TÜMÜ 1965 SEÇİMLERİ 1965 YILI KOŞULLARI 1971 KAPATMA DAVASI 1977 SEÇİMLERİ AYDINLAR BAHÇELİEVLER KATLİAMI BEHİCE BORAN BÜYÜK EKİM DEVRİMİ ÇALIŞMA EKİPLERİ DEMOKRASİYİ SAVUNMAK, 12 MART DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ DEMOKRATİKLEŞME DEMOKRATİKLEŞME/ DEMOKRATİKLEŞME İÇİN PLAN ’78-82 EMPERYALİZM, BAĞIMSIZLIK ENTERNASYONALİZM GENÇ ÖNCÜ HER HAL VE ŞARTTA MÜCADELE İŞBİRLİĞİ, GÜÇ BİRLİĞİ, EYLEM BİRLİĞİ, TEK CEPHE KAYIPLARIMIZ/SALDIRILAR KIBRIS SORUNU KONGRELER KURULUŞ/1961 KURULUŞ/1975 KÜRT SORUNU LAİKLİK, DİN, DİYANET MECLİS KONUŞMALARI PARTİ HAKKINDA PROGRAM/TÜZÜK SADUN AREN 100 YAŞINDA SENDİKALAR SOSYALİZM TARİHSEL BİRİKİM, CUMHURİYET TARİHTE VİDEO YEREL YÖNETİMLER YÖNETİM |
(belirtilmedikçe belge ve görüntüler TÜSTAV Arşivi'ndendir.) |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/1 8 Ekim, Türkiye İşçi Partisi’nin Onur Günü’dür. 1978 yılında Ankara’da düzenlenen İl Temsilcileri Toplantısının ardından Bahçelievler’de hunharca öldürülen 7 Türkiye İşçi Partisi ve Genç Öncü üyesi yoldaşımızın anısını canlı tutma günüdür. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde bayraklaşan Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar’ı tüm yitirdiğimiz yoldaşlarımızla birlikte saygıyla, sevgiyle, onurla anıyoruz. Faşistler tarafından 6 TİP’li yoldaşımızın hunharca katledilmesi ve Serdar Alten yoldaşımızın beş kurşunla ağır yaralanması üzerine TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın 9 Ekim 1978 tarihinde verdiği demeçten: ”Bu arkadaşlarımıza sıkılan kurşunların asıl hedefi Türkiye İşçi Partisi’dir. Onların şahsında Partimize vurmak istediler. Bu, bir bireysel terör hareketi de değildir. Planlı, örgütlü bir terörün uygulanmasıdır. İki hafta önce Genel Merkezimize Genel Sekreterimizi hedef alarak yapılan saldırıyla bugünkü katliam birbirleriyle ilişkilidir. Partimize karşı planlanmış bir operasyonun iki değişik parçasıdır. Partimize karşı bu planlı, örgütlü saldırılarla faşist terörizmin tırmandırılışı yeni bir düzeye ulaştırılmıştır. Amaç, Parti hareketimizin engellenmesi, sindirilmesi, ellerinden gelirse yok edilmesidir. Böylece işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin kendi bağımsız partilerinden yoksun bırakılıp yalnızca çeşitli burjuva partilerine yaşama izni verilerek, “çok partili çoğulcu demokrasi” görünüm ve aldatmacası altında maskelenmiş bir faşist baskı rejiminin gerçekleştirilmesidir. [...] Bizim faşistlere cevabımız işçi, emekçi kitleler içinde örgütlenmemizi genişletip derinleştirerek daha da kök salmamız olacaktır. Katliamın Partimizin üye kazanma kampanyası açtığı gün yapılması rastlantı değildir. Burjuvazi ve emperyalizm işçi sınıfının politik hareketinin güçlenmesinden korkuyor. Burjuvazi ve emperyalizm Partimizden korkuyor. Korku ecele çare değildir. Yerli kapitalizmin ve emperyalizmin er geç tarih sahnesinden silinmesine de çare olmayacaktır.” https://8ekimiunutma.org/ Yürüyüş Dergisi, Sayı 184, 17 Ekim 1978, s. 4. Behice Boran, Yazılar, Konuşmalar, Söyleşiler, Savunmalar, Cilt 3, Sosyal Tarih Yayınları, 2010. s. 1859.[253] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/2 ”7 yiğit yoldaşımızın cenazeleri matem havası içinde değil, faşizme karşı nefreti ve mücadele azmini dile getiren gür sloganlarla kaldırıldı FAŞİZMİ EZECEĞİZ! Faşist çeteler bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm yolunda kararlı adımlarla yürüyen saflardan 7 yoldaşımızı düşürmüşlerdi. Amaçları işçi sınıfının ve emekçi sınıfların içinde öncü militanları vurarak yılgınlık yaratmaktı. Safları dağıtmak, yoluna engeller çıkarmak giderek yok etmekti. Darbe işçi sınıfının politik hareketi şahsında tüm anti-faşist güçlere vurulmuştu. 7 yiğit yoldaşımızın mücadele arkadaşları düne kadar yanıbaşlannda savaşan arkadaşlarını yitirmenin acısı içindeydiler. Bu acı büyüktü, bu acı dayanılmayacak düzeydeydi. Ama saflarda dağınıklığın ve yılgınlığın en ufak bir görüntüsü yoktu. Acı büyüktü ama yılgınlığı değil faşizme karşı mücadele kararlılığını körüklemişti. Arkadaşlarımızın katledilmelerinin hemen ertesi günü yeni yeni arkadaşlar mücadele bayrağını omuzlamak için görev başına koştular. Faşizme karşı, faşist teröre karşı en ufak bir geri çekilme söz konusu değildi. Faşist katillerce hunharca düzenlenen katliam ilerici, demokrat güç ve örgütler arasında da faşizme karşı nefreti alabildiğine körüklemişti. Faşist saldırıya karşı tepkiler yurt düzeyinde çeşitli biçimlerde dalga dalga büyüyordu. Birçok il ve ilçede ilerici demokrat, sosyalist kişi ve örgütler katliama karşı ilk tepkiyi Başbakanlığa ve İçişleri bakanlığına protesto telgrafları çekerek dile getirdiler. Ardından toplantılar, forumlar boykotlar ve yürüyüşler düzenlendi, faşizm lanetlendi. Kitle örgütleri yöneticileri, 7 yiğit yoldaşın üyesi oldukları örgütlere, Türkiye İşçi Partisi'ne, Genç Öncü'ye, Tüm-Der'e çektikleri telgraflarla ve bizzat gelerek başsağlığı dileklerini ilettiler, düzenlenecek cenaze törenine etkin bir şekilde katılacaklarını bildirdiler. Bu anti-faşist dayanışmaya ve birliğe duyulan sarsılmaz isteğin yüce bir ifadesiydi. Ama aynı gelişimi hükümet çevrelerinde görmek mümkün değildi. Her faşist saldırıdan sonra hükümet yetkililerinin demeçler vererek saldırganların yakalanması için gerekenlerin yapıldığını söylemeleri artık kanıksanmıştı, Faşist saldırganların yakalanması İçin ciddi bir çaba içine girmek ve faşist örgütleri dağıtmak bir yana, tersine hükümetin tavrı bu saldırılara karşı antifaşist tepkiyi önlemek veya asgariye indirmek için elinden geleni yapmak yönünde gelişmekteydi. Hükümetin bu tutumu, 6 yoldaşımızın katledilmesinden sonra da ortaya çıktı. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran cenazelerin kaldırılmasının engellenmemesi için Başbakanla görüşme yapmıştı. Olayın yarattığı büyük tepki cenazenin kaldırılmasının polis zoruyla engellenmesi olanağını ortadan kaldırmıştı. Bu yüzden direk olarak polis zoruyla engelleme ve cenazeleri tören yaptırmadan gömme yoluna gidilemedi. Ama düzenlenecek kitlesel töreni engellemenin başka yolları vardı. Eğer cenaze sahipleri 'ikna edilir de" hemen gömülme işlemi yerine getirilirse tören engellenebilirdi. Bunun için tüm yollar denendi. Tüm "saygın" kimlikler işin içine sokuldu. Yerine göre CHP milletvekilleri devreye girdi yerine göre tehditler savruldu, yerine göre de ordu mensupları "ikna" işinde görev üstlendiler. Sonunda 6 yoldaşımızdan 5'inin cenazeleri Ankara’daki törenden önce ya gömüldüler ya da memleketlerine gönderildiler. Ancak Salih Gevenci yoldaşımızın babasını tüm uğraşılarına rağmen ikna edemediler. Salih Gevenci kardeşimizin cenazesi Çarşamba günü Maltepe camiine getirildi. Maltepe camiinin önü sabahtan itibaren Türkiye’nin dört bir yanından akan ve Ankara’dan kitlesel bir şekilde katılan onbinlerle dolmaya başladı. Faşizme karşı nefret ve mücadele kararlılığı öylesine büyüktü ki, mesai saatleri olmasına karşın binlerce işçi ve memur cenazeye katılmak için örgütleri saflarında yer almışlar ve fiili olarak işlerini bırakmışlardı. Tören anti-faşist sloganların büyük bir uyum içinde atılmasıyla başladı. Maltepe'den Tandoğan’a yürüyüş tam bir disiplin içinde geçti. Belirli grupların artık alışkanlık haline gelmiş ve anti-faşist eylem birliğine ters düşen hareketleri bile, faşizme karşı sonsuz nefretin yarattığı hava ve bağlı olarak eylemin görkemli yapısı için de erimişti. Onbinler uzun süren yürüyüşten sonra Tandoğan alanını doldurdular. Cenazeye katılanların alana girmesinden sonra TİP Genel Başkanı Behice Boran kürsüye gelerek katledilen yoldaşlarımız ve tüm bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesi şehitleri için saygı duruşu çağrısı yaptı. Saygı duruşunu Behice Boran’ın yoldaşlarımız için yaptığı konuşma izledi. Tören bu konuşmadan sonra gür bir şekilde haykırılan FAŞİZMİ EZECEĞİZ sloganlarıyla sona erdi. Salih Gevenci kardeşimizin cenazeci mücadele arkadaşlarının bir bölümünün katılımıyla Çorum'a gönderildi.” Genç Öncü, Aylık Siyasi Gençlik Dergisi, Sayı 6, Kasım 1978, s. 8-9.[254] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/3 Erşen Sansal: Derin Devlet adamlarına hala sahip çıkıyor Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, Avukat Erşen Sansal'la görüştü Bahçelievler Katliamı: Öldürülen oğlunun adını yaşattı “9 Ekim 1978 günü. Günlerden pazartesiydi. Neden hatırlıyorum? Hafta sonunda 7 ve 8 Ekim tarihlerinde TİP’in İl Temsilcileri toplantısı yapılmıştı. O gün bir duruşmam vardı, sabah erken çıkmış, radyo da dinlememiştim. Katliamdan haberim yoktu. Saat dokuz sıralarında yazıhanemin telefonu çaldı. TİP’in İl Başkanı Osman Sakalsız, telefonda “Acele partiye gelmemi” söyledi. Ne olduğunu sormadım. Önemli bir mesele olduğu anlaşılıyordu. Hemen çıktım. İzmir Caddesindeki il binasına gideceğim. Fakat Kızılay’dan geçerken bir şey dikkatimi çekti. Bir sonbahar sabahı. İnsanlar başları önlerine eğik geçiyorlar, kimse kimseyle konuşmuyor, herkeste bir suskunluk var. Hani filmlerde görürüz terk edilmiş kasaba diye, işte öyle suskunlaştırılmış, ağır bir hava çökmüştü Ankara’nın üstüne. Bu havanın nedenini İl Başkanlığı’na gelince öğrendim tabii. Haber duyulunca Behice Boran ve Nihat Sargın da İstanbul’dan çıkıp geldiler. Bir süre sonra da katiller yakalanmaya başlandı teker teker. Hayatlarında hiç tanımadıkları, yüzlerini bile hiç görmedikleri yedi genci, ellerindeki eterlerlerle, boğma telleriyle, 14’lü silahlarla donanmış olarak, altlarında çeşitli arabalarla gelip evlerinde baskın yapıp öldürmeleri terörün ne denli ürkütücü olduğunu gösteriyordu. Partinin kurucu üyesi olarak öldürülen gençlerin hepsini tanıyordum. Katliamda kaybettiğimiz gençlerden Serdar Alten bir hafta kadar yaşadı, daha sonra öldü. Geniş bir aileydi onlar. Ailesi de toplumsal meselelere açık ve aşina olan insanlardı… Haluk Kırcı’nın telle boğmaya çalışıp, sonra yastıkla havasını kesip öldürdüğü Osman Nuri Uzunlar, Bursalıydı. Babası İbrahim Uzunlar, katliamdan sonra doğan çocuğuna öldürülen oğlunun anısını yaşatmak için Osman Nuri’nin adını verdi. 34 yıl: O evi müze yapmayı düşünmüştük İlk andan itibaren davaya müdahil avukat oldum. 34 yıldır da Nezahat Gündoğmuş ve çok sayıdaki meslektaşımız ile birlikte takip ediyoruz. Bu davanın aydınlanmasında önemli ipuçları vardı. Mesela Serdar Alten, ölümünden önce arabanın plakasını verdi, eve giren dört kişiyi tarif etti. Bir önemli tanık da katliamdan iki gün önce pazardan alışveriş yapan yaşlı bir kadındı. Yorulunca elindekileri yere koyup, oradaki bir duvarın üzerine oturup soluklanmak istemiş. O sırada iki gencin konuşmalarını duymuş. Bir genç gelip, iri yapılı diğerine “Reis baktım. 5-6-2 Tamam” demiş. Reis dediği, “Git bir daha bak yanlışlık olmasın” demiş. Bir daha gidip gelmiş, “Tamam Reis” demiş. 56/2 numaralı adreste katliam meydana gelince o gün pazarda duyduklarıyla bağlantı kurmuş. Fotoğraflardan teşhis yaparak iki kişiyi gösterdi. MHP’nin Bahçelievler sorumlusu Ercüment Gedikli ile Tokat Yurdu’nun Reisi Duran Demirkıran’dı o gün konuşanlar. Abdullah Çatlı, organizasyonun başındaki büyük Reis! Bu tanık Mamak’ta ağustos ayında yapılan duruşmaya yakası kalkık bir kürk mantoyla, acemice bağlanmış başörtüsü ve siyah gözlüklerle geldi. Kendisini böyle kamufle ettiğini gören hâkim, kadının rahat konuşabilmesi için sanıkları salondan çıkardı. Kadın ayrılırken de güvenliğinin sağlanmasını istedi. Değerli bilim insanı Behice Boran, 1979 seçimleri nedeniyle yaptığı televizyon konuşmalarından birinde yedi gencin Bahçelievler’de öldürüldüğü günü, TİP’in onur günü olarak ilan ediyordu. Behice Boran hakkında bu konuşma nedeniyle “komünizm propagandası” suçundan ceza verildi. Öldürülen gençlerin anısını yaşatmak için bu evi muhafaza etmeyi düşündük. Evi müze yapmak aklımızdan geçmişti. Olmadı öyle bir şey. Öyle duruyor o ev. İnsanlar oturuyor. Tahliye: Derin devlet adamlarına hâlâ sahip çıkıyor Son tahliye kararında da AKP suskun kalarak onayladı, MHP açıkça savundu. Bu katillerin serbest bırakılmalarıyla adalet sağlandığını söyleyenler, önce evlerinde ders çalışan silahsız gençlerin saatler süren işkencelerle neden öldürüldüğünün cevabını vermeliler. Hatırlarsınız Abdi İpekçi cinayetinin tetikçi M. Ali Ağca’nın tahliyesi sırasında kurbanlar kesildi, lüks otomobillerle karşılayan grup “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye sloganlar attı. Cevat Yurdakul’un katili Muhsin Kehya’nın tahliyesinden sonra da yapıldı. Bahçelievler katliamının yargı sürecinde ve hapishanede kaldıkları süreçte haksızlıklar oldu. Haluk Kırcı nedense üç kere yanlışlıkla tahliye edildi. Üçünde de itiraz dilekçeleri verip kararın düzeltilmesini sağladık… Şimdi tahliye edilen Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğlu, 1999’da yakalanmışlardı. Bünyamin Adanalı daha önce kısa bir dönem yatmıştı. Onunla birlikte 14 yıl yatmış oluyor. İlginçtir ki, daha sonra yedi kez ölüm cezasına çarptırılacak olan Bünyamin Adanalı, altı ay kadar tutuklu kaldıktan sonra mahkemece tahliye edilmişti. Bugüne bu yollardan geçilerek gelindi. Derin devlet kendi adamlarına hala sahip çıkıyor. Bahçelievler katliamı kamuoyunda büyük nefret yaratmıştı. Katliam hafızalarda hala taze. Tahliyelerin ardından gazete ve televizyonların bu kadar ilgilenmesinin nedeni de bu. Tahliyeleri protesto için evin önünde yaptığımız etkinlikte “Hiçbir kanun vicdanlardaki mahkûmiyeti silemeyecek” dedim. Bu kararı veren hâkim de “Vicdanım sızlıyor” dedi. Bahçelievler katliamının 34 yıllık yargı sürecinde o kürsüden çok hâkim geldi geçti. Bir vicdan meselesi söz konusu ediliyorsa hangi vicdanların ne zaman neleri hissettiği meselesi de gözden geçirilmeli. Yedi idam kararının da çıktığı o kürsünün vicdanıyla şimdi katilleri serbest bırakan vicdan aynı vicdan mıdır acaba? Bu kararlarla toplumsal vicdan yaralanıyor, toplumun adalet duygusu yaralanıyor, çok şeyler kaybediyor. 1974 yılında çıkarılan Af Kanunu yanlış şekilde uygulanarak, müebbetlikler salıverilmişti. Bu yanlışlığın farkına varılması üzerine, bırakılan müebbetlikler yeniden toplanarak cezaevine kondu. Bu uygulama, günümüzde de tekrarlanabilir ve yanlış hesaptan dönülebilir. Kararı bu beklentiyle temyiz ettik. Davalar: Olağanüstü mahkemeler acı çektirdi …12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde öğrencilerin, aydınların davalarını aldım. Ankara, İstanbul, Eskişehir’de, Türkiye’nin hemen her yerinde davalara girdim… Gerek 12 Mart, gerekse 12 Eylül’de ve DGM’ler gibi olağanüstü mahkemelerde bütün ülkeye acı çektiren yargılamalar yapıldı. Günümüzde de bir yargı sorunu var Türkiye’de. Maalesef yargı kanayan yara halindedir. Hangi davaya baksak öyle, Sivas davası kanayan yara halindedir. Bahçelievler katliamı davasında aradan geçen 34 yıla rağmen hala yara kanatılmaktadır. Mekanizma ilginç işliyor; siyaset savcılarımızı, hâkimlerimizi çağırıp da “Şöyle dava aç, böyle karar ver” demiyor elbette. Açıktan talimatlar verilmiyor. Ama kimi zaman “Siz hiç benim şu tür suçlamalarla karşı karşıya bulunan insanların bu toplumda serbestçe dolaşmasına izin vereceğimi söylediğimi duydunuz mu?” demek yetiyor. Hangi yargıcın, savcının ne yapacağı onun idrakine bırakılıyor. Bir de hâkim ve savcılar, en üst düzeyde gelire sahip kamu kesimidir. Bu memnun edilme onlarda şükranlarını ifade etme duygusu yaratıyor. Kuşkusuz bu sözümüz hepsi için geçerli değil. Değerli Faruk Erem hocamız özellikle siyasetin yargıya karışmasını kastederek şöyle söylerdi; “Yüz gram altının içinde 10 gram yabancı madde olsa o yine altındır. Fakat 100 gram adaletin içinde bir miligram yabancı unsur olursa o adalet olmaktan çıkar”. Bugün için de durum budur.” https://8ekimiunutma.org/>https://8ekimiunutma.org/ t24.com.tr/.../ersen-sansal-derin-devlet...[255] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/4 8 Ekim 1978 Bahçelievler Katliamını Unutma! 8 Ekim 1978’de Ankara’da Bahçelievler’de vahşice katledildiler. Bilinçlerinden ve partilerinden başka silahları yoktu. Onlardan biriydi kendisinin ve arkadaşlarının katillerini yakalatmak için ölüme yüreğiyle direnen. Katillerin sırtlarını nerelere dayadıkları Susurluk’ta açıkça ortaya çıktı. Türkiye’nin demokratik güçleri, vahşete karşı hukuktan yana olan tüm onurlu insanlar elbirliğiyle katillerin cezalandırılmasını başardı. KARANLIK GÜÇLER TARAFINDAN ANKARA’DA BAHÇELİEVLER’DE KATLEDİLEN SEVGİLİ ARKADAŞLARIMIZ, SEVGİLİ KARDEŞLERİMİZ Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar’ı HİÇ EKSİLMEYEN SEVGİ VE ÖZLEMLE ANIYORUZ. UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ! TÜRKİYE İŞÇİ PARTİLİ ve GENÇ ÖNCÜLÜ ARKADAŞLARI [256] |
TİP (1961-1988) ve 8 Ekim 1978-Bahçelievler Katliamı/5 AVUKAT ERŞEN SANSAL İLE SÖYLEŞİ: ”HAZIRLANAN RAPORLAR MAHKEMEDEN KAÇIRILDI Bahçelievler Katliamı, avukat Nezahat Gündoğmuş ve sizin çabalarınızla gün ışığına çıkarıldı. Sizce neden öldürüldüler? Bugünden düne baktığınızda olayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Önemli olan bir şey var: Bir terör olayı ne denli büyük boyutlara ulaşırsa yankısı o kadar büyük olur; ürkütücülüğü ve yıldırıcılığı büyük olur. Dehşet vericiliği artıracak bir boyut da, masum hedeflerin seçilmesidir. Bu tür olaylar tepki çekicilikleri ile kendi reklamlarını yaparlar. Kitleler kendilerini terörün hedefindeki masum insanlarla bütünleştirerek/özdeşleştirerek korkuya düşerler. (…) Bahçelievler Katliamı, planlaması (Mahmut Korkmaz’ın evinde toplantı), katliam hazırlıklarının yapılması (Ercüment Gedikli, Ömer Özcan ve Duran Demirkıran tarafından yapılan keşif), kullanılacak malzemelerin temini (katliamda kullanılan araçların, silahların sağlanması, Numune Hastanesi’nden eterin çalınması) dikkatle değerlendirilecek hususlardır. Ayrıca katliam gerçekleştiren kadro, ülkücü kanattaki en vurucu, en uzman kadrodur. Olayın başında yapılmış olan bu değerlendirme bugün için de geçerlidir. Dava sürecini ve sonraki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Davada, soruşturmanın uzun süre sonuçsuz kaldığı yolunda bir kanı doğru değildir. Davanın soruşturma aşaması, bu boyuttaki bir olay için uzun bir zaman sayılmaz. Üstelik o dönem, yıldırıcı faşist terörün boyutlarını yükselttiği bir dönemdir. O dönemin birçok cinayet olayı, daha sonra ‘faili meçhul’ler yığını içinde yer almıştır. Bahçelievler Katliamı’nın önemli bir özelliği, işte bu kategorinin dışında kalan tek tük olaylardan biri olmasıdır. Basında ve köşe yazılarında yansıtılan genel eğilim de bu yöndedir. ‘Olay yerinde parmak izi bile alınmadığı’ yolunda, Ercüment Gedikli’nin sözleri oldu. Ancak Gedikli, şimdi aradan 29 yıl geçtikten sonra bunu söylüyor. Dava devam ederken, ne Gedikli, ne de onlardan başka bir kimse böyle bir talepte bulunmadı. 29 yıl çok şeylerin izini silmiş olduğu kadar, artık ortada bir de kesinleşmiş kararlar var. Bu aşamada, sanki ilginç bir iddia ileri sürülüyormuş gibi, kafalarda karışıklık yaratma amacıyla söylenen sözler, mızrağı çuvalda saklamaya elvermez. Kaldı ki, parmak izi incelemesi yapmayı, polisiye olaylarda soruşturmanın yürütülmesini belirleyen kurallar çerçevesinde imiş gibi sunma da keza yersizdir. Bahçelievler olayının ortaya çıkarılması, tesadüflerin eseri değildir. Semiha Üstündağ, ‘Tamam reis, 5,6,2’ sözlerine tanık olduktan sonra olayı stajyer komiser oğluna anlatmıştır. Üstündağ, bu olayı, bir kadınlar toplantısında anlatmış, o mahallede oturan kadınların olaya ilgi göstermeleri ve son günlerde artış gösteren eylemli olaylar, Üstündağ’ın kafasında, olayın öneminin daha iyi idrak edilmesine neden olmuştur. Bir benzin istasyonunda bir arabanın plakasının değiştirilmesi bir izin sürülmesine neden olmuş olabilir. Ancak bu arabanın Alparslan Türkeş adına kayıtlı olması, olayın ülkücü kesimin bir eylemi olmuş olması nedeniyle, Türkeş ile ilgili kanıtların, özellikle de Türkeş’in ülkücülere tahsis ettiği bir arabanın soruşturulacağı da hesap edilebilecek bir olgudur. Tesadüf gibi görünen bir başka husus: Gözaltında İbrahim Çiftçi ile Duran Demirkıran’ın birbirleriyle konuşmalarıdır. Ancak bu da soruşturmayı yürüten emniyet ekibinin bilerek yaptığı bir izlemedir. (…) Abdullah Çatlı da iki defa yakalamasına rağmen serbest bırakılmıştı. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Abdullah Çatlı iki defa yakalanıp bırakıldı, doğrudur. Haluk Kırcı, hükümlü olarak kaldığı cezaevinden iki kez – nedense –yanlışlıkla tahliye edildi. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın başkanlığında hazırlanan raporda: Devlet Başkanı Kenan Evren’in, Abdullah Çatlı için, kısa bir süre hapis yatırtarak legale çıkarılmasını önerdiği bir yerde, başka ne beklenebilir? Daha sonra ne oldu? Aynı şey, başka kişilerle uzantı verdi. Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı sıfatını taşıdığı bir sırada, Abdullah Çatlı’yı kastederek, ‘Devlet için kurşunu yiyen kadar sıkan eller de şereflidir’ dedi; mesele bütün açıklığı ile görülmüyor mu? Bunların hepsi bir yana, Abdullah Çatlı’nın üst düzeyde bir emniyet görevlisi ve o zamanın iktidar partisine mensup bir milletvekili ile aynı arabada bulunması; aynı amaçla, aynı vasıtalarla, aynı yolda yürüme birlikteliğini en güzel şekilde örneklemekte değil midir? Susurluk kazasından sonra Bahçelievler Katliamı davası yeniden gündeme geldi ve yeni bir boyut kazandı. Bundan sonra davanın seyri nasıl gelişti. Susurluk kazasından sonra Bahçelievler Katliamı, faşizmin sürüp gitmekte olan boyutunun perspektifini göstermiştir. Yukarıda sözünü ettiğimiz, Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve başkaları, Susurlukçu kesimin yanında yer aldılar. Susurluk kazası, gerek TBMM’de, gerekse Başbakanlıkta yapılan soruşturmalar ile araştırıldı. Ancak soruşturmalar sonrasında hazırlanan raporlar, olayda hiçbir gerçeğin kendisinden kaçırılamayacağı, gerçeği araştırma makamından (Mahkemeden) kaçırıldı. Bu soruşturmalar sonrasında iki bakan (Meral Akşener, Mehmet Ağar) istifa etmek zorunda kaldılar. Susurluk olayının, Bahçelievler Katliamı’nın katilleri ile bütünleşen önemli isimleri, bugün de itibar mevkiindedirler. (…) Sizce adalet yerini buldu mu? Bahçelievler Katliamı davasında ulaşılan sonuç; yığınla faili bilinmeyen, daha doğrusu ‘bulunamayan’ olayların yaşandığı bir dönemde, halkta, kamuda yoğunlaşmış olan bir tepkiye bir cevap oluşturmuştur. Bu kamuoyundaki tatmin duygusu açısından değerlendirilmelidir. Birçok davada hükmün ‘Türk Milleti’ adına verildiğini görürüz; ama, kamunun duygularına tercüman olabilen kararlar pek azdır. Kamuoyunu yansıtan araçlardan bir tanesi basındır. Bahçelievler Katliamı hakkında basında çıkan çok sayıdaki değerlendirme yazıları bir araya getirilse, kamunun ‘bir dönemin adaletinden’ beklentileri konusunda ilginç bir derleme olurdu. Buna şunu da eklemek isterim: Bahçelievler Katliamı Ağır Ceza Mahkemesinde devam ederken, özellikle, Susurluk olayından sonraki aşamada, salondaki dinleyici sıraları hep dolu olmuştur. Bu da olayın üzerinden yirmiden fazla yıllık bir zamanın geçmiş olduğu bir aşamada dikkate değer bir olgudur. Bahçelievler Davası bugün ne aşamada? Bahçelievler Katliamı Davasında yakalanmayan tek sanık, Kürşat Poyraz’dır. Diğer sanıkların hepsi mahkeme önüne çıkarıldı. Yargılama sırasında Poyraz’ın Fransa’da olduğu nedeniyle, iadesinin istenmesi için Adalet Bakanlığı’na yazı gönderildi, fakat sonuç alınamadı. Öte taraftan bu sanık hakkında zamanaşımının dolduğuna dair karar verildi, fakat bu karar da temyiz edildiği için kesinleşemedi.” https://8ekimiunutma.org/ Görüşme, Eylül 2007- Orhan Tüleylioğlu, Neden Öldürüldüler? İkinci Kitap, Ekim 2007, um-ag Yayınları. [257] |