyordu. Şimdi birden çok partimiz de vardı; daha ne istenebilirdi ki. Ama bu partiler birbiri içinden bölünüp çıkmış, birbirinin aynı imişler, ne çıkar. O sıralarda bir de "sınıf" sözcüğü kullanılır gibi oldu, "sınıf esasına dayalı partiler" de kuruldu ama hemen önlendi. Cumhuriyetin 10. yıl marşında sınıf sözcüğü geçiyor ve "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz" deniyordu gerçi; bu sözcüklerin gerçek anlamını bilmeden bol bol söylemiştik bu marşı küçük bir çocukken. Ama sınıf deyince okuldaki sınıflardan başkasını bilmiyorduk ki. Neden sonra ta 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nin gelişip güçlenerek yurt çapında örgütlendiği ve ülkenin siyasal yaşamında -artık önlemeye olanak bulamadıkları- yerini aldığı zaman "sınıf’’ sözcüğü de halkımızın kafasında adım adım yerleşmeye, gerçek yerini bulmaya başladı. Evet, artık başımızda padişah yoktu, hem birden çok partimiz de vardı. Ama toplumumuz öyle imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle değildi. İmtiyazlılar da vardı, sınıflar da vardı. Ve bu sınıflardan biri burjuvazi idi; işçi sınıfı ve emekçi yığınların karşısında yer alıyordu; aralarında uzlaşmaz çelişki mevcuttu. Bu burjuvazi dediğimiz de büyük sermaye ve toprak sahipleri, fabrikatör, ihracatçı, ithalatçı, parababalarıydı. Topunu toplasanız bir avuçtu. Partiler iktidara gelip gidiyor ama burjuvazi, egemen sınıf olarak hep iktidarda kalıyordu. Böylece ister tek partili ister çok partili dönem olsun, halkın halk için, halk tarafından idaresi aslında lafta kalmaya mahkumdu. Ta ki, işçi sınıfı ve müttefiki emekçi halk yığınları iktidara gelip sosyalizmin gerçekleştirilmesine değin. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bu görüşü savunan sosyalistleri hep akla gelmedik baskı ve zorluklar, hapisler, zindanlar, işkenceler bekledi. Ama tarihin akışını geriye döndürmeye, işçi sınıfı ve emekçilerin uyanıp gerçekleri görerek bilinçlenmelerini önlemeye kimin gücü yetebilir ki... Bugünlerde 60. yıldönümü kutlanacak olan Büyük Ekim Devrimi’nden bu yana dünyanın üçte birinde kurulduğu üzere ergeç ülkemizde de işçi sınıfı müttefikleriyle birlikte, partisi eliyle, Türkiye İşçi Partisi eliyle iktidara gelecek, Türkiye’mizde de sosyalizm kurulacak, adım adım sınıfsız bir toplum gerçekleşecektir. Bundan da kimsenin kuşkusu olmasın. Bugün 54. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet, tarihimizde büyük aşamadır. Bunu biliyoruz, ona gerçekten ancak işçiler, emekçiler, biz sahip çıkıyoruz. Ama padişahlığın gidip Cumhuriyetin gelmesiyle işlerin bitmediğini de biliyoruz. Arapça "cumhur" yani halkın idaresi demek olan Cumhuriyet veya eski yunanca kökenli "demos" halk ve "krasi" yönetim sözcüklerinin birleşmesinden doğan demokrasi olsun, Cumhuriyetin de, demokrasinin de gerçek anlamını ancak sosyalizmin kurulmasıyla kazanacağını da biliyoruz. Ve bu bilgi ve bilinçle mücadelemizi sürdürüyoruz. Cumhuriyetin 54. yılı bu anlayış ve bilinçle hepimize kutlu olsun.” Görev Gazetesi, Sayı 15, 27 Ekim 1977. s. 1, 4.[279] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/4 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla 28 Ekim 1975 tarihinde yaptığı açıklamayı paylaşıyoruz. CUMHURİYETİN İLANI GÜNLERİNİ İÇİMİZ BURKULARAK ANIYORUZ “Bugün içinde bulunduğumuz iç ve dış şartlarda Ulusal Kurtuluş Savaşımızı ve onun ürünü olan Cumhuriyet’imizin ilan günlerini içimiz burkularak anıyoruz. “İstiklâl’i tam” politikasından ve özgürlüklerin serbestçe geliştiği, kitlelerin her yönden kalkındığı demokratik bir cumhuriyet olma durumundan ne kadar uzak düştük! Bağımsız dış politika sorununun özellikle ağır bastığı ve anti-demokratik baskıların tırmandığı günümüzde, Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın ve Cumhuriyetin ilanının anlamı üzerinde düşünmek ve tarihimizde onurlu merhaleleri kaydedilen bu olayların anısının şevkiyle bağımsızlık ve demokrasi mücadelemize daha bir azimle sarılmak durumundayız. Halkımız, toplumun tüm anti-emperyalist, demokratik güçleri Cumhuriyet'in ilanını tam bir gönül ferahlığı ile kutlayacağımız günleri getirecektir.” Milliyetçi Cephe İktidardan Düşürülmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Şubat 1976. s. 60. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1395. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1395.pdf[280] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/5 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın, 30 Ağustos zaferinin 57. yıldönümü nedeniyle yayınladığı bildiriyi paylaşıyoruz. 30 Ağustos Emperyalizme Karşı Zafer Günüdür “30 Ağustos 1922, herhangi bir düşmana karşı değil, emperyalizmin ta kendisine karşı kazanılmış bir zaferdir. Askerî öneminin ötesinde politik ve toplumsal sonuçları olmuştur. Emperyalistlerin Türkiye'yi parçalamak ve paylaşmak emellerine son vermiş, karma bir imparatorluktan ulusal bir devletin doğuşunun ön koşullarını gerçekleştirmiştir. Ne var ki, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra büyük toprak sahipleri, tüccarlar ve sanayiciler, yabancı sermaye ile hiçbir zaman koparmadıkları bağlarını zamanla daha da sıkılaştırdılar, emperyalizmle işbirliğine gittiler. Ülkemiz daha sonraki yıllarda NATO'ya sokuldu. Topraklarımız üzerine Amerikan üslerini diktiler. Ulusal bağımsızlığa aykırı ve emperyalizme teslimiyet belgeleri olan ikili anlaşmalar yaptılar. Cumhuriyet döneminin en büyük bunalımı denilen bugünkü bunalım dış ilişkilerde emperyalizme bağımlılığın, iç düzende emperyalizmin iş ortağı büyük sermayenin ekonomik ve politik egemenliğinin bir sonucudur. Dayattığı koşullarla Türkiye ekonomisini sımsıkı bağlayan ve bunalımın faturasını işçi, köylü emekçilere yükleyen Uluslararası Para Fonu (IMF) yurdumuz üzerinde emperyalizmin kara pençesinden başka bir şey değildir. Bugün de emperyalizme karşı mücadele içindeyiz. Bilinçlenmiş işçi sınıfının, köylü kentli emekçi kitlelerin, aydınlar ve gençlerin emperyalizme karşı bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesi iç içe geçmiş üçlü bir mücadele halinde gün günden kesin zafere doğru gelişmektedir. Saflarımızı sıklaştıralım, gücümüzü katlayalım. Ulusal bağımsızlık için NATO'ya da, İMF'ye de hayır! ” Yürüyüş Dergisi, Sayı 230, 3 Eylül 1979. s. 7. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 2013. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/2013.pdf[281] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/6 Türkiye İşçi Partisi’nin 1964 Programından: "Kurtuluş Savaşımız felsefesinin gerçek mirasçısı olan Türkiye İşçi Partisi, dış politikada ve millî savunma politikasında aşağıdaki esasları savunur: Türkiye İşçi Partisi: -- Millî bağımsızlığımızı, egemenlik haklarımızı ve Cumhuriyetimizi kıskançlıkla korur. Bunları bir millî kurtuluş savaşı vererek kazanmış olmanın tam bilinci ile millî bağımsızlığımıza, egemenlik haklarımıza ve Cumhuriyetimize gölge düşürülmesine asla göz yummaz. Bağımsızlığımızdan, egemenlik haklarımızdan en küçük fedakârlığa razı olmaz; -- Sınırları Millî Misakla çizilmiş ve kurtuluş savaşı ile düşman istilâsından kurtarılmış Anavatan toprakları bütünlüğünün korunmasını, en kutsal ödev sayar; -- Milletlerarası münasebetlerde tam eşitliği şart koşar. Birleşmiş Milletler Anayasası ilkeleri ışığında, bütün devletlerle karşılıklı saygı ve tam eşitlik esasına göre, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanlarda, dostluk münasebetleri kurup geliştirmeyi amaç bilir; -- Bağımsızlığı ve eşitliği bütün milletler ve halklar için birer temel hak olarak görür. Varlığının bilincine varmış her millet ve halk için, kendi kaderini bizzat kendisinin tayin etmesi en tabiî bir haktır. Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenlik haklarını nasıl kıskançlıkla koruyorsa, başka milletlerin bağımsızlığı ve egemenlik hakları karşısında da öylece saygılıdır; -- Sömürge halklarının, bağımlı milletlerin millî kurtuluş hareketlerini barışçı yoldan bütün gücü ile destekler. İlk kurtuluş savaşını yapmış bir millet olarak Türkiye’nin, kurtuluş savaşı yapan milletler ve halklarla dayanışma hâlinde bulunmasını sadece ahlâkî bakımdan değil, günümüzün şartları içinde politik bakımdan da gerekli görür; -- Emperyalizme ve sömürgeciliğe kesinlikle karşıdır. Milletlerin boyunduruk altında tutulmasına, dolaylı da olsa milletlerin iç işlerine karışılmasına karşıdır; -- Barışçıdır. Savaşın ancak meşru müdafaa hâlinde haklı olduğuna inanır. Saldırı savaşlarını insanlığa karşı işlenmiş en ağır bir suç sayar. Saldırı savaşı açan devlet adamlarının kişi olarak cezaya çarptırılmalarını ister. Savaşı, milletlerarası anlaşmazlıkların çözümü için normal bir yol olarak kabul etmez; anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümünün zorunlu bir devletler hukuku kuralı haline gelmesi için çalışır;”. Türkiye İşçi Partisi Programı, 1964. s. 162-164. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_1964.pdf<>[282] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/7 Behice Boran’ın 10 Kasım 1962 tarihli Öncü Gazetesi’nde yayınlanan “Kırk Yılımıza Bir Bakış” adlı makalesinden: TOPLUMSAL GELİŞME, CUMHURİYET, SINIFLAR “29 Ekim, ardından 10 Kasım ve bütün devrim, halkçılık v.b. iddialarımıza rağmen bugün hâlâ karşı karşıya bulunduğumuz ağır sosyal-ekonomik meseleler insanı ister istemez bugün son kırk yıllık Cumhuriyet devrinin bir bilânçosu[nu] yapmaya götürüyor; kalkınma için gerçekçi, kılavuz ilkeler olan devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerine ve bunların uygulanması yolunda atılan ilerici adımlara rağmen neden kırk yıl sonra halâ kalkınabilmiş değiliz sorusu kocaman bir soru işareti şeklinde karşımıza çıkıyor. ... Bütün millî kurtuluş ve ihtilâl hareketleri gibi bizim kurtuluş ve devrim hareketimizin de bir halk hareketi cephesi vardı elbet. Ama bir ihtilâl hareketine (millî kurtuluş hareketleri de bir cephesiyle ihtilâl hareketleridir) köylü, kentli, emekçi kitlelerin katılmış olması demek, söz konusu hareketin gerçek bir halk hareketi olması demek değildir. İhtilâl hareketleri halk kitlelerinin katkısı olmadan yürümez, ama harekete önderlik eden sınıf burjuvazi veya orta sınıflar (küçük burjuvaziyle, varlıklı çiftçi sınıfları) ise, hareket başarıya eriştikten sonra yavaş yavaş ilerici, halkçı karakterinden kaybetmeye başlar; bütün halk kitlelerini kapsayan ihtilâl, devrim sloganları, meselâ Fransız ihtilâlinde “adalet, eşitlik, kardeşlik” ve bizde halkçılık, devrimcilik ilkeleri gitgide iktisaden kuvvetli üst sınıflar lehine yorumlanmaya, onlar lehine bir anlam kazanmaya başlar. Mücadelenin aktif yürütüldüğü zamanlarda alt saflarda savaşmış olan alt sınıflar, fakir köylüler, işçiler, küçük zanaatkârlar v.b. idareci kadroya yükselmek imkânını bulamazlar. Bu kadro eski rejimden yenisine devrolan eski üst sınıfın ve kadronun bir kısmını içine almakla beraber, asıl yeni kuvvetlenmekte olan sınıfın mensubu ve mümessilidirler. İdareci kadronun hem kendi sınıf menşei hem de iktidara geçince dayandığı sınıf dolayısıyla, bu kadroyu teşkil eden fertlerin subjektif niyetleri ve samimiyetleri her ne olursa olsun, ister istemez, iktisaden kuvvetlenen üst sınıfların mümessili haline gelirler. Onun için yeni rejim yerine oturdukça başlangıçtaki evrensel, insancıl, demokratik hak ve hürriyetler üst sınıflar lehine yontulur. Eksikleri, kusurları her ne olursa olsun, gerek Fransız ihtilâli gibi burjuva ihtilâlleri, gerekse bizim kendi devrim hareketimizin içinde yer aldıkları toplumları ileri götürmekte büyük hizmetleri olmuştur. Toplumsal evrimi bir bayrak yarışına benzetebiliriz. Bu yarışta nasıl koşucular zaman zaman değişir, ama bayrak ileriye doğru hareketine devam ederse, sosyal gelişme bayrağını da çeşitli toplumlarda, çeşitli devirlerde başka başka sosyal sınıflar bir yere kadar götürmüşler, sonra sosyal gelişme bayrağını daha zinde, daha genç sınıflar ellerine alarak koşuya devam etmişlerdir. Demokratik Cumhuriyet rejimi insanlık tarihinde ilk defa olarak emekçi kitlelere, fakir tabakalara kendi hak ve hürriyetleri yolunda mücadele etmek, bunlara sahip çıkabilmek imkânını vermiştir. Bunun içindir ki, başlangıçta burjuvazinin savunarak topluma mal etmiş olduğu demokratik hak ve hürriyetleri zamanla burjuvazi kendisi gözden çıkarır, hattâ başı sıkışınca büsbütün inkâr eder, faşist rejimlere kayar hale gelebilir; bu hak ve hürriyetleri savunmak ve bunlara sahip çıkmak halka, emekçi kitlelere düşer. Bu da sosyal diyalektiğin kaçınılmaz bir kanunudur.” Öncü Gazetesi, 10 Kasım 1962. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 520-522. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0520.pdf[283] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/8 TARİHSEL GELİŞİMİN ÖZELLİKLERİ “Türkiye, ulusal bağımsızlığını pekiştirip de bir süre sonra yine emperyalizmin sultasına giren ülkelerin eski bir örneğidir, dedik. Böyle olmakla beraber, Türkiye’nin kendine özgü ve belki geri kalmış diğer ülkelerin hiç birine benzemeyen bir durumu vardır. Birincisi, Türkiye hiç bir zaman sömürge olmadı. Yüzlerce yıllık, üç kıtaya yayılmış geniş bir imparatorluğun bir parçası ve mirasçısı olarak ulusal egemenliğine sahip devlet statüsünü korudu. Gelişmiş kapitalist Batılı devletler İmparatorlukta ne kadar ekonomik ayrıcalıklar ve çıkarlar elde etseler, devlet yönetimini baskı altında tutup müdahalelerde bulunsalar, İmparatorluğun sınırlara yakın bölgeleri elden çıkmaya başlasa da Osmanlı devleti ortadan kaldırılıp, toprakları işgal edilip, üzerinde bir sömürge yönetimi kurulmadı. Buna çok yaklaşıldığında, emperyalist Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İmparatorluğun ana toprakları işgal edilip üzerinde çeşitli yeni devletler kurulması tasarlandığında, yerel halk direnme hareketlerinin başlaması, İmparatorluk ordusundan artakalan güçlerin örgütlenmesi, İstiklal Harbinin başlatılıp kazanılmasıyla emperyalistlerin gerçekleştirmeyi tasarladıkları durum önlendi ve Misak-i Milli sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. İstiklal Harbi’nin amacı istiklal-i tam’dı, belirlenmiş sınırlar içinde bağımsız ve egemen, ulusal bir devletin kurulmasıydı. Bunun için bu savaş anti-emperyalist nitelikte bir ulusal kurtuluş savaşıydı. ... 1919-1923 ulusal kurtuluş mücadelesi sırasında bağımsızlık sorunu ön plana çıktı. Bağımsızlığın yalnızca siyasal olmadığı, ekonomik temeli bulunduğu olgusu daha açık seçik biçimde kavrandı. Siyasal tam bağımsızlık elde edilecek ve ekonomik bağımsızlıkla perçinleştirilecekti. Ama bunu gerçekleştirmek için benimsenin amaç ve amaca ulaştıracak yöntem yukarda belirttiğimiz görüşe, değerlendirmeye tıpatıp uygundu. Amaç Batılı kapitalist toplumların gittiği yoldan giderek, yani toplumda kapitalistleşme sürecini geliştirip Batı’nın çağdaş uygarlığına -gelişmiş kapitalizmine- ulaşmak, o ülkeler arasında yer almak ve onlara kendini kabul ettirmekti. Siyasal bağımsızlığın ekonomik temelini oluşturmak, kapitalistleşme ile gelişmiş kapitalizm düzeyine erişmek ile mümkün olacaktı. Bütün batılılaşma ve çağdaşlaşma görünüşünün ve tezinin anlamı buydu. Oysa 20. yüzyılın artık kapitalist yoldan gelişip Batı’nın ileri kapitalist toplumlarının (muasır medeniyet’in) düzeyine ulaşmak olanağı yoktu, bu yol kapalıydı. Cumhuriyetin ilanından sonra İmparatorluk düzeninden arta kalan bazı üstyapı kurumları (hukuk, yargı, eğitim sistemi gibi) değiştirildi. Sultanlığın ve halifeliğin kaldırılması ve Cumhuriyetin kurulmasıyla siyasal üstyapı zaten değiştirilmişti. Altyapıya ilişkin olarak tarımdaki aşar vergisi kaldırıldı ve kapitalistleşmeyi hızlandırıcı yasalar, teşvik tedbirleri kabul olundu. Özel sermaye birikimi yetersiz kaldığından, hızlı kapitalistleşmeyi başaramadığından, en büyük kaynakları elinde bulunduran en büyük sermayedar olarak devlet, bir yandan özel sektörü korumayı sürdürmekle beraber, ekonomi alanına doğrudan girip devlet işletmeleri kurmak yoluyla sanayileşmeyi güçlendirdi. Devletçilik politikası, ekonomide bir devlet sektörünün oluşturulması, özel sektöre karşı; onu hedef alan bir tutumu dile getirmiyordu; tersine, “özel girişimin yapamadığını devlet yapar” ilkesi ve uygulamasıyla kapitalizmi tümünde geliştirip güçlendirmek, özel girişime yardımcı olmak isteniyordu; devletçilik politikası ve devlet sektörü özel sektöre kolaylıklar sağlıyordu. Türkiye’de özel sermaye birikimi ve özel girişim devletçiliğin koruyucu kanadı altında gelişti.” Yurt ve Dünya, Sayı 1, 1 Ocak 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1610-1631. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1610.pdf[284] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/9 Türkiye İşçi Partisi’nin 1975 Programı’ndan: Cumhuriyetin ilânını izleyen dönemin, çelişkili ve olumsuz yanlarına karşın, ulusal bağımsızlık açısından kurtuluş savaşının anlamı ve önemi küçümsenemez. “Egemen üretim ilişkileri bakımından Türkiye kapitalist bir ülkedir. Burjuvazi uzun bir süredir iktidardadır ve zamanla iktidarını güçlendirmiştir. Cumhuriyet dönemi, feodalizmin tasfiyesi, kapitalizmin ve onunla birlikte burjuva iktidarının güçlenmesi ve Türkiye’nin, bütününde, dışa bağımlı ve geri de olsa, kapitalist topluma dönüşmesi dönemi olmuştur. Bu süreç içinde, feodal ilişkiler içindeki toprak ağaları sınıfı, büyük ve egemen kesimiyle, kapitalist işletmecilik yapan büyük toprak sahipleri sınıfına dönüşmüş, burjuvalaşmıştır. Türkiye’de Burjuva Demokratik Devrim Esas İtibariyle Yapılmıştır Türkiye'de geri ve güdük kapitalizmin burjuvazisi kendi çapında bir burjuva demokratik devrimini yapmıştır. Sultanlığın ve halifeliğin kaldırılması, şeriye mahkemelerinin kaldırılarak tek, laik yargı organları sisteminin getirilmesi, genel oy hakkı ve tek dereceli seçimler, çok partili rejim, sansürsüz basın, sınıf esası üzerinden örgütlenme, sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı, kapsamı genişlemekte olan sosyal sigortalar vb., uygulamada kısıtlanmış olsa da, Türkiye’de burjuva demokratik devriminin belli başlı öğeleridir. Demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlı oluşu, baskıların sürdürülmesi bu yargıyı değiştirmez. Burjuvazi, uygulamada imkân bulduğu oranda sınırlamalara ve baskılara başvurur. En "demokratik" bir burjuva rejimi bile son tahlilde burjuvazinin diktatoryasıdır. ... Bununla birlikte içinde bulunduğumuz dönemde, demokratikleşme sürecini hızlandırıp geliştirme, demokratik hak ve özgürlükleri koruyup genişletme, toplumu demokratikleştirme, kısacası demokrasi için mücadele ve ülkeyi emperyalizmin boyunduruğundan kurtarma görevi ve mücadelesi gündemdedir. Kapitalizm çerçevesinde kalındıkça bu mücadele haşarıya ulaştırılamayacağından, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi zorunlu olarak sosyalizm için mücadele ile birleşmekte, içiçe geçmektedir. ... Kurtuluş Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arası olarak sınırlayabileceğimiz bu sürede Türkiye, emperyalist - kapitalist ilişkiler ağının dışına çıkamadığı, bunun için de hızla sanayileşip kalkınamadığı için, objektif olarak dışa bağımlı bir ekonomi durumundan kurtulamamıştır. Çünkü ulusal kurtuluş savaşına önderlik eden ticaret burjuvazisi ve küçük burjuva kadrolar, tabiatları gereği, kapitalizm çerçevesi dışına çıkmak niyet ve gücünde değildiler ve kapitalist yoldan kalkınmayı seçtikleri için de "çağdaş uygarlık"a ulaşılması mümkün olmadı. ... Bununla birlikte Cumhuriyetin ilânını izleyen dönemin, yukarda belirtilen çelişkili ve olumsuz yanlarına karşın, ulusal bağımsızlık açısından kurtuluş savaşının anlamı ve önemi küçümsenemez.” Türkiye İşçi Partisi Program ve Tüzüğü, Haziran 1975. s. 7-10. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_tuzuk_1975.pdf[285] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/1 Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran’ın Görev Gazetesinin sorduğu sorulara verdiği yanıtlardan: EKİM DEVRİMİ HER YÖNÜYLE YAŞIYOR “Ekim Devrimi’nin ekonomik, toplumsal ve politik sonuçlarının zenginliği biliniyor. Sizce Ekim Devrimi’nin en önemli sonucu nedir? Büyük Ekim Devrimi'nin en önemli sonucu, binlerce yıllık dünya tarihinde ilk defa, insanın insanı sömürdüğü sınıflı toplumlar düzeninden sömürünün ortadan kalktığı, sınıfların giderek yok olduğu bir düzene geçişi gerçekleştirmiş olmasıdır. Tarihte ilk defa işçi sınıfı ve müttefiki yoksul köylüler iktidara gelerek tüm kent ve köy, kol ve kafa emekçileri için, tüm halklar ve topluluklar için sömürüsüz, adaletli, eşitçi ve bunun için de gerçek anlamda özgürlükçü bir düzen oluşturmuşlardır, insanlar, halklar, milletler arasında düşmanlık, kin, baskı ve savaş değil, kardeşlik, anlayış ve barış gelişip yerleşmiştir. Komşumuz Sovyetler Birliği’nde yer alan bu önemli olayın ülkemize yansıması ve sonuçları neler olmuştur? Komşumuz Sovyetler Birliği'nde yeralan Büyük Ekim Devrimi o ülkenin sınırları ile sınırlı değildir. Bir önceki sorunuza cevabımda belirttiğim gibi, dünya çapında önemi ve sonuçları olan bir olaydır. İktidar alındıktan sonra sosyalizmin kurulması sorunları arasında geri kalmış ülkelerin durumunun ne olacağı sorunu da ortaya çıktı. Devrimin yer aldığı Çarlık Rusyası'nda bulunan çok sayıda ulusal ve etnik topluluktan kimileri gelişmemiş, geri kalmış toplumlardı. Devrimin lideri Lenin dünyadaki geri ülkelerin çağdaş ileri düzeye erişebilmeleri için kapitalizm aşamasından geçmek zorunda olmadıklarını, sosyalizmi son hedef alan ve bazı aşamalardan geçen bir gelişmeyle kapitalizm aşamasını atlayarak doğrudan sosyalizme varabileceklerini açıkladı. Ve Sovyetler Birliği'ndeki geri topluluklar Lenin'in bu açıklamalarına uygun bir gelişme politikası izleyerek bugün gelişmiş sosyalizm düzeyine erişmiş bulunuyorlar. Ayrıca, Lenin sosyalist devrim ile ulusal kurtuluş savaşları arasındaki karşılıklı bağları inceleyip açıklamış, ulusal kurtuluş savaşlarının ilerici, demokratik özünü vurgulamış ve onların dünya devrimci hareketinin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Bu hareketlere destek ve yardım sağlamak Sovyet iktidarının bugüne kadar izleye geldiği temel politika olmuştur. Belirttiğim bütün bu noktaların Türkiye için anlam ve önemi açıktır. Türkiye için de kapitalizmi geliştirmeyi bir tarafa bırakıp atlayarak sosyalizm doğrultusunda ilerlemek ve sosyalizme varmak mümkündür. Mümkünün de ötesinde zorunludur, çünkü Türkiye tam bağımsızlığa ve çağdaş, ileri toplum düzenine ancak sosyalizmi kurmakla erişebilir. Sosyalist devrimin ve sosyalist ülkelerin ulusal kurtuluş mücadelesi veren uluslara ve halklara yardım konusuna gelince, Türkiye bu yardımı ilk almış olan ülkedir. Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı 1920 yılında Sovyetlerle temas sürdürülmüş ve ertesi yılın Mart ayında Türk-Sovyet saldırmazlık ve dostluk antlaşması imzalanmıştır. Bu, Anadolu'da oluşturulan yeni yönetimin devlet olarak resmen ilk tanınmasıydı, onun için de çok önemliydi. Yeni Türk devleti yalnızlıktan kurtuluyor, doğu sınırları güvenlik altına alınıyor ve çok değerli maddi yardımlar elde ediyordu. Aynı zaman süresinde Sovyetlerden Türkiye' ye çok miktarda silah, cephane ve altın gönderilmeye başlanmıştı. Türkiye'ye bu yardımlar yapıldığı sırada Sovyetler Birliği'nin kendisinin bu mallara çok ihtiyacı vardı, çünkü hem devrimi bastırmak için ordular göndermiş olan Batılı emperyalistlere karşı, hem de gerici, sömürgen iç düşmanlara karşı amansız bir savaş vermekteydi. Bu şartlarda yapılan cömert yardımlar, sosyalist devrim ile ulusal kurtuluş savaşı arasındaki uluslararası dayanışma ve birliğin güçlü göstergesidir. Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk dönemde, Atatürk'ün ölümüne kadar olan sürede Türk dış politikası Sovyetler Birliğiyle dostluk temeline oturdu. Ama büyük sermaye sınıfı, burjuvazi ve toprak ağaları kendi bencil çıkarları açısından bu dostluktan ve sosyalizm fikirlerinin halk arasında yayılmasından, tutunmasından korkuyorlardı. Onun için 1930'ların son yıllarından başlayarak Türkiye yeniden Batılı emperyalistlere yöneldi ve giderek başını Amerika'nın çektiği emperyalizme her yanıyla bağımlı hale geldi. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu ve halkı ezen zorluklar, karşılaştığı sorunlar ulusal çıkarlara aykırı bu politikanın sonucudur.” Görev Gazetesi, Sayı 15, 27 Ekim 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1750-1751. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1750.pdf[286] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/2 Behice Boran’ın Vatan Gazetesi’nde yazdığı “Bir Dergi Başyazarı ve Bazı Gerçekler” başlıklı yazıdan: “Lenin ve partisine gelince, onların toplum koşulları Batıdakinden bambaşkaydı. Rusya az gelişmiş bir kapitalizmdi. Burjuva devrimini tamamlayamamıştı. Uzun savaş yılları sonunda da ekonomik ve politik düzeni çökmüş, ihtilal başlamış durumdaydı. Lenin'in liderliğinde Rus işçi sınıfının yaptığı, başlamış olan ihtilali burjuva aşamasında bırakmayıp sosyalist aşamaya ulaştırmak olmuştur. Bilindiği gibi ihtilaller şu ya da bu grubun gizli tertibiyle doğmaz. Objektif sosyal koşullar yaratır ihtilali. Bir ihtilal durumu meydana gelince de bu durumdan ilerici kuvvetler kadar gerici kuvvetler de faydalanmaya çalışırlar. Onun içindir ki tarihte ihtilal örnekleri kadar karşı-ihtilal örnekleri de vardır. İhtilaller objektif koşullardan doğduğu gibi, ihtilalin seyrini de esas itibariyle objektif koşullar tayin eder. İhtilali yapan grubun ihtilalin seyrini kontrol altına alabilme olanağı, özellikle ilk zamanlarda hayli sınırlıdır. Toplumun gelişme yollarına kadar engellenir, ne kerte sıkı ve uzun zaman tıkanırsa tıkansın, sonunda kendini belli eden sosyal determinizm o kadar şiddetli sarsıntıyla, kanlı ihtilallerle meydana çıkar.” Vatan Gazetesi, 22 Ekim 1962. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 502. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0500.pdf[287] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/3 Türkiye İşçi Partisi tarafından, 6 Kasım 1977 tarihinde, İstanbul Spor Sergi Sarayı’nda Büyük Ekim Devrimi’nin 60. Yıldönümünü kutlamak üzere “Ekim Devrimi ve Türkiye” toplantısı düzenlendi Selam Büyük Ekim Devrimine Kapitalimden sosyalizme geçişin ilk önemli adımı olan Büyük Ekim Devrimi’nin yıldönümü Türkiye’de ilk defa “protokol zorunluluğu” olmaksızın kitlesel biçimde kutlandı. Toplantı salonu, “Yaşasın İşçi Sınıfının Ulusal ve Uluslararası Birliği”, “Selam Büyük Ekim Devrimine” yazan pankartlar ile donatılmıştı. Katılımcılar, dünyadaki tüm sosyalistlerin ortak marşı Enternasyonal’i hep birlikte söylediler. Toplantının açılış konuşmasını Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri Nihat Sargın yaptı: “Sovyetler Birliği Barış Komitesi’nin çağrılısı olarak Büyük Ekim Devrimi’nin 60. Yıldönümü toplantı ve törenlerine katılmak üzere Genel Başkanımızla birlikte gittiğimiz Sovyetler Birliği’nden bu toplantıda hazır bulunabilmek için, seyahatimi kısa keserek henüz dönmüş bulunuyorum” diyerek başladığı konuşmasına Sovyetler Birliği Barış Komitesi’nin başarı dileklerini ve henüz Moskova’da bulunan Behice Boran’ın selam ve saygılarını ileterek devam etti. Büyük Ekim Devrimi’nin; dünya devrimci sürecinin üç bileşeninin (dünya sosyalist sistemi, kapitalist ülkeler işçi sınıfı hareketleri ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin) “yolarını aydınlatan ışık olmakta, her anılışında ve kutlanışında güçlerini daha da bilemekte ve pekiştirmekte” olduğunu bildirerek, sözlerini “Selam dünyanın aydınlık geleceğine” diyerek tamamladı. Genel Başkan Behice Boran’ın “dünyanın her ülkesinde insanlar, Türkiye'de sizler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nde ben ve daha yüz milyonlar, tarihin en büyük devriminin 60. yıldönümünü anmak ve kutlamak için bir araya geldik” diye başlayan ve “Saygı ve selam Büyük Ekim Devrimi'ne” diyerek tamamlanan mesajı okundu. Ardından konuk konuşmacılar ve sanatsal etkinliklere geçildi. Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Aziz Nesin konuşmasında; “biz bugün iki şeyi bir arada kutluyoruz. Birincisi Ekim Devrimi’ni kutluyoruz. İkincisi işçi sınıfı olarak, işçi sınıfının aydınları olarak Ekim Devrimini kutlayabilir düzeye gelmiş olmamızı kutluyoruz” dedi. Barış Derneği Başkanı Mahmut Dikerdem “Ekim Devrimi ile ilk kez, ezilen çoğunlu(ğun) azınlığın iktidarına son verdi(ğini)” söyledi. Tabii Senatör Suphi Karaman “Ekim Devrimi(ni), sömürüsüz bir toplumun kurulması için, burjuvazinin egemenliğinin yıkıldığı büyük bir toplumsal olay” olarak nitelendirdi. Kimya işçisi ve Türkiye İşçi Partisi Başkanlık Kurulu üyesi Dinçer Doğu konuşmasında aydınları “sosyalizmin geniş emekçi kitlelere getirdiği somut kazanımları yine geniş emekçi kitlelere anlatmak için görev(e)” çağırdı. Toplantıya Ruhi Su, Timur Selçuk, Rahmi Saltuk ve Genco Erkal sazları ve sözleri ile katıldılar. Devrimci marşları ile Türkiye İşçi Partisi Korosu ve Artvin Halk Oyunları ile İşçi Kültür Derneği toplantıyı zenginleştirdiler. Toplantının bir başka dikkat çeken noktası ise slayt makinesi ile zaman zaman duvarlara büyük boyutta düşürülen Lenin resimleri ve toplantının sonunda mikrofondan duyulan Lenin’in sesi oldu. Sosyalizmin insanlara getirdiği kazanımları açıklayan bir serginin de bulunduğu toplantıya çok sayıda siyasi örgüt, demokratik kitle örgütü, kurum ve kişiden mesaj geldi. Binlerce kişinin katıldığı coşkulu toplantı, hep bir ağızdan Enternasyonal’in söylenmesi ile sona erdi. Çark Başak Dergisi, Sayı 42-43, 16 Kasım 1977. Yürüyüş Dergisi, Sayı 135, 8 Kasım 1977. Yürüyüş Dergisi, Sayı 136, 15 Kasım 1977. Vatan Gazetesi, 22 Ekim 1962. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 1, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 502. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0500.pdf[288] |
TİP (1961-1988) ve Tarihsel Birikim, Cumhuriyet ve Sosyalistler/10 ÖLÜMÜNÜN 40. YILINDA BİR DEĞERLENDİRME: ATATÜRK ve "ATATÜRKÇÜLÜK" ... Çok dikkat çekicidir ki, Atatürk'e bağlılıklarını, sorunların çıkış yolunun onun ilkelerinde olduğunu durmadan tekrarlayanlar, bu tekrarlamaların ötesinde, ne onun tarihsel gelişime bakış açısını irdeleyip bugüne uyarlamakta, ne de sorunların çözümünde onun ilkelerine bağlı kalmaktadırlar. Bugün "Atatürkçülük" denilen Atatürk'e bu sözde bağlılık ve "Ne sağcıyız, ne solcuyuz, Atatürkçüyüz" tekerlemesi ardında toplumun sol doğrultuda olan ilerlemesine karşı duruş, solu bastırarak toplumsal ilerlemeyi durdurmak çabasından başka bir şey değildir. Atatürk, zamanında, ilerici bir insandı. İçinde yaşadığı, yarım yüzyıl öncesinin toplumunu feodal düzenden kapitalist aşamaya ilerletici, bir ortaçağ imparatorluğundan bir ulusal devlet yaratıcı görüşlere sahipti ve böyle bir politikanın uygulayıcısıydı. Bugün Atatürkçülük adına yapılmak istenenler ise toplumsal ilerleyişi tutucu, bunun için de gerici niteliktedir. Atatürk toplumların değişme halinde olduğunun farkındaydı. En yakın çalışma arkadaşları "İstanbul'da esir düşmüş" sultanlığı ve halifeliği kurtarma ve sürdürme hesapları yaparken, o, imparatorluğun, sultanlık ve halifelikle beraber tarih sahnesinden silinmeye mahkûm olduğunu çoktan biliyor, çabalarını, bu silinmeden doğacak olan ulusal devletin, Cumhuriyetin yaratılmasına yöneltiyordu. Atatürk hiçbir şeyi kendi "dehası" ile yoktan var etmedi. Büyük adamların büyüklüğü, toplumun gidişini doğru saptayıp değerlendirebilmeleri ile orantılıdır. .... Atatürk'ün somut ilkelerine gelindiği zaman da, "Atatürkçü"lerin bunlara uygulamada sahip çıkmadıkları görülmektedir… Kurtuluş Savaşı "istiklâl-i tam" (tam bağımsızlık) için yapılmıştı. Bir kısım yabancı şirketler bu amaçla satın alınmıştı. Atatürk istiklâl konusunda çok duyarlıydı. Türkiye emperyalist-kapitalist dünya ilişkileri ağı içinde kalmaya devam ettiği için "tam bağımsızlık" koşulları ve durumu oluşamadı; ama yine de Türkiye son tarihsel dönemin göreli olarak en bağımsız evresini yaşadı. Bu göreli bağımsızlık çizgisinden adım adım geri gidilirken, "Atatürkçülük" şampiyonlarından hiç ses çıkmadı. NATO'ya girildi. Tüm silâhlı kuvvetler NATO emrine verildi. Ulusal savunma stratejisi NATO stratejisi ile özdeşleştirildi. Yurt topraklarından parçalar askerî üs ve dinleme tesisi olarak Amerikan askerî yönetimine devredildi. Silâhlı kuvvetlerin donanımı ve eğitimi ABD'ye bağlandı. Savaş sanayiinin geliştirilmesi durduruldu. "Atatürkçü"lerden ne bir ses, ne bir nefes! Şimdi de öyle. Amerikan ambargosuna "Atatürkçülük" adına tutarlı, isabetli, güçlü bir direniş ve karşı koyuş olmadı. "Aman Batı'dan, Amerika'dan kopmayalım" diye durum "idare" edildi. Ambargo şartlı kalkınca da, hukukî dayanağı kalmamış olan üsler, konu Millet Meclisi'ne dahi getirilmeden bir Hükümet kararı ile açılıverdi. "Atatürkçü"lerin kılı kıpırdamadı. "Ulusal savunma kavramı", "Ulusal strateji" konuları suskunluğa itildi. Atatürk siyasî bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlığa bağlı olduğunun bilincindeydi. Ekonomik bağımsızlığı gerçekleştirmenin yolunu doğru saptamamıştı ama, siyaset-ekonomi ilişkisini kavramıştı. Türkiye'nin içinde bulunduğu durum ise bu ilişkiyi, en görmek istemeyenlerin bile görmezlikten gelemeyeceği bir açıklıkla ortaya çıkarmıştır. .... Batılı ülkeler ile olan ekonomik ilişkiler tümü ile, Türkiye'nin ekonomik bağımlılığını gözler önüne sermektedir. Sanayiin bağımlılığından sanayiciler yakınır durumdalar. Kullandığı makine ve cihazlardan, yedek parçaya, hammadde, ara malı ve yöntemlere kadar sanayimiz dışa muhtaç, dışa bağımlı. Döviz kaynakları bakımından da öyle. İhracattan ve işçi gelirlerinden elde edilen dövizler ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Sanayiin teknolojisi genellikle geri ve ağırlığı montaj ve hafif sanayide. Sanayiin belkemiği olan ağır sanayi ihmal edilmiş. Bu dışa bağımlı sanayi yapısı, bize dıştan dayatılmış. Bağımlılık, emperyalizme bağımlılık, dayatma da emperyalist odakların dayatması. Gerçek bağımlılık da bu. Şimdi Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve diğer para kuruluşları yardım için ileri sürdükleri koşullarla bu geri, dengesiz, emperyalizme bağımlı sanayi yapısını sürdürtmek, bu niteliklerini güçlendirerek sürdürtmek istiyorlar. Borçları ertelemek, "taze para" vermek için karşılığında almak istedikleri bedel bu! Bu konuda da "Atatürkçü"lerin sesi sedası çıkmıyor. "Milliyetçilik"leri şahlanmıyor. Ne oldu "istiklâl-i tam" hedefi? Ekonomik zaferle "taçlandırılmadıkça" askerî ve siyasal zaferlerin "payidar" (kalıcı) olamayacağı gerçeği. .... Emperyalizme bağımlılığın, ekonomik geriliğin ve darboğazların faturasın işçi-emekçi geniş halk kitleleri ödüyor. Durmadan yükselen fiyatlar, düşen gerçek gelirler, artan işsizlikle, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerdeki yetersizliklerle kitleler giderek daha yoksullaşıyor. Kitlelerde huzursuzluk artıyor. Politik bilinçlenme, direnç ve dövüşkenlik yükseliyor. Bu durumun kökündeki nedenlere inmek yerine, "Atatürkçülük" adına "sınıf bölücülüğünün", "sınıf kavgasının" yok edilmesi isteniyor. Bastırılması için demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamadan yana çıkılıyor. Atatürk vesile edilerek, "Büyük kurtarıcı" simgesi işlenip kafalara yerleştirilmeye çalışılıyor. Böylece faşist güçlerin silahlı saldırı ve cinayetlerle terörü tırmandırarak varmak istediği sonuca yardımcı olacak ideolojik ve psikolojik zemin hazırlanıyor. ...". Yürüyüş, 21 Kasım 1978, Sayı 189 s. 16. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1909. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1909.pdf[289] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/4 Türkiye İşçi Partisi’nin 6 Kasım 1977 tarihinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayı'nda düzenlediği “60. Yılda Ekim Devrimi ve Türkiye” toplantısına Genel Başkan Behice Boran’ın Moskova’dan gönderdiği mesajdan: EKİM DEVRİMİ VE TÜRKİYE “Arkadaşlar! Dünyanın her ülkesinde insanlar, Türkiye'de sizler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nde ben ve daha yüz milyonlar, tarihin en büyük devriminin 60. yıldönümünü anmak ve kutlamak için bir araya geldik. Bu vesileyle birlikteliğimizi ve birliğimizi ta içimizden, ta derinden duyup tazelemek için toplandık. Dünyanın karanlık, gerici ve baskıcı sömürgen güçlerine karşı, emperyalizme ve faşizme karşı uluslararası dayanışmamızı simgelemek için bir araya geldik, toplandık. "Dünya tarihinin en büyük devrimi" sözü, bir övgü sözü olmaktan çok öte mutlak bir gerçeğin ifadesidir. Ekim Devrimi "büyük" sıfatını tam haketmiş bir devrimdir. Büyük Ekim Devrimi bir toplumun, bir ulusun sınırlarıyla sınırlı bir devrim değildir. Tüm insan toplumlarının tarihsel aşamalardan geçen evriminde kapitalizmden sosyalizme ilk başarılı, kalıcı sıçrayışı gerçekleştirmiştir Büyük Ekim Devrimi. Sosyalizmin pratikte, somutta ilk gerçekleştirilişinin ve daha ileri evrelere doğru geliştirilişinin yollarını açmıştır. Büyük Ekim Devrimi'nin tarihsel önemi kapitalizmden sosyalizme diyalektik sıçrama olmasıyla da sınırlı değildir. Binlerce yıldır sürüp gelen meta üretiminin, sömürüye dayalı sınıflı toplumların sona erdirilmesinin; insanın insanı sömürmediği sınıfsız toplumlar çağının başlatılmasının devrimidir Büyük Ekim Devrimi. Feodalizmden kapitalizme geçişte olduğu gibi, bir tür sömürü düzeninden ve sınıflı toplumdan bir başka tür sömürü düzenine ve sınıflı topluma geçiş değildir. Sömürüsüz ve sınıfsız ilkel toplumdan sınıflı sömürü düzenlerine geçişin, binlerce yıl sonra çok üst toplumsal evrimin en ileri aşaması da sosyalizmdir. Bu çelişmelerin ve atılımların başlatıcısı 1917 Büyük Ekim Devrimi'dir. … Büyük Ekim Devrimi ve önderi Lenin başarılan sosyalist devrim ve dünya işçi sınıfı hareketiyle ulusal kurtuluş hareketleri arasındaki doğal ittifakı da gün ışığına çıkardı. Lenin ulusal kurtuluş hareketlerinin devrimci ve demokratik özüne, potansiyeline büyük önem verdi ve bu hareketlerde anti-emperyalist ve anti-kapitalist hedeflerin üst üste çakışmasının kaçınılmazlığını belirtti. Ulusal kurtuluş hareketleri dünya devrimci sürecinin bir parçasıydı. Bu gerçekler saptanıp açıklanmakla kalınmadı. Ulusal kurtuluş hareketleriyle fiilen ittifaklar kurmak ve bu hareketlere yardımda bulunmak benimsendi ve uygulandı, bugün de uygulanıyor. Bu yardımlardan ilk yararlanan ülke Türkiye oldu. Türkiye yenilmişti. Türkiye parçalanmıştı. Türkiye işgal edilmişti. Dünyada hiç dostu kalmamış gibiydi. Sonra, bu ters şartlara boyun eğmeyenlerin Anadolu'nun kıraç topraklarında yeni bir ulusal devlet oluşturmalarının ilk yılında, Büyük Ekim Devrimi'nin genç Sovyet Devletiyle ilişkiler kuruldu. İlişkiler gelişti ve bir yıl sonra, Mart 1921'de dostluk ve saldırmazlık andlaşması imzalandı. Büyük miktarlarda altın, silah ve cephane yardımı başladı. Genç Sovyet Devleti bu nesnelere kendisinin en fazla ihtiyacı olduğu bir zamanda onları ulusal kurtuluş savaşımıza sunuyordu. Batılı emperyalist devletler Sovyet topraklarına ordular göndermiş, dört bir yandan cephe açarak savaşı başlatmıştı. Sovyet halkları hem bu dış düşmanlara karşı, hem iç düşmanlara karşı amansız savaşıyordu. Bu şartlarda bize cömertçe yapılan yardımlar sosyalist devrimle ulusal kurtuluş hareketi arasındaki ittifakın, emperyalizme karşı dayanışma ve birliğin somutlanışıydı. Bu ittifakla Anadolu'daki genç Türk devletinin doğu sınırları da güvence altına alınmış oluyordu. … Ergeç tüm ülkeler sosyalizm yoluna gireceklerdir. Ama bu kolay olmayacaktır, kendiliğinden hiç olmayacaktır. Tüm ilerici, demokrat, sol, sosyalist güçlerin emperyalizme ve işbirlikçisi faşizme karşı tutarlı, sebatlı, cesur mücadelesiyle ancak bu yol açılacak, sosyalizme doğru sağlam adımlarla ilerlenecektir. Yarınlar sosyalizmindir, yarınlar bizimdir! Saygı ve selam Büyük Ekim Devrimi'ne, Saygı ve selam Ulusal Kurtuluş Savaşımıza, Saygı ve selam hepinize Büyük Ekim Devrimi'nin ülkesinden!” Çark Başak, Sayı 42-43, 16 Kasım 1977. Yürüyüş Dergisi, Sayı 136, 15 Kasım 1977. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1752-1754. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/1752.pdf[290] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/5 Büyük Ekim Devrimi’nin 62. Yıldönümü nedeniyle Çark Başak Dergisi’nde yayımlanan yazıdan: Ekim Devrimi’nin 62.Yılı tüm dünya halklarına, dünya işçi sınıfı hareketine kutlu olsun! “Aydınlığın karanlığa, emekçinin sömürüye, kitle gücünün zorbalığa karşı ve tüm sınıflı toplumlar boyunca binlerce yıl devam eden mücadelenin ilk kalıcı başarısı her yıl, o yıl içinde sosyalizme ulaşan, sosyalizm yolunda önemli dönemeçleri geçen yeni yeni milyonlar tarafından kutlanmaktadır. Sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun bir hayal olmaktan çıkıp canlı ve boyuna yeni başarılara ulaşan bir gerçek durumuna gelişinin başlangıcı, dünya işçileri emekçileri için bir mutlu başlangıç, uğrunda mücadele edilen hedeflerin bir simgesi olarak kutlanmaktadır. Bu ülkelerin işçi sınıfı partileri Ekim Devrimi’ni evrensel sonuçlarla dolu büyük bir ilham kaynağı olarak her yıl daha ayrıntılı olarak değerlendirmekte, önemine uygun biçimde kutlamaktadırlar. Bilimsel sosyalist olmayan, ama anti-komünizmin tuzağına da düşmemiş, tüm demokratlar, barışseverler Ekim Devrimi’ni dünyada demokratik hakların, sürekli bir barışın temel güvencelerinden biri olarak saygı ile anmakta, dostça duygularını iletmektedirler. Ulusal kurtuluşları için mücadele veren, ya da bu mücadeleyi başarı ile sonuçlandırmış, ulusal kurtuluş geleneğini sürdüren halklar, örgütler Ekim Devrimi’ni kendi mücadelelerinin bir parçası olarak görmekte, ulusal kurtuluş hareketlerinin en büyük ve güvenilir dostu sosyalist sistemi yaratan devrimi, anlamını bilerek kutlamaktadırlar. Ekim Devrimi aradan çok daha uzun yıllar geçse de dünyanın tüm ilerici güçlerinin ortak bir başarısı olarak kutlanmaya, daha ileri başarıların temelini oluşturmaya, işte bu niteliğinin bir sonucu olarak devam edecektir. Ekim Devrimi Türkiye için kapitalist bir ülkenin, emperyalizme bağımlı bir ülkenin işçi sınıfı ve halkı için taşıdığı önemi de aşan bir değere sahiptir. Ekim Devrimi Türkiye’de bilimsel sosyalist hareketin, altmış yıllık bir gecikmeyi kapamasının koşullarını yaratan, işçi sınıfı biliminin ve yeni parti anlayışının temellerini atan bir dönemeçtir. Gerek Devrim sırasında esir olarak bulunanların sosyalizmle tanışmalarını sağlayarak, gerek Devrimin Avrupa’daki etkileri dolayısıyla ve gerekse dünyanın ilk sosyalist ülkesine Devrim sonrasında gidip bu büyük dönemeçten aldıkları ilhamla Türkiye’ye dönenler yoluyla Ekim Devrimi işçi sınıfının politik hareketinin yeni bir niteliğe kavuşmasında başrolü oynamıştır. Devrimin geniş kitleler arasında yol açtığı sempati ise burjuvazinin bütün saldırılarına rağmen ortadan kaldırılamayan bir başlangıcın yapılmasında önemli katkılarda bulunmuştur. … Ekim Devrimi’nin 62. yılı tüm dünya halklarına, dünya işçi sınıfı hareketine kutlu olsun!” Çark Başak Dergisi, Sayı;70, 12 Kasım 1979.[291] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/6 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi Önemi ve Öğrettikleri “Çağımız, Parti programımızda da belirtildiği gibi, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır. Ve bu çağ 1917 Ekim Devrimi ile başlamıştır. Bu çağın ilk adımını, emperyalizmin ve Rus çarlığı gericiliğinin bütün engellemelerine ve sol hareketteki bütün sağ ve sol uzlaşmacı ve sekter engellemelere rağmen. Rus halkı, işçi sınıfı partisinin önderliğinde atmıştır. Böylelikle, yaklaşık bir yüzyıldır insanlığın kurtuluşu için teorik planda bir almaşık olarak ileri sürülen sosyalizm, toplumsal bir varlık olarak insanlığın önüne çıkmıştır. Büyük Ekim Devriminin insanlık tarihi açısından en önemli özelliği budur. SOSYALİZM, TEORİK BİR KAVRAM OLMAKTAN ÇIKMIŞ, CANLI, YAŞAYAN VE GELİŞEN BİR TOPLUMSAL SİSTEM OLARAK İNSANLIK TARİHİNİN MALI OLMUŞTUR. … Sınıflar mücadelelerinin tarihi olan insanlık tarihinde ilk kez işçi sınıfı en yakın müttefiki yoksul köylülük ve diğer emekçi kesimlerle birlikte sosyalist devrimi gerçekleştirdi. Bu devrim, insanlık tarihinin tanık olduğu diğer devrimlerden farklı bir özellik taşıyordu. Bu özellik devrim için ittifak konusunda 1917 sonrası döneminin mücadelelerine ışık tutacak bir pratik oldu; devrim için geniş yığınların örgütlenmesi gerekliliğini ve bu örgütlenmenin gerçekleşebilirliğini gözler önüne serdi. Ve bu örgütlenmenin somutlaştığı işçilerin, köylülerin ve askerlerin devrimci örgütleri olan sovyetlerin pratiğini ortaya koydu. Gerek sosyalist devrim öncesi devrime hazırlanmak üzere, gerek devrim anında, gerekse devrimden sonra sosyalist devletin programını uygulamak için Rusya'da Sovyet tipi bir örgütlenmenin gerekliliğini ve başarısını gösterdi. Ve bütün bunları oluşturmaya, işçi sınıfının yaratıcı zekasının ve yığınların kendi gücünün yeterli olduğunu kanıtladı. İşçi sınıfının yaratıcılığı ve yığınların gayreti ile oluşan Sovyetler, işçi sınıfı partisinin önderliğinde hem Büyük Ekim Devriminin hazırlığında, hem devrim anında, hem de sosyalist devletin işleyişinde son derece yararlı ve üretici örgütler oldular Bu örgütlerin varlığı çalışan yığınların Devlet yönetimine ve sosyalizmin kuruluşuna katılmasını en iyi biçimde sağladı. … İşçi sınıfı partisinin devrimin gerçekleştirilmesindeki başarısının en önemli nedenlerinden biri de, partinin, somut durumun somut değerlendirmesini en iyi biçimde yaparak, kitlelere gerçekçi ve geçerli hedefleri önermede başarılı olmasıdır. Uzlaşmacı menşeviklerin ve devrimci sosyalistlerin burjuva hükümeti desteklediği dönemde, işçi sınıfı partisi ileride Sovyetlerin de faaliyet programı olabilecek somut hedefler öneriyorlardı. Bu program: • uluslararası alanda: genel demokratik bir barışa kavuşmak için mücadele, • ekonomik alanda: bütün bankaların millileştirilmesi ve tek bir halk bankasının kurulması, en büyük tekellerin millileştirilmesi ve her türlü ürünün üretimi ve dağıtımı üzerinde Sovyetlerin denetiminin sağlanması. • tarımda: hiç bir şey ödemeksizin beylik toprakların kamulaştırılması, • ulusal alanda: bütün ezilen halklara kendi kaderlerini tayin etme hakkının verilmesi. Bütün partinin etrafında toplandığı bu hedefler aynı zamanda tüm çalışan yığınları da bir araya getirdi. Bu hedefler sosyalizme doğru atılacak adımlar için geçerli öneriler oldu. Geçici burjuva hükümetinin niteliğini halkın gözleri önüne sermeyi hızlandıran bir program oldu. Rusya'da kapitalizmin gelişmesinin, sosyalist devrim için gerekli olan düzeye ulaştığını, kendine özgü, koşullan dolayısıyla Rusya’nın emperyalist zincirin en zayıf halkası haline geldiğini gösteren Lenin, sosyalizmin tek ülkede, özellikle Rusya'da gerçekleşebileceğini savundu, Parti, geliştirdiği program etrafında tüm devrimci hareketleri, yığınları bir tek devrimci dalga halinde örgütledi. Halkın barış için, köylülerin toprak için, ulusların kendi kaderlerini tayin için sürdürdükleri mücadele işçi sınıfının sosyalizm için verdikleri mücadele ile birleşerek tek ve güçlü bir devrimci akım oluşturdu. … Sosyalist devrim mücadelesinin özünde bir iktidar mücadelesi olduğunun bilince çıkarılması, yığınlara benimsetilebilmesi ve gerçekleştirilmesi, vurgulanması gereken diğer önemli bir kazanımdır. Sosyalist mücadele denince her şeyden önce ve sürekli olarak burjuvaziye ve onun müttefiklerine karşı, işçi sınıfının ve müttefiklerinin iktidar mücadelesinin anlaşılması ve bu gerçeğin kitlelere kavratılması konusunda Büyük Ekim Devrimi en önemli deney olmuştur. Kısaca, BÜYÜK EKİM SOSYALİST DEVRİMİ İNSANLIK TARİHİNDE ÇOK ÖNEMLİ BİR DÖNEMEÇ, İNSANLIĞIN KURTULUŞUNA GİDEN YOLDA GÜÇLÜ BİR ADIMDIR.” Çark Başak Dergisi, Sayı 19, 16 Kasım 1976. s. 6-7.[292] |
TİP (1961-1988) ve Büyük Ekim Devrimi/7 Ekim Devrimi, İktidar ve Çoğunluk “Çoğunluk” Üzerine Tartışmalar “Çoğunluk” Nedir? “Lenin’in ve Bolşevik Partisi’nin “çoğunluk” sorununa yaklaşımları da Ekim Devrimi’nin özgüllükleri nedeniyle yanılgılı değerlendirmelere konu oluyor. Sol güçler içinde devrim sürecinde partinin devrimci inisiyatifiyle “çoğunluğun kazanılması” konularında birincisi yönünde abartmalı yaklaşımlar görülüyor. Bu abartma, bir başka deyişle “halkın ezici çoğunluğunu kazanma”nın öneminin kavranmaması Komünist Partiler’in yeni kurulup geliştiği 1920’lerde oldukça yaygındı. Bu durumun nesnel nedenleri bulunmaktaydı. Partilerin hepsi 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen devrimci dalga içinde doğdular. Ayrıca devrim savaşımına ihanet etmiş önderliklerin hâkim olduğu sosyal demokrat partilerden koparak oluştular. Bu reformist sağ çizgilere tepkilerin güçlü izlerini taşımaktaydılar. Yine hepsi Bolşevik Partisi’nin çizgisini örnek alıyordu. Ancak henüz Leninizm’in teori ve pratiğini bilmekten ve kavramaktan oldukça uzaktılar. Ekim Devrimi’nin eksik kavranışının ürünü olan “sol" yaklaşımlar ile Leninist “çoğunluk” kavramı Komintern’in III. Kongresi’nde karşı karşıya geldi. Lenin bu kongrede partilerin çoğunluğu nasıl anlamaları gerektiğini ısrarla ve defalarca anlattı. 1921 Haziranında toplanan III. Kongre savaş sonrası devrimci atılımın yavaşladığı ve burjuvazinin güçlerini toparlayarak saldırıya geçtiği bir dönemde yapılmaktaydı. Bu saldın ancak kitlelerin acil talepleri ve ekonomik çıkarlarını savunmak temelinde işçi sınıfının farklı gruplarının eylem birliğinin sağlanmasıyla göğüslenebilirdi. Ancak “sol”lar devrimci dalgadaki düşüşü görmüyorlar, emekçi yığınların kazanılmasının önemini kavramayarak etkin bir azınlığın yürüteceği “saldırı kuramı’nı öneriyorlardı. Bu kuramın Alman, Macar, Çekoslovak, İtalyan, Avusturya, Fransız partileri üyeleri arasında yandaşları vardı. Bolşevik Partisi’nin bir kısım liderlerinin tutumları da “sol”lara destek oluyordu. Kongre öncesinde Alman Birleşik Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Sosyal Demokrat ve Bağımsız Sosyal Demokrat Partileri, Komünist İşçi Partisi ve işçi sendikalarını, işçilerin ve işçi olmayan kitlelerin acil talepleri için ve gericiliğin artan saldırılarına karşı ortak bir kavgaya çağıran “Açık Mektup”u yayınladı. Belge Alman işçileri arasında geniş bir yankı yarattı. “Sol”lar açık mektubu reformizmin batağına saplanmak olarak değerlendirdiler. Diğer yandan Komintern Yürütme Kurulu Başkanı Zinoviev açık mektubun önerdiği taktikleri tümüyle uygulanamaz olmakla suçladı. Komintern Yürütme Kurulu üyesi Bukharin de ABKP’nin gerçek mücadeleden kaçtığını ve yapay planlar kurduğunu söyledi. Lenin ise açık mektubu şöyle değerlendirdi: “Örnek bir politik adım… Bu bir örnektir, çünkü işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmanın pratik bir yöntemine ilişkin ilk eylemidir.” Kongreye iki tez sunuldu. Birincisi, Bela Kun ve ABKP-MK üyesi Thalheimer’in yeni bir eylem dönemine geçilmesini öneren “saldırı kuramı” idi. Lenin bu görüşleri kesin olarak reddetti. Tez taslaklarının İkincisi ise, Bolşevik Partisi delegesi Radek tarafından hazırlandı. Radek kendi taslağında “sol”ların baskısıyla, “işçi sınıfının çoğunluğunu kazanma” önermesini çıkartarak yerine “işçi sınıfının toplumsal olarak kararlı kesimlerini kazanmak” tanımlamasını koymuştu. Lenin bu tavizi sert biçimde eleştirdi. “...işçi sınıfının tam anlamıyla çoğunluğunu bilimsel sosyalizmin ilkelerine kazanmanın gerekliliğini zayıflatmak, maskaralığın en üst noktasıdır... Herhangi bir yerdeki komünist partilerin hiçbiri, henüz sadece örgütsel önderlik açısından değil, bilimsel sosyalizmin ilkelerine de işçi sınıfının çoğunluğunu kazanamamıştır. Bu, her şeyin temelidir. Tek mantıklı taktiğin bu özünü ‘zayıflatmak’ müthiş bir sorumsuzluktur.” Lenin, III. Kongrenin genel havasına hâkim olan “sol” yaklaşımlara karşı savaş açtı. Lenin’e göre, komünist partiler, kendilerini proletaryanın politik olarak en uyanık kesiminin dar çemberi içine sıkıştıramazlardı. Lenin, kitlelerin bize yaklaşmasıyla işçi sendikalarını kazanmalıyız diyordu. “Mesele herşeyden önce çoğunluğu kazanmaktır.” Alman, Avusturya ve İtalyan delegelerinin imzasıyla Kongre’nin yayın organında tez taslaklarında değişiklik yayınlandı. Bu yazıda “saldırı kuramı"nın benimsenmesi, taslaktaki partilerin işçi sınıfının çoğunluğunu bilimsel sosyalizmin ilkelerine kazanmaları ile ilgili cümlesinde yer alan “çoğunluk” sözcüğünün çıkarılması... öneriliyordu. Lenin “bu eğilime karşı acımasız bir savaş verilmesi zorunludur, yoksa ne komünizm kalır ne de enternasyonal” sözleriyle Komintern’i tehlikeye karşı uyardı. III. Kongre’de büyük önem taşıyan konuşmasında şöyle dedi: “Hemen hemen tüm proleterlerin örgütlü olduğu Avrupa’da işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak zorundayız ve bunu anlamayan biri hareket açısından kaybedilmiştir... Rusya’da biz küçük bir partiydik, ama ülkedeki İşçi ve Köylü Temsilcileri Sovyetlerinin çoğunluğu bizimle birlikteydi... Sizin böyle bir şeyiniz var mı? Bizim yanımızda o sırada en azından on milyon insan demek olan ordunun hemen hemen yarısı vardı… Eğer büyük bir partimiz olmamasına karşın Rusya’da zafer kazandığımız söylenirse, bu sadece, devrim hazırlığının nasıl olacağını kesinlikle kavrayamamış olduklarını kanıtlar... ve mücadele sırasında emekçi halkın çoğunluğu —sadece işçilerin değil, tüm sömürülen ve ezilenlerin çoğunluğu— bizim yanımızda olduğu kanıtlanırsa, o zaman gerçekten zafer kazanırız... Devrim sırasında “kitleler" kavramı çoğunluğu kapsar ve bu çoğunluk yalnız işçilerin değil, tüm sömürülenlerin çoğunluğudur… iktidarı kazanmak ve savunmak için gerekli olan sadece işçi sınıfının çoğunluğu değildir... Emekçi ve sömürülen kırsal nüfusun da çoğunluğudur.” Lenin’in konuşması kongrede büyük bir etki yarattı. Kuusinen’in sözleriyle, "Kongre Lenin’in yanında yer aldı”. III. Kongre tartışmaları partilerin kitleleri kazanma mücadelelerinin önemi ve çoğunluğun kazanılmasının nasıl anlaşılması gerektiği konusuna önemli açıklıklar getirdi.” Gün Dergisi, Sayı 33, Kasım 1987. s. 42-44.[293] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/1 17 Kasım 1963 Yerel Yönetim Seçimlerinde, Türkiye İşçi Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi, Gaziantep İl Başkanı, Sendikacı Ahmet Top’un 11 Kasım 1963 tarihinde yaptığı radyo konuşmasından: 17 Kasım Belediye ve İl Genel Meclisi seçimleri için senden oy istiyoruz. Belediyede ve İl Genel Meclislerinde senin için yapacaklarımız nedir? “Sana önce, başını sokacak, bir yuva gerek. Ama yolsuz, ışıksız, susuz, sefalet yuvaları değil, insanca yaşamanın gerektirdiği bütün Belediye hizmetleri sağlanmış̧, ucuz, rahat ve sıhhi blok apartmanlar. Ne var ki, sana bu en tabii hakkın sağlanana kadar, bütün eksikliklerine rağmen, bin bir güçlükle başını sokabildiğin, çoluk çocuk, içinde barındığın gecekondun, asla başına yıkılmamalıdır. Daha bir ay önce Ankara'da Küçükesat'ta, içinde oturanlara hiçbir yer gösterilmeden 11 gecekondu yıktırılmıştır. Daha önce, Gülveren'de elli kadar gecekondu, yoksul halkımızın gözleri önünde yıktırılmıştır. Herhangi bir bahane ile binlerce gecekondu her an yıktırılabilir. Türkiye İsçi Partisi, belediye seçimlerinde çoğunluğu kazanırsa, içinde oturanlara bütün belediye hizmetleri sağlanmış̧ sosyal meskenler temin etmeden hiçbir gecekondunun, hiçbir sebeple yıktırılmayacağını vaat ediyor. Senin beslenmen gerek, çalışabilmen, çalışmakta devam edebilmen, insanca yasayabilmen için... Çalışıp çabalayıp aldığın para, seni geçim sıkıntısı içinde kıvrandırıyor. Bu para ile insanca geçinebilmen, etin, ekmeğin, bütün gıda maddelerinin ucuzlamasına bağlı. Bakkaldan kasaptan, ateş̧ pahasına alabildiğin maddelerin ucuzlaması gerek. Bunun için senden yana, senin yararına çalışacak bir satış̧ düzeni kurulmalı, bütün bu fiyat yükselişlerinin başlıca sebebi olan vurguncu aracılar aradan çıkarılmalı, senin ve çocuğunun nafakası, sana ucuzca satılabilmelidir. Belediye ve İl Genel Meclislerinde çoğunluğu kazanınca, Türkiye İsçi Partisi, senin geçimini bir ihtikâr konusu yapan aracıları ortadan kaldıracak olan halk pazarları kurmayı vadediyor. Senin çalışman ve kazanman gerek. Senin çalışıp kazanman, geniş̧ ölçüde memleketin ekonomik ve sosyal gidişine bağlıdır. Ve senin öz partinin, Türkiye İsçi Partisi'nin ana amacı, senin oylarınla iktidara geçip memleketin ekonomik ve sosyal şartlarını senin yararına düzenlemektir. Fakat il ve ilçelerde belediyeler oldukça önemli hizmetler yüklenmiş̧ bulunuyor. Bu hizmetlerin görülmesi, geniş̧ bir kadronun çalıştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu kadroların, gerçekten iş görecek, adamlarla değil, daha çok partizanca düşünce ve kayırmalarla doldurulmuş̧ olduğu bilinen bir şey. Türkiye İsçi Partisi, bütün il ve belediye hizmetlerinin, bütün partizanca düşünce ve kayırmalar dışında, hizmeti en iyi görebilecek kimseler tarafından yürütüleceğini vaat ediyor. Sana yapamayacağımız hiçbir şey vadetmiyoruz. Sana bu vaatlerimizi nasıl gerçekleştirebileceğimizi de açıkça söyleyeceğiz. Sana herkes çeşitli vaatlerde bulunuyor. Bu vaadini nasıl gerçekleştireceklerini, bunun için gerekli parayı nereden, kimlerden ve nasıl bulacaklarını sor onlara. Biz, gerekli parayı nereden bulacağımızı, kimlerden alacağımızı bir daha söylüyoruz: Kentlerde görülen belediye hizmetlerinden en çok kim yararlanıyorsa, bu hizmetlerin görülmesi için gerekli paranın büyük kısmını da onlar verecektir. Yani varlıklı vatandaşlar! Belediyenin yaptığı büyük bir yol, bomboş̧ duran bir arsanın değerini durup dururken beş̧ on misli yükseltmekte; arsa sahibi bundan dolayı belediye hizmetlerine hemen hiç iştirak etmeden, fazladan kazanç sağlamaktadır. Belediye hizmetlerinin görülmesi sebebiyle sağlanan menfaat ve kazançlar şimdiye kadar olduğu gibi yoksul halka değil, bizzat menfaat ve kazanç sahiplerine ödettirilecektir...” Türkiye İşçi Partisi Radyo Konuşmaları, Yurt Sorunları ve Çözüm Yolu, Türkiye İşçi Partisi Ankara İli Araştırma ve Yayın Bürosu Yayınları: 2, 1964. s. 58-62. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yurt_sorunlari_cozum_yolu.pdf T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Radyo Konuşmaları (1963-1965), Der. Abdullah Nefes, Favori Yayınları, 2019. s. 49-51. Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 132-134.[294] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/2 24 Mart 1966’da Gecekondu Yasa Tasarısı’na Karşı Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü Behice Boran’ın Yaptığı Konuşmadan: Hiçbir yasa bu gecekondu sorununu çözümleyemeyecektir ”…bizim parti görüşümüz bakımından başta arz ettiğim noktadır. Hiçbir yasa bu gecekondu sorununu çözümleyemeyecektir; hatta önleme bölgeleri de sorunu çözemeyecektir. Çünkü nüfusunun yüzde 70’i tarımda olan bir ülkede köylerden şehre doğru akın mutlaka devam edecektir, kesinlikle önlenemeyecektir. Toprak reformu ve tarımda bir kalkınma yapılsa, bu akının temposu yavaşlayabilir, ama devam edecektir. Zaten ülkemizin kalkınması bakımından devam etmesi de temenni edilecek bir şeydir. Dünyada ekonomik ve politik sistemi ne olursa olsun- isterse kapitalist, ister sosyalist, isterse karma ekonomi taraftarı olsun- hiçbir gelişmiş ülke yoktur ki, nüfusunun yüzde 70’i, hatta yüzde 50’si, hatta yüzde 40’ı, tarımda bulunsun. Bütün gelişmiş ülkeler, sanayileşmiş ülkelerdir ve nüfuslarının çok küçük bir yüzdesi tarımdadır. O kadar ki, bir ülke, bir toplum hakkında elimizde hiçbir bilgi olmasa, yalnız elimizde o ülkenin nüfusunun köyle şehir arasında, tarımla sanayi arasında bölünüşünü veren iki tane rakam olsa, o rakamlara bakarak o ülkenin gelişmiş mi, yoksa gelişmemiş mi olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan tarımdan ve köyden şehirlere doğru akın devam edecektir. Bu önleme bölgeleri buna yeterli gelmeyecektir. Planlı ve hızlı bir sanayileşme ve tarım kalkınması gerçekleştirilmedikçe bu kesinlikle mümkün olmayacaktır. Peki, bu gecekondular hiç tasfiye edilmeyecek mi, bunlar sonsuza kadar devam mı edecek? Kısaca belirttiğim nitelikte bir kalkınmaya girişildiği zaman bu gecekondular kendiliğinden yavaş yavaş tasfiye edilecektir. Şunu unutmamak gerekir ki, bu gecekondularda oturanlar isteyerek burada oturmamaktadırlar. Daha iyi bir yaşam düzeyini yaşamak olanağına sahip olmadığı içindir ki, orada oturmakta ve o gecekonduyu da kaybetmek korkusu içinde yaşamaktadır. Oysa ülkeyi böyle bir kalkınma yoluna getirdiğimiz zaman, bu planlı kalkınma olduğu için bir taraftan yeni sanayi merkezleriyle, yeni sanayi sahalarıyla birlikte onların etrafında işçi konutları, halk için konutları, okulları, hastaneleri şehir planlaması ve hatta bölge planlamasıyla beraber getireceksiniz. Yeni sanayi merkezleriyle beraber, olanların mahallelerini de kuracaksınız ve oraya çalışmaya giden halk, aynı zamanda oturmakta olduğu konutları geride bırakacak, o yeni alanlara, yeni konutlarına da kavuşmuş olacaklar. Diğer yandan böyle bir hızlı kalkınmaya girişildiği zaman, böyle planlı yerleşmeler dışında da halkın geliri yükseldikçe, işsiz halk azalıp iş buldukça, elbette ki halk kendiliğinden, bir planlama sonucu olmadan da, o kanalizasyonsuz, havagazsız, banyosuz, yolları çamurlu gecekonduyu ilk fırsatta terk edecek, şehrin daha iyi bölgelerine göç edecektir. Bu bakımdan, bizim partimizin görüşüne göre gecekonduların tasfiyesi sorunu ancak zaman içinde bir taraftan planlı bir kalkınma sonucu, diğer taraftan yavaş yavaş halkın gelirinin yükselmesi sonucu meydana gelecektir. Yoksa böyle 6 ay içinde büyük alanları tasfiye bölgesi ilan edip bunların derhal tasfiyesine geçmek, oralarda yaşayan halkımıza büyük oranda haksızlık olacaktır. Ve onları, daha bu yasanın ilanı anından itibaren büyük bir huzursuzluk içine atmış olacaktır. Bütün bu düşüncelerle, getirilmiş olan Gecekondu Yasasına partimiz ret oyu verecektir.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, 72. Birleşim, 24 Mart 1966 Perşembe. https://www5.tbmm.gov.tr/.../MM__/d02/c005/mm__02005072.pdf Sayfa 20. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1966-1967, Cilt 2, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 44-50. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 946-947. https://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0942.pdf[295] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/3 2 Haziran 1968 Yerel Seçimleri sırasında işlenecek ana noktaların seçilmesine yardımcı olmak ve emekçi kitlelerin aydınlatılmasında yararlı olacak bazı bilgileri vermek amacıyla Türkiye İşçi Partisi Bilim Kurulu tarafından hazırlanan rapordan: BELEDİYE HİZMETLERİ ”Bugün Türkiye’de halkın % 30’u belediyeler içinde yaşamaktadır. Belediyelerin toplam geliri ise milli hasılanın sadece % 2’si civarındadır. Bugünkü iktidar belediyelerin ve diğer mahalli idarelerin güçlendirilmesinden çok söz etmekte, fakat aslında bunu istememektedir. Belediye ve mahalli idare gelirlerinin milli hasılaya oranı 1962’de % 2,55 iken, bu oran 1966’da % 2,27’ye düşmüştür. (Genel kamu hizmetlerindeki düşme ile birlikte, bu durum, aynı zamanda iktidarın halka hizmetten kaçındığını gösteriyor.) Türkiye’de belediyelerin ve mahalli idarelerin güçlenmesi, halkın yönetime katılmasını hızlandıracaktır. Sosyalist akımın büyümesi ve çeşitli yerlerde yönetimi ele geçirme imkânının ortaya çıkması, iktidarın belediyeleri ve mahalli idareleri tam bir vesayet altında tutma konusundaki kararlılığını artırmıştır. Belediyelerin başlıca gelir kaynakları: (1) devlet vergilerinden İller Bankası’na yatırılan payları; (2) bina ve arazi vergilerinden alınan belediye payları; (3) hizmet karşılığı alınan resimler (temizleme, aydınlatma, değerleme, pazar resimleri, kiralar, iştirak payları); (4) İller Bankası’ndan alınan kredilerdir. Devletçe İller Bankası’na verilen belediyeler payının % 20’si ortak fon olarak ayrılır, kalan % 80 belediyelerde yaşayan nüfus oranına göre dağıtılır. Belediye kaynaklarının büyük bir kısmını, genel bütçeden yapılan aktarmalar, İller Bankası ortak fonu ve İller Bankası kredileri teşkil etmektedir. Bu kaynakların kullanma şeklini tayin etmek iktidarın elindedir. Belediyeler üzerindeki mali ve hukuki vesayetin kırılması demokratik gelişmenin şartlarındandır. Bugün Türkiye’de bölgeler arasındaki dengesiz gelir dağılışı belediyelerin durumunda da kendini göstermektedir. Belediyelerin hizmet seviyesi ve kalitesinde büyük farklar vardır. Ayrıca şehirlerde hizmetlerden faydalanmada zenginlerin yaşadığı yerlere ne kadar büyük öncelik verildiği açıkça görülmektedir. Öyle ki, zenginlerin yaşadığı yerlerde kendiliğinden ve çok tabii olarak yapılan hizmetlerin (yol, su, elektrik, kanalizasyon vs.) çok küçük bir bölümünün düşük gelirlilerin yaşadığı yerlere götürülmesi büyük bir olay gibi tanıtılmaktadır. Belediye hizmetlerinin yüküne katlanmanın durumuna bakıldığında, bu hizmetlerin düşük ve orta gelirlilerden yüksek gelirlilere bir transfer olma niteliği taşıdığı anlaşılır. Belediyelerin yönetimi, bu düzenin yağmacılık niteliğini çok açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. İmar planları arsa spekülasyoncularının sistemli olarak kullandıkları araçlardandır. Bu planlar arsa spekülasyonu yapanların ihtiyaçlarına göre hazırlanmaktadır. Ayrıca planları öğrenen belediye yöneticileri ellerindeki bilgiyi spekülasyon için kullanmaktadırlar. Bugün İstanbul Nazım planı ve Boğaz Köprüsü olaylarında ortaya çıkan büyük skandal bunun en son örneklerinden biridir. İstanbul’da bazı çevreler halen çok büyük ölçüde bir spekülasyon faaliyetinin içindedirler. Belediye kontrolleri bile yönetici sınıfların çıkarlarına göre düzenlenmektedir. Seyyar satıcılarla mücadele tamamen tüccarın kar hadlerini düşürme yönünde etki yapan bir faaliyeti durdurmak amacıyla yapılmaktadır. Büyük üreticilerin piyasaya sürdüğü gıda mallarında sağlık bakımından yapılan kontrollerin ne kadar ihmal edildiği artık kamuoyuna mal olmuş bir gerçektir. Belediyelere yapılan yatırımlar ve kamulaştırmalarda da tamamen aynı amaçla hareket edilmektedir. Bütün bunlara karşılık, belediyelerin halka ucuz yiyecek, giyecek ve yakacak temini gibi önemli fonksiyonları tamamen ihmal edilmektedir. Özellikle devletin ürettiği mallarda toptancı aracıyı ortadan kaldırmakla belediyeler tüketim malları fiyatlarında büyük indirmeler sağlayabilirler. Fakat kabzımalların ve temsilcilerinin yönettiği idarelerden böyle bir iş beklenemez. Önümüzdeki dönemde belediye hizmetlerinin seviyesinde önemli düşmeler olacaktır. Buna karşılık, özellikle arsa spekülasyonu konusunda, yakın tarihimizde görülmemiş ölçüde bir yağmacılık şimdiden başlamıştır ve artarak devam edecektir.” TİP Haberleri, Sayı 14, 16 Mayıs 1968. s. 9-10. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_yayin/th/tip_haberler_14.pdf[296] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/4 24 Mart 1966 tarihinde Parlamento’da Gecekondu Yasa Tasarısı Tartışmaları Sırasında Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü Behice Boran’ın Yapmış Olduğu Konuşmadan: Gecekondu İnşaatına Arsa Tahsis Edilmesi Maddelerinden Yanayız ”Biz bu yasanın gecekonduların önlenmesi için, gecekondu inşaatına arsa tahsis edilmesi maddelerinden yanayız. Gecekonduların düzensiz bir şekilde gelişi güzel yapılmaması için, bunlara şehirlerin çevresinde ya da uygun görüldüğü bir yerde yerler ayrılması, orada yeni inşaat için arsa verilmesi, bunların krediyle verilmesi konularında onlardan yanayız. Fakat, bizim karşı görüşümüz şudur ki, bu yasanın çıkmasından önce belirli bir tarihe kadar yapılmış olan gecekondu bölgelerinin tasfiyesine gidilmemeli, buradaki haklar dondurulmalıdır. Ancak, yeni gecekonduların önlenmesi için önlem alınmalıdır. Ev veya yol veya okul veya hastane için yıkılacak gecekondu sorun değildir, bu kamulaştırmadır. Gecekondu olmasa da böyle binalar su, yol, elektrik vesaire için kamulaştırılıyor. Bu önleme bölgelerinde gecekondu yapacak şahıslara kolaylık göstermek için daha ek tedbirler, hükümler konulması gerekir. Denilebilir ki, efendim, şehirlerin merkezlerine yakın olan bu büyük gecekondular sonsuza kadar böyle devam edecek midir? Şehrin estetiği bakımından, şehir plancılığı bakımından bunların tasfiyesi gerekmez mi? Bu tasfiye böyle altı ay içinde, kırmızı kalemle planların üzerinde göstererek olmaz. Bu tasfiye bütün ülke kalkındıkça, bölge planlaması yapıldıkça, sanayi merkezleri ve bunların etrafında yerleşme bölgeleri saptandıkça, gecekondularda oturan halkın yaşam düzeyi yükseldikçe, normal bir gelişme sonucu olur.” Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 2, 72. Birleşim, 24 Mart 1966 Perşembe. https://www5.tbmm.gov.tr/.../MM__/d02/c005/mm__02005072.pdf Sayfa 576-580. Turhan Salman, TİP (Türkiye İşçi Partisi) Parlamentoda 1966-1967, Cilt 2, TÜSTAV Yayınları, 2004, s. 53-60. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 2, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 950. http://behiceboran.net/_aa/yazilar_pdf/0948.pdf[297] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/5 2 Haziran 1968 Yerel Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul Belediye Başkan adayı, İl Başkanı ve sendikacı Şinasi Kaya ile yapılan söyleşiden: İşçi Şehrini İşçiler Yönetmeli “İstanbul’da emekçi halkın oturduğu konutların yüzde 33’ünde hela, yüzde 76,5’inde banyo yoktur. Yüzde 41’i ise konut olmaya müsait değildir. İstanbul nüfusunun yüzde 51’inden fazlası gecekondularda oturmaktadır. Bu gecekondular ise, yukarıda söylediğimiz gibi, ışıktan, sudan ve kanalizasyondan yoksundur. Buna rağmen, İstanbul’un lüks semtlerinde cıvalı lambalar yanmaktadır. Belediye gelirlerinin zengin sınıf ve tabakaların oturduğu bölgelere aktarılması yetmiyormuş gibi halkın paraları da sağa sola dağıtılmaktadır. İstanbul Belediyesi’nin 1966-1967 bütçesi kısaca tahlil edilirse, yönetimin kimin çıkarına yapıldığı daha çok göze çarpar. İstanbul Belediyesi Büyükada ve Heybeliada plaj ve tesislerinin ikmal ve onarımı için 1966 yılında 3.200.000 Lira para harcamıştır. Yine aynı belediye Bebek Gazinosu’nun etrafının tanzimi için 50.000 Liralık bir fon ayırmıştır. 1967 yılında ise Fatih Anıtı’nı yaptırma Derneği’ne 1,5 milyon Lira bağışlanmış olup aynı yıl içinde muhtaç ailelere yardım fonu olarak sadece 1 lira ayrılmıştır. Yine 1967 yılında İstanbul’un tüm konut problemlerinin çözümü için belediyemiz 2 Liralık bir fon ile işe başlamıştır. Bir yandan milyonlar adalardaki plajlara harcanırken, diğer yandan konut ve diğer sorunlar için ayrılan paralar dikkate değer. Özellikle Anıt için ayrılan paranın da nereye harcandığı, hatta bu anıtın nerede olduğu da bilinmemektedir. İşte bütün bunlar, İstanbul Belediye’sinin emekçi halkımızdan yana yönetilmediği gerçeğini ortaya koymaktadır. Diğer siyasi partiler adaylarının gecekondu sorunlarının çözümleneceği, İstanbul’un suya kavuşturulacağı gibi iddiaları, bu gerçekler karşısında hiçbir değer taşımamaktadır… TİP seçimi kazanacak olursa, bütün yurtta anayasa uyarınca değiştirmek istediği düzenin İstanbul’da bu kez bir örneğini verecektir. Zira TİP’in adayları, işçilerdir, köylülerdir, gecekondularda oturanlardır. TİP’in adayları yukarda saydığımız ıstırapları günlük hayatlarında yaşayan insanlardır. Ve de onlar, Belediye yönetimini ellerine geçirdikleri zaman tüm İstanbullu emekçi halkımız yararına bir politika izleyeceklerdir. Adaylarımızın belediye yönetiminde en büyük yardımcıları yine tüm emekçiler ve onların yanındaki namuslu sosyalist aydınlarımızdır. Netice olarak TİP Belediye yönetimini fert olarak değil, tüm İstanbullu emekçiler olarak ele alacaktır. Yani adaylarımızın şahsında İstanbullu emekçiler belediyeyi yönetecektir. Sınıfsal ve anayasa uyarınca sosyalist bir yönetim, bütün İstanbulluların, özellikle fukara halkımızın günlük yaşantılarında her an hissedebilecekleri bir yönetim olacaktır. Arzumuz ve parolamız, fukara halkımıza hizmettir. Ve bütün İstanbullulara diyoruz ki, EZİLDİĞİN YETER ARTIK, DAVRAN GAYRI… GÜN, 2 HAZİRAN VE SEÇİM GÜNÜDÜR…” Ant Dergisi, Sayı 71, 7 Mayıs 1968. s. 10-11. https://www.tustav.org/.../Ant%20-%20Haftalik%20-%20C-3...[298] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/6 2 Haziran 1968 Yerel Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin Ankara Belediye Başkan adayı Celâl Beyaz’ın 21 Mayıs 1968 tarihinde yaptığı radyo konuşmasından: Dünya Nimetlerine Kavuşmak için, Bu Gidişe Dur Demelisiniz “Türkiye İşçi Partisi Ankara Belediye Başkan Adayı Celâl Beyaz, konuşmasında, topraksızlığın doğurduğu gecekondu probleminin önemine değinmiş̧, "Adaletsizliğin en amansızı, toprak dağılımının eşitsizliğindedir. Bu yüzden topraklar verimsiz işlenir. Bu yüzden köylüler topraksız kalır. Topraksız köylü şehirlere koşar. Şehre gelen için iş yoktur. Çünkü bu düzen, fabrikalar kurmayan bir kapkaç düzenidir…” demiştir. TİP'in mahalli idareler yönetimine büyük ölçüde katılacağını sezen iktidarın, belediyeleri planlı şekilde güçsüz bıraktığını belirten Beyaz, oturulan gecekonduların ruhsatlı olsun olmasın, dokunulmazlığı bulunduğunu hatırlatmış̧, bir lütufta bulunur gibi tapu vaatleriyle kandırılmamasını halktan istemiştir. Beyaz şöyle demiştir: Siz, Ankaralı gecekonducular; siz de her Ankaralı kadar, mebusu, vekili, profesörü, tüccarı, umum müdürü kadar Ankaralısınız. Belediye harcamalarında en zengin, en kodaman olanla eşit bir paya hakkınız vardır. Bu hakkınızı biliniz. Bu hakkınıza sahip çıkınız. Ankara Belediye Başkan Adayı, konuşmasına şöyle devam etmiştir: Bugün içinde bulunduğumuz bazı gerçeklere bir bakalım: bir yanda zahmetsiz kazanılan büyük servetlerin gösterişi ve sefahati, diğer tarafta gecekondu sefaleti. Ve de Anadolu'da yer yer yaşanan mağara hayatı... Bugün Ankara'da halkın yüzde 32'si gelinlik çağa gelmiş̧ kızları, askerlik yaşına gelmiş̧ oğulları ile tek odalı evlerde barınırken her biri 150 metrekare büyüklüğünde 10 binden fazla lüks mesken boş duruyor. Gecekonduların yol, su, kanalizasyon, temizlik, taşıt, park, bahçe, çocuk yuvası, sağlık, kültür, sanat, spor tesisleri, eğlence yerleri ihtiyaçları ortadadır. Unutmayalım ki, bugün Ankara'da 70 bin gecekondu vardır. Bu 70 bin gecekonduda şehir nüfusunun 100 kişide 60 kişisi barınmaktadır." Celâl Beyaz daha sonra, Türkiye İşçi Partisi seçimi kazanınca, gecekondu ağalığına son verileceğini, aracı ve karaborsacı sömürüsünün önünün alınacağını, Belediye Tüketim Kooperatifi kurarak, halkın aldatılmasının önünün alınacağını, iltimas ve rüşvete son verileceğini, emekçi halkın hastane kapılarında sürünmeyeceğini, emekçi halkın mahallerinde belediye hizmetlerinin eksiksiz uygulanacağını belirterek konuşmasını bitirmiştir.” TİP Haberleri, Sayı 15, 2 Haziran 1968. s. 12-13. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_yayin/th/tip_haberler_15.pdf Türkiye İşçi Partisi Radyoda Proletaryanın Büyülü Kutusu, Haz. Attila Aşut, Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2021. s. 269-270.[299] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/7 2 Haziran 1968 Belediye seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi İstanbul’da üç Belediye Meclisi Üyeliği kazandı. Türkiye İşçi Partisi Beyoğlu ilçesinden Gülten Efe, Fatih ilçesinden Can Açıkgöz, Şişli ilçesinden Cengiz Yüksel İstanbul Belediye Meclisi Üyeliğine seçildiler. 12 Temmuz 1968’e gelindiğinde yaşanan bir gelişme Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul Belediye Meclisi’nde ve İl Genel Meclisi’nde grup kurmasına, daha da önemlisi ana muhalefet partisi konumuna gelmesine neden oldu. Bunun öyküsünü Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri Nihat Sargın şöyle anlatıyor: İstanbul’da yerel seçim: Sürpriz sonuçlar ”… daha önce 65 seçimleri dolayısıyla belirttiğim, seçimin her zaman sürprizlere açık bir olay olduğu, bunun lehte de, aleyhte de olabileceği konusundaki gözlemimle ve bu yüzden, akla gelebilecek her türlü olasılığa karşı her an hazırlıklı olma gereğiyle İstanbul yerel seçimlerinde bir defa daha karşılaşınca, bu örnekten de kısaca olsun söz açmadan geçemedim. Efendim, AP'liler, daha önce bir bölümünü yukarıya aldığım İzmir seçim konuşmalarımdan birinde değindiğim üzere, İstanbul önseçimleri istedikleri sonuçları vermeyince defterlerde tahrif, belgelerde silmeler, bozmalar… ne yapılabilirse yapmışlar, sonuçları istemlerine uydurmuşlar. Partileri iktidarda, kendileri partinin yerel iktidarında, arkalarında kodamanlar. Kim ne karışır ki. Hazırladıkları yeni listeleri seçim kurullarına iletmişler. Adaylara karşı herkesçe yapılabilecek iki gün müydü, üç mü, her neyse itiraz süresi geçmiş̧; kimseden ses seda yok. Bu listelerle seçime girilmiş̧. Oysa bu konularda kaçın kur'ası olan CHP av kokusunu almış̧, kendisi için en uygun, en elverişli zamanı kollayarak beklemede. Seçimler yapılıyor. AP İstanbul’da büyük farkla birinci parti; Şehir Meclisinde (Belediye sınırları içindeki ilçelerden seçilenlerin bulunduğu Meclis'te), İl Genel Meclisi'nde ve bağlı belediye meclislerinin büyük çoğunluğunda da büyük farkla birinci parti durumunda, kısacası İstanbul AP'nin elinde… Kesin olmayan sonuçların YSK tarafından ilânıyla birlikte CHP Yüksek Kurul'a şikâyetini iletiyor. (Başvuru seçim öncesinde yapılsaydı, şikâyet edilenlerin boşaltacağı yere gene AP'liler getirilebilecek, seçimi gene AP'liler kazanabilecekti. Onun için seçim sonrası beklendi sanırım. Aslında aynı hesap 65 seçimlerinde bize karşı AP tarafından da yapılmıştı. Boran hakkındaki itirazlarını milletvekili seçilmesini bekledikten sonra YSK'ya yapmışlardı. Önceki bölümlerden hatırlanacaktır). YSK, belgeleri inceliyor ve sonuçta -12 Temmuz günüydü, yani seçimden bir ay 10 gün sonra- kararını veriyor, İstanbul’un tam 14 ilçesinde - o sıralar İstanbul’un ilçe sayısı 16 veya 17- AP'li meclis üyelerinin tutanaklarını topluca iptal ediyor. Ertesi gün Demirel AP Genel Başkanı ve Başbakan olarak kıyameti kopardı ama nafile. YSK kararı, tümüyle belgelere dayalı, hukuk açısından dört başı mamur. Sonuca gelince, sonuç: CHP'nin İstanbul yerel meclislerinde birinci parti ve iktidar olması, TİP'in de aynı meclislerde ana muhalefet konumuna yükselmesidir. İstanbul Şehir Meclisi'nde CHP'nin 80 üyesi var, TİP'in 14, MP, BP ve GP'nin de toplam olarak 7 üyesi. AP'li üye sayısı sıfır. İl Genel Meclisi'nde de, tutanağı iptal edilmeyen ilçe(ler)den dolayı AP'nin seçilmiş̧ 9 üyesi bulunuyor. Buna karşılık CHP'nin 71, TİP'in ise 15 üyesi var. MP de 6 üye ile temsil edilmekte. Böylece her iki meclisteki TİP grupları artık ana muhalefet görevini üstlenmiş̧ durumdadırlar. Doğrusu, böyle bir sürprizle karşılaşabileceğimizi önceden, ne Genel Merkez olarak tahmin edip arkadaşlarımızın dikkatlerini çekebilmiştik, ne de il ve bağlı ilçe yönetimleri böyle bir sonucu bekliyorlardı. İlçelerimizin çoğunluğu en iyi olasılıkla liste başını seçtirmek umudundadır. Bu umutla, bu umudun olmadığı durumda da listeyi sürükleyebileceği ve daha fazla oy alınmasına yol açabileceği düşünülen arkadaşların liste başlarına geçmeleri sağlanmak istenmiş̧, o arkadaşlar ikna edilmeye çalışılmış̧; ilçelerin bir bölüğünde ise böyle düşünceler bile bir yana konup önseçim tümüyle kendi haline bırakılmıştı. Oysa Belediye Meclisi'ne yalnız liste başları değil, bir ilçede üç, üç ilçede de iki üye seçtirmiş̧ bulunuyorduk. Ve bu meclislerde, özellikle Şehir Meclisindeki arkadaşlarımız, AP'nin seçimi tamamen yitirmesine neden olan kendi iç dalaşının da gösterdiği üzere, her türlü rant hesaplarının iç içe geçtiği, oyların şu veya bu biçimde çıkması için çok büyük olanakların seferber edildiği bir ortamda görev göreceklerdi. Partinin ve partililerin adına bir övünç kaynağı olacak biçimde, büyük bir badire olmaya aday durumdan, bereket ki, hemen hiç fire vermeden çıkılabildi. CHP'nin şehir iktidarınca birçok konu Meclis'e getirilmeden, adeta Meclis'ten, daha doğrusu TİP Grubu'ndan kaçırılarak çözümlenmesine karşın ana muhalefet görevi başarıyla yerine getirildi.” Nihat Sargın, TİP'li Yıllar (1961 - 1971), Anılar, Belgeler, 2. Basım, Sosyal Tarih Yayınları, 2020. s. 507-509. https://www.tustav.org/.../Ant%20-%20Haftalik%20-%20C-4...[300] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/8 Ekim 1968’de İstanbul Belediye Meclisi’nde Türkiye İşçi Partililerin Ekmek Fiyatına Fırıncıların İsteği Doğrultusunda Zam Yapılmasına Karşı Muhalefeti: EKMEK SOYGUNU ”Süleyman iktidarının izlediği yanlış ve tutarsız ekonomi politikasının doğal sonucu olarak aradan üç yıl geçmeden yine halkın ekmeği ile oynanmaya başlanmıştır. Geçen hafta ilk olarak İstanbul Belediyesi, fırıncıların baskıları neticesinde, ekmeğin kilosunu112 kuruştan 120 Kuruş’a çıkartmıştır. (…) Belediye Daimi Encümeni’nde TİP’li üye Can Açıkgöz zam teklifine şiddetle muhalefet etmiş, CHP’li Metin Tüzün de kendisini desteklemiş, buna karşılık diğer iki CHP’li üye, Eşref Derinçay ile Refik Belgü zamma esas itibariyle karşı çıkmamışlar, zammın 665 gram 80 kuruş üzerinden gerçekleştirilmesini istemişlerdir. Zam üzerindeki tartışmalar üç gün sürmüş fakat TİP’li Belediye Meclisi üyelerinin ekmek zammına karşı vatandaşlardan, 15458 imzalı bir dilekçe getirmeleri üzerine Belediye Başkanı Fahri Atabey de, CHP’li üyeler de zamma karşı çıkmak zorunda kalmışlardır. Ancak zammı ne pahasına olursa olsun kopartmaya kararlı bulunan fırıncıların baskısı karşısında Belediye Başkanı Atabey, zammın politik bakımdan kendisi aleyhinde yaratacağı tepkiyi düşünerek meseleyi vilayete intikal ettirmiştir. Vilayette Vali, Belediye Başkanı ve fırıncıların katıldığı bir toplantı yapılmış ve ekmek fiyatının üç kişilik bir bilim kurulu tarafından tespit edilmesi kararlaştırılmalıdır. Bilim Kurulu diye bir araya getirilen üç kişi ise zamdan çıkarı olan kapitalistlerden başka kimse değildir. Nitekim Bilim Kurulu’na Ticaret Odası Temsilcisi olarak Şark Un Değirmenleri Sahibi Nurettin Baban, Sanayi Odası Temsilcisi olarak Trakya Yağ Fabrikası Sahibi Lemi İşmen, Ticaret Borsası Temsilcisi olarak yağ iskelesinde yumurta tüccarı Hasan Pabuççu seçilmişlerdir. Bilim Kurulu çalışmaları devam ederken Belediye Daimi Encümeni’nde TİP Temsilcisi Can Açıkgöz, bir emrivaki ile karşılaşmamak için Belediye Başkanını dört defa izahat vermeye davet etmiş, fakat bu talep her defasında da Encümen’e başkanlık yapan Belediye Başkan Yardımcısı Arif Akşehirlioğlu tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine Belediye Meclisi’nin 1 Ekim’deki toplantısında TİP’li üyelerden Necla Fertan başkanlığa bir önerge vererek belediye başkanından ekmek zammı konusunda bilgi istemiştir. Bu talebe karşı Belediye Meclisi’nin CHP’li başkanı Sedat Bürekoğlu meselenin 4 Ekim Cuma günü görüşüleceğini bildirmiştir. Ne var ki, mesele Belediye Meclisi’nde görüşülmeden 2 Ekim günü Belediye Daimi Encümeni gündeminin en altına ‘ekmek narhı’ konusu alelacele eklenmiş ve emrivaki yapılmıştır. Ekmek fiyatının tespiti yetkisini Belediye Kanunu’na göre elinde tutan Belediye Daimi Encümeni 2 Ekim toplantısında ekmek fiyatının 625 gram üzerinden 75 Kuruş olarak tespit edilmesini, yani kilosunun 112 Kuruş’tan 120 Kuruşa çıkartılmasını kararlaştırmıştır. Belediye Encümeni’nin bu toplantısında CHP’li üyelerin tutumu ‘halkçılık’ anlayışıyla bağdaşmayacak bir şekilde olmuştur. Belediye Meclisi’nin tabii üyeleri olan sekiz daire müdürü ekmek zammına taraftar olduklarını bildirmişlerdir. Çoğunluk daire müdürlerinde olduğu için zammın nasıl olsa geçirileceğini farkeden TİP’li Can Açıkgöz, meseleyi tekrar halkoyuna intikal ettirip zammı önlemek üzere baskı yapma imkânını sağlamak amacıyla görüşmenin birkaç gün ertelenmesini istemiştir. Fakat zamma ‘dostlar alışverişte görsün’ kabilinden karşı çıkan CHP’li üyeler aslında zamma karşı olmadıkları için bu kamuoyu baskısına meydan vermeden meselenin derhal karara bağlanmasında ısrar etmişler ve kendilerinin göstermelik muhalefetine karşılık daire müdürlerinin oylarıyla zammın kabulünü sağlamışlardır. (…) Ekmek fiyatına yapılan zamla İstanbul halkının cebinden 325 fırıncıya haksız olarak 40 milyon Lira civarında bir karın aktarılması karşısında TİP Belediye Meclis Grubu bir önerge vererek ekmeğe zammın olup bittiye getirildiğini, İstanbul’un fakir fukara halkının yegâne yiyecek maddesi olan ekmek fiyatının sorumsuzca tespit edildiğini bildirmiş, konunun yeniden Encümen’e sevk edilerek alınacak yeni karara kadar bu zammın uygulanmamasını istemiştir. Ayrıca TİP’liler ekmek zammının kaldırılmasına karşı imza kampanyası açmışlardır. Aldıkları zammı elden kaçırmamak korkusuna düşen fırıncılar bu defa zorbalığa kalkışmışlar ve imza toplayan TİP üyelerinden Tektaş Ağaoğlu ile Cemile Çerçel’i Ortaköy’de dövdürtmüşlerdir. (…) Aracıları ortadan kaldırarak doğrudan doğruya ofisten ya da üreticiden kombinaların alacağı buğday bir kapıdan girip öbür kapıdan besleyici değeri olan ve sağlık kurallarına uygun bulunan bir ekmek olarak çıkacaktır… Ama Süleyman iktidarının defterinde böyle şeyler yoktur ve halkın ekmeğiyle oynanan oyunlar sürüp gidecektir. Ta ki, TİP’li Can Açıkgöz gibi gerçek halk temsilcileri belediye meclislerinde ve yasama meclislerinde çoğunluğu sağlayana kadar.” Ant Dergisi, Sayı 93, 8 Ekim 1968. https://www.tustav.org/.../Ant%20-%20Haftalik%20-%20C-4...[301] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/9 AP ile CHP Emekçi Halka İhanette Yarış Ediyorlar “Geçtiğimiz hafta İstanbul Belediye Meclisi'nde CHP’li üyelerin, TİP'li üyelere saldırması üzerine TİP Belediye Meclis Gurubu Başkanı Can Açıkgöz bir basın toplantısı yaparak AP'li Belediye Başkanı ile CHP'li meclis çoğunluğunun, egemen sınıflardan yana ve emekçi sınıflara karşı nasıl bir işbirliği halinde bulunduklarını, İstanbul'un emekçi halkına nasıl ihanet ettiklerini açıklamıştır. Açıkgöz'ün açıklamaları şöyledir: İstanbul Belediyesi'nde AP’li Başkanı Atabey ile CHP Meclis Gurubu tam bir ittifak halindedirler. Bu, mutlu bir azınlıktan yana, ama geniş halk kitlelerine karşı bir ittifaktır. Ve şehir meselelerinin halli konusunda samimiyetsizdir. Belediye Başkanı Atabey'e sorarsanız, o yalnız adamdır. Çalışmaları engellenmektedir. CHP gurubuna sorarsanız, kendileri iktidar gurubu değil çoğunluk grubudur. Gerçekte bunların ikisi de doğru değildir. Çünkü 1580 sayılı kanun hem belediye başkanının hem de belediye meclislerinin görevlerini ayrı ayrı saymıştır. CHP meclis gurubu, kanunda yazılı bu görevlerle İlgili kararları almak bakımından iktidardadır. Belediye başkanı kendi partilerinden olsa dahi alacakları daha fazla karar yoktur. Belediye başkanı için de aynı durum varittir. Belediye encümeni kendi müdürlerinin elindedir. Üstelik CHP’li üyeler de herhalde gereken yardımı esirgememektedir. Meclis çalışmaları bunu açıkça göstermektedir. Bu arada CHP gurubunun samimiyetsizliğinin bir kaç örneğini de saymak isteriz: 1- Boğaz Köprüsü yapılmasına karşı olduğunu söyleyen CHP’nin İstanbul Belediye Meclisi Gurubu, Boğaz Köprüsü ve çevre yolu planlarını kabul ederek, boğaz köprüsünün yapılması yönünde oy kullanmışlardır. (28 Haziran 1968 tarihli toplantı) 2- Boğaz Köprüsü ve çevre yolları planlarının iptali için Mimarlar Odası tarafından Danıştay'da açılan dava İle İlgili olarak Belediyemizin mütalaası sorulduğunda, verdiğimiz önergeye, bu mütalaanın derhal verilmesini ve meclisin boğaz köprüsüne karşı olduğunun açıklanarak Belediye Başkanın vereceği mütalaada meclisin bu temayülünü dikkate almasını istedik. Ne var ki, bu önergemiz de CHP'liler tarafından red edildi. (26 Haziran 1969 tarihi toplantı.) 3- 21 Haziran 1968 tarihli toplantıda Suadiye - Bostancı yolunun yapılması için bir önerge verilmişti. Bu önergeye bütün CHP’liler müspet oy kullandılar. Bu yolun encümende yapılan ihalesinde ise, gurubumuz temsilcisinin muhalefetini sürdürmesi sonucunda bir kısım CHP'li Üyeler, kendi guruplarının oyları neticesinde encümene sevk edilmiş olan bu işin aleyhinde oy kullandılar. Kullandılar ama bir kere teklif Belediye Başkanlığı tarafından encümene gönderilmişti ve 8 adet müdür oyları ile bu işin gerçekleştirilmesi garanti idi. 4- CHP'li imar komisyonu başkanı 3 Ekim 1969 tarihli meclis toplantısında, ana caddelerin ortasındaki yeşil röfüjlerin kenarına yapılan yaya yollarının kaça mal olduğunu sorarken 441.000 lira tutarındaki bu ihalenin kararında kendi gurubunun encümen üyelerinin de oyu bulunduğunu bilmemezlikten geliyordu. 5- İstanbul'un başta gelen meselelerinden biri olan imar konusunda da CHP gurubunun politikası ikiyüzlülüktür. Mecliste meydana gelen olaylar da verdiğimiz bu son önergenin görüşülmesiyle başlamış ve kavgayla sonuçlanmıştır. Nedense CHP gurubu arsa satışlarının durdurulması konusunda değil temenni kararı alınması, bu konuda müzakere açılmasına dahi yanaşmamaktadırlar. CHP Gurubu bu konuda nedense çok hassas… Meclis içi çalışmaları bakımından da CHP Gurubu samimiyetsiz ve tahammülsüzdür. Belediye Meclisinde 1940'ların faşizmi hüküm sürmektedir. Gurubumuzun söz hakkı çok kere meclis talimatına aykırı olarak gasbedilmektedir. Mecliste çıkan kavga da, CHP'li meclis başkanın usule aykırı olarak gurubumuza söz hakkı vermemesi sonucunda patlak vermiştir. Mecliste belli konularda tabular vardır. Amerikan emperyalizmi sözlerini kullanamazsınız. Söylerseniz zabıtlardan çıkarırlar. Ama öte yandan Belediye Başkanı Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'daki bekçisi 6. filoyu Çanakkale Boğazında karşılar ve gecesini gemilerde geçirir. Ama buna CHP'liler söz söyleyemezler. Siz bu hareketi protesto ederseniz, konuşmanızı zabıtlardan çıkarırlar. Bunlar istesek de istemesek de, meclisteki gerçeklerdir. CHP Gurubunun ve Başkanlık divanının bu tutumları ne meclis talimatı, ne 1580 sayılı kanun, ne de anayasa ile kabili teliftir.” Ant Dergisi, Sayı 149, 4 Kasım 1969. https://www.tustav.org/.../Ant%20-%20Haftalik%20-%20C-6...[302] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/10 2 Haziran 1968 Belediye Seçimleri Sonrasında Türkiye İşçi Partisi’nden İstanbul Belediye Meclisine Seçilenler: “İSTANBUL’DA MAHALLİ MECLİS GRUPLARI GÖREV BÖLÜMÜ YAPTI: BELEDİYE MECLİS GRUBU: İstanbul Belediyesi’nde 14 üye ile temsil edilen TİP İstanbul Belediye Meclis grubu İl Merkezinde toplanarak aşağıdaki şekilde görev bölümü yapmışlardır: Grup Başkanı: Can AÇIKGÖZ - Muhasebeci - Fatih İlçe Başkanı, Grup Başkan Vekili: Neclâ FERTAN - Avukat - Kadıköy İlçesi, Grup Başkan Vekili: Metin ATILAL - Tütün İşçisi - Beşiktaş, Grup Başkan Vekili: Çetin YÜCEL - Elektrik Teknisyeni - Üsküdar İlçesi. Grup Üyeleri: Yusuf SÖGÜTLÜLÜ - Eski Öğretmen - Gaziosmanpaşa, Necmettin MERCAN - Tornacı - Gaziosmanpaşa, Ali Kemal YALÇIN - Şoför - Eminönü, İrfan MEREV - Torna İşçisi -Fatih, Salih EROĞLU - Mermer İşçisi - Fatih, Gülten EFE - Dokuma İşçisi - Beyoğlu, Cavit ZENGİN - Kundura İşçisi - Beyoğlu, Zaven BÎBERYAN - Yazar - Şişli, Cengiz YÜKSEL - Kahveci - Şişli, İmam AKKAYA - Dokuma İşçisi - Zeytinburnu İlçesi. İL GENEL MECLİS GRUBU: 15 üyeli İstanbul İl Genel Meclisi Grubu da toplanarak grup başkan ve vekillerini seçmiş bulunmaktadır. İstanbul İl Genel Meclisi TİP grubu aşağıdaki partililerden meydana gelmiştir: Grup Başkanı: Celâl BEYAZ - Sendikacı - Gn. Yönetim Kr. Yd. Üyesi - İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi -Kadıköy İlçesi. Grup Başkan Vekili: Aziz ERKMEN-Şoför - Gn. Yönetim Kr. ve İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi - Beyoğlu. Grup Başkan Vekili: Nurettin ÇAVDARGİL - Sendikacı – İlçe Başkanı - Şişli. Grup Başkan Vekili: Kadri ESMERAY - İETT Grup Üyeleri: Ahmet CANSIZOĞLU - Dokuma İşçisi - Bakırköy İlçesi, Halûk BARLAS - Terzi - Eminönü, Hayri DÖKÜMCÜ - İşçi - Gaziosmanpaşa, Şerafettin OKTAY - Dokuma İşçisi - Gaziosmanpaşa, Leon ANTREASYAN - Seyyar Kundura Tamircisi - Şişli, Refik ÖZBAR - Tezgâhtar - Fatih, Durak KOÇAK - Elektrik İşçisi - Fatih, İsmail BİLYACIOĞLU - İETT Biletçi - Üsküdar, Ali AKKAYA - Dokuma İşçisi - Zeytinburnu, Ali EFE - Dokuma İşçisi - Eyüp, Cevat ÖZDEMİR - Dokuma İşçisi - Eyüp. Bunların dışında İstanbul’un bağlı belediyelerine seçilen arkadaşlarımızın ad ve meslekleri aşağıdadır: Eyüp İlçesi Sağmalcılar Belediye Meclisi: Nazmi Çakır - İşçi, Aslan Kır – İşçi, Fırat Derman - İşçi, Fehim Ali Gülensoy - Muhasip. Eyüp İlçesi Alibeyköy Belediye Meclisi: Mustafa Çolaklar - Minübüs Kâhyası. Bakırköy İlçesi Kocasinan Belediye Meclisi: İsmail Bağcı, İşçi. Bakırköy İlçesi Küçükçekmece Belediye Meclisi: Mustafa Kökçüoğlu, Avukat. Gaziosmanpaşa İlçesi Küçükköy Belediye Meclisi: İ. Hakkı Gökcan, Marangoz. Kartal İlçesi Küçükyalı Belediye Meclisi: Eflâtun Okatan, Fotoğrafçı. Kartal Belediye Meclisi: Can Boratav - Dr. (Dâhiliye Mütehassısı), (Bağımsız). Kartal İlçesi Maltepe Belediye Meclisi: Hüseyin Bayram, İnşaatçı. Kartal İlçesi Pendik Belediye Meclisi: Niyazi Volkanlı, Makine Operatörü, İlçe Başkanı Silivri İlçesi Belediye Meclisi: Ahmet Altınpaça, Benzinci. . Şişli İlçesi Kâğıthane Belediye Meclisi: Mevlût Keleş, İnşaat Ustası. Bu arkadaşlarımızdan İ.Hakkı Gökcan Küçükköy, Dr. Can Boratav da Kartal Belediye Meclisi Başkanlıklarına seçilmiş bulunmaktadırlar.” TİP Haberleri, Sayı 18, 1 Ağustos 1968. s. 12-13. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_yayin/th/tip_haberler_18.pdf[303] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/11 Köprüler Tuzağı: Boğaz Köprüsü 2 Haziran 1968’de yapılan yerel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi İstanbul’da yüzde 8,5 oy alarak Belediye Meclisi’nde üç üyelik kazandı. Boğaza köprü yapılması konusu 1967-1968 yıllarında kamuoyunda tartışılan başlıca konulardan birisiydi ve Demirel Hükümeti bu konuda ısrarlıydı. Köprünün yapılması ve işlevsel olması, bağlantılı çevre yollarının imar planının hazırlanması ilk yetkili İstanbul Belediye Meclisi’nde karar altına alınmasına bağlı idi. Boğaz Köprüsü çevre yolları imar planı değişikliği, 28 Haziran 1968 günlü toplantıda gündeme getirildi ve 54 üyeye sahip Adalet Partisi grubu ile 41 üyeye sahip CHP grubunun kabul, Türkiye İşçi Partili 3 üyenin red oyu ile ekseriyetle kabul edildi. Belgelerde tahrifat yaptıklarına ilişkin olarak CHP’nin itirazı üzerine Yüksek Seçim Kurulu, AP’nin 14 ilçedeki Meclis üyeliklerinin iptaline karar verince, CHP Belediye ve İl Genel Meclislerinde çoğunluk ve iktidar grubu haline geldi. Türkiye İşçi Partisi ise üye sayısını Belediye Meclis’inde 14, İl Genel Meclisi’nde de 15’e çıkartarak gruplar kurdu. Türkiye İşçi Partisi İstanbul Belediye grubunun katıldığı ilk bütçe görüşmeleri 1969 Şubat ayında yapıldı. Türkiye İşçi Partisi’nin eleştirel görüşleri Grup Başkanı Can Açıkgöz tarafından 24 Şubat tarihli toplantıda aktarıldı. Boğaz Köprüsü konusunda yapılan değerlendirme şöyleydi: ”Boğaz köprüsü ve çevresi geri kalmış bir ülke olan yurdumuz için bir lükstür. Geri kalmış bir ülke için ilk hedef kalkınmaktır. Onun için yatırımların bu gayeyi sağlayacak yöne, yani ağır sanayi kurulmasına yönelmesi lazımdır. Yurttaşların büyük çoğunluğu daha insan gibi yaşama ve çalışma imkânına sahip olmayan bir ülkede bu yatırım, ancak mutlu bir azınlığa ve onların dış ortaklarına hizmettir. O otoları imal eden yabancı ekonomilere, yabancı şirketlere hizmettir. Üstelik bu bir köprüler tuzağıdır. Peşine birçok ek köprüler yapmak gerekecektir. Bunun gibi diğerlerini de yabancı sermaye, yabancı şirketler yapacaklardır. Boğaz köprüsü ve çevresi şehrin gelişmesini ters bir şekilde etkileyecek ve gelişme yönünü kuzeye kaydıracaktır. Şimdiden boğazın kuzeyindeki arsaların değeri yükselmeye başlamıştır bile. Bu yüzden büyük bir arsa spekülasyonuna imkân verecektir. Yapılan bilimsel hesaplar bunun 13 milyon lira civarında olduğunu göstermektedir. Ve bu yağmanın hazırlıklarının seneler evvel başlamış olduğu da başka bir gerçektir. Arsalar kapatılmış ve gerekli mevzii imar planları yapılarak pusuya yatılmıştır.” Çark Başak Dergisi, Sayı 42-43, 16 Kasım 1977, s. 8. https://tustav.org/.../sureli.../cark_basak/cb_77_042_43.pdf[304] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/12 1968 yılında seçilen Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul Belediye Meclis Grubu’nun izlediği politika, sorunların çözüm önerileri ve talepleri başlıca şu konuları kapsıyordu: 1969’ların Somut Önerileri “1- Evvela halka dönük ve arazi spekülasyonuna imkân vermeyecek bir arazi kullanış politikası tespit edilmelidir. 2- Belediye arsalarının envanteri derhal çıkarılmalı, arsa satışları durdurulmalıdır. Bu konuda verdiğimiz önergelere hala cevap verilmemiştir. 3- Mevzii imar plan tadilleri üzerinde dikkatle durulmalı ve Danıştay kararları gereği olarak ancak kamu yararı sağlayan tadillere imkân verilmelidir. 4- Planlama teknikleri milli ekonominin çıkarlarına uygun olmalıdır. 5- Belediye yatırımları, bu arada, bilhassa Fen İşleri Müdürlüğü yatırımlarının müteahhide ihale edilmesi kesin olarak durdurulmalıdır. Ve ilgili daireler bu yatırımları kendileri gerçekleştirecek şekilde organize edilmelidir. Yapılacak yeni düzenlemede emek gücünün kullanılması, imkân nispetinde makine gücüne tercih edilmelidir. Bu aynı zamanda şehrimizdeki işsizliğe kısmen de çare olacak bir yöntemdir. 6- Masraftan kaçınılmalı ve bu arada sözüm ona yardım, kullanılmış araçların alınmasına son verilmelidir. 7- Teknik ve sair konularda etüdlerin kendi yerli uzmanlarımıza yaptırılması tercih edilmelidir. 8- Yönetimine ve denetimine kendi işçi ve küçük memurlarının da katıldığı, emekçi halktan yana bir şehir planlaması yapılmalıdır. Planlamanın hedefi, emekçi semtlerin insanca yaşanabilecek sosyal imkânlara kavuşturulması olmalıdır. Hiçbir sınıf farkı gözetmemek ve hizmetleri eşit olarak dağıtmak geçerli bir görüş değildir. İstanbul’un bugünkü gerçek durumuna göre bu şekilde bir dağıtım ancak eski sosyal adaletsizliğin devamını sağlamak olacaktır. Eğer sosyal adaletin sağlanması isteniyorsa, yatırımların tümü emekçi semtlerine ayrılmalıdır.” Çark Başak Dergisi, Sayı 42-43, 16 Kasım 1977, s. 9. https://tustav.org/.../sureli.../cark_basak/cb_77_042_43.pdf[305] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/13 İstanbul Belediye Meclisinde Sosyalistler 2 Haziran 1968 belediye seçimlerinde seçilerek İstanbul Belediyesi’nde grup kuran Türkiye İşçi Partisi adına Yusuf Söğütlülü, İstanbul Belediyesi’nin istihdam ettiği işçi ve memur sayısı bakımından en büyük müdürlüğü olan İETT’nin 1970 yılı görüşmelerinde bir konuşma yapmıştı. Daha önceki günlerde Sular İdaresi bütçesi üzerine de TİP grubunun görüşlerini açıklamış olan Çetin Yücel, Yusuf Söğütlülü’den sonra söz alarak aşağıdaki konuşmayı yaptı. 1975 sonrasında TİP Üsküdar İlçe Başkanlığını yapacak olan Çetin Yücel, 4 Haziran 1980 günü Üsküdar Çarşısı içinde faşistler tarafından kurşunlanarak katledildi. Değerli yoldaşımız Çetin Yücel’i saygı ve sevgi ile anıyoruz. ”İşletme, bir özel teşebbüs işletmesinden başka hiçbir işletmeye benzememektedir. Bugün bir özel teşebbüs işletmesinde dahi, patronuna karşı gelen birisini işinden atmak bazı kurallara bağlıdır. Hâlbuki bugün içinde bulunan İETT işletmecileri işletmenin içinde tam bir hegemonya kurmuşlar ve şahıslara yapılan herhangi bir doğru tenkidi dahi kabul edememekte ve işçilerin işine son vermek için hemen iş kanunu maddesinin bir fıkrasına sokmaktadırlar. (…) Bunlardan biri 9-10 ay önce cereyan etmiş ve Üsküdar Bağlarbaşı deposunda Ahmet Şengenç isimli bir şoför, Anayasa gereğince sahip olduğu işçi haklarını savunduğu için İETT yöneticileri tarafından suçlanmış ve hatta tutuklanmış, fakat şahsına yapılan bu haksız davranışı beraat ettikten sonra işletmeye açtığı tazminatla 5 bin lira olarak ödetmiş ve işletmeyi bu idareciler yüzünden zarara sokmuştur. Bu konuda bütçede belirtilmemiş hatalar yüzünden acaba şimdiye kadar kaç liranın ödendiğini sayın Umum Müdür’den sorarım. Nihayet bu işletmenin şahsına ait olmadığını, amme hizmeti niteliği taşıdığını ve ödediği bu paraları sayın Umum Müdür cebinden vermediğini, işletmenin ödediği bu paraların halkın cebinden çıktığını kendisine hatırlatırım. İşte başka bir özellik taşıyan tipik bir örnek daha. Sayın Umum Müdür Muzaffer Gürtav basına bir demeç veriyor. ‘Otobüslerimizde çalıştırmak üzere 2 bin lira verdiğimiz halde şoför bulamıyoruz. Anadolu’nun en ücra köylerine kadar mektuplar göndererek şoför arıyoruz.’ Umum Müdürün bu asılsız demecine karşılık, İETT personeli; Bağlarbaşı deposunda bir kımıldama oluyor. Bilhassa evli olan arkadaşların hanımları, ‘siz idareden 2000 lira aldığınız halde bize, 1480 lira alıyoruz, elimize 900 lira dahi zor geçiyor, diyorsunuz; geri kalan parayı ne yapıyorsunuz, hesap verin’ deyip şüpheye düşüyorlar. İş bununla da kalmıyor; bu sefer kasap ve bakkallar sabah sabah eve gelip, gazeteyi göstererek: ‘ 2000 lira aldığınız halde bana yalan söylüyor ve borcunuzu vermiyorsunuz’ diyorlar. Bu durumda çaresizlik içinde kalan, Nihat Selçuk Akman, Yavuz Ertan, Ali Bozan isimli şoförler, Umum Müdürün bu demecinin yanlış olduğunu, 11 Eylül 1969 gün ve 2481 sayılı Tercüman Gazetesinin 1. Sayfasında tekzip edip, ev, kasap ve bakkal ile aralarını düzeltiyorlar. İş bu şekilde kalmıyor ve bu arkadaşların işine İETT hemen son veriyor. (…) Şimdi asılsız ihbarı yapan kimdir, işçi mi, Umum Müdür mü? Eğer haysiyet ve şerefi kırılan birisi varsa, bu Umum Müdürün şahsına ve makamına yakışmayan gazetedeki yalan beyanlarından dolayı işine son verilen şoför arkadaştır. Şoför arkadaşlar bu durumu adliyeye intikal ettirmiş ve idareden tazminat davası açmışlardır. İETT içinde hegemonya sürenler devamlı olarak bu ve buna benzer olayları sürdürmektedirler. Bütçede belirtilmeyen bu gibi tazminatların ne kadar ödendiğini ve işletmeye kaça mal olduğunu sayın Umum Müdür’den sorarak sözlerimi bitiririm.” İstanbul Belediye Meclisi tutanak özeti, 30 Aralık 1969, s. 691-693.[306] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/14 Türkiye İşçi Partisi İstanbul Belediyesi Meclis Grubu üyesi değerli edebiyatçı, gazeteci, yazar Zaven Biberyan’ın 23 Ekim 1969 tarihinde yaptığı konuşmadan: İstanbul Can Çekişiyor Türkiye İşçi Partili üyeler İstanbul Belediye Meclis’inde göreve başladıklarında daimi encümenin gündemine alınan ve karar haline getirilen konuların büyük çoğunluğunu arsa satışları ve ihaleler oluşturuyordu. İstanbul Belediye Meclisi’nde ise benzer durum imar planları ve değişiklikler konusunda yaşanıyordu. Meclisin her toplantısında bunların yüzlercesi karara bağlanıyordu. TİP Meclis Grubu 13 Haziran 1969 günü, imar planları konusunda Danıştay 6. Dairesi’nin almış olduğu, imar planlarının yapılmasında ve değiştirilmesinde kamu yararının gözetilmesinin zorunlu, kesin ve mutlak olduğu yolundaki kararın dikkate alınması için Meclis İmar Komisyonu’na havale edilmesini istedi. Ancak bu istek komisyon başkanı Ali Topuz’un (CHP) itirazı üzerine reddedildi. İstanbul Belediye Meclisi’nin Türkiye İşçi Partili üyesi, birçok roman ve öykü sahibi edebiyatçı, gazeteci, yazar Zaven Biberyan, imar sorunları üzerinde çalışacak bir geçici komisyon kurulması talebini 23 Ekim 1969’da yaptığı aşağıdaki konuşmasında dile getirdi: Henüz kurtarılacak bir şeyler var. Yarın o da kalmayacak. Şehrin çirkinleşmesinde, yaşanılmaz hale gelmesinde sorumluluk payımız her geçen gün büyüyor. Nazım plandan, mevzuattan falan söz edilir, hep. O zamana kadar şehir mi kalacak ki? Bu işin beklemeye tahammülü yok. Ne kurtarabilirsek kardır. Tahribatı burada durdurmalıyız. Sayın Belediye Reisinin mesleki diliyle ifade edeyim: Şimdilik hiç değilse bakteriostatik bir ameliyeye girişelim. Kesin çözümler imkânı yaratılıncaya kadar. Bu maksatla, ön tedbir mahiyetinde olarak, aşağıdaki teklifleri getiriyorum: 1- Hiçbir binanın yıktırılmasına ve yeni baştan inşasına müsaade edilmesin (Tabii durumu tehlike arz eden binalar hariç.) Daha çok gelir sağlama maksadıyla milli servetin çarçur edilmesine set çekilsin. 2- Binalara yeni kat ilave edilmesine müsaade edilmesin. Yanı başında emsal olsa bile. İleride, irtifalar yeniden tanzim edilip fazla katları yıktırma zarureti hâsıl olursa, maddi fedakârlık daha da artmasın. 3- Hiçbir koruluk, özel mülkiyette dahi bulunsa, tahrip edilmesin, ağaç kesimi sıkı kayıtlara tabi olsun. 4- Belediye arsalarının satışı durdurulsun, özel mülkiyete intikal ettirilmesin. 5- İmar durumlarında şehrin ve şehir halkının zararına tadilata müsaade edilmesin. 6- İrtifalar asgari hadde tutulsun. 7- Sahillerin kapatılmasına artık göz yumulmasın. 8- Sahile bakan binaların irtifaı arka sıralardakinden daha alçak tutulsun. 9- Bodrum katlarına kesin olarak müsaade edilmesin. 10- Bina irtifalarının tespitinde sokak genişliği esas alınsın. Bu tekliflerimin, Meclisimiz içinden kurulacak geçici bir ihtisas komisyonunca ele alınmasını, incelenmesini, tartışılmasını ve Belediye Riyasetiyle işbirliği halinde tahakkukuna çalışılmasını ayrıca teklif ediyorum. Bütün partili ve partisiz arkadaşlarımdan hassaten ve ısrarla rica ediyorum: Desteklesinler bu teklifimi; İstanbul’u kurtaralım, dedi.” Değerli Zaven Biberyan yoldaşımızın bu önerisi çeşitli engellemeleri aşarak ancak dört ay sonra gündeme alınabildi; bir geçici komisyon kuruldu; komisyon bazı toplantılar yaptı; öneriler komisyonda kaldı. İstanbul Belediye Meclisi tutanak özeti, 23 Ekim 1969, s. 471-472.[307] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/15 Baruthane Mahallesinde Yıkılan 117 Gecekondu ve İstanbul Belediye Meclisinde Sosyalistler/1 İstanbul’da Baruthane Mahallesinde yıkılan 117 gecekonduda oturan emekçilerin durumu, 2 Haziran 1968 seçimleriyle İstanbul Belediye Meclisi’nde grup kurmuş olan Türkiye İşçi Partililer tarafından, 2 Aralık 1969 günü Meclis’in gündemine getirildi; gecekonduları yıkılan emekçilere İstanbul Belediyesi’nin sahip olduğu arsalardan yer verilmesi ve yıkımların durdurulması talep edildi. Baruthaneliler aynı gün Beyazıt’tan Belediye önüne yürüyüş düzenlediler ve Meclis toplantısını izlemek istediler. Belediye önünde barikat kuran polisin engellemesi ile karşılaştılar; TİP Meclis üyelerinin müdahalesi ile balkondaki izleyici sıralarına alındılar. Bu arada TİP Meclis Grup Başkan Vekili Çetin Yücel de toplum polisi tarafından darp edildi. Verilen önerge üzerine konunun görüşülmesi, Meclis toplantı tutanaklarına göre şöyleydi: ”Can Açıkgöz - TİP Grubu’na verilen çok imzalı dilekçe hakkında söz istediğini bildirdi ve bu semtteki vatandaşlar evlerini yaparken müsamahalı davranıldığını, hatta gecekondu yapımının teşvik edildiğini, gaye yerine gelince işin değiştiğini, 117 gecekondunun yıktırıldığını, diğerlerinin de yıkılmakta olduğunu, Anayasa’nın 49. Maddesine aykırı bir durum olduğunu, konut yapmanın Devletin, dolayısıyla Belediyenin görevi olduğunu, Anayasanın hükmünden başka özel kanunlar da olduğunu, 775 sayılı kanunun tatbikatının Anayasanın 49. Maddesine aykırı olamayacağını, 35. Maddeyi okumak suretiyle izah ettikten sonra, Belediyenin sahip olduğu arsalardan bu vatandaşlara arsa tahsisi yapması gerektiğini, aksi halde yıkımın Anayasaya aykırı olacağını, vatandaşın kendi meskenini yapmasının önlenmemesi gerektiğini, şu andan itibaren, bu vatandaşlara yer gösterilmesi gerektiğini, Anayasaya aykırı durumların önlenmesini istedi.” Bu konuşma sırasında dinleyicilerin izleyici balkonuna çektikleri Türk Bayrağını Toplantı Başkanının ikazı üzerine toplamalarından sonra konuşma devam etti. ” Can Açıkgöz (Devamla) – Anayasamızın Devlete verdiği konut yapma görevinin yerine getirilmesi için 775 sayılı kanunun tatbikinin gerektiğini, ancak evlerin yıkımının durdurulması icabettiğini, gecekondusu yıkılan ailelerin sokaklarda kaldığını, büyük zorluklarla karşılaştıklarını, bunların mağduriyetlerinin önlenmesi için belediye arsalarından arsa tahsislerinin yapılması gerektiğini, yıkılan 117 gecekondunun sahiplerine arsa tahsisi yapılması ile Anayasanın ruhuna uygun işlem yapılmasını istediğini, ifade etti. ” Bu konuşma ve ardından (bir zamanlar TİP üyesi de olmuş olan) CHP’li Meclis üyesi sendikacı Cemil Gider’in destekleyici konuşmasından sonra dinleyicilerin şiddetle alkışladıkları tutanaklarda yer aldı. İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 2 Aralık 1969, s. 542-544.[308] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/16 Baruthane Mahallesinde Yıkılan 117 Gecekondu ve İstanbul Belediye Meclisinde Sosyalistler/2 İstanbul’da Baruthane Mahallesinde yıkılan gecekondularda oturan emekçilerin durumu, İstanbul Belediye Meclisi’ndeki Türkiye İşçi Partisi Grubu tarafından, 2 Aralık 1969 günü Meclis’in gündemine getirildiği gün, yaptıkları yürüyüş sonrasında Belediye Meclisi’ne gelerek oturumu izlemek isteyen gecekondu sahiplerini salona sokmamak isteyen toplum polisine Türkiye İşçi Partililer engel oldu. Bu arada Türkiye İşçi Partisi Belediye Meclisi Grup Başkan Yardımcısı Çetin Yücel’i toplum polisi darp etti. Toplum polisinin şiddet uygulamasını kınamak üzere kürsüye Belediye Meclisi üyesi (ve daha sonraki günlerde Grup Başkanlığı da yapacak olan) Avukat Necla Fertan çıktı: ” Necla Fertan – Belediye Meclisi Toplantısına katılmak üzere Belediye Sarayına gelirken çokça toplum polisi girdiğini, bunların Belediye Bakanlığınca çağrılıp çağrılmadığını öğrenmek istediğini, söyledi…(Devamla) Toplantıya iştirak etmek üzere Belediye Sarayının kapısına gelen üye arkadaşımız Çetin Yücel’in çok çirkin bir muamele ile karşılandığını söyleyecektim dedi ve üye kapıya geldiği zaman toplum polisinin kendisine, Giremezsin, dediğini, üye kartını gösterdiği halde, (Ne B…) olursan ol, giremezsin, diyerek iki tokat vurmuş olduğunu, bu hakareti ve fiili tecavüzü kınama kararı verilmesini Meclis’ten talep ettiğini, toplum polisini belediye çağırmışsa, kınamanın Belediye Başkanlığına da olacağını, eğer Valilikçe ve diğer ilgililerce gönderilmişse, o makamları kınamak istediğini, Belediye Sarayına her vatandaşın istediği gibi girebileceğini, üyelerin içeri girmelerine hiçbir şekilde mani olunamayacağını, usül ve kaidelerine riayet ederek Meclis toplantılarını bütün vatandaşların takip edebileceğini, gecekonduları yıkılmış olan vatandaşların toplanmaları karşısında cop kullanma zihniyetinin karşısında olduğunu, bu toplum polisini buraya gönderenlerin kınanmalarını teklif ettiğini söyledi.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 2 Aralık 1969, s. 542-544. Av. Necla Fertan’ın önerisi Meclis tarafından ittifakla kabul edildi. TİP Meclis Grubu üyesi Cengiz Yüksel 16 Aralık 1969 günü gecekonduları yıkılan emekçilerin durumunu yeniden gündeme getirerek şunları söyledi: ” Cengiz Yüksel – Meclisin malumu olduğu üzere, Baruthane deresi ve üstü gecekondularının yıkılmasından sonra bir kısım vatandaşların sosyal meskenlere taşındığını, Valilik tarafından kendilerine arsa tahsis edilene kadar orada oturmalarına izin verildiğini, bu arada, bazı gecekondu tüccarlarının bu mağdur vatandaşları kooperatif kurmak üzere teşvik ettiklerini, bunlardan bazılarının da, sizin işinizi halledeceğiz, gerekirse Ankara’ya gideceğiz, diyerek vatandaşlardan 500’er lira istediklerini, bu arada, hiç ihtimal vermemekle beraber, bir Meclis üyesinin de vaadde bulunduğunun söylendiğini, Gecekondu Kanunu gereğince bir tahsis yapılacaksa, mağdur durumda olan vatandaşların, türedi kooperatif kurma şekli ile aldatılmasının önlenmesi gerektiğini, ifade etti. ” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 16 Aralık 196, s. 580. Cengiz Yüksel’in önerisinin ittifakla kabul edilmesine ve Türkiye İşçi Partili Meclis üyelerince konunun daha sonraki günlerde sürekli gündemde tutulmasına, mağdur emekçilerin sıkıntılarının dile getirilmesine karşın bu konuda bir adım atılmadı; gecekondu yıkımları İstanbul’un iki yakasında da sürgit devam etti. Ne var ki, 15-16 Haziran Büyük İşçi Yürüyüşünün katılımcılarının önemli bir bölümü de gecekondularda yaşayan emekçilerdi. İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 2 Aralık 1969[309] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/17 Kaçak Yapılaşma Örneği: Profilo Fabrikası ve Belediye Meclisi’nde Türkiye İşçi Partililer 1969 yılına gelindiğinde, İstanbul’daki çok sayıda ruhsatsız-kaçak yapıdan birisi de Profilo Fabrikası’ydı. Bu sırada kaçak yapının bodrumuna yine ruhsatsız olarak çalışanlar için bir yemekhane yaptırılmıştı. Belediye Başkanı’nın ruhsatsız-kaçak Profilo için 1969 Ekim ayında Meclis’e ilettiği imar planı değişikliği, Meclis İmar Komisyonu tarafından da benimseniyor, plan değişikliği ile kaçak-ruhsatsız olma durumu donduruluyordu. Buna karşılık bodruma yapılmış olan yemekhane ileri sürülerek fabrika ile bodrum birbirinden ayrılıyor, fabrikanın kaçak olma durumu devam ederken, bodrum sanayi tesisi olarak meşrulaştırılmak isteniyordu. İmar planı değişikliği, Meclisi’in 14 Şubat 1970 günü yapılan toplantısında görüşüldü ve Türkiye İşçi Partisi adına Cengiz Yüksel ve Can Açıkgöz birer konuşma yaptı, Mazbata TİP’li üyelerin red oyuna karşılık ekseriyetle kabul edildi. Toplantı Tutanak Özeti’ni ilgili bölümü aşağıda yer alıyor: ”Mazbatalara geçildi. 1 – Şişli Mecidiyeköy Mahallesi, 307 pafta, 1961 adadaki ruhsatsız olarak teşekkül etmiş bulunan Profilo fabrikasının bugünkü haliyle dondurularak B bölgesi şartlarında yalnızca İş Kanunu’na göre sosyal tesisler ilavesine imkân verecek şekilde mevcut sanayi tesisi olarak tefriki için hazırlanan plan hakkında İmar Encümeni mazbatası. Okundu. Cengiz Yüksel – Bu mazbatanın İstanbul imar durumu ve İstanbul’daki kaçak inşaatlara güzel bir misal olduğunu, bu sahanın önce okul ve cami yapmak için ayrıldığını, buraya Profilo Fabrikası’nın kaçak olarak bina yaptırmış olduğunu, sadece kendisine ait değil, belediyeye ait yol güzergâhını da içine alacak şekilde yapıldığını, ruhsatsız olarak faaliyete geçirildiğini, bu mazbata ile işin hukukileştirilmek istendiğini, önce reddedilen bu teklifin yeniden getirildiğini, bu durumun, İstanbul’un imar durumunun da ne kadar kontrol edildiğine bir örnek olduğunu, bu mazbatanın reddi gerektiğini söyledi. (…) Can Açıkgöz – Meclisin icranın her dediğini onaylama durumunda bırakılamayacağını, Meclisin icranın yanlışlarını düzeltmekle yükümlü olduğunu, büyük sermayedarların kanunlar zorlanarak korunmaması gerektiğini, söyledi. Sedat Börekoğlu – Başka söz isteyenin olmadığını söyledi ve mazbatayı oya sundu. Ekseriyetle Kabul edildi.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 14 Şubat 1970, s. 842-843.[310] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/18 Belediye Başkanınca Dikkate Alınmayan Öneriler – İstanbul Belediye Meclisi’nde Sosyalistler Gülten Efe de Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul Belediye Meclisi grubunun faal üyelerinden birisi olmuştur. Belirtmek gerekir ki, Gülten Efe, Türkiye’nin ilk kadın sendikacısı ve TKP’nin eski üyelerinden Zehra Kosova’nın kızıdır. Gülten Efe, Belediye Başkanının Meclis’e sunduğu çalışma raporu üzerine 6 Haziran 1969 günü aşağıda tutanak özeti verilen konuşmayı yaparak partisinin görüşlerini dile getirdi: ”Gülten Efe – Sayın üyeler, Sayın Belediye Başkanının, bizlere sunmuş olduğu yıllık faaliyet raporunun 4’üncü sayfasında belirtilen Meclis üyelerinin vermiş oldukları takrirlere ne kadar önem verdiğinden söz etmek istiyorum. Bir senelik devre içinde makama bizler tarafından 718 adet yazılı ve 169 adet sözlü takrir verildiği ve bunların üzerinde önemle durulduğu, hatta bunların yapıldığı faaliyet raporunda belirtilmektedir. Ben ise halkın dertlerini yazılı veya sözlü olarak getirdiğimiz halde bunların bazılarına lütfen cevap verilmiş olduğunu, bazılarına ise en önemlileri olduğu halde ne yazılı ne de sözlü cevap verilmemiştir. Bunlara iki örnek vermek isterim. Birincisi ben 2.12.1968 tarihinde Beyoğlu, Şişli mıntıkası temizlik işçileri hakkında resimleri ile ilişik 10 maddeyi kapsayan çöpçülerin dertlerini dile getiren çok da mühim ve haklı olan isteklerini Meclis’e sunmuştum. O tarihte makama havale edilmişti. Ne var ki, aradan uzun zaman geçmesine rağmen ne makam ne de ilgililer o işçilerin dertlerini sormuş ne de bana bir cevap vermiştir. İkinci bir mesele de, Cavit Zengin arkadaşımızla birlikte Kasımpaşa İplikçi Fırın Arapzade diye adlandırılan sokak hakkında defalarca yazılı sözlü önerge vermiştik. Önergemizde o sokağın çöplük yuvası olduğunu yer yer su birikintileri meydana geldiğini, bu sebeple bir insanın orada tifoya yakalanıp öldüğünü, bir çocuğun da boğulma tehlikesi geçirdiğini yazmış ve hemen onarılmasını istemiştik. Maalesef bunlar yapılmamıştır. Bundan bir ay evvel oraya giden gazeteciler ve ev hanımlarının yaptığı şikâyetler üzerine orası onarılmıştır. Eğer bizler halkın oyu ile gelmiş ve halkın dertlerini yansıtan takrirler getiriyor ve de bunlar önemsenmiyorsa, üstelik büyük bir rahatlıkla sayın Belediye Reisi yıllık faaliyet raporu diye karşımıza yapılmayan işlerle dolu 128 sayfalık bir kitap getiriyorsa bu kendisinin halkın yararına kurulan bu Meclisi hiçe saydığını açıkça gösterir. Kamuya hizmetle görevli bir Meclise riyaset eden Belediye Başkanı ibraya layık değildir” dedi. İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 6 Haziran 1969. s.49-50.[311] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/19 Belediye Çalışmalarında Rüşvetin Önlenmesi ve İstanbul Belediye Meclisi’nde Türkiye İşçi Partililer İstanbul Belediyesi’nin çalışmalarında rüşvetin önlenmesi konusu Türkiye İşçi Partisi Belediye Meclisi grubunun her zaman gündeminde olmuştur. Özellikle Avukat Necla Fertan (bir süre TİP Belediye Meclis grubunun da başkanı olmuştur) bu konu üzerinde çeşitli defalar durmuştur. Bunu Belediye Meclisi tutanak özetlerinden izlemek olanaklıdır. 17 Haziran 1969 günü yapılan toplantıda verilen sözlü önerge: “Necla Fertan – İstanbul’da kaçak inşaat yapılmaktadır. Ben Belediye Meclisi üyesi olarak neden bu kaçak inşaatlara müsaade edildiğini, anlayamıyorum. Belediye, bugünkü imkânlarla bu kaçak inşaatları önleyemez. İstanbul’da her şubede kaçak inşaat tespit ediliyor, yıkılmasına karar veriliyor, inşaat mühürleniyor, yıkma kararı mevcut olduğu halde, olduğu gibi bina duruyor. Bir de bakıyoruz, bina bitirilmiştir. Bunlardan birisi, 1966 yılında yıkma kararı ile karşılaşmış, biraz yıkılmış, Şurayı Devlete başvurmuş. Talebi reddedilmiş. Buna rağmen işe devam edilmiş. Bu arada, işini yürütebileceğine dair de bir takım sözler söylemiş, memurların haysiyetini rencide etmiş. Verilen yıkım kararlarının mutlaka tatbik edilmesi lazımdır. Belediye Şube Müdürlüklerinin, yıkım kararlarını uygulamadığının sorulmasını ve Meclis’e cevap verilmesini rica ediyorum, dedi.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 17 Haziran 1969, s. 140. 30 Aralık 1969 günü yapılan toplantıda, 29 no’lu imar planı değişikliği üzerine yapılan konuşma: “Necla Fertan – Gezi oteline bitişik arsada yapılacak plan tadili konusu üzerinde önemle durulması gerektiğini, bu arsa hakkında daha önce çeşitli düzeltmeler düşünüldüğünü, Eski İmar Müdürlerinden Erdem Bey’le yaptığı bir özel görüşmede, burası için çok rüşvet dönmekte olduğunu söylediğini, bu işle uğraşmamasını tavsiye ettiğini, son değişiklik teklifinin de keyfi bir istekten ileri gelebileceğini, her şeyden önce, o zamanki müdür durumunda olan bir zatın söylediği sözün gerçek yönünün anlaşılması gerektiğini, bu konuda İmar Komisyonu’na bilgi verilmedi ise, makamın Meclis’e bilgi vermesi gerektiğini, söyledi… Kendisinin bir sorumlu aramadığını, yalnız, rüşvet iddiası olan bir işle karşı karşıya kaldıklarını, ilgilisinin bu iş için 3 yıl uğraştığı halde yaptıramadığını söylediğini, Meclis önünde makamın bu konuda bilgi vermesinin yerinde olacağını…ifade etti.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 30 Aralık 1969, s.712-713. 27 Şubat 1970 günü yapılan toplantıda yapılan konuşma: “Necla Fertan - …Şuyuu vukuundan beterdir, derler, bir söz vardır. İstanbul’da şayi olan söz maddi imkânı olan bir kişinin Belediyede her işini yürüttüğüdür. Çok muhterem bir daire müdürü anlatmıştı. Odasına gelen zatın arzusu usulsüz olduğu için, hayır demiş. Adam sormuş, peki bunun için ne lazım? Daire Müdürü öfkelenmiş; haysiyetine dokunmuş, bu cüretkâr teklif. Amma, adam gayet saf bir şaşkınlıkla E, burası Belediye değil mi, demiş. Kurtarmak lazım herhalde Belediyeyi, bu utandırıcı durumdan. Hele İmar Müdürlüğünde çok hassas davranmazlar, bu konulara karşı. Mecidiyeköy’de üç sene evvel, devasa bir apartman yapıldı. Sahibi iş münasebetiyle tanıdığım bir hanım. Üç senedir uğraşır, didinir, gider gelir. Bir iskân müsaadesi alamaz. Çünkü yaptığı apartman plana uygun değildir. Ayrıca tecavüzlü imiş. Geçenlerde geldi, aman aldım, dedi, nihayet. Amma bu iş bana 60.000 liraya patladı. Ne ise kurtuldu. Ne verirken, ne alırken ben yanında değilim. Amma, üç seneden beri verilmeyen iskân müsaadesi binada hiçbir tebeddülat yapılmadan verildi. E, bunun üzerinde durmak lazım, tabii biraz.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 27 Şubat 1970, s.961-962.[312] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/20 ”Belediyeye Hâkim Olan Zihniyet Yanlıştır.” İstanbul Belediye Meclisi’nde Sosyalistler 1970 yılı bütçe görüşmelerinde, Türkiye İşçi Partisi İstanbul Belediye Meclisi üyesi Necla Fertan’ın 27 Şubat 1970 günü yaptığı konuşma: ” Necla Fertan – (…) Şimdi şu mikrofondan ben, beni buraya gönderen seçmenlerim ve kendim adına sizlere sesleniyorum. Siz lütfen, küçücük elleri soğuk su kovalarında morarmış, saatlerce çeşme başlarında bekleyen kız çocuklarına insaflı olunuz, biraz. İnsaflı olun, bu asırda ışıksız oturanlara. Adına ev denilen kulübelerde yarı beline kadar çamura batarak gidenlere. Yapılırken gözlerini kapadıkları, seçimler bittikten sonra yıkmaya kalktıkları kulübelerin zavallı sakinlerine. Ne olur, hiç olmazsa kış ortasında, yapmayın bunu diye yalvarmalarına rağmen, o her şeyi olan kulübelerinin üstlerine yıkılan vatandaşlara insaflı olun. Evet, insaflı olun. Yağmurda, karda, dizi dizi otobüs bekleyip Sirkeci’den Şişli’ye 5 lira dolmuş parası veren İstanbulluya. Her gün artan fiyatlar karşısında şaşkına dönen babalara. Sobasına atacak odun ve kömür bulamayan analara insaflı olun biraz. Ve nihayet her fırsatta söylediğiniz, bu güzel İstanbul şehrine acıyın da insaf edin biraz, lütfen. İstanbul şehri pislikten geçilmeyen, dağınık, parça parça bir şehir. (…) Pistir İstanbul şehri. Hem de alabildiğine pis. Efendim, şu ana kadar çöp arabası aldık, çöplerin imhası için İngiltere’den falan sistemi keşfettik demekle, bu hakikat ortadan kalkmaz. Mademki beldenin temizlik işi halledilmiyor. Bu işte muvaffak olamıyor, bunun için ileri süreceği hiçbir bahane yoktur. Hadise ortada ve açıktır. Yamalı bohça gibidir, İstanbul. Belediye Meclisi’nin asli görevi, plan tadil tekliflerini onaylamak olmuştur da, yine imar komisyonundan az karar çıkıyor, diye yakınılmaktadır. Nereye varacaktır bu işin sonu? Nazım planı bitirdikleri zaman hangi şehre uygulayacaklar, bu planı. İnsan hakikaten merak ediyor, doğrusu. Gıda maddelerinin, odun, kömürün fiyatı alabildiğine yükselir ve Belediye Başkanı, ‘Ben et ve ekmek fiyatlarından başkasına narh koymam, isterlerse yüz liraya, isterlerse 150 liraya satsınlar’ der. Bundan daha sorumsuz, bir cevap da insan düşünemez. Sanki fiyatlar için dünyada tek çare narhtır. Sanki daha dün denecek kadar yakın bir zamanda İstanbul Belediyesi, tanzim satış yerleri açıp işletmemiş veya buna benzer bazı çareler almamıştır. Bir şehir düşününüz, bir tarafta en hayati ihtiyaçlar cevap bekler, öbür tarafta Büyükada’ya kabinlerine kadar mermer olan plaj yapılır. Bu şehir İstanbul’dur. Bu şehrin belediyesi borç içindedir. Hesap İşleri Müdürü ilan eder, bütün müesseselere borcumuz var, diye. Vali de bazı müesseselere akıl öğretir. Bugünkü gazetelerde vardı, ‘Belediyeden olan borçlarınız için, gidin icraya verin Belediyeyi, icra ile tahsil edin borçlarınızı’ der. Bu şehrin valisi der. İşte bu gırtlağına kadar borçlu olan belediye, işte bu kendi müstahdemine elbise veremeyen müessese, işte bu memuruna ücretini zamanında veremeyen müessese, Büyükada’da mermerden plaj yaptırır. Bütçe takdim konuşmasında, şehirlerin ihtiyacı günden güne artmaktadır. Asfaltı olan, beton asfalt, parkesi olan asfalt, kaldırımı olan parke yol istemektedir, deniyor. İki çocuğunuz olsa, biri ilaç, diğeri sinema istese ve sizin paranız yalnız birine yetse, bunu hangisine verirdiniz? Fikirtepesi’ne senelerdir, en basitinden bir dispanser açamayan Belediye, zaten etrafı kâfi derecede açık Zeynep-Kamil Hastanesi biraz daha meydana çıksın diye tutmuş orada istihlak muamelesine girişmiş. Ne imiş, Belediye Başkanı eskiden bu hastanenin Başhekimi imiş. Eh bu kadar da tercih oluversin, canım! Halkın verdiği vergi ile yapılan işlerde, oluversinlerin yeri yoktur, efendim. Bir müessese bütün icraatı ile mütalaa edilir. Amma, o müessesede çok kıymetli elemanlar varmış, çok feragatli memurlar bulunuyormuş. Eğer icraatı yeterli, eğer icraatı olması lazım geldiği gibi değilse, o müessese, müessese olmak vasfını kaybetmiştir. İstanbul Belediyesi sinesinde çok kıymetli teknik elemanlar, çok çalışkan müdür ve memurlar bulundurduğu halde, Belediye görevlerini ifa edememektedir. Şu halde, Belediye, belediye olma vasfını kaybetmiştir. Zira Belediyeye hâkim olan zihniyet yanlıştır. Sorarım size şu bütçe hazırlanırken riyaset bir tek önergeyi nazara almış mıdır? Hayır, çünkü ‘onlar bilirler. Yalnız unutulan bir şey vardır, bilginin kimsenin inhisarında olmadığı ve en iyiyi ve en doğruyu bulmanın kolektif bir çalışma ile kabil olabileceği. (…) 1580 sayılı Belediye Kanunu, hani şu hepimizin eskidiği için, artık ihtiyaca cevap vermediğini iddia ettiğimiz kanunun 15. Maddesinin Belediyeye tahmil ettiği görevlerden hangisini Belediye yapıyorum, diyecek şekilde yapmaktadır? Bütün bu görevleri yapmak yerine, bir an evvel onları başından atma gayretindedir. En güzel ve taptaze misali de operadır. Şehir operasını ilk fırsatta, bir teklif gelir, gelmez, başından atıvermiştir. Ya bir de şu konservatuvarı, tiyatroları, Karaağaç Kurumları’nı, Sular İdaresi’ni, Elektrik İdaresi’ni, turistik tesisleri başından atıverse, ne kadar rahatlayacaktır, Belediyemiz. 800 milyon lira Belediye Başkanının cebinde değilmiş. Öyle söyledi, dün konuşan sayın bir üye. Doğrudur. Esasen olmaması da lazımdır. Amma bu gösterilen 800 milyon liranın geleceği de yokmuş. Ben söyleyen üyenin şahsına bakınca, bu işin hakikat olduğuna inanıyorum. Ha, bakın bu çok mühim bir nokta. Öyle ise bu bütçe uydurma. Yani gelirinin 800 milyon lira olarak getirilen bir bütçe uydurma. Peki, bu uydurma bütçe ile Belediye ne yapacak? 1970’e ne getirecek? Yatırımlardaki plansızlığı ortadan kaldırıp müteahhidi zengin etme mekanizmasını mı kaldıracak? İstanbul’un su, elektrik, otobüs derdine mi çare bulacak? Hayır. Çöp problemini mi halledecek. Hayır. İskân meselesini mi halledecek? Hayır. Daha nice nice işler saysanız, bunların cevabı hayır olacaktır. Şu halde ben de beni buraya gönderen seçmenlerim ve şahsım adına bu bütçeye ancak hayır demek durumundayım. Söz verdiğiniz için teşekkür ederim, dedi.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 27 Şubat 1970, s.959-963.[313] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/21 Hastalıkların Temel Nedeni: İstanbul Belediye Meclisi’nde Emekçiler Azınlıktadır İstanbul Belediye Meclisi’nde Sosyalistler 1970 yılı bütçe görüşmelerinde, Türkiye İşçi Partisi İstanbul Belediye Meclisi üyesi Can Açıkgöz’ün 27 Şubat 1970 günü yaptığı konuşma: “(…) Bütün sayın üyelerin de malumu olduğu gibi, İstanbulumuz tek tür, tek sınıf insanların yaşadığı bir şehir değildir. İstanbul’da her yüz kişiden 76’sı emekçidir. Yani, işçidir, köylüdür, küçük esnaf, zanaatkâr ve küçük memurdur. Oysa bu yapıdaki bir şehrin meclisi olan Meclisimizin yapısı ise bunun tam tersinedir. Meclisimizde emekçilerin temsilcileri şu anda azınlıktadır. Evvela bizde bu hastalıkların temel nedeni bu çelişmedir. (…) Bu çelişmenin çözülmesi ile ancak bu dertlerin ortadan kalkabileceğini söylüyorum. Çünkü iki cümlede söylersek, İstanbul Belediyesi’nin iş yapmak, hizmet götürmek zorunda olduğu İstanbul’da bu sınıflar arasında çelişkiler vardır. Menfaat zıtlıkları vardır. Ve bu İstanbul Belediyesi’nin hizmet götürmekle yükümlü olduğu sınıflar arasında kendi ekonomik düzenleri ve ideolojileri arasında farklar vardır. Ve bu zümrelerin bazı olaylara bakış, onları kavrayış açıları bakımından da ayrıca farklar vardır. İstanbul’da yaşayan her sınıfın bir parçası objektif bir gerçeği, kendi anlayışı çerçevesinde çözmektir. Mesela bir apartmanda oturan büyük bir fabrikatör için, kar, belki çok güzel bir nesnedir. Amma, soğuk kulübesinde oturan bir emekçi için kar evvela kıştır, sonra açlıktır, sonra sefalettir. Ve esasında da zaten, buradaki kavgalı, dövüşlü ve bazen gülüşmeli kararların alınmasına sebep ise meselelere bu farklı görüş açısından bakmaktır. Sonuç olarak bunun bir süre daha devam edeceğini biliyoruz ve yine böyle bütçe görüşmeleri oldubittiye getirilerek belli dertlerin sadece söz olsun diye söylenerek geçirdiği ve bütçelerin yapıldığı devreleri herhalde biraz daha geçireceğiz. Amma, bunun sonuna kadar devam etmeyeceğini de biliyoruz. Çünkü bu Meclisin de sınıf yapısı er geç mutlaka bir gün değişecek ve bu çelişme ortadan kalkacaktır. (CHP sıralarından ve bağımsızlardan, ne demek istiyorsun, sesleri duyuldu) Emekçiler, bu sıralarda oturacaklardır, onu demek istiyorum. Çoğunluğu onlar sağlayacaklardır, onu demek istiyorum. Çoğunluğu onlar sağlayacaklardır, onu demek istiyorum. (Gürültüler). (…) Sözlerimi tekrar tavzih edeyim. Bu sıralara emekçiler çoğunlukta olarak dolacaklardır, demek istedim. Ve o zaman zaten İstanbul Belediyesi sosyalist bir belediye olacaktır. (CHP sıralarından bağrışmalar, gürültüler, müdahaleler). Sedat Börekoğlu (Divan Başkanı) – Azami toleransı gösterdiğimi siz de kabul ediyorsunuz, sizden bu sosyalist kelimesini geri almanızı rica ediyorum. Can Açıkgöz (Devamla) – Tavzih etmeme müsaade etmiyor musunuz? Sedat Börekoğlu – Lüzum yok. Meclis sosyalist olacaktır, sözünü geri almıyor musunuz? Can Açıkgöz (Devamla) – Olacaktır, çünkü; almaya lüzum yoktur. Yani bunu alsak da olacaktır. (CHP sıralarından gürültüler, müdahaleler). Sedat Börekoğlu – Size ihtar veriyorum ve sosyalist kelimesinin Meclisçe geri alınmasını oyluyorum. Kabul edenler, Kabul etmeyenler. Kabul edilmiştir. İkinci ihtarda bir daha konuşturmam; buyurun. (TİP sıralarından gürültüler. Usul hakkında söz istiyoruz, sesleri). Riyaset sizin kadar usul biliyor, buyurun. Can Açıkgöz (Devamla) – Konuşmamın son cümlesini söylemiştim ve bu anlayışlarla bu anlayışlar doğrultusunda buradaki mücadelemize devam etmek kararı ile 1970 bütçesine, Belediye Başkanlık teklifine ve CHP komisyonunun teklifine aleyhte oy vereceğimizi sayın Meclise sunarız, dedi.” İstanbul Belediyesi Meclis tutanak özeti, 27 Şubat 1970, s. 972-975.[314] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/22 Türkiye İşçi Partisi Programında (1975) Yerel ve Bölgesel Yönetimler Yerel yönetimler, tek bir yönetim örgütlenmesinde birleştirilerek demokratikleştirilecektir: "Türkiye İşçi Partisinin iktidarında yerel yönetimler (yerel devlet yönetimleri ve belediyeler) demokratikleştirilecek, halkın etki ve katkısı gerçekleştirilecektir. Bu amaçla il ve ilçe gibi yerel devlet yönetimleri ile belediyeler tek bir yönetim örgütlenmesinde birleştirilecektir. Yerel organlar, meclisler ve başkanları seçimle göreve gelecekler, görevlerini başaramadıkları veya kötüye kullandıkları zaman yasalarda gösterilecek yöntemle görevden düşürüleceklerdir. İyi işlerliğin ve girişkenliğin sağlanması için yerel yönetim organlarına ve mercilerine geniş̧ yetkiler tanınacak, ama aynı ölçüde de sorumlulukları ağırlaşacak, yakından denetime bağlı tutulacaklardır. Böylece, kitlelerin isteklerine ve yörenin ihtiyaçlarına daha iyi karşılık verilebilmesi, merkezle yerel merci ve organlar arasında kırtasiyeciliğin, bürokratik işlemlerin büyük ölçüde ortadan kalkması sağlanmış̧, daha dinamik, işlerliği daha etkin bir yönetim biçimi gerçekleştirilmiş̧ olacaktır. Bölgesel yönetim organları geliştirilecektir: ‘Belli kamu hizmetlerinin görülmesi amacıyla birden fazla ili içine alan çevrede bu hizmetler için yetki genişliğine sahip kuruluşlar’ meydana getirilecek, giderek iller gruplandırılıp bölgesel yönetim organları geliştirilecektir. 67 ilin, teker teker ve doğrudan merkeze bağlanması etkin işlerliği olan bir örgütleme biçimi sayılamayacağından, il ile merkez arasındaki boşluğu doldurmak üzere bölgesel düzeyde kademeler meydana getirilecektir. Yönetimsel bölünüm yeniden gözden geçirilerek bu bölünüm ile nüfusun yerel dağılımı ve sosyolojik biçimlenişi birbirine uyumlu, birbiri üzerine çakışır hale getirilecektir. Böylece, örneğin, bir kentin veya kasabanın ve çevresindeki yörenin yönetim bakımından bir il veya ilçeye, ekonomik ve sosyal bakımlardan da başka bir il veya ilçeye bağımlı olması gibi sık rastlanan durumlar düzeltilecektir. Bölgesel yönetimler de, aynı veya benzeri nitelikteki iller bir arada guruplaştırılarak meydana getirilecektir. Düzeltilerek yeniden düzenlenecek yönetim sisteminde, üst kademeler ile alt kademeler, merkezle yerel yönetim, yönetim kademeleri arasında karşılıklı ilişkiler ve etkiler kanallarının iyi işlemesine, bürokratik tıkanmalar olmamasına özellikle dikkat edilecektir. Bu sistem bir ‘âdemi merkeziyetçilik’ değildir; merkezi sistemin halk yararına daha iyi işler hale getirilmesi, demokratikleştirilmesidir.” Türkiye İşçi Partisi Programı ve Tüzüğü, Haziran 1975, s. 56-58. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_program_tuzuk_1975.pdf[315] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/23 Yerel Yönetimlerin Sosyalizm ve Demokrasi Mücadelesi İçin Önemi “Üreten, çalışıp emeğiyle geçinen, özgür, mutlu, kardeşçe bir yaşam isteyen; bağımsız ve onurlu bir Türkiye’yi özleyen halkımız, bu çok yönlü sömürü ve zulüm altında bunalmış durumdadır. Ancak, özü bakımından bir sömürü ve zulüm sistemi olan kapitalizm devam ettikçe, işçi ve emekçileri bunaltan dertler, sorunlar temelli çözümlere kavuşturulmayacaktır. Türkiye’de de geri ve emperyalizme bağımlı kapitalist düzen son bulmadıkça sorunlara köklü çözüm bulunamaz. Ekonomik sistem ve siyasal iktidar sorununun önemi, yalnız genel yurt sorunlarına ilişkin değildir. Yerel yönetim organlarının görev alanı içine giren sorunlarımız için de durum aynıdır. Ancak ister yurt sorunları olsun, ister yerel sorunlar olsun, bütün temel sorunların, hastalıkların yalnız ve yalnız sosyalist düzen içinde gerçek çözümlere kavuşabilecek olması, sosyalizmi kurabilecek bir döneme gelinceye kadar yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığı anlamına gelmez. İşçi ve emekçilerin kurtuluşunun, iyi ve mutlu bir yaşama kavuşmalarının siyasal iktidarın sömürücü, işbirlikçi güçlerin elinden alınmasına bağlılığı, güncel ve ivedi hedefler için mücadele gerekliliğini ortadan kaldırmaz. Tam tersine, yarınlar ancak bugünden kurulabilir. Daha ileri ve büyük hedeflere ulaşılabilmesi, önümüzde duran görevlerin yerine getirilmesine, böylece bilincin, örgütlenmenin, kararlılığın pekiştirilmesine bağlıdır. Tek tek şehirdeki, kasabadaki, köydeki soygunların, sömürünün, yolsuzlukların kavranması, ülke çapında dönen dolapların, sömürüye dayanan düzenin kavranmasına yardımcı olur. Yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi yolunda sağlanan başarılar, her alanda Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için olanaklar yaratır. Kısacası, işçi ve emekçi kitlelerin yaşam koşullarını bir ölçüde de olsa düzeltebilecek, demokratik hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesini, sağlayabilecek, işçi ve emekçilerin bilinçlenip örgütlenmelerini hızlandırabilecek her adım büyük bir önem taşımaktadır. Belediyeler ve öteki yerel yönetim organları, çalışan kitlelerin günlük çıkarlarının savunulması ve ülkenin demokratikleştirilmesi için ileri adımlar atılması yönünden büyük bir potansiyele sahiptir. Çeşitli ülkelerdeki deneyler ve doğrudan doğruya yakın yıllarda yerel meclislere seçilen Türkiye İşçi Partililerin kendi öz deneyleri bu görüşü desteklemekte, yerel sorunlara ve yerel yönetim organlarına büyük önem verilmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca yerel yönetimlerde edinilen deneyimlerin, ilerde kazanılacak siyasal iktidar için taşıdığı önem her alanda kendini göstermektedir.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 7-9. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[316] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/24 Yerel Yönetimlerde Pek Çok Hizmetin Maliyeti de Çalışan Halkın Sırtındadır “Egemen sınıflar, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin daha iyi bir yaşam için yaptığı mücadeleyi, merkezi siyasi iktidara ek olarak yerel yönetimler eliyle de baskı altına almakta, işçi ve emekçilerin yaşam koşullarını, sömürüyü en üst düzeye çıkaracak bir biçimde düzenlemektedirler. Küçük bir azınlığın çıkarlarını kollamak pahasına, kent nüfusunun bütününe yakın bir bölümü önemli sorunlarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu sorunların büyük bir bölümü, kapitalist gelişmenin plansızlığının, daha büyük kârlar için geniş yığınların haklarının, hatta yaşamlarının hiçe sayılmasını sonucudur. Büyük sermayedarlar ve mülk sahiplerinin el koyup mülkiyetlerine geçirdikleri uçsuz bucaksız arsalar ve büyük mülkler, yaratılan toplam değerden bu küçük azınlığın çok önemli pay elde etmelerine, rant gelirine dayanan büyük zenginliklere sahip olmalarına yol açmaktadır. Yeni kent topraklarının kullanıma açılması ve işçi, emekçilerden toplanan paralarla kentsel hizmetlerin geliştirilmesi sonucu bu toprakların üstün değer kazanmasıyla kentsel rantlar hızla artmaktadır. Bir toprağın kent arsası sayılması kararı, buna dayalı imar planları, alt yapı yatırımları ile ilgili tercihler, kentsel mal ve hizmetlerin fiyat tarifeleri, burjuvazinin egemen olduğu yerel yönetimlerce saptanmaktadır. Öte yandan, belli alanlarda getirilen sınırlamalarla, esas olarak tekelci nitelikte kar olanakları yaratılmaktadır. Egemen sınıflar, başta büyük burjuvazi, düzenin kendilerine sağladığı bu rant ve kâr olanaklarını, sınıfsal çıkarlarına en uygun bir biçimde değerlendirmekte, bu arada el konulan değerlerin bir bölümü büyük burjuvazi tarafından kendilerine yandaşlar sağlamak için kullanılmaktadır. Kapitalist kent yönetimlerinin bir diğer niteliği, işçi ve emekçileri yoksulluğa ve açlığa mahkûm eden enflasyonist ekonomi politikasına hizmet etmektir. Merkezi iktidarın pahalılığı teşvik edici, tekelci şirketlere en geniş vurgun olanaklarını sağlayıcı politikasına ek olarak, yerel yönetimlerin de egemen sınıflardan yana işlemesi sonucu, işçi ve emekçilerin zorlu mücadelelerle elde ettikleri ücret ve maaş artışları, fiyatların yükselmesiyle fazlasıyla geri alınmaktadır. Yerel yönetimlerin fiyat yükselmeleri karşısında alır göründükleri önlemler tamamen göstermelik niteliktedir. Öte yandan, kent içinde varlıklıların oturdukları semtlere üstün nitelikli mal ve hizmetler götürülürken, işçi ve emekçilere barınma, beslenme, ulaşım, sağlık ve diğer alanlarda götürülen mal ve hizmetler, çalışabilmelerini ancak sağlamaya yeterli, diğer bir deyişle yaşam koşullarını mümkün olan asgari düzeyde tutmaya yönelik bulunmaktadır. Böylece, ücret ve maaşların artırılmasını amaçlayan toplumsal baskı hafifletilmeye çalışılmaktadır. Burjuvazi, kentlerin yoksul kesimlerindeki kötü yaşam koşullarını düşük ücret ödeyebilmenin bir olanağı olarak değerlendirdiği için memnundur. Devlet harcamalarının ağır yükünün işçi ve emekçi sınıfların omuzlarında olması gibi, yerel yönetimlerin harcamaları da gene büyük ölçüde işçi ve emekçilere yükletilmektedir. Egemen sınıfların kamuca yapılan yerel yatırımların finansmanındaki payı son derece düşük tutulmaktadır. Üstelik, burjuvazinin doğrudan kente yüklediği sorunlar nedeniyle, esasında kendisi tarafından karşılanması gereken pek çok hizmetin maliyeti de çalışan halkın sırtındadır. Bugün ileri ve orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerde kent nüfusu toplam nüfusun büyük çoğunluğudur. En geri ülkelerde bile kentlerde ortaya çıkan sorunlar geniş yankı uyandırmaktadır. Dolayısıyla kent yaşamı ve bu yaşamla ilgili sorunlar, ülke nüfusunun büyük bir bölümünü doğrudana, diğerlerini de dolaylı olarak ilgilendiren sorunlar durumuna gelmiştir. Bütün bu nedenlerle kent yönetimlerinde etkin olunması ve giderek yönetimin ele geçirilmesi, işçi ve emekçiler bakımından büyük önem taşımaktadır. Büyük sermayedarların, büyük mülk sahiplerinin yerel yönetimlerdeki etkinliklerinin kırılması ve bu yönetimlerin demokratikleştirilmesi, ülke çapında demokratikleşmenin önemli parçasıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 14-17. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[317] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/25 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: 1- İşçi Sınıfı ve Emekçiler Yerel Organların Yönetimine Gelmelidir. "Kent yönetimlerinin demokratikleşebilmesi için temel koşul, bunların başına işçi ve emekçilerin geçmesidir. Doğaldır ki, yerel yönetimlerde işçi ve emekçilerin yönetime gelmesi demek, burjuva partilerinin listelerinden bu meclislere girecek işçi ve emekçi kökenli üye sayısını arttırmak demek değildir. 1973 seçimlerinde, oldukça çok sayıda işçi ve sendikacı CHP listesinden seçilmiş bulunuyordu. Ama bu kişiler, partilerinin yapısına bağlı olarak, yerel meclislerde kendi sınıfsal çıkarlarının tutarlı bir biçimde savunulması yönünde etkinliğe sahip olmamışlar, hatta bu yönde öneriler getirip mücadele de etmemişlerdir. Yerel yönetimlerin demokratikleşmesi, ancak çalışan halkın çıkarlarının bilinçli ve kararlı savunucularının, bu nitelikteki işçi ve emekçilerin, kendi sınıf partilerinin listelerinden seçilerek yerel yönetimlerde etkin ve giderek egemen olmalarıyla mümkündür. Geçmişte, özellikle İstanbul Belediye ve İl Genel Meclislerinde, az sayıda olmalarına karşın, Türkiye İşçi Partililerin işçi ve emekçiler lehine etkin muhalefeti hatırlanmalıdır. Yerel yönetimlerin bugünkü örgütsel yapıları içinde, yerel meclislerde işçi ve emekçilerin çoğunluğu sağlamalarına ek olarak yönetimlerin demokratikleşmesi için kitlesel ağırlık ve mücadeleleri de gerekmektedir. Bu amaçla, yerel meclislerin kararlarını yönlendirebilmek ve hayata geçirebilmek için, yerel yönetimlerde mahalle düzeyine kadar inen yeni bir örgüt ağı geliştirilmelidir. Belediye semt organları denebilecek bu örgüt ağı eliyle, işçi ve emekçilerin somut istem ve önerileriyle eleştirileri yerel yönetime ulaştırılmalı, karşılık olarak yapılabilenler ile yapılamayanların nedenleri onlara anlatılmalı ve böylece burjuvazinin girişebileceği her tür baltalama hareketi daha başından önlenmelidir.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 33-34. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[318] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/26 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: 2-Yerel yönetimler, kapitalist merkezi yönetimin mali ve idari vesayetinden kurtarılmalıdır: "Bugün belediye gelirlerinin büyük bölümü merkezi iktidar tarafından ve hükümet kararlarıyla sağlanmaktadır. Dolayısıyla yerel yönetimler ağır bir mali ve politik baskı altındadır. Gelirlerinin önemli bir dilimini merkezi yönetimin topladığı vergilerden sağlayan bir belediyeye karşı, özellikle merkezi yönetimle karşıtlıkların doğduğu, hele bu karşıtlıkların sınıfsal çelişkilerle çakıştığı durumlarda, merkezi iktidarda olan burjuvazinin, bu kaynakları kendi iradesini kabul ettirmek üzere bir baskı aracı olarak kullanması kaçınılmazdır. Merkezi yönetimin vesayeti, bu tür kaynakların yerel yönetime aktarılması sırasında ortaya çıkmaktadır ve burjuvazinin kendi yararına kullandığı son derece etkili bir araç olmaktadır. Bundan dolayı: a – Emlak vergileri bütünüyle belediyelere bırakılmalıdır; b – ‘Şerefiye vergisi’ bugün ya hiç işletilmemekte veya etkinliği ortadan kaldırılmış sözde bir vergi olarak kullanılmaktadır. Kent toprağının kamulaştırılmasında son derece önemli olan bu verginin saptanması yetkisi belediyelere ait olmalı ve bu vergiden elde edilen gelir bütünüyle belediyelere bırakılmalıdır; c – Belediye Meclisleri kentlileri temsilen seçilmiş olmalarına karşın, kentte yaşayanların yararına önemli hiçbir kural koyma yetkisine sahip değildir. Verdikleri kararlar daha çok icrai niteliktedir. Belediyeler, ürettikleri mal ve hizmetlerin tarifelerine hiçbir vesayet olmadan kesinlikle egemen olabilmelidir; d – Diğer yandan, yerel yönetim organlarının tüm kararları, merkezi yönetimin yerel temsilcileri tarafından dahi engellenebilmektedir. Belediyelere kadro açılması ve istenmeyen kadroların değiştirilmesi dahi merkezi yönetimin onayına bağlıdır. Bu idari vesayet de kaldırılmalıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 35-36. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[319] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/27 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: 3- Stratejik mal ve hizmetler belediyeler eliyle üretilmelidir: "Daha önce de değinildiği üzere, burjuvazi, kentsel mal ve hizmetlerin üretiminden iki yönlü çıkar sağlamaktadır. Birincisi, kentsel mal ve hizmetlerin üretiminden doğan rant ve spekülatif kazançlar yoluyla olmakta, İkincisi ise, en düşük ücret düzeyini belirleyecek asgari yaşam koşullarının üstüne çıkılmaktan kaçınılmasıyla sağlanmaktadır. İşçi ve emekçilerin elindeki yerel yönetimler, esas itibariyle bu iki alandaki burjuva çıkarlarına set çekerek işçi ve emekçilerin yaşam düzeylerini yükseltebilecektir. Bunun için: a—Belediyelerin halen sürdürdükleri yol, su, elektrik, kanalizasyon, havagazı gibi altyapı hizmetleri olanca ağırlığıyla işçi ve emekçilerin semtlerine yönlendirilmelidir; b—Ulaşımda oluşan tekelci kârların ortadan kaldırılabilmesi için toplu kamu taşımacılığı geliştirilip, işçi ve emekçi semtlerinin temel ulaşım sistemi haline getirilmelidir; c—Un, ekmek ve sırayla diğer temel besin maddelerinin üretim ve dağıtımı özel sektörün elinden alınıp kamulaştırılmalıdır; d—Kent toprakları kamulaştırılmalıdır. Kentlerimizde bugün en yüksek spekülatif kazanç kentsel topraktan doğmaktadır. Kent çevresindeki topraklar yerleşmeye açıldıkça ve kamusal alt yapı bu yörelerde geliştirildikçe, bu topraklarda kendiliğinden çok büyük fiyat artışları olmaktadır. Bu artışlar, hiçbir katkıları olmadığı halde bir avuç mülk sahibinin kasasına girmektedir. Konut kiralarının durmadan artışının ve dayanılmaz boyutlara ulaşmasının en önemli nedeni, kent toprağı üzerindeki spekülatif fiyat artışlarıdır. Bu nedenle kent toprakları kamulaştırılmalıdır. Bugün yürürlükteki yasalar belediyelere kamulaştırma yetkisini vermiştir. Ancak bu yetki kullanılmamakta veya kullanılması çeşitli biçim ve yollarla engellenmektedir. İşçi ve emekçilerin konut sorununun çözümü için kent topraklarının kamulaştırılmasının peşi sıra, kiralık konut yapımı ve çeşitli kamu kurumlarının konut kredisi olanaklarının kullanılarak konut yapımının kolaylaştırılması ve etkili bir kira denetim sisteminin uygulanması gibi yollar bulunmalıdır; e—Beslenme, sağlık ve kültür alanlarında da kamulaştırma ve kooperatifler yoluyla bu alandaki mal ve hizmetler bollaştırılıp ucuzlatılmaya çalışılmalıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 36-37. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[320] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/28 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: 4—Yerel yönetimler, işçi ve emekçileri kent yaşamı için örgütlemelidir: "a—İşçi ve emekçilerin daha sağlıklı ve daha ileri bir yaşam düzeyine kavuşturulabilmeleri için kentsel temel mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında spekülatif kazançları ortadan kaldırabilmek, yerel yönetim organlarının etkinliğini arttırabilmek ve sürekli bir kamu denetimini sağlayabilmek üzere Belediye semt örgütleri gerçekleştirilmelidir; bunun yanısıra, b—Yerel yönetimlerce, tüketim mallarının elde ediliş ve dağıtımını ucuzlaştırmak ve yaygınlaştırmak amacıyla üretici ve tüketici örgütlerinin kurulup geliştirilmesi için işçi sendikaları ve öteki demokratik kitle örgütleriyle işbirliği sağlanmalıdır. 5—Belediye Birlikleri Geliştirilmelidir: Günümüzde kentlerin hızla gelişmesi karşısında ve bilimsel teknik devrim aşamasında kentleri birbirinden tümüyle bağımsız, tek başlarına yerleşim birimleri olarak düşünmek olanaksızlaşmış bulunmaktadır. Tersine bugün kentler arası ilişkiler de giderek artmakta ve güçlenmektedir; ortak kentsel alanlar oluşmaya başlamıştır. Bu alanlar büyük kentlerin çevresinde çok açık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda kent yönetimini işçi ve emekçilerden yana başarılı bir biçimde yürütebilmek için, kent yönetimleri arası işbirliği hem olanaklı, hem de zorunlu hale gelmiştir. Kentsel hizmetlerin alan ve kapsamının genişlemesi nedeniyle de kimi sorunları belediyeler arası birlikler içinde ele almak kaçınılmaz olmaktadır. Bu tür bir ‘birlikçilik’ anlayışının gelişmesi belediyelerin üreticilik gücünü de yükseltebilir ve verimliliklerini arttırabilir. Örneğin, karşılıklı üretim ve tüketim kooperatifleri ve ortak makine parkları kurulması, diğer gereksinimlerde de karşılıklı yardımlaşmanın ve eşgüdümün sağlanması olanakları doğacaktır. Böylece, belediyelerde mevcut kullanılmayan kapasitenin, araç-gereç, teknik eleman ve benzerlerinin ortaklaşa kullanımını sağlayarak belediyelerin daha geniş çapta ve daha ucuza hizmet görmeleri mümkün olabilecektir. Ayrıca belediyeler arası birliklerin geliştirilmesi, belediyelerin demokratikleşmeleri açısından da önemli görevler üstlenebilir. Böylece oluşturulacak büyük güç, siyasal engellerin aşılmasında önemli destek olabilir. Merkezi yönetimin vesayetinden kurtulma mücadelesinde, birlikler halinde bulunmanın iktidarın karşısına tek tek çıkmaktan çok daha başarılı olacağı kuşkusuzdur.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 38-39. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[321] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/29 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: Öncelikle Yapılması Gereken İşler: a—Konut sorunu: "(…) Kentlerin hızla büyümeleri sonucu dünün gecekondu bölgeleri de bugün kent toprakları içine girmekte, böylece gecekondu bölgelerinde de büyük rant ve spekülasyon kazançları doğmaktadır. Sonuçta bu kârlara el koyan gecekondu ağaları türemektedir. Bugün konut kiraları, gecekondular da dahil olmak üzere dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. İşçi ve emekçi aileleri, gelirlerinin en büyük dilimini konut kirasına ayırmak zorunda kalmaktadırlar. Konut üretim maliyetinin en önemli bölümü ise arsa bedeli olmaktadır. Bu nedenle, konut sorununun çözümü öncelikle arsa sorununun çözümüne bağlıdır. Kentsel arsa üzerindeki bu rantın ve spekülatif kazançların kırılması şarttır. Bunun için de kent topraklarının kamulaştırılması gerekmektedir. Kent topraklarının kamulaştırılmasına bağlı olarak, kentsel gelişmeyi yönlendirme ve denetleme yetki ve görevleri de belediyelere bırakılmalıdır. Nazım Plan Büroları kesinlikle belediyelere bağlanmalıdır. Konut kiralarının ve fiyatlarının yüksekliğinin ikinci bir nedeni, inşaat sektöründe kâr oranının görülmemiş ölçülere ulaşmış olması ve konut inşaatlarında kullanılan çeşitli malzemenin tekelci fiyatlarla satılmasıdır. Bundan dolayı atılması gereken diğer bir adım da, belediyelerin konut üretimine çok geniş çaplı olarak girmeleridir. Bu konutlar esasında kiralık konut olarak üretilmelidir. Belediyelerin özellikle birlikler halinde geniş çapta konut üretimine girmeleri sonucu, bu üretim de sanayileşecek ve dolayısıyla bu da konut maliyet ve kiralarının düşürülmesinde etken olacaktır. Diğer yandan, kent toprağının belediyelerde kalmasını sağlayacak önlemler de alınarak çeşitli kurumların konut kredisi olanaklarının en etkin biçimde kullanılması sağlanmalıdır. Böylece işçi ve emekçiler daha iyi yaşam koşullarını sağlayacak konutlarda daha az maliyetle oturabilecekleri gibi, burjuvazinin, konutu ekonomik ve ideolojik bir baskı aracı olarak kullanma olanağı da sıfırlanmış olacaktır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 43-44. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[322] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/30 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: Öncelikle Yapılması Gereken İşler: b—Ulaşım sorunu: "Hızla büyüyen kentlerimizde, kent içi ulaşım sistemi de işçi ve emekçilerin çıkarlarına aykırı biçimde gelişmektedir. İşçi ve emekçilerin oturdukları semtlerde gerek ulaşım alt yapısının düşük oluşu, bazen yol bile bulunmaması, bu nedenle belediye toplu taşımacılığının buralara kadar uzanamayışı, gerekse belediyelerin kapitalist yapısı dolayısıyla kârlılığın esas alınışı yüzünden, belediye araçları, özel araçların açığını kapatacak biçimde kullanılmakta ve sonuçta, işçi ve emekçiler işyerlerine gidiş-dönüşlerinde daha büyük harcamalar yapmak zorunda kalmaktadırlar. İşyerlerinin ve konut alanlarının göreli uzaklığı işçi ve emekçilerin yolda geçirdikleri süreyi de giderek uzatmaktadır. Böylece gerçek çalışma süresi de, yolda geçen süreler buna eklenmek gerektiğinden giderek artmaktadır. Bu yüzden belediyelerce işçi ve emekçi semtlere uzanmayı öncelikli hedef alan toplu ulaşım sistemi kurulup geliştirilmelidir. Büyük kentlerde yaygın ve etkin toplu taşımacılığın geliştirilmesi için metro, hafif metro ve hızlı tramvay sistemlerinden en uygun olanların seçilip kurulması zorunlu olmaktadır. İşçi ve emekçilerin çalışma içi sayılan yol giderlerinin patronlara yüklenebilmesi ve İl Trafik Komisyonları’nda belediye yetkilerinin arttırılması, otopark düzenlemeleri, yol yapımındaki iştirak paylarının arttırılması gibi yöntemler geliştirilmelidir. Belediyelerin kent içi trafiğinde tek söz sahibi organ olması zorunludur. Böylece, belediye harcamalarının önemli payını teşkil eden yolların özel araçlara hizmet edici özelliği ortadan kaldırılabilir. Özel araçların trafiği tıkayıcı etkisini azaltıcı önlemler alınarak toplu taşıma sistemine ayrıcalıklar tanınmalıdır. Örneğin, stratejik merkezler arasında yalnızca belediye toplu taşıtlarına, itfaiye araçlarına ve cankurtaran arabalarına mahsus «tahsisli yol» sisteminin geliştirilmesi, toplu taşımacılıkta trafik sıkışıklığının önüne geçebilmek için kullanılacak yöntemlerden biridir. Aynı biçimde otoparklar yalnızca belediyelerce düzenlenip işletilmeli, kaldırımlara park yapılmasının önlenmesi ve özel araçlardan yol işgaliyesi alınması gibi önlemler uygulanmalıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 44-45. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[323] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/31 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: Öncelikle Yapılması Gereken İşler: c—Beslenme sorunu: "Bugün temel besin maddelerinin kentlere ulaşıp dağıtılması, üretici, komisyoncu, toptancı tüccar, kabzımal ve küçük esnaf gibi bütünüyle özel teşebbüsten oluşan bir zincirle gerçekleşmektedir. Bu zincirde, özellikle komisyoncu, toptancı ve kabzımallar küçük üreticinin malını ucuza kapatırken tüketiciye pahalıya satarak büyük çıkarlar sağlamaktadır. Bu işleyiş, bir yandan işçi ve emekçilerin düşük nitelikli maddelerle beslenmelerini zorunlu kılarken, öte yandan varlıklı kesimlere beslenmede de bir ayrıcalık kazandırmaktadır. Belediyelerin bu konudaki politikası bir yandan üretim, diğer yandan tüketim kooperatiflerinin kurulmasını teşvik edip örgütleyerek zincirin iki ucundaki emekçilerin sömürülmesini önlemeye çalışmak olmalıdır. Bu amaçla bugünkü toptancı Hal’leri de yeni baştan düzenlenmeli, buralarda üretici kooperatiflerinin yapacağı satışlara öncelik ve kolaylıklar tanınmalıdır. Tüketim mallarının niteliğinin yükseltilmesi ve kullanımının yaygınlaştırılması için sıkı bir biçimde denetlenecek semt pazarları çoğaltılırken, tek tür malın değil, gereksinim duyulan bütün temel besin maddelerinin satılabileceği Tanzim Satış Mağazaları kurulmalı ve bunların bütün kent yüzeyine yayılacak biçimde gezici şubeleri açılmalıdır. Bugünkü sınırlı sayıdaki tanzim satış mağazaları, aslında perakendeci esnaf gibi zincirin en uç halkasıdır. Oysa söz konusu edilen tanzim satış merkezleri, üretim kooperatiflerinden alınan malların satışını yapan, işçilere ve emekçilere ucuz ve nitelikli mal sağlayan yaygın kuruluşlar olmalıdır. d—Sağlık sorunu: Kent sağlığının korunması da kuşkusuz belediyelerin esas görevleri arasındadır. Bunun için, belediyelerin ana besin maddeleri üzerindeki denetimi sağlık açısından da yoğunlaştırılmalı ve bu amaçla kurulacak besin tahlil laboratuvarlarının sayısı arttırılmalıdır. Koruyucu hekimliğe ağırlık verilmeli ve bütün kent düzeyine yayılacak biçimde semt dispanserleri açılmalıdır. Bu dispanserler bir yandan koruyucu sağlık hizmetleri görürken, öte yandan da sağlık denetimini yürütmelidir. Düşkünler ve yaşlılar yurtları, dinlenme evleri kurulmalı ve en iyi biçimde işletilmeye çalışılmalıdır. Çalışan kadınlar için kreş hizmeti belediyelerce etkin olarak sağlanmalıdır. Diğer yandan kreşi olmayan işyerlerinde kreş açılması zorlanmalı ve bu kreşlerin düzenli denetimi yapılmalıdır. Ayrıca hem çalışan kadınların yükünü hafifletmek, hem de işçi ve emekçi çocuklarının okul çağına kadar güvenlik ve eğitimini sağlamak amacıyla anaokulları açılmalıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 45-47. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[324] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/32 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: Öncelikle Yapılması Gereken İşler: e—Eğitim sorunu: "Yukarda belirtilen yuva ve anaokullarında olduğu gibi her türlü eğitim kurumunda belediyeler etkin kılınmalıdır. Hem kent yaşamının önemli bir parçası olduğu, hem de işçi ve emekçi çocuklarına kapalı bugünkü eğitim sisteminin demokratikleştirilmesi için bu zorunluluktur. Diğer yandan işçi sendikaları ve öteki demokratik kitle örgütleriyle işbirliği içinde kırlardan yeni göçmüş ve mesleksiz kentli emekçileri, kentsel yaşamın gereksindiği mesleklere kavuşturmak amacıyla mesleklendirme kurumları kurulmalıdır. f—Kültür ve sanat sorunu: Bugün kentlerimizdeki önemli sorunlardan biri de moral çürümedir. Kapitalist Batı kentlerindeki yaşamdan da iyice bilindiği üzere moral ve kültürel yozlaşma ve çürüme, kent içinde suç oranının yükselmesindeki önemli etkenlerden biri olmaktadır. Kuşkusuz bu olayın temelinde de sömürü vardır; zengini daha zengin, yoksulu ise daha yoksul kılan kapitalist sistem vardır. Günümüzde özellikle büyük kentlerde ‘kapitalizmin kirli yan ürünleri’ hemen her alanda kendini göstermekte, her türlü yasa dışı eylem ve bundan doğan kazançlar neredeyse meşru hale getirilmektedir. Bu vurgunların arasında, ilerici kültür ve sanat çalışmaları ise maddi zorluklarla ve türlü engellerle karşılaşmaktadır. Bunu göz önüne alarak, belediyelerin kültür ve sanat çalışmaları, bilim, kültür ve sanat emekçilerini temsil eden kuruluşlardan da yararlanarak işçi ve emekçi semtlerine kaydırılmalı, bu semtlerde belediye kültür merkezleri oluşturulmalıdır. Belediyelerin müzik ve tiyatro çalışmaları bu anlayışla yeni baştan düzenlenmeli, emekçi semtlerinde toplu eğlence ve kültür, sanat çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Semt kitaplıkları kurularak, geniş işçi ve emekçi kitleler okumaya özendirilmeli, işçi, emekçi semtlerinde de sergi salonları yapılmalı, bunlarda demokratik, ilerici işlevleri olan konferans ve gösteriler düzenlenmelidir. Festivaller de bu anlayışla hazırlanmalıdır.” Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir, Türkiye İşçi Partisi Yayınları, Kasım 1977, s. 48-49. https://turkiyeiscipartisi.org/?SX=_pdf.php&PDF=_dokuman/_tip_yerel_yonetimler_demokratiklestirilmelidir.pdf[325] |
TİP (1961-1988) ve Yerel Yönetimler/33 Türkiye İşçi Partisi’nin Yerel Yönetimler Demokratikleştirilmelidir Broşüründen: Öncelikle Yapılması Gereken İşler: ”g—Asayiş ve denetim sorunu: Bugün yürürlükteki yasalara gö |